Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet durumu mudur?
“Cehalet mutluluktur” diyor günlük inanç ve anlayış. Bu inanç ve anlayış çok etkilidir; o kadar etkilidir ki, aydınlanma mücadelesinde geçici yenilgiyle karşılaşan, aydınlanmayı ve aydınlatmayı bir tutku haline getirmiş aydınlanmış evrensel zihinler bile bazen kuşkuya düşüyor ve sıklıkla acaba ‘cehalet gerçekten mutluluk mudur?’ diye soruyor kendisine.
Bu söz bugün tüm ülkelerde ve kültürlerde herkesin sahip çıktığı bir deyime dönüşmüş durumda. Zaten her toplumda şu veya bu biçimde bilgi düşmanlığı içeren spontane oluşmuş sözler de vardır. Almancada örneğin ‘bilmediğim şey beni rahatsız etmez’ anlamına gelen “was ich nicht weiss, das macht mich nicht heiss” (“bilmediğim şey bana sıcak gelmez”) denir. Türkiye toplumunda “okuyup da ne olacaksın?” diye okumayı ve bilgilenmeyi anlamsızlaştıran yaygın bir söz vardır ve bu özellikle kız çocukları için ‘okuyup da ne olacak, dizini kırıp evinde otursun’ buyruğu olarak kullanılır. Belki de bundan dolayı “cehalet mutluluktur” sözü en çok da Türkiye toplumunda günlük hayatta geniş yankı bulmuş durumda ve sanki bir atasözüymüş gibi kullanılıyor. Diğer taraftan felsefenin doğum belgesinde Sokrates’in cehaleti öven değil, ama herkesi cahil olduğunu kabul etmeye davet anlamına gelen “tek bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğimdir” sözleri yazılıdır. Bu nedenle konunun üzerine gitmek büyük önem arz etmektedir.
Felsefenin sloganı
Diyalektik felsefe genellikle günlük bilinçten hareket eder ve onu, gerekirse tersyüz ederek adım adım bilimsel bilince dönüştürür. Diyalektik felsefenin Aristoteles’ten beri yaptığı budur. Zaten antikler felsefe deyince bundan genellikle, farklı biçimlerde de olsa diyalektiği anlarlar. Aristoteles’in önerdiği bu sürecin sonunda felsefe halkta gerçekleşir ve halk bunun sonucu olarak bilimsel düşünme seviyesine yükseltilmiş olur. Felsefenin amacı budur. Felsefenin sloganı “halkı bilinçlendirmeye cesaret et!” şeklindedir.
Hegel, Tinin Fenomenolojisi’nde bilinci bilimselleştirme eylemine doğal (kendiliğinden oluşan, spontane) bilinçle başlar, “doğal bilinç” nesnel bilince, sonra özbilince ve akla dönüşür. Bu teorik bilinç akıl seviyesine ulaştıktan sonra pratik bilince dönüşmeye başlar ve sonunda teorinin ve pratiğin sentezlendiği bilinç durumu anlamına gelen “mutlak bilgi” ile tamamlar. Böylece Hegel halkın spontane bilincini teorik olarak temellendirilmiş, pratik olarak sınanmış bilimsel praksis bilincine dönüştürmüştür.
Halkın dertlerine derman olmayan felsefe gereksiz laf kalabalığı üretmekten başka bir şey yapmaz. Bu nedenle felsefe zorunlu olarak kamusaldır ve “Agora”da, halk meydanında halk ile halkın içinde yapılır. Halktan kopuk bir felsefe kendi içine döner ve kılı kırk yaran verimsiz tartışmalarda kendisini tüketir. Bunu önlemek için Descartes halkı filozoflar arası tartışmalara bir tribün olarak dâhil etmek istemektedir. Halkın, filozofun ona yüklemiş olduğu ödevi yerine getirebilmesi için kendisini filozofça yetiştirmesi gerekmektedir. Zira bir toplumda ne kadar çok birey felsefeyle ilgilenirse o toplum o kadar “ince ruhlu”, zarif insanlardan oluşur.
Sokrates, Descartes ve cehalet mutluluktur sözü
Cehalet mutluluktur sözünün anlamına ilişkin bir analize girişmeden önce sözün kaynağına ilişkin bazı açıklamalar yapıp, birkaç düzeltme yaptıktan sonra düşünce ve felsefe tarihinde karşıt deyiş ve düşüncelerin de ifade edildiğini kaynaklarıyla göstermek istiyorum.
Cehalet mutluluktur deyişi için kaynak olarak bazen Sokrates’e bazen de Descartes’a işaret edildiğini görüyoruz. Fakat bu iddianın hiçbir karşılığı yoktur, yanlıştır. Ne Sokrates’in böyle bir sözü aktarılmıştır ne de Descartes böyle bir söz söylemiştir. Tersine her iki filozof da aklı doğru kullanmayı mutluluk, özgürlük olarak belirlemişlerdir.
Nietzsche’nin Sokrates’i, aklı ve bilgiyi insanın mutluluğunun kaynağı olarak belirlediği için yerden yere vurduğu bilinmektedir. Nietzsche’ye göre modern çağın ‘katli vacip’ filozofu Rousseau, antikçağın ‘katli vacip’ filozofu Sokrates’tir. Rousseau’nun, özgürlük ve eşitlik konusunda uzlaşmaz davranıp, tüm seçkici yaklaşımları göz ardı ederek tüm imtiyazları yok sayan bir toplum teorisi ile çalıştığı için, katli vaciptir. Sokrates ise, Nietzsche’ye göre, örneğin Tragedyanın Doğuşu’nda ileri sürdüğü gibi, antikçağ felsefesinde rasyonel dönüşün vücuda gelmiş halidir. Bunun için katli vaciptir Sokrates’in Nietzsche’ye göre.
Aynı şekilde Descartes’ın da böyle bir şey söylemiş olması mümkün değildir, çünkü felsefesinin temeline ontolojik anlamda, yani insanın insan olarak var olmasının koşulu olarak temele yansısal ve özyansısal düşünmeyi yerleştirmiştir. Cehalete övgü zorunlu olarak seçkici bir yaklaşımdır, çünkü cahillerin olduğu yerde onların cehaletini idare edecek bilgili ve kurnaz (akıllı değil) olanlara ihtiyaç olacaktır. Fakat Descartes’ın felsefesine temel oluşturan “düşünüyorum, o halde varım” önermesi, aynı koşullarda herkesin düşünme yetisi bakımından eşit olduğundan hareket eder. Zira “düşünüyorum” önermesinin öznesi istisnasız her insandır. Düşünce bakımından kimse ayrıcalıklı ve imtiyazlı değildir. Düşünce yetisini geliştirme ve söz söyleme bakımından herkes eşittir. Söylenen sözün ‘ağırlığı’ konusunda karar verici kıstas mevki, cinsiyet, yaş, renk, aidiyet vs. değildir. Sözün geçerliliği konusunda tek kıstas, sözün gerçek (gerçeğe en yakın olan) olup olmadığıdır. Descartes’ın düşünüyorum önermesinin içermiş olduğu eşitlik ilkesi, herkesin eşit bir şekilde özgür olduğunun da temelini oluşturur. Düşünüyorum önermesinin içerdiği özgürlük ilkesine göre, özgürlükler konusunda hiç kimse ayrıcalıklı ve imtiyazlı değildir. Bu bakımdan Descartes’ın “cehalet mutluluktur” gibi cehaleti öven herhangi bir söz söylemiş olması mümkün değildir.
Cehalet mutluluktur sözünün gerçek kaynağı
Cehalet mutluluktur sözünün gerçek kaynağı 18. yüzyıl İngiliz şairi Thomas Gray’in “Eton Koleji’nin Uzak Bir Geleceği Üzerine Gazel” (“Ode on a Distant Prospect of Eton College”) adlı şiiridir. Burada şiirin uzun bir yorumuna girişmeyeceğim. Bu şiirde geçen bir mısradan alınmış “cehalet mutluluktur” parçası dilden dile dolaşıp tüm dünyaya mal olmuş ve bugün adeta dünya çapında bir deyişe dönüşmüştür. Cümle parçası, olumsuz epistemolojik bir duruma (ignorance/cehalet) olumlu ahlâki bir anlam yükleyen (bliss/mutluluk) bir içeriğe sahiptir. İlgili mısra “Cehaletin mutluluk olduğu yerde, bilge olmak aptalcadır” şeklindedir. Deyişin alındığı mısraının İngilizcesi de şöyledir: “Where ignorance is bliss, ‘Tis folly to be wise”. Mısraının tüm dillere çevrilip deyiş haline gelen (belki de getirilen) kısmı “ignorance is bliss” şeklindedir, yani bu şekilde yalıtılmış olarak alınırsa “cehalet mutluluktur” anlamına gelen kısmıdır. Fakat hem genel olarak şiirden hem de ait olduğu mısradan koparılarak kullanılan söz parçacığı, şiirin genel anlamını tamamıyla tersine çevirmektedir. Şiirin geneli aslında cehaletin ve belki de kendi çağındaki insanlık halinin ironik ve ironik olduğu kadar da Mollièr’i andıran sarkastik bir eleştirisidir.
Bu konuda Türkçe yazılmış olan okumaya değer ilginç çalışmalar mevcuttur. Görebildiğim kadarıyla Oğuz Evren Kılıç’ın “İgnorizm: Günümüz İçin Yeni Bir Tanım” başlıklı, internet ortamında herkesin kolayca ulaşımına açık yazısı okura konuya ilişkin ayrıntılı iyi bir analiz sunmaktadır.
Mutluluğun kaynağı bilgidir!
Şimdi gelelim karşı söze, Gray’in şiirine karşı olan söze değil, ama onun şiirinden uyarlanan “cehalet mutluluktur” deyişine karşı olan söze. Söz Latin şairi Virgil’e aittir ve tam olarak şöyledir: “Şeylerin nedenlerinin bilgisine sahip olan her kim ise mutludur.” Virgil’in bu sözüne Pascal, tamamlanamamış ve bu nedenle fragmanlardan oluşan Düşünceler (Pensées) adlı eserinde bir önermesiyle işaret eder. Virgil’in sözleri “Georgica” adlı şiirinden alınmıştır ve Latince orijinalinde şöyledir: “Felix qui potuit rerum cognoscere causas”. Uzmanlar, Virgil’in “şeyler”den dünya yasalarını anladığını belirtiyor. Virgil’in sözleri Pascal’dan önce Montaigne tarafından Denemeler (Essais) adlı eserinde alıntılanır.
Aristoteles bilgeliği, şeylerin nedenlerini durumuna göre belirliyor. Şeylerin ilk nedenlerini bilmek Aristoteles’e göre insanı filozof yapıyor, çünkü ilk nedenleri bilmek, her şeyi bilmektir. Modern felsefenin kurucularından Descartes, Aristoteles’i takip eder ve asıl felsefenin, ilk nedenleri araştırmak olduğunu söyler. Şeylerin nedenlerinin bilgisi, bilgi üreten, problem çözen, aydınlatan ve bu nedenle mutlu kılan bilgidir.
Hem antikler hem modernler hem Yunanlar hem Latinler hem de bizde ortaçağda aşkın ve dostun bilgisini araştırmaya davet eden Yunus Emre’de de mutluluğun kaynağı bilgidir. Bu nedenle herkesin mutluluğu, ünlü atomcu Demokritos’tan beri bildiğimize göre, herkesin kendisinin elindedir.
Gray de şiirinde aslında düşüncesizliğin yol açtığı mutluluk yanılsamasını eleştirir. Hep başkalarıyla ilgilenen, kendisine dair bir bilinçten yoksun, kendisiyle yansısal, yani kendisiyle özeleştirel ilişki kurmayan bilinç durumunun bir eleştirisini amaçlar şiir. Fakat halk arasında yaygınlaşıp günlük hayatta ‘genel bilgiye’ dönüşen her fikir ve bilgi, sınırlandırılmış eğitim durumu nedeniyle hemen her zaman orijinal fikrin ve bilginin tersine dönmüş, çarpıtılmış hali oluyor. Eğitim seviyesinin mümkün en yüksek seviyeye çıkarılması, yöntemsel düşünme biçimini mümkün tüm formlarının öğrenilmesi ve uygulanması, çarpık bilincin oluşmasını engellemek ve oluşmuş olanı aşmak için tek çaredir.
Comte-Sponville, özgürlük, cehalet ve kölelik
Çağdaş Fransız filozoflardan Comte-Sponville, bilgi mi cehalet mi tartışmasına özgürlük kavramı açısından müdahale etmiştir.
Comte-Sponville Felsefe Sözlüğü (Dictionaire philosophique) adlı eserindeki özgürlük maddesinde “Cahiller kendilerini ne kadar çok özgür sanırlarsa o kadar az özgür olurlar” diye belirtiyor. Kanımca Comte-Sponville’in bu sözlerini açıkladığımızda halk arasında yaygın sözün anlamı ve anlamsızlığı tüm boyutlarıyla ortaya çıkacaktır. Cehalet mutluluktur önermesinde cahilliğin bilinçli bir hali söz konusudur. Sokrates’in bilincinde olmaya davet ettiği cehaleti andıran bilinçli bir cehalettir bu sözde dile gelen. Fakat “tek bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğimdir” sözleri bilmeye, bilgilenip cehaleti aşmaya davettir. Cehalet mutluluktur sözlerinde sergilenen bilinçli cehalet, cahilliği bilerek isteyerek yaşamayı, bilgiyi, bilgilenmeyi ve aydınlanmayı bilerek ve isteyerek ret eden bilinçli ve gönüllü bir cahilliktir. Bu bakımdan Sokrates bilgeliğe davet ederken, deyiş cehalete davet ediyor. Öyleyse, eğer cehalet mutluluktur sözü bir çağrı ise, doğrudan bilgeliğe, filozofa, felsefeye karşı bir çağrıdır. İşte, Comte-Sponville, böylece gönüllü tercih edilen cehalet durumunu ‘sanılan özgürlük’ durumu olarak tanımlıyor. Cehalet ne kadar çok mutluluk durumu olarak algılanırsa, bu durumda o kadar çok mutsuz olunur.
Kilit kavram ‘bilgi’ kavramıdır. Bilgi nedir? Bilginin içermeleri ve işlevleri nedir?
Aristoteles, Metafizik adlı eserinin hemen ilk cümlesinde “insan doğası gereği bilgiyi amaçlar” derken haksız mıdır? Zira 1990’lardan sonra insanın doğası gereği bilgi edindiğine dair yaygın şüphe dile getirildi. Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet durumu mudur?
Antikçağın en az Platon ve Aristoteles kadar önemli olan büyük materyalist filozofu Demokritos’un konuya yaklaşımına göre, mutluluğun kaynağı bilgidir ve herkesin mutluluğu herkesin kendi elindedir, herkes kendi mutluluğunun mimarı olabilir. Aristoteles de yeri geldiğinde acımasızca eleştirdiği Demokritos’u bu konuda koşulsuz takip eder. Bu nedenle Aristoteles, Nikomakhos’a Etik adlı eserinde herkesi kendi mutluluğunun öznesi olarak belirler. Filozof bilgili olmak ile mutluluğu kendi eline alma arasında doğrudan bir bağ kuruyor. Bilgi özgürleştiriyor öyleyse.
Bilgili insan hayatının özgür öznesidir
Bilgi ne kazandırıyor? Bilgi, süreçlerin, yapıların, ilişkilerin, olayların ne ve nasıl olduğunu söyler. Bilgi her daim gerçeğin bilgisidir ve bilgi formları gerçeğin formlarını gösterir. Bu nedenle örgütlenmiş bilgi anlamına gelen tüm bilimlerin konusu gerçektir. Bir şeyin bilgisine sahip olmak, Kant’ın tabiriyle, şeyin kendisine sahip olmak demektir. Öyleyse cahil insan bilgisiz olduğu için hiçbir şey sahiplenemeyen, dünyaya, dünyada her şeye yabancı kalan insandır. Dünyaya yabancı kalmak, dünyayla hiçbir şekilde ilişkilenmemek demektir.
Bilgili insan, bilgisine sahip olduğu süreçlerin, yapıların, ilişkilerin ve olayların bilgisine sahip olduğu için onları edinmiş demektir. Bu nedenle bilgisini edindiği dünyanın öznesi olur ve dünyayı aktif bir şekilde (keyfi değil) biçimlendirir. Bu bakımdan bilgili insan kendi mutluluğunun, kendi özgürlüğünün yaratıcısıdır, dünyanın sahibi, özgür öznesidir.
Cahil insan koşullarının kölesi ve kurbanıdır
Peki, cahil insan? Cahil insan yaratıcı olabilir mi? Cahil insan özgürleşip hayatının öznesi olabilir mi? Cahil insan içinde bulduğu duruma, içinde yaşadığı olaylara, içinden geçtiği süreçlere, dünyanın gidişatına herhangi bir şekilde müdahale edebilir mi? Nasıl etsin! O zaten müdahale etmek istese de edemez, çünkü bilmiyor, çünkü müdahale etmek zorunda olduğu süreçlerin ve olayların bilgisine sahip değildir. Zamların nedenini bilmeyen, zamlara karşı etkili mücadele edemez. Yoksulluğun nedenini bilmeyen, yoksulluğu ortadan kaldırmayı dahi düşünemez. Kendi yoksulluğunda ve sefilliğinde kendisini dünyanın en mutlu insanı sanır. Bu nedenle cahil insan olayların içinde pasif bir şekilde yuvarlanıp gider, olayların her zaman kurbanı olur. Hep acı çeker, çünkü hep savrulup durur, olaylar tarafından bir oraya bir buraya sürüklenip durur. Olaylar onu hep bir o yana bir bu yana sürükler durur. En iyi durumda sürekli acı çeker, en kötü durumda da evi barkı başına yıkılır. Bu bakımdan cehalet hiçbir şekilde mutluluk olarak tanımlanamaz. Tersine, Sokratesçi anlamda herkes cahilliğini kabul edip, cahilliğini aşmaya çalıştığı, bilgiye yöneldiği oranda özgür ve mutlu olur.
Peki, cahil insanın mutlu olabileceği hiçbir an yok mudur? Bilgisiz insan bilgisiz olduğu için umursamaz, vurdumduymaz olur. Sanat bilgisine sahip olmadığı sanattan zevk almadığı gibi, sanat eseri yok edilirken de sanat eserine sahip çıkmayı aklının ucundan dahi geçiremez, istese de geçiremez, çünkü sanatın ne olduğunu bilmez. Dünya umurunda olmaz. Cahil insan, işte bu kaçınılmaz umursamazlığı mutluluk olarak algılar ki, Nietzsche onu, bu kendi halini, çevresinde olup bitenleri algılamadığı için, acı çekmeme olarak betimler. Ama bu nedenle Nietzsche bir aydınlanma taarruzu başlatmaya çağırmaz. Toplumun bir kesimi için, her yönlü bilgisiyle ince ruhlu, zarif duygulu olan soylulara hizmet etmek için, cehalet zorunludur. Ülkemizde halkın son kırk küsür yılda gittikçe cahilleştirilmesi Nietzscheci politikanın ürünüdür. Bilgili insan da gerekirse bilinçli bir tercih ile pekâlâ umursamaz olabilir. Ama o, hiçbir zaman hiçbir şeye tam olarak kaygısız kalamaz. Bilgili insan hep ilgili ve meraklıdır.
Marx ile Blaise Pascal’ı açıklayınca
Pascal’ın Virgil’e işaret ettiği önermesinde, “Eğer koşulumuz gerçekten mutlu olsaydı, üzerine düşünmek zorunda kalmazdık” der. Buna göre düşünme zorunlu olarak problem odaklıdır. Yaşayan insan hep problem çözerek yaşayan insandır. Problem çözmek sonunda deneyim ve bilgi edinmek demektir. Bu bakımdan yaşayan insan bilgi edinmeden edemez. Buna göre, Aristoteles haklıdır. İnsan bilgi edinmeden edemez. Kant bu anlamda bilgilenmeyi ‘insanlık hakkı’ olarak tanımlar.
Pascal’ın bu önermesini Karl Marx ile açıklamaya çalışalım. Marx’ın Das Kapital’de ve başka eserlerinde dile getirdiği özellikle iki önermesini hatırlamak konuya dair çözümleyici düşünce üretmemize yardımcı olabilir. Marx’a göre insan ancak çözebileceği sorunlara odaklanabilir. Fakat diğer taraftan eğer gerçekten bir problem var ise, insan onu, neye mal olursa olsun, çözümü ne kadar zaman gerektirirse gerektirsin, çözümü için ne kadar emek harcamak zorunda kalırsa kalsın, eninde sonunda çözer, çünkü insan kavramın mümkün en geniş anlamında hep gereksinim odaklı düşünen bir varlıktır –ki oynamak ve eğlenmek de bir gereksinimdir.
Bu iki önermesinde Marx, problem çözerken insanın hep somut olanın çözümüne odaklandığını, fakat bunu yaparken diğer taraftan somut problemi veya somut problemler bütününü sürekli daha geniş, daha büyük ve çözümü ancak orta ve uzun erimli olabilecek problemler bütünü içinde gördüğünü; her problemin çözümünün burada ve şimdi çözülebilecek yanının ve yanlarının olduğu gibi, zamanın farklı erimlerinde çözülebilecek boyutlarının da olduğunu göz önünde bulundurduğunu belirtiyor. İnsanlar problemleri eşyanın kendisinden kaynaklanan bu mantıksal düzen içinde görmeseler, düşünmeseler, kurgulamasalar, tasarlamasalar ve çözmeye girişmeseler bile, eşyanın kendisi, kendisinden kaynaklanan bu düzeni (logosu) insana dayatır. İnsanın problem çözme süreci, onun dünyasının bilgisini edindiği süreçtir aynı zamanda. Ama bu süreç aynı zamanda insanın dünyaya öznelliğini kattığı, dünyaya damgasını vurduğu süreçtir.
Yukarıda söylenenlerin ışığında bilgisizliği veya cehalet durumunu adalet teorisine temel oluşturan John Rawls’un ilkeli bir eleştirisine girişilebilir. Zira Rawls, “cehalet örtüsü” (veil of ignorance) adı altında bir hipotetik durumdan hareket ederek, Kantçı olduğunu iddia ettiği bir adalet teorisi geliştirmeyi dener. Rawls’ın, hipotetik bile olsa, kanımca mitosçu bu yaklaşımı, Hegel’in, Rawls gibi mitosçu soyutlama üzerinden değil de, dünyanın pozitif edinimi üzerinden edinilen bilgiyi temel alan yaklaşımıyla karşılaştırarak ilkesel bir eleştiriye tabi tutulabilir. Fakat bu, konunun zorluğu nedeniyle ancak başka bir yazının konusu olabilir.
Sonuç olarak
Peki, öyleyse, aydınlanmış zihni çileden çıkaran, ‘meğer cehalet mutlulukmuş’ dedirten nedir? Bilgili insanı çileden çıkaran, acı veren, bilgisine sahip olmasına rağmen gücünü değiştirmeye, olaylara etkili bir şekilde müdahale etmeye, süreçlerin öznesi olmaya yetmemesidir. Hegel, bunu bildiği için bize ‘çelişkilere dayanmasını’ bilmeliyiz der. Ama Thomas Hobbes, yeryüzünde örgütlü insan gücünden daha güçlü başka bir güç yoktur, der. Bilgili insan her zaman örgütlenip güçlenerek süreçlerin, yani değişimin, kısacası tarihin yorumlayanı ve yapanı olarak her zaman öznesi olabilir.
Marx’ın, kimsenin kimseyi sömürmediği, herkesin kendi emeğiyle yaşadığı aydınlanmış emekçiler toplumunda herkes tüm süreçlerin bilgisine sahip olan ortak öznedir. Böyle bir toplum manipülasyona müsaade etmez, kandıran da kandırılan da, kazıklayan da kazıklanan da olmaz. Genel değer olan, farklılıkları yaratan, ama hiyerarşik toplumsal tabakalaşmaya müsaade etmeyen ‘aydınlatıcı evrensel eğitim’ dokunulmaz bir insan hakkı olarak bunu garanti eder.