Han, bağışıklığın tepkisizliğini yeni bir şiddet türünün doğuşu olarak tarif ediyor. Aynı olanın, pozitifliğin şiddeti…
Yasemin Yeşilyaprak*
Yorgunluk günümüzün evrensel bir sorunu mu? Byung Chul Han’ın “Yorgunluk Toplumu” kitabını okumaya başladığımda başka bir kaynakta karşıma çıkan Baudrillard’ın “Artık evrensel bir açlık sorunu olduğu gibi evrensel bir yorgunluk sorunu var.” sözü bu soruya cevap veriyor gibi duruyor. Fakat bu cevap beraberinde yeni bir soruyu getiriyor: Her yorgunluk bir sorun mu ya da her yorgunluk aynı durumu mu ifade ediyor? Kitabı bu sorunun da eşliğinde inceleyelim.
Han, her çağın kendine has hastalıkları olduğunu söylüyor. Farklı dönemlerde yaşanan bağışıklık sisteminin mücadele etmek zorunda kaldığı bakteriyel ve viral salgınları düşünelim. 21. yüzyıl ise bakteriyel ya da viral hastalıklardan ziyade sinirsel/nöronal hastalıklarla belirleniyor. Han bu hastalıkları enfeksiyon değil tıkanmalar/enfarktüsler olarak tarif ediyor. Viral ya da bakteriyel hastalıklar karşısında savunmaya geçen, yabancıya, negatife, ötekine, farklı olana tepki veren bağışıklık sistemimiz bu sürecin neresinde diye düşündüğümüzde sinirsel hastalıkların arkasındaki süreçlerin bağışıklık sistemi tarafından yakalanması mümkün olmayanlarca belirlendiğini fark ediyoruz. Kim bunlar?
Han bu hastalıkların immünolojik ötekinin negatifliği tarafından değil, aksine pozitiflikteki aşırılıkla belirlendiğine işaret ediyor. Bağışıklık reaksiyonu başkaya, yabancıya, negatife verilen bir tepki olduğu için pozitiflikteki aşırılıklar bağışıklık tepkisi ile hiç karşılaşmıyor. Ötekinin başkalığı yok olurken, bu yok oluş, aynının, pozitifin aşırılığı ile kendiliğin de yok oluşunu beraberinde getiriyor. Çünkü öteki-yabancı-başka, kendilik tarafından yadsınanken kendilik tarafından yadsınamayan pozitiflikteki aşırılık, kendiliği yok ediyor. Bu durum gözle görülmeyen ama hepimizin hissedebildiği bir şiddet izlenimi uyandırıyor öyle değil mi? Han da bağışıklığın bu tepkisizliğini yeni bir şiddet türünün doğuşu olarak tarif ediyor. Aynı olanın, pozitifliğin şiddeti… ve Baudrillard’ın, “benzeri aracılığıyla yaşayanın ölümü benzerinden olur” sözüyle pozitiflikteki aşırılığın, aynının şiddetinin ölümcüllüğüne vurgu yapıyor.
Bu durumda akla şu soru geliyor: Her şeye sirayet eden aynılık, negatifin yok oluşu, performansın, iletişimin, tüketmenin aşırılığı ile şişen, yağ bağlayan obez bir sistemin içinde insanın yorgunluğu ve tükenmişliği acaba bir bağışıklık reaksiyonu olarak nitelendirilebilir mi?
Han bu soruya “Hayır” cevabını veriyor. Zoraki iletişim, zoraki performans, zoraki pozitiflik, zoraki tüketim, bütün bunlar negatiflikten yoksun başka’dan köklenmeyen zorlanmalar olduğu, mahrum edici değil, zorla ve tıka basa doyurucu olduğu için yaşanan tükenmişlik ve yorgunluk bir bağışıklık tepkisi değil, pozitif şiddetin sonucu olarak deneyimlenen ben’in kendi kendini sömürmesinin ve sonunda yanıp tükenmesinin bir sonucu…
Han, disiplin toplumu ve günümüzün performans toplumu arasında ve dolayısıyla disiplin toplumlarında disiplin kurumları ile belirlenen normal/anormal ayrımına tâbi itaat öznesi ile performans toplumunda, kendi kendini sömürmek için ötekine ihtiyaç duymayan toplumun performans öznesi arasındaki ayrıma dikkat çekiyor. Disiplin toplumu negatiflik toplumu iken örn. yasaklar negatiflerdir, performans toplumunda bu sınırlar ortadan kalkıyor ve yasağın, emrin yerini proje, motivasyon, girişim alıyor. “Hiçbir şey imkânsız değildir.” inancında olan performans toplumunda performans öznesi kendisini kendisi ile savaşırken buluyor ve işte 21. yüzyılın belirleyicisi sinirsel hastalıklardan birisi olan depresyon bu şekilde pozitiflikteki aşırılıktan mustarip topluluğun bir hastalığı olarak ortaya çıkıyor.
Öte yandan aşırılığın içinde kaybedilen önemli bir yeti derin can sıkıntısı ve tefekküre dayalı bir dinleme zira pozitifliğin aşırılığı can sıkıntısını kabul etmiyor. Ve aktifliğin mutlaklığı kişinin her uyaranı direnç göstermeden takip ettiği bir durumu beraberinde getiriyor. Bu şekilde bir eyleme hâli ise dünyanın geleceğini değiştirecek/dönüştürecek olumlu bir eyleme halinden çok tükenme ile sonuçlanan makinevari bir etkinliktir. Han bu noktada Nietzsche’nin şu sözüne atıf yapıyor: “Etkin insanlar mutat olduğu üzere daha yüksek bir etkinlikten yoksundur (…) bu bakımdan tembeldirler.(…) Etkin olanlar yuvarlanırlar, tıpkı bir taş gibi mekaniğin ahmaklığı uyarınca yuvarlanırlar.” Burada tarif edilen etkinlik aktiflikteki aşırılık ile karakterize, aralardan, kesintilerden, ötekinden yoksun bir etkinlik ve Han bu şekilde bir etkinliği duraksayamayan ve tereddüt etme yeteneğinden yoksun bir makinenin çalışmasına benzetiyor. Bu şekilde eylem kişiyi bir performans makinesine dönüştürüyor. Nasıl bir makine için öteki yok ise performans öznesi de kendine dönüklüğü içinde tereddüt etmeksizin performansı ortaya koyuyor.
Duvarlara bakan pencerelerden içeri dünya sızabilir mi?
Kitap üzerine düşünürken ve yazımı hazırlarken kendimi alıkoyamayarak Han’ın atıf yaptığı diğer bir kitabı, Herman Melville’in Kâtip Bartleby isimli İş Bankası Kültür Yayınlarından çıkan ve Hamdi Koç tarafından Türkçeye çevrilen eserini bir solukta okudum. Bu yazı Yorgunluk Toplumu üzerine olsa da okurun da aklına düşürmek niyetiyle kısaca Bartleby’den de söz etmek yerinde olacaktır. Kâtip Bartleby, günümüz toplumunun çalışma hayatına dair oldukça sade ve üzerine derin düşünmeyi gerektiren bir metaforunu sunuyor. Anlatıcımız bir avukat ve kitap boyunca işe aldığı Kâtip Bartleby ile olan deneyimini aktarıyor bizlere. Avukat, çalıştıkları ofisi Wall Street No…üst katta aydınlatma boşluğunun beyaz duvarına bakan, manzara ressamlarının “hayat” dediği şeyden yoksun, hatta her bakımdan ruhsuz sayılabilecek bir yer olarak betimliyor. Han’ın ifadesiyle, postmodern performans toplumunun buyruklarıyla karşı karşıya olmayan, pozitifliğin aşırılığından azade, Ben’in aşırı yorulmasını bilmeyen Kâtip Bartleby avukatın ofisinde işe başladıktan sonra kendisinden istenenleri, keyfi görevleri, işi ile ilgisi olmayan talepleri, zoraki iletişimi, zoraki pozitifliği, zoraki tüketimi dolayısıyla bütünüyle zoraki performansı “Yapmamayı tercih ederim.” diyerek reddeden bir Öteki. Daha sonrasında yaşananları Bartleby’in negatifliği ile bir yabancı, öteki, farklı olan olarak avukatta, diğer çalışanlarda, toplumda yani sistemde yarattığı immünolojik tepki olarak yorumlayabiliriz. Yapmamayı tercih ettikleri sebebiyle hapishaneye atılan Bartleby ile avukat arasında geçen diyalogda avukatın sarf ettiği şu sözler üzerine düşünmeyi hak ediyor: “Burası senin için o kadar kötü bir yer olmasa gerek. Burada olmanın küçük düşürücü bir yanı yok. Bak sanıldığı kadar feci bir yer değil. Bak işte gökyüzü, işte çayır çimen.” İşte hepimizin başımızı kaldırıp çalıştığımız ofislerden veya evlerimizin penceresinden, tabi eğer dışarıya açılan bir penceremiz var ise, bakmamız gereken an…
Son olarak, yazının başında bir soruyu düşünülmek üzere bırakmıştım: Her yorgunluk bir sorun mu ya da her yorgunluk aynı durumu mu ifade ediyor? Han da kitabını sonlandırırken bu soru üzerine düşünmüş olacak ki son bölümde Handke’nin “Daha az Ben’in daha çokluğu” şeklindeki ifadesine atıf yaparak yorgunluklar arasında önemli bir ayrıma-Ben’i açan, genişleten, dünyayı tanıdık kılan bir yorgunluk ve durmaksızın işleyen performans öznesinin ötekinden yoksun, yalnızlaştıran ve dünyayı yok sayan Ben-yorgunluğu- dikkat çekiyor. Ben’in azlığının çokluğu, ötekini görmeyi mümkün kılıyor. Ben azaldıkça, ötekini görüyorum, ben kendim de bir ötekiyim, bunun farkında olarak eyliyorum ve işte bu açıklıktan sızan dünya orada, ışıldıyor, titreşiyor, ilham veren huzur içinde bir yorgunluk, bir “oyun zamanı” bu şekilde mümkün hâle geliyor. Bu yorgunluk ötekinden yoksun, pozitifliğin aşırılığında, mutlak aktiflikten, kendi kendini sömürme şeklindeki eylemden gelen bir yorgunluk değil. Ve Ben’i açan, genişleten bu yorgunluğun sonucu bir tükenmişlik hissi değil aksine yorgunluğun ilhamının, sakinlik ve sükûnetinin eşlik ettiği bir ara zaman, bir “bir şey yapmama” hâli.
Tadı dimağımda kalan bu kitabı sizlerle paylaşırken hepimize içinde bulunduğumuz pozitifliğin ve aktifliğin aşırılığında, duvara veya havalandırma boşluğuna değil, berrak bir gökyüzüne açılan bir pencere olarak “Yapmamayı tercih ederim.” eşliğinde dünyayı tanıdık kılan yorgunluklar, oyun zamanları ve elbette keyifli okumalar diliyorum.
Kaynaklar
Han, B-C. (2023). Yorgunluk Toplumu (1.Baskı). (S. Yalçın, Çev.). İnka Kitap.
Melville, H. (2023). Katip Bartleby (8. Baskı). (H. Koç, Çev.). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
*Özgeçmiş
Yeşilyaprak, lisans eğitimini Haliç Üniversitesi Psikoloji Bölümünde burslu olarak 2009 yılında
tamamladı. 2015 yılında İstanbul Üniversitesi Gelişim Psikolojisi Anabilim Dalından yüksek
lisans ve 2022 yılında doktora derecesini aldı. 2013-2022 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü Gelişim Psikolojisi Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak çalıştı. Bilişsel gelişim, üstbilişsel beceriler, bilişsel esneklik, faillik hissi, kendilik, bilinç gibi konular üzerine çalışmalar yürüten Yeşilyaprak şu anda Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.