Antroposen’i tam olarak anlayabilmek için, onu sosyo-ekonomik bir olgu yani insan ile doğal dünya arasındaki ilişkide ortaya çıkan nitel değişiklik olarak ele almak gerekir.
Antroposen kavramı, bütün öbür jeolojik zaman birimlerinden farklı olarak sadece bir stratigrafik kayıttan kaynaklanmaz, tersine Dünya Sistemi[1] bilimine ilişkin kanıtlara dayanır. İnsanın gezegen üzerindeki kalıcı etkilerinin yoğun olarak görüldüğü zamanı anlatan Antroposen terimi Dünya Sistemi ve jeoloji dalında çalışan bilim insanları tarafından yaygın olarak kullanılmaya başlanınca Antroposen’in ve dolayısıyla insanın etkilerinin ne zaman başladığı tartışması da gündeme geldi. Genelde, Antroposen’in başlangıcı olarak atmosferdeki karbon dioksit (CO2), metan (CH4) ve azot dioksit (NO2) kayıtlarındaki eğilimlerin belirgin bir artış gösterdiği on sekizinci yüzyılın üçüncü çeyreğinde buharlı iş makinalarının ortaya çıktığı Sanayi Devrimi gösterilir (Crutzen, 2002, sf. 23). Sanayi Devrimi çok açık bir biçimde 1750’de başlamış ve 1850’ye dek Avrupa’nın belli başlı Avrupa ülkelerine ve Kuzey Amerika’ya yayılmıştır. Bu zaman aşımı durumunda Antroposen’in başlangıcı olarak kesin bir tarih vermek zor olduğundan 1800 yılı yeğlenmiştir (Steffen ve diğ., 2011a, sf. 849).
Ne zaman başlamış olursa olsun, bu çağda insan eylemlerinin gezegenimizi köklü bir biçimde değiştirdiği çok belirgindir (Angus, 2021, sf. 17). Bu yüzden, pek çok Dünya Sistemi bilim insanları, bu antropojenik değişikliklerin bazılarını “Doğa’nın büyük güçleriyle” karşılaştırmaktadır (Steffen ve diğ., 2007, sf. 614). Antroposen’e ilişkin çok açık işaretler olmasına karşın, ilerlemiş bir farklı zaman içerisinde olduğumuzun o kadar da belirgin olmadığını ve henüz bu yeni devir için bir geçiş aşaması içerisinde olduğumuzu ileri süren bilim insanı (Wolff, 2014, sf. 255) da vardır. Genel olarak, insanın baş aktörü olduğu bu yeni jeolojik zaman biriminin başlangıcı için üç öneri ileri sürülmüştür.
Erken antroposen
İlk insanların yerkürenin morfolojisinde değişiklik yapmaları 3,5 Milyon yıl (My) önce kayaları yontarak taştan alet yapmalarıyla başlamış ve taş aletler 1,8 My önce bir sanayiye dönüşmüştür (Klein, 2022, sf. 20). İlk insanların çevreleri üzerindeki ilk büyük etkileri olasılıkla, Erken Pleyistosen (2,5-1,8 My önce) devrinde ateşin kullanılması olmuştur (Lewis ve Maslin, 2015, sf. 173). Fakat bu olaylar ne ekosistemi değiştirmiş ne de atmosferin yapısını etkilemişlerdir.
Bunu, Holosen’den önceki Pleyistosen devrinin sonlarında, 50 bin ile 10 bin yıl önce, Afrika dışında her yerde, insanın avlanma gibi doğrudan ve orman yangını, tarım arazisi açma ve kentleşme gibi dolaylı etkisiyle büyük memelilerin soylarının tükenmesi izler (Koch ve Barnosky, 2006, sf. 215). Dünyadaki tüm memeli türlerinin %4’ünü oluşturan büyük gövdeli memelilerin neredeyse yarısı yok olmuştur. Bu olay her kıtada farklı zamanda geliştiğinden Antroposen başlangıcını belirlemek için bir Küresel Stratotip[2] Kesit ve Nokta (GSSP) eksiktir. Fakat ateşin keşfi ve silahların geliştirilmesiyle insan otçul beslenmeden etçil beslenmeye geçmiş, bu gelişim insanın fiziksel ve zihinsel yapısında esaslı bir ilerleme sonucunda konuşmaya başlamasına ve daha ileride de yazıya geçmesine yol açmıştır (Steffen ve diğ., 2011a, sf. 846). İnsanlık giderek, çevreyi değiştirme gücünü artıracak birbirinden gelişmiş uygarlıkları yaratmaya başlamıştır.
Ruddiman, insan topluluklarının doğal bitki örtüsünü değiştirerek binlerce yıl önce geniş ölçekli tarım yapmaya başlamasıyla Antroposen’in başladığını ileri sürer (2003, sf. 261). Bunun kanıtı olarak, öncesinde hiç değişiklik görülmeyen karbon dioksit (CO2) ve pirinç tarımıyla metan (CH4) derişimlerinde Orta Holosen’den (8200 yıl önce) itibaren olağan dışı eğilim gelişmesini gösterir. Pirincin sulanmasıyla su altında kalan çok geniş alanlardaki otlar çürüyerek büyük miktarda metan yayar. Havada daha bol bulunan CO2 ise buzlaşmadan çıkılmasıyla 11-10 bin yıl önce, ormanların tarım ve başka nedenlerle yok edilmesine bağlı olarak (a.g.e., sf. 273) 268 ppm’ye (milyonda bir ölçeğinde) ve 8000 yıl önceden başlayarak olağan dışı bir artış ile 280-285 ppm değerine kadar yükselir (a.g.e., sf. 265). Sanayileşmenin başladığı 1800’e dek, tahmin edilen 250 ppb (milyarda bir ölçeğinde) erken antropojenik metan artışı küresel sıcaklığı 0,250C kadar ve tahmin edilen 40 ppm’lik CO2 artışı da 0,550C kadar artırmış olmalıdır (a.g.e., sf. 285).
Foley ve diğerleri (2013, sf. 83) bu zar zor tanınabilen ilk antropojenik çevre değişikleri dönemi ile Sanayi Devrimi (1780) arasındaki zamanı Paleoantroposen (Eski Antroposen) olarak adlandırmayı önerirler. Paleoantroposen, 11.700 yıl önce başlayan Holosen’in tamamını ve ondan önceki devir Pleyistosen’in (2,58 My önce) de büyük kısmını kapsar. Fakat Antroposen küresel ölçekte bir değişim oluşturur iken Paleoantroposen ancak bölgesel ölçekte yoğunlaşmıştır (a.g.e., sf. 85).
Certini ve Scalenghe (2011, sf. 1270), teraslama, çift sürme, gübreleme, kirlenme ve eşyalar gibi insan etkinlikleri sonucunda belirgin biçimde etkilenmiş toprağın[3] GSSP için iyi bir altın çivi olacağını ileri sürer. Örgütlenmiş uygarlıklar tarafından üst toprağın çoğu kısmının doğal durumunun bozulduğu yaklaşık 2000 yıl önceyi Holosen’den Antroposen’e geçiş olarak yorumlarlar. Fakat stratigrafik bakımdan önemli pek çok ortamın toprak bulundurmaması ve insan topraklarının (“antrosol”) her zaman insan etkisinin en alt stratigrafik işaretleyicisi olmamasından, üstelik antrosolların tabanının belirlenmesinde kuramsal ve uygulamada güçlükler olmasından dolayı bu yaklaşım zayıf kalmaktadır (Gale ve Hoare, 2012, sf. 1491).
Pek çok antropolog ve arkeolog Antroposen’in binlerce yıl önce başladığını ileri sürerek, insanın önemli buluşları “su mühendisliği” ya da “bina yapımı” gibi tartışmasız kanıtların küresel ölçekte arkeolojik kayıtlarda ilk kez görülmesinin Antroposen devrinin başlangıcı için alınması da önerilir (Smith ve Zeder, 2013, sf. 12). Bu da bitkilerin evcilleştirildiği ve ilk aletlerin yapıldığı 11 bin yıl öncesine yani Holosen başlangıcına denk gelir (a.g.e., sf. 13).
Günümüzden 3000 yıl önceki özellikle kuzey yarı kürede, erken madencilik ve izabe etkinliklerine ya da 2000 yıl önceki daha kapsamlı Roma madenciliğine bağlı kurşun anomalilerindeki 206Pb/207Pb izotop oranlarının erken Antroposen için kanıt olduğu belirtilir (Wagreich ve Draganits, 2018). Oldukça yaygın olan bu kanıtlar, bir jeolojik zaman biriminin tanımlanmasındaki standart süreçler (yani GSSP) ile uyumlu olmasına karşın evrensel değil bölgeseldir (Zalasiewicz ve diğ., 2021, sf. 14).
On altıncı yüzyılda Avrupalıların Amerika kıtasına yerleşmeleriyle Eski Kıta’nın mikropları yeni topraklara bulaşmış ve salgın hastalıklar (çiçek, tifüs, difteri, kabakulak, kızamık, grip, vd.) oluşmasıyla nüfusun %95’i yok olmuştur (Dull ve diğ., 2010, sf. 762). Tarım arazileri açmak için ormansızlaştırmaya bağlı olarak atmosferdeki CO2 düzeyi yaklaşık 5 ppm artmıştır (a.g.e., sf. 765). Yeni kıtaya gidiş gelişlerle Kolombvari Değişim (Columbian Exchange) olarak adlandırılan kıtalararası tür geçişleri ortaya çıkmıştır (Lewis ve Maslin, 2015, sf. 174). Yeni Dünya’nın mısır, patates, manyok, kassava bitkileri Avrupa, Asya ve Afrika’ya ekilirken Eski Dünya’dan gelen fasulye, şeker kamışı ve buğday yeni topraklara yayılınca gıda ürünlerinde küreselleşme olmuştur. Eski Dünya’dan insanlarla gelen at, inek, keçi ve domuz gibi evcil hayvanlar da Yeni Dünya’lı olmuştur. Bu yeni bitki türlerinin polenleri, Antroposen’in genel işareti olmak üzere çökeller içerisinde bulunabilir.
Burada Antroposen’in başlangıcına ilişkin bazı temel tartışmaları sıralamaktan amaç neler ileri sürülmüş olduğunu göstermektir. Fakat insanın Dünya Sistemi üzerindeki etkisini anlatan “Antroposen” devrinin, gezegeni ne gibi biyofiziksel değişime sokacağını ve gelecekte insanın nasıl bir ortamda yaşaması gerekeceğini tanımladığını gözden uzak tutmamak gerekir. Tıpkı çok güç yaşama koşulları sunan Buz Çağı’nın egemen olduğu Pleyistosen’in sona ermesiyle başlayan ılıman Dünya koşullarındaki devrin Holosen (Yeni Bütün Devir) olarak adlandırılması gibi.
Sanayi Devrimi ve antroposen
Erken Antroposen hakkındaki öneriler, Dünya Sistemi kavramının tamamını değil de sadece insanın ekosistem ile ilişkisinin belirli bir noktasını yansıttığından Uluslararası Stratigrafi Komisyonu (ICS) bünyesinde kurulan Antroposen Çalışma Grubu’nun (AWG) çoğunluğu tarafından kabul edilmez (Angus, 2021, sf. 71). AWG üyelerinin üçte ikisinden fazlasının imzasıyla Ocak 2015’te, ‘Sanayi Devrimi’nin başlamasıyla insanoğlu daha bariz bir jeolojik etken durumuna geldi’ açıklaması yayımlanır (Zalasiewicz ve diğ., 2015, sf. 201). Yine Çalışma Grubu’nun çoğunluğu tarafından, Antroposen’in Holosen’den çok farklı yeni bir devre olduğu açıklanır (Waters ve diğ., 2016, sf. 137). AWG tarafından Uluslararası Stratigrafi Komisyonu’na (ICS), başlangıcı 20’nci yüzyılın ortaları olan Antroposen’i yeni bir jeolojik devre olarak kabul etmesi önerilir fakat Antroposen’i resmileştirmenin mi yoksa Prekambriyen ve Tersiyer gibi resmi olmayan bir biçimde bırakmanın mı daha iyi olacağı sorusu yanıtlanmaz (Angus, 2021, sf. 74).

Antroposen’in başlangıcı olarak daha özgün bir tarih verilmesi gerektiğini düşünen Crutzen ve Stoermer (2000, sf. 17) son iki yüzyılda insan eylemlerinin küresel etkilerinin daha belirginleştiği gerekçesiyle 18. yüzyılın sonunu önerirler. Bu tarih, James Watt’ın 1784’te buhar makinasını icadıyla da çakışmaktadır. Sanayi Devrimi’nin 18. yüzyılın ikinci yarısında fakat sadece İngiltere’de başladığı çok açık, ancak 1800’den başlayarak pek çok Avrupa ülkesine ve ardından da Kuzey Amerika’ya geçtiği dikkate alınarak ilk başta 1800 tarihi Antroposen başlangıcı olarak önerilir (Steffen ve diğ., 2011a, sf. 849). Fakat Sanayi Devrimi’nin her yerde aynı zamanda başlamaması ortak bir GSSP belirlenmesinde engel oluşturmaktadır.
Son 3 yüzyılda dünya nüfusu 10 kat artarak 6 milyarı buldu ve geçtiğimiz yüzyılda kentleşme de 10 kat arttı. Kömür ve petrol yakılmasına bağlı olarak atmosfere küresel kükürt dioksit (SO2) salımı, tüm doğal yaymaların iki katından fazlaydı. Karasal alanların %30-50’si insan eliyle dönüştürüldü. Karadaki tüm ekosistemlerde doğal olarak tutulan atmosfer azotundan çok daha fazlası yapay olarak sabitlenip tarımda gübre olarak kullanıldı. Tüm erişilebilir taze suyun yarıdan fazlası insan tarafından kullanıldı ve taze su sistemlerinin büyük kısmında jeokimyasal döngü değiştirildi. İnsan etkinliği türlerin yok olmasını binlerden on binlere yükseltti. İklim bakımından önemli olan sera gazlarından CO2 %30’dan ve metan da %100’den fazla arttı. İnsan pek çok zehirli maddeyi ve ozon katmanını yıkan kloroflorokarbon gazlarını çevreye bıraktı. Bütün bunları ve insan eylemlerinin yerküre ve atmosfer üzerindeki halen süren pek çok diğer etkilerini dikkate alarak insanın jeoloji ve ekolojideki merkezi rolü nedeniyle içinde bulunduğumuz devreye “Antroposen” adının verilmesi uygun görülür (Crutzen ve Stoermer, 2000, sf. 17).
Sol dikey eksende gösterilen, Sera Gazlarının ışınımsal güçlerinin (RFGHG) yıllık fark tahmini IPCC, 2013, 5. Değerlendirme Raporu verileri kullanılarak beş yıllık aralıklar üzerinde değerlendirilmiştir. 20’nci yüzyıl ikinci yarısında hızlı artış gösteren RFGHG, 21’inci yüzyıl başında duraylı duruma gelmiştir. Antropojenik halokarbonlar, bol bulunan sera gazlarının tersine 20’nci yüzyıl ikinci yarısından başlayarak görülür. Sağ dikey eksende gösterilen, antropojenik radyoaktif çekirdeklerin etkinliklerinin (14C ve 239+240 Pu) zaman dizileri (burada PBq-peta(1015)bekerel ve Fm-modern parça anlamında) nükleer bomba denemelerinin ürünüdür.
İnsanın eylemlerinin yerküre yüzeyindeki jeolojik süreçleri değiştirmesiyle Antroposen’in başlamasına yol açması henüz, jeolojik zaman çizelgesine göre, çok uzun bir tarihi olmayan uygarlığın hızlı gelişmesiyle ilişkilidir (Zalasiewicz ve diğ., 2011, sf. 1037). Kentleşme, tarım, doğada büyük ölçekli dönüşümler, açık maden ocakları, vb. gibi önemli miktarda çökel kütleler oluşturan insan eylemleri şimdiden jeoloji haritalarına geçmiş litostratigrafik (kayaç stratigrafi birimi) değişiklikler oluşturur. İnsan tarafından hem akarsular üzerinde baraj kurmak ile bunların ve kıyı çizgilerinin gidişini değiştirmek gibi doğal çökel ortamlarına hem de kentler ile antropojenik depolanmalar inşa etmek gibi yeni malzemeler (plastikler, metaller, cam, vb.) kullanılarak oluşturulmuş yeni çökel ortamları yaratmak yoluyla çökelme kalıpları değiştirilmektedir. Bazı jeokimyasal döngülerin olağandan sapması da çağdaş çökellerde yeterli işaretler bırakır (a.g.e., sf. 1041). Atmosferdeki CO2 derişiminin, Sanayi Devrimi öncesinde yaklaşık 1800’de 280 ppm değerinden 2010’da 390 ppm’ye yükselmesi (a.g.e.) ve 2021 Haziran’ında 418,94 ppm olarak ölçülmesi[4] kimyasal sapmanın en önemlisidir. Sanayi öncesi dönemdeki değerinin neredeyse ikiye katlandığı atmosferdeki metan ile yine ikiye katlanan yerküre yüzeyindeki ve okyanuslardaki azot da önemli jeokimyasal işaretlerdendir. Yaygın olarak saptanabilen dayanıklı haşere ilaçları, gübre kalıntıları, sanayi kimyasalları ve atık yanması ürünleri gibi organik kirleticiler de yeni çökellerde izler bırakır (Zalasiewicz ve diğ., 2017, sf. 216). Dünya buz küresinin önemli bir kısmının erimesine bağlı olarak 20. yüzyılda deniz düzeyi yükselmesi 30 cm olmuştur ve stratigrafik kayıtlarda belirgindir (Zalasiewicz ve diğ., 2011, sf. 1042). Yerküre üzerindeki canlı türleri (biyota) çevresel süreçlerdeki değişimlerin karmaşık ve duyarlı kayıtları olarak çökellerde fosil izleri bırakırlar (a.g.e., sf. 1043). İnsan eylemlerine bağlı olarak Dünya Sistemi’nin fiziksel ve kimyasal ortamlarındaki değişimler sonucunda günümüzde de süregiden ve gittikçe hızlanan canlı türlerinin yok olması, toplulukların değişimi ve göçü, istilacı türler gibi biyolojik değişiklikler olmaktadır.
Öte yandan Antroposen, genelde onaylanmış biyostratigrafik uygulamayla uyumlu paleontolojik ölçütlerle de tanımlanabilir. Hem denizel hem de karasal alanlardaki doğal ve doğal olmayan türlerin karışımlarına dayalı topluluk ve bolluk kuşakları en yararlı Antroposen biyostratigrafik kuşaklardır (Barnosky, 2014, sf. 149). Biyostratigrafik kuşakları tanımlayan bu ölçütler, türlerin yok olması olayları ya da geride belirgin bir çökel imza bırakan yaşamsal açıdan önemli olaylardır ki canlıların bozulmaya dayanıklı kısımları (hayvanların kabuk ya da kemikleri, bitkilerin polen, tohum ve fitolitleri[5]) ya da canlıların iz fosilleridir (izler, hayvan yuvaları gibi yaşam yapıları, bitkilerin lif ve baskı izleri) (a.g.e., sf. 152). Bu paleontolojik ölçütlerin çoğu Holosen-Antroposen geçiş sınırını 1950 yakınına yerleştirir (a.g.e., sf. 163).
Büyük hızlanma
İnsan eyleminin küresel çevre üzerindeki izleri, Yirminci Yüzyıl ortasından bu yana, Holosen kalıbından çok açık biçimde farklıdır (Steffen ve diğ., 2011a, sf. 849). İkinci Büyük Paylaşım Savaşı’nın bitmesiyle birlikte insan girişimleri çok dramatik bir durum aldığından Uluslararası Jeosfer-Biyosfer Programı/IGBP ve Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi/MEA gruplarında birlikte çalışan bilim insanları, dünya sisteminin biyofiziksel ve sosyo-ekonomik alanlarını çevreleyen 1950 sonrası değişimlerin ani sıçramasını “Büyük Hızlanma” olarak adlandırdılar (Steffen ve diğ., 2015, sf. 82). Bu bağlamda, son yıllarda, Dünya Sistemi bilim insanlarının çoğu tarafından Büyük Hızlanma’nın görüldüğü 1945 sonrası Antroposen’in başlangıcı olarak düşünülür (Waters ve diğ., 2014, sf. 1). Antroposen’in 20’nci yüzyılın ortasından başlatılması, onun tarihsel ve nedensel bağlarından vazgeçilmesi anlamına gelmez (Zalasiewicz ve diğ., 2021, sf. 11).
Nükleer bomba denemelerinden ileri gelen radyoaktif serpintiler, plastiklerden kalıcı organik kirleticilere ve organik olmayan bileşiklere dek yeni malzemeler insan eylemlerinin Dünya sistemi üzerindeki etkileri olarak küresel olay işaretçileridir (Lewis ve Maslin, 2015, sf. 176). Sanayi ürünü olarak ilk kez 1950’lerde üretilmiş olan kükürt hekzaflüorür (SF6), etan (C2F6), karbon tetraklorür (CF4) gibi uzun ömürlü iyi karışmış halojen gazların buzullar ya da çökeller içindeki kimyasal izleri de GSSP olmaya uygundur. Bu dönemin en çarpıcı gidişlerinden birisi de kent yaşamının çekiciliği karşısında kırsal alanların terk edilmesidir (Steffen ve diğ., 2011a, sf. 850). Kentleşmenin katlanarak artması ile birlikte tüketimde de aşırı artışın olması Büyük Hızlanma için bir başka itici güç oluşturmuştur. Bu durumda Antroposen’in kendisi başlı başına bir “felaket” olarak kabul edilebilir.

Mavi çubuklar yıllık ortalama CO2 değerlerini ve siyah eğri, 10 yıllık ortalama gidişi gösterir. 1950’nin, hızla yükselen değerler için bir kırılma noktası olduğu açıkça görülmektedir. Veriler, 1980’e kadar Syvitski ve diğ., 2020’den ve 1980 sonrası için NOAA Global Monitoring Laboratory (2021)’den alınmıştır.
Büyük Hızlanma olayını en iyi ortalama küresel yüzey sıcaklığı değişimi gösterir ve bu ısı artışının nedeni doğrudan atmosferde CO2 derişiminin yükselmesidir. Sanayi Devrimi başladığındaki 280 ppm’lik CO2 düzeyinde yeryüzü ısısı +150C civarındadır (Yücel ve Kurnaz, 2021, sf. 121). Sanayileşme öncesi düzeyi baz alındığında, atmosferdeki CO2 miktarının artmasıyla oluşan ısınma sonucunda dünyanın küresel (kıta-okyanus) ortalama ısısı 1880-2012 döneminde 0,850C artmış (IPCC, 2013, sf. 5) ve küresel ısı artışı, 2017’de 10C’ye ulaşmıştır (IPCC, 2019, sf. 4).
Atmosferdeki CO2 derişimi sanayi öncesindeki 280 ppm değerinden 1950’ye dek 310 ppm’ye yükselmiştir (Steffen ve diğ., 2007, sf. 614). Küresel atmosferik CO2 ortalama yoğunlaşması 2005’te 379 ppm’ye yükselmiş (IPCC, 2007, sf. 5) ve 2019’da, önceki 800 bin yıl boyunca görülen 20’nci yüzyıldaki en yüksek değerden 100 ppm daha çok olarak 409,8 ppm olmuştur (Head ve diğ., 2022, sf. 366). Böylece insan, Dünya Sistemi’nin işleyişi için önemli sonuçları olan bir patlama, Büyük Hızlanma ile tanışmıştır (Steffen ve diğ., 2007, sf. 614). Atmosferdeki insan kaynaklı CO2 yoğunlaşmasındaki yükselişin dörtte üçlük bölümü (310 ppm’den 380 ppm’ye) 1950’den sonraki 50 yılda ve sanayi öncesinden beri toplam yükselişin yarısı kadarı (48 ppm) da 1950’den sonraki son 30 yılda birikmiştir.
Büyük Hızlanma terimi, iklim değişiminden çok daha fazlasını kapsayan biçimde, Dünya Sistemi’nin sosyoekonomik ve biyofizik göstergeleri arasından 1950 sonrası insan eylemlerinin sonucu olan değişimlerin bütüncül, kapsamlı ve birleşmiş doğasını eşzamanlı olarak yansıtmayı amaçlar (Steffen ve diğ., 2015, sf. 2). Sanayi Devrimi’yle birlikte bu göstergelerin eğilim çizgisi günümüze kadar bir artış göstermektedir (a.g.e., Şekil 1 ve 3). İlk 200 yıl, bu gidiş yavaş ve kademeliyken 1950’den sonra bu eğilimlerde çok keskin bir artış görülür. 1950 sonrası hızlanmada insan izini gösteren 12 grafik, Dünya tarihinde gelecek devir olarak Antroposen’in formüle edilmesindeki tartışmada merkezi bir rol oynamıştır. Büyük Hızlanma grafiklerindeki dünya sistemi ve sosyo-ekonomik göstergelerin eğilimleri birbirlerini güçlendirip dönüştürerek karmaşık “değişim sendromları” üretirler ve pek çoğu doğrusal olmayan bu değişimlerin sonucunda eşik değerler aşılmış ve gidişler tırmanmıştır (Steffen ve diğ., 2005, sf. 6-7). Dünya sisteminin 12 göstergesinden dokuzu Holosen’in değişkenlik sınırlarının çok dışında bir gidiş göstermektedir. Sosyoekonomik grafikler açıkça İkinci Büyük Paylaşım Savaşı’ndan sonra insan girişiminin olağanüstü büyümesini, dolayısıyla tüketimi ve kaynak kullanımını gösterir.

Dünya sistemine ilişkin Büyük Hızlanma grafiklerinden ilk üçü, uzun ömürlü sera gazlarının, CO2, azot ve metanın atmosferdeki birikimlerini göstermektedir. Bu değerler, 1750’den bu yana Holosen maksimum düzeyinin oldukça üzerinde olmasına karşın 1950’den sonra daha hızlı artmış, metanın hızıysa diğer ikisinden daha yavaştır (Steffen ve diğ., 2015, sf. 9). Metan değerleri önceki 800 bin yıla bakarak ilk kez 1850’de 800 ppb’yi aşarak 801 ppb olmuş, 1950’de 1162 ppb (Head ve diğ., 2022, sf. 366), 2005’te 1774 ppb (IPCC, 2007, sf. 5) ve sonunda 2018’de 1858 ppb’ye ulaşmıştır (Head ve diğ., 2022, sf. 366). Dördüncü grafik, stratosferde birikmekte olan ozon miktarının 1750’den önce var olmadığını gösterir. Okyanusların asitlenmesi ve insana özgü eylemler sonucunda kıyı kuşağında azot birikmesi de daha önceki değerlerden çok hızla artmaktadır. Büyük Hızlanma grafikleri, aslında, küresel iklimin Holosen değişiklik kalıbının çok dışında gelişmekte olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde göstermektedir.
Son yıllara dek, Büyük Hızlanma’nın çoğu zamanında çevre sorunları çok az dikkat çekmiştir (Steffen ve diğ., 2011a, sf. 850). Kentsel hava kirliliği ya da akarsuların kirlenmesi gibi yerel çevresel sıkıntılar ile Avrupa’nın kuzey ve Kuzey Amerika’nın doğusundaki asit yağmurları gibi bölgesel sorunlar çoğu zaman yumuşatılmış, görmezden gelinmiştir. İklimin gerçekten insanın eylemlerine bağlı olarak değiştiğinin ortaya konduğu 2001 yılına dek, bu konuda sakıngan davranan bilimsel toplum herhangi bir güvenlik derecesiyle durumu açıklamamıştır.

Antroposen’i tam olarak anlayabilmek için, onu sosyo-ekonomik bir olgu yani insan ile doğal dünya arasındaki ilişkide ortaya çıkan nitel değişiklik olarak ele almak gerekir (Angus, 2021, sf. 132). Bu sosyo-ekonomik değişikliği gösteren grafikler, dünyaya egemen olan küresel liberal sistemin Holosen’i bitirme noktasına nasıl getirdiğini açıklamaktadır. Antroposen, insanın sosyo-ekonomik eylemlerinin Dünya sistemi üzerindeki etkileri sonucunda ortaya çıkmıştır (Steffen ve diğ., 2015, sf. 82). Steffen ve diğerleri 2015’te (Şek. 2), bu grafikleri, OECD ve BRICS (Brezilya-Rusya-Hindistan-Makau, Hong-Kong ve Tayvan da içinde olmak üzere Çin ile G. Afrika) ülkeleri ile dünyanın geri kalanı olarak üç parçada güncellediklerinde en şiddetli etkinin diğerleri grubuna, ardından BRICS ve daha düşük olarak OECD ülkelerine ait olduğu görülmüştür. Sosyo-ekonomik grafikler çok açık biçimde, 2. Büyük Paylaşım Savaşı sonrasında insana özgü girişimlerin hem ekonomik eylemlerde hem tüketimde hem de kaynak kullanımında olağanüstü artışı olduğunu gösterir. Her iki gösterge grubundaki eğilimlerin ivmesine dikkat edildiğinde atmosferde karbon dioksit (CO2) yoğunlaşmasındaki yükselmenin nüfus artışı, GSMH ve enerji kullanımındaki yükselmeyle eşlenik olduğu görülür. Benzer gidişler, diğerleri arasında da görülür.
Bu sosyo-ekonomik değişikliği gösteren grafikler, dünyaya egemen olan küresel liberal sistemin Holosen’i bitirme noktasına nasıl getirdiğini açıklamaktadır.
Sosyoekonomik gidişlerin baskın eğilimi, insan girişiminin ekonomik etkinliklerinin hızlı bir oranla büyümeyi sürdürdüğünü gösterir (Steffen ve diğ., 2015, sf. 88). Birincil enerji kullanımı, Büyük Hızlanma gidişinin tipik biçimini gösterir. Bütün sosyoekonomik gidişlerin en önemlilerden birisi kentleşmenin hızlı oranıdır (a.g.e., sf. 89); 1980’e kadar insanlık bir tarihsel kilometre taşını geçmiş, küresel nüfusun %50’den çoğu şimdi kentsel alanlarda yaşamaktadır. Bu gidiş hızıyla, 21. yüzyılın ilk otuz yılında, önceki tarihsel dönemlerin hepsinden daha çok kent alanları inşası gerekecektir. Mega kentler ve kentler ile altyapı projelerinin olağanüstü büyümesi ve bunlarla ilişkili birikintiler Antroposen’in ayırt edici özelliğidir (Waters ve diğ., 2014, sf. 11). Bütün bunlar, hızla artan dünya nüfusu ile dolayısıyla kaynak tüketiminin ve 50’lerden beri yaşanan teknik yeniliklerin karşılığıdır. Bu zaman aralığı elektronik malzeme, yaygın beton üretimi, derin madencilik ve devasa miktarlardaki atık oluşumu ile özdeşleşir.
Dünyanın kapasitesine göre üzerinde çok fazla insan yaşadığı düşünülmektedir. Nüfusun aşırı artması ve kentlerde yoğunlaşması karşısında özellikle yiyecek, temiz su ve diğer kaynakların yetmeyeceği endişesi dile getirilmektedir. Antroposen’deki Büyük Hızlanma eğilimlerinden nüfus artışının sorumlu olduğu sıkça gündeme getirilmektedir. OECD üyesi olmayan ülkeler nüfus artışında önlerde ve OECD ülkeleriyse tüm dünyadaki ekonomik etkinliklerin %75’ini gerçekleştirmektedir (Steffen ve diğ., 2011b, sf. 746). Dünyanın en zengin ülkeleri 1751’den bu yana birikimli CO2 yayılımının %80’inden sorumludur. Buna karşın, nüfusları yaklaşık 800 milyon olan dünyanın en yoksul ülkelerinin birikimli CO2 yayılımında %1’den daha az payı vardır. Bu verilere göre, Büyük Hızlanma gidişlerinde nüfus artışının tersine tüketim daha önemli bir etmendir.
Antroposen’in 2015’e dek son 70 yılında, insan tarafından maden ve taş ocağı işletmesi ile inşaat etkinliklerinde yerinden çıkarılan ve taşınan kaya ve toprak, önceki 70 yılın 30 katı olarak 6,4 trilyon tona ulaşmıştır (Zalasiewicz ve diğ., 2021, sf. 5). Bu miktar, aynı zaman aralığında, akarsular ile okyanuslara taşınan çökel kütlesinin 7 katı ve gezegendeki volkanlardan fışkıran magma toplamının 2 katı büyüklüğündedir. Bu malzemeleri taşımak için gereken enerji büyük ölçüde fosil yakıt yanmasından elde edilmiş ve bunun doğrudan sonucu olarak, 20. yüzyılın ortasından bu yana 70 yılda, atmosferdeki CO2 düzeyi 104 ppm yükselmiştir (a.g.e., sf. 7). Bu, son buzul arası geçiş döneminden bu yana 6000 yıllık zaman aralığındaki 80 ppm’lik artıştan çoktur ve ondan 100 kez daha çabuk gerçekleşmiştir. Bu yerinden aktarılan taş ve toprağın yıllık küresel çökel akışı günümüzde 300 Milyar tonu (Mrt) geçmiştir ve bunun %96’sı insan eylemlerinin sonucudur (Head ve diğ., 2022, sf. 363). Bunun 1950 için tahmini 75 Mrt iken buzul sonrası Holosen’de 11 Mrt olan miktar ile karşılaştırıldığında insanın doğaya etkisi anlaşılmaktadır.
Dünyanın en zengin ülkeleri 1751’den bu yana birikimli CO2 yayılımının %80’inden sorumludur. Buna karşın, nüfusları yaklaşık 800 milyon olan dünyanın en yoksul ülkelerinin birikimli CO2 yayılımında %1’den daha az payı vardır. Bu verilere göre, Büyük Hızlanma gidişlerinde nüfus artışının tersine tüketim daha önemli bir etmendir.
Madencilik, atık birikintisi, inşaat ve kentleşme ürünleri olan bu yeni antropojenik birikintiler, 2400 My önceki Büyük Oksitlenme olayından beri görülmemiş, bol miktarda yeni mineraller içerirler (Waters ve diğ., 2016, sf. 2622-3). Örneğin alüminyum 19’uncu yüzyıldan önce doğal biçimde hemen hiç bilinmez ve 500 Milyon ton (Mt) olan birikimli küresel üretiminin %98’i 1950’den bu yana elde edilmiştir. Mullit (tuğla ve seramiklerde görülür), ettrenjit, hillebrandit ve portlandit (çimento ve betonda) gibi mineraller, arkeolojik zamanlardan da bilinmesine karşın 20’nci yüzyılın ortasından bu yana çok önemli ölçüde yaygındır ve bir imza bırakacak ölçüdedir (Zalasiewicz ve diğ., 2014, sf.113).
Romalıların icat ettiği beton 1945’ten bu yana birincil yapı malzemesi olmuş ve şimdiye kadar üretilmiş olan 50 Mrt betonun yarısından çoğu 1995-2015 arasında tüketilmiş olup bu miktar, gezegenin yüzeyinin her bir metre karesinin 1 kg beton ile örtülmesine eşdeğerdir (Waters ve diğ., 2016, sf. 2622-3). Büyük Hızlanma’nın bir tipik göstergesi olarak betonun hammaddesi olan çimentonun yıllık üretimi 1950-2015 döneminde 130 Mt’dan 4180 Mt’a artarak 32’ye katlanmıştır (Head ve diğ., 2022, sf. 363). Çimentonun önemi öncelikle, üretimi sırasında uygulanan kalsinasyon sürecinde atmosfere hatırı sayılır ölçüde CO2 salmasından ileri gelir. İkincisi, beton yapımında %15 oranındaki çimentoya katılan daha yüksek orandaki kum, çakıl gibi diğer doğal kaynaklar için yürütülen kazıların küresel çökel bütçesinde yaptığı değişikliktir.
Antroposen’in başlangıç zamanı için jeolojik katmanlarda resmi olmayan fiziksel kanıt (GSSP ya da “altın çivi”) için çeşitli adaylar gösterildi. Bunlardan en önem verileni İkinci Dünya Savaşı’ndan önce ya hiç bulunmayan ya da çok az bulunan radyoaktif atık izlerini yaygınca barındıran katmanlara aittir. Günümüzde çevrede bulunan insan kaynaklı radyoaktif çekirdeklerin (radionükleidler) çoğu atmosferde patlatılan nükleer bomba denemelerinin ürünüdür (Waters ve diğ., 2019, sf. 193). Radyoaktivitedeki belirgin zirve, buzullardan alınan sondaj örneklerinde (karot), göl ve tuzla çökellerinde, mercanlarda, mağara tortularında ve çift kabuklu yumuşakçalarda 1950-1960 döneminde kaydedilmiştir (Lewis ve Maslin, 2015, sf. 176) ve radyoaktif bomba denemelerinin yasaklandığı 1980’lere dek sürmüştür (Waters ve diğ., 2019, sf. 133). Radyoaktif karbon (radyokarbon) 14C uzun bir yarı ömrü olan, radyoaktif serpinti ile saçılmış radyoaktif çekirdeklerin en bol bulunanlarından bir tanesidir ve odun ya da kemik gibi büyümekte olan bir organik madde içerisine emilir (Waters ve diğ., 2019, sf. 198). Antroposen’in 20. yüzyıl ortasındaki tabanına ilişkin bir olası GSSP için nükleer bomba denemelerinin ürünü olan radyoaktif serpintinin mercan resiflerindeki ve çift kabuklu yumuşakçaların içerisindeki işaretleri önerilebilir.
Antroposen’e ilişkin birimler Holosen’den farklı olarak beton ve plastik bakımından zengindir (Vidas ve diğ., 2019, sf. 34). İlk kez 20. yüzyıl başlarında geliştirilmiş olan plastikler 1950’den sonra hızla artarak 2013’te 300 Mt’luk yıllık üretime ulaşmıştır (Waters ve diğ., 2016, sf. 2622-3). Bu plastikler, gözle görünür parçalar halinde ve her yerde bulunan mikroskopik parçacıklar halinde, şimdi, akarsular kanalıyla hızla göllere ve hem sığ hem de derin su denizel çökellerinin içerisine bolca yayılmıştır.
Antroposen’e ait jeokimyasal izler, yaklaşık olarak 1945-1950’den başlamak üzere yüksek düzeylerde poliaromatik (kaynaşık kararlı atomik halkalara sahip) hidrokarbonlar (PAH’lar), poliklorlu bifeniller (PCB’ler) ve haşere ilacı kalıntıları içerir (Waters ve diğ., 2016, sf. 137). Bununla birlikte PAH’lar, çağdaş petrokimya ürünlerinden 19. yüzyıl kömür katranına kadar farklı organik kirleticilere ilişkin geniş bir yelpazeden kaynaklanırlar (Vidas ve diğ., 2019, sf. 34).
20. yüzyıl ortalarından önce yaşamış evcil tavuklarda görülmeyen morfolojik, genetik ve izotopik farklılıklara sahip 20. yüzyıl ortalarına ait tavuk kalıntılarının başladığı katmanlar bu adayların en ilgincidir. Evcil tavuk kemikleri ilk önce MÖ 2500-2100 yıllarında Indus Vadisi’nde kaydedilmiştir (Bennett ve diğ., 2018, sf. 3). İngiltere’deki birçok arkeolojik sit alanında bulunan tavuk kemikleri Roma zamanından 19. yüzyıl sonuna kadar kayda geçmiştir. Günümüzün ızgara piliçlerinin iskelet morfolojisi, patolojisi, kemik kimyası ve genetikleri atalarınınkilerden açıkça farklıdır (a.g.e., sf. 5).

Yukarıdaki çizelgede özetlenen bütün bu olaylar, yaşadığımız zamanı Holosen’den ayıran apaçık “antropojenik bir derin yarığın (rift)” (Hamilton ve Grinevald, 2015, sf. 9) mutlak biçimde 20. yüzyıl ortasında başladığını gösterir.
Gelinen nokta
Antroposen Çalışma Grubu, 2019 yılından başlayarak, Jeolojik Zaman Çizelgesi’nde Antroposen tabanının belirlenmesi amacıyla bir tanesinin GSSP olması için Dünya’nın değişik yerlerinden belirlenen 12 aday yer seçmiştir (Waters ve diğ., 2023, sf. 3). Beş kıtadaki sekiz ortamı temsil eden bu yerler derin göller, denizel havzalar, mercan resifleri, bir ırmak halici, bir mağara, bir buzul, bir insan yapısı baraj gölü, bir dağ turbalığı ve bir kent arkeolojik sahasını kapsar (a.g.e., sf. 18). Buralara ilişkin ayrıntılı araştırmalar sonucunda, 2023 yılında, 12 adayı tanıtan AWG adına yayımlanmış bu andığımız makaleye karşın, bu adaylardan birisi olan ve yerli halkların düzensiz uğraşlarını ve ardından Avrupalıların sömürgeleştirmesini araştırmak amacıyla incelenen (a.g.e., sf. 14) Kanada, Ontario’daki Crawford Gölü sanki GSSP noktası olarak seçilmiş gibi bütün Dünya’daki medyada, 2023 Temmuz ayı sonunda öne çıkarılmıştır.
Antroposen konusunda ayrıca, bu dönemin ayırtman özellikleri olarak sunulan ya da tartışılan her bir olayın farklı jeolojik zamanlarda olmuş ve mekânsal olarak da heterojen olduğuna (Waters ve diğ., 2014, sf. 15) dikkat edilmelidir. Buradaki zamansal farklılık düzeyi birkaç bin yıldan (kentleşme gibi) birkaç on yıla (yapay radyoaktif çekirdeklerin depolanması gibi) kadar değişir. Anahtar soru, var olan kanıt silsilesinin çağdaş Dünya Sistemi bilimcilerinin etkin ve yararlı bir biçimde sınır çekmesine ne kadar olanak tanıyacağı ve Antroposen’in bir stratigrafik birim olarak deneştirilebileceği midir?
Antroposen’deki insan eylemlerinin Dünya Sistemi’nde neden olduğu değişiklikler, hayvan ve bitki toplulukları üzerinde bazı türlerin yok olmasına kadar varan çevresel gerilim yaratmaktadır. Eğer günümüzdeki yüksek yok oluş oranları sürecek olursa, jeoloji tarihinde daha önce doğal iklim değişimlerine bağlı olarak oluşmuş büyük kitlesel yok oluşlardan yedincisi, bu kez insan eliyle, üç ya da beş yüz yıl içerisinde gerçekleşebilir (Barnosky, 2014, sf. 162). Bu büyük kitlesel yok oluş olayları bir başka yazımızın konusu olacaktır.
Kaynakça
Angus, I., 2021, Antroposen’le Yüzleşmek – Fosil Kapitalizm ve Dünya Sisteminin Krizi, Marx-21 Yayınları, 320 sf.
Barnosky, A. D., 2014, Palaeontological Evidence for Defining the Anthropocene, A Stratigraphical Basis For the Anthropocene (içinde), C. N. Waters ve diğ. (ed.), Geological Society London Spec. Publ., 395 (1), 149-165.
Bennett, C. E. ve diğ., 2018, The Broiler Chicken as a Signal of a Human Reconfigured Biosphere, Royal Society Open Science, 5 (180325), 11 sf., https://royalsocietypublishing.org/doi/10.1098/rsos.180325.
Certini G. ve Scalenghe, R., 2011, Anthropogenic Soils are the Golden Spikes for the Anthropocene, The Holocene, 21 (8), 1269-1274.
Crutzen, P.J., 2002, Geology of Mankind – The Anthropocene, Nature, 415, 3 Ocak 2002, sf. 23.
Crutzen, P. J. ve Stoermer, E. F., 2000, The Anthropocene, IGBP Global Change Newsletter, 41, 17-18.
Dull, R. A. ve diğ.2010, The Columbian Encounter and the Little Ice Age: Abrupt Land Use Change, Fire, and Greenhouse Forcing, Annals of the Assoc. of American Geographers, 100 (4), 755–771.
Foley, S. F. ve diğ., 2013, The Palaeoanthropocene—The Beginnings of Anthropogenic Environmental Change, Anthropocene, 3, 83-88.
Gale, S. J. ve Hoare, P. G., 2012, The Stratagraphic Status of the Anthropocene, The Holocene, 22 (12), 1491-1494.
Hamilton, C. ve Grinevald, J., 2015, Was the Anthropocene Anticipated?, The Anthropocene Review, 2 (1), 59-72,
Head, M. J. ve diğ., 2022, The Great Acceleration is Real and Provides a Quantitative Basis for the Proposed Anthropocene Series/Epoch, Episodes, IUGS, 45 (4), 359-376.
IPCC, 2007, Climate Change 2007: Synthesis Report – Summary for Policymakers, Intergovernmental Panel on Climate Change (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli), 22 sf.
IPCC, 2013, Climate Change 2013- Summary for Policymakers, Intergovernmental Panel on Climate Change, 29 sf.
IPCC, 2019, Global Warming of 1.50C, Intergovernmental Panel on Climate Change, Special Report 15, 616 sf.
Klein, S., 2022, Dünyayı Nasıl Değiştirdik? İnsan Aklının Kısa Bir Tarihi, Say Yayınları, 269 sf.
Koch, P. L. ve Barnosky, A. D., 2006, Late Quaternary Extinctions: State of the Debate, The Annual Review of Ecology, Evolution, and Systematics, 37, 215-250.
Lewis, S. L. ve Maslin, M. A., 2015, Defining the Anthropocene, Nature, 519 (7542), 171-180.
Ruddiman, W., 2003, The Anthropogenic Greenhouse Era Began Thousands of Years Ago, Climatic Change, 61 (3), 261-293.
Smith, B. D. ve Zeder, M. A., 2013, The Onset of the Anthropocene, Anthropocene, 4, 8-13.
Steffen, W. ve diğ., 2005, Global Change and the Earth System: A Planet Under Pressure, The IGBP Series, 2, Basım, 336 sf.
Steffen, W. ve diğ., 2007, The Anthropocene: Are Humans Now Overwhelming the Great Forces of Nature?, Ambio 36, 614–621.
Steffen,W. ve diğ., 2011a, The Anthropocene: Conceptual and Historical Perspectives, Phil.Trans. R. Soc. A, 369, 842-867.
Steffen, W. ve diğ., 2011b, The Anthropocene: From Global Change to Planetary Stewardship, AMBIO, 40, 739-761.
Steffen, W. ve diğ., 2015, The Trajectory of the Anthropocene: The Great Acceleration, The Anthropocene Review, 2 (1), 81-98.
Syvitski J. ve diğ., 2020, Extraordinary Human Energy Consumption and Resultant Geological Impacts Beginning Around 1950 CE Initiated the Proposed Anthropocene Epoch, Communications Earth and Environment, 1 (32), https://www.nature.com/articles/s43247-020-00029-y.
Vidas, D. ve diğ., 2019, The Utility of Formalisation of the Anthropocene for Science, The Anthropocene as a Geological Time Unit: A Guide to the Scientific Evidence (içinde), J. Zalasiewicz ve diğ. (ed.), Cambridge University Press, 31-40.
Wagreich, M. ve Draganits, E., 2018, Early Mining and Smelting Lead Anomalies in Geological Archives as Potential Stratigraphic Markers for the Base of an Early Anthropocene, The Anthropocene Review, 5 (2), 177–201.
Waters, C. N. ve diğ., 2014, A Stratigraphical Basis For the Anthropocene, A Stratigraphical Basis For the Anthropocene (içinde), C. N. Waters ve diğ. (ed.), Geological Society London Spec. Publ., 395 (1), 1-21.
Waters, C. N. ve diğ., 2016, The Anthropocene is Functionally and Stratigraphically Distinct from the Holocene, Science, 351 (6269), Review Summary sf. 137 ve Review sf. 2622/1-10.
Waters, C. N. ve diğ., 2019, Artificial Radionuclide Fallout Signals, The Anthropocene as a Geological Time Unit (içinde), J. Zalasiewicz, C. N. ve diğ. (ed.), 192-199,
Waters, C. N. ve diğ., 2023, Candidate Sites and Other Reference Sections for the Global Boundary Stratotype Section and Point of the Anthropocene Series, Anthropocene Review, 10 (1), 3-24.
Wolff, E. W., 2014, Ice Sheets and the Anthropocene, A Stratigraphical Basis For the Anthropocene (içinde), C. N. Waters ve diğ. (ed.), Geological Society London Spec. Publ., 395 (1), 255-263,
Yücel, G. ve Kurnaz, L., 2021, Yeni Gerçeğimiz Sürdürülebilirlik, Yeni İnsan Yayınevi, 173 sf.
Zalasiewicz, J. ve diğ., 2011, Stratigraphy of the Anthropocene,Phil. Trans. R. Soc. A,369, 1036-1055.
Zalasiewicz, J. ve diğ., 2014, The Mineral Signature of the Anthropocene in its Deep-Time Context, A Stratigraphical Basis For the Anthropocene (içinde), C. N. Waters ve diğ. (ed.), Geological Society London Spec. Publ., 395 (1), 109-117.
Zalasiewicz, J. ve diğ., 2015, When Did the Anthropocene Begin? A Mid-Twentieth Century Boundary Level is Stratigraphically Optimal, Quaternary International, 383, 196-203.
Zalasiewicz, J. ve diğ., 2017, Making the Case for a Formal Anthropocene Epoch: an Analysis of Ongoing Critics, Newsletters on Stratigraphy, .50 (2), 205–226.
Zalasiewicz, J. ve diğ., 2021, The Anthropocene: Comparing its Meaning in Geology (Chronostratigraphy) with Conceptual Approaches Arising in Other Disciplines, Earth’s Future, HAL Open Sicence, 2021, 9 (3), 25 sf., https://hal.science/hal-03437338
[1] Gezegenimizin atmosferi (hava küresi), hidrosferi (su küresi), jeosferi (yer küresi- çekirdek, manto, kabuk ve karalar), kriyosferi (buz küresi) ve biyosferinin (canlı küresi), insan vücuduna benzer biçimde birbirine bağlı, birbiriyle ilişkili ve birbirini etkileyen bir biçimde çalışmasına Dünya Sistemi (Earth System) denir (NASA – About the Earth as a System: Background Information; https://mynasadata.larc.nasa.gov/basic-page/about-earth-system-background-information). Farklı disiplinlerin bir arada çalışmasını gerektiren kapsamlı bir araştırma alanı olarak Dünya Sistemi Bilimi (Earth System Science) adı verilen küresel ölçekte karşılıklı etkileşim içindeki jeoloji-biyoloji-kimya-fizik tarafından ele alınır ve çok yeni olarak tarih ve sosyal bilimler de aralarına katılmıştır.
[2] Bir stratigrafi biriminin ilk olarak tanımlandığı ve tip kesitlerinin bulunduğu yer.
[3] Pedosfer (Toprakküre), yerkürenin en dış katmanı olan Litosfer (Taşküre) üzerini kaplayan toprakların oluşturduğu katmandır. Yunan dilinde “pedon” (toprak) ve “sfaíra” (küre) kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur.
[4] Global Monitoring Laboratory-Earth System Research Laboratories, 22/07/2021, Current trends https://gml.noaa.gov/ccgg/trends/
[5] Bitkilerin hücre ve dokularında bulunan kalsiyum, silika, magnezyum, potasyum ve demir gibi elementlerden oluşan organik olmayan parçacıklar.