24, 25 ve 26 Ekim 2024 tarihlerinde Üsküdar Üniversitesi ev sahipliğinde “Yaratılışa Bütüncül Yaklaşım” ana temalı “VIII. ULUSLARARASI BİLİMLER IŞIĞINDA YARATILIŞ KONGRESİ” düzenlendi. Kongrenin ardından bir ”Yaratılış Manifestosu” yayınlandı ve destek için imza kampanyası başlatıldı. GazeteBilim olarak yapılanların üniversitelerin varoluş amacına hizmet etmediğini, bilimsel düşünceye aykırı olduğunu ifade etmek, ne yazık ki ana akım medyada çok az yer bulan bu durumu kamuoyu ile paylaşmak ve konuyu farklı açılardan ele almak üzere ilk etapta Sayın Prof. Dr. Hasan Aydın, Prof. Dr. Mehmet Azimli, Doç. Dr. Sinan Alper’in görüşlerine başvurduk.
Konuyu alanında uzman akademisyenlerle ele almaya devam edeceğiz.

Prof. Dr. Hasan Aydın: Bilginin, Değerlerin ve Eğitimin İslamileştirilmesi ideolojisi!
Kongrenin, davet metninde, “Fen, sosyal, sağlık, mühendislik ve eğitim bilimleri ile dini ilimler alanlarında “Yaratılışa Bütüncül Yaklaşımı” esas aldığı, başta yaratılış temalı literatüre bilimsel katkılarda bulunmayı, bütüncül bakış açısı doğrultusunda akademik ve entelektüel camiada farkındalık oluşturmayı, alanla ilgili materyalist eğilimlerin ve çeşitli ideolojik yaklaşımların saplantılı ve dayatmacı paradigmaları yerine doğru ve güvenilir bilgi üretmeyi, bununla da günümüz bilim insanlarının ve gelecek nesillerin ufuklarına değerli ve yaşamsal katkılar sunmayı amaçladığı” söylenmektedir.
Yine davet metninde,
Temelde insanın mahiyetini ve yaratılış gayesini bilimsel gerçeklerle ele alıp anlamayı ve bu gerçeği geniş kitlelere ulaştırmayı hedefledikleri belirtilmektedir.
Şimdi ilk sorulması gereken soru şudur:
Bir üniversitede yaratılış konulu bir kongre düzenlemek üniversite kavramıyla örtüşmekte midir?
Bir konu bilimsel açıdan ele alınabiliyor, konu hakkında sınanabilir veriler üretilebiliyor, ya da konu; insan deney, tecrübe ve aklının sınırları içerisine giriyorsa, üniversite içerisinde meşru bir yeri vardır.
Yaratılış böylesi bir konu mudur? Yaratılış, doğası gereği, dinsel/inançsal bir konudur. Hem yaratıcı olarak kabul edilen Tanrı hem de yaratış biçimi (yoktan yarattığına inanılmaktadır), insan deney, tecrübe ve aklının sınırlarını aşmaktadır. Konu öznel dinsel inançlarla ilgilidir, bilimsel açıdan ele alınacak hiçbir yanı bulunmamaktadır.
Yaratılış, doğası gereği, dinsel/inançsal bir konudur. Hem yaratıcı olarak kabul edilen Tanrı hem de yaratış biçimi (yoktan yarattığına inanılmaktadır), insan deney, tecrübe ve aklının sınırlarını aşmaktadır. Konu öznel dinsel inançlarla ilgilidir, bilimsel açıdan ele alınacak hiçbir yanı bulunmamaktadır.
Sınanabilir nitelikli olmayan dinsel inançların, üniversite ortamına taşınması, en hafif deyişle, üniversitenin işlevinin dışında kullanılması, yahut dinin/ilmin bilimle karıştırılması anlamına gelmektedir.
Bilginin, değerlerinin ve eğitimin İslamileştirilmesi ideolojisini benimseyen kimi İslamcıların, inançlara bilimsel kılıf hazırlamak için üniversiteyi sık sık kullanmaya çalıştıkları bilinmektedir. AKP iktidarı döneminde atanan ve dinsel/cemaatsel/tarikatsal eğilimi olan kimi rektörlerin bu türden faaliyetlere ayrı bir önem verdikleri gözlenmektedir.
Ciddi bir üniversitede, asla yaratılış meselesi kongre konusu olmaz, bilim kültürü gelişmiş olan yerlerde bu tür şeyler, olsa olsa şaka konusu olabilir.

Davet metninde yer alan materyalizm ve Darwinizm eleştirisine ve erekselciliğe vurgu, aslında etkinliğin amacının ne olduğunu açık etmektedir. Öyle görünüyor ki, materyalist ve deneyci bilime karşı, tanrıcı/yaratılışcı bir bilim, dini duyarlılığı olan bir bilim oluşturulmak istenmektedir. Ancak böyle bir bilim, sınanabilirliği saf dışı ettiği için bilim olmayacak, gelişimi için özgür bir ortama ihtiyaç olan bilimi, inanç ve ideolojilerin egemenliğine sokacaktır. Sınanabilirlik ve nesnellik kalkınca, her şey bilimin içine sokulmaya müsait olacaktır. Bu durumda, bilim ile bilim olmayan arasında fark kalmayacaktır. Bu aslında bilimin temeline dinamit yerleştirmek, bilimi tümüyle inanç ve ideoloji tartışması alanına çekmek demektir. Bilim, doğası gereği maddi olanı araştırır. Materyalist ve doğalcı bir yaklaşıma sahiptir. Tanrısal olanı, ruhsal olanı, tinsel olanı ele alıp incelemek, deneysel yöntemlerle analiz etmek olanaksızdır.
İdeolojik, inançsal düşünceler, özlemsel düşünceler, psişik öznellikler örtülerek karşıya yansıtılmak istenmektedir. Kendi inançsal ve ideolojik yaklaşımlarını gizlemek için karşı tarafı onlarla itham etmek bir stratejidir.
Materyalist ve evrimci yaklaşımları, ideolojik saplantı olarak görmek, açıkçası, bilimi ideolojiye ve saplatıya indirgemektir. Bu en hafif deyişle, bilimin neliğinden habersiz olmak demektir. Aslında burada bir tür yansıtma teorisi kullanıldığı bile ileri sürülebilir. İdeolojik, inançsal düşünceler, özlemsel düşünceler, psişik öznellikler örtülerek karşıya yansıtılmak istenmektedir. Kendi inançsal ve ideolojik yaklaşımlarını gizlemek için karşı tarafı onlarla itham etmek bir stratejidir. Daha da ilginci, materyalizm ve evrim eleştirilerek, karşısına konulan yaratılışı, erekselci, tinselci sözde bir bilim ile inançlar bilimsel bir kılıfa sokulmaya çalışılmaktadır. Bunlar, normal akademik/bilimsel aklın yapabileceği şeyler değildir. Bu aynı zamanda, inancın doğasını kavramamamak, dini yanlış amaçlar için kullanmak demektir. Din kendi özel alanında, bilim de kendi nesnellik alanında etkili ve işlevsel olabilir. Birbirine karıştırılınca, ne din/inanç ne de bilim olan şizofrenik kültürel bir karmaşa ortaya çıkmaktadır.
Kongre bildirilerine bakıldığında, konuşmacıların inançlarından ve ideolojilerinden yola çıkarak materyalist bilimi ve naturalist açıklamaları eleştirmeye yöneldikleri, temelsiz özlemsel düşünüşlerden hareketle köklü bilimsel teorileri yok saymaya çalıştıkları, bunu yaparken gülünç olmanın ötesine geçemedikleri gözlenmektedir.
Üniversiteler, inançlara akademik kılıflar üretilen yerler değil, bilimsel araştırmaların yürütüldüğü, hipotezlerin test edildiği, deneysel bilgiyi geliştiren teorilerin üretildiği yerlerdir.
Bilim insanları elbette öznel inançlara ve ideolojilere sahip olabilir. Rektörlerin de öyle. Ancak yaptıkları işe bunları karıştırmamaları gerekmektedir. Ancak bunu başarabilmek için öncelikle, yaptığı işe saygı duymak ve bilim ettiğine sahip olmak zorunluluktur. Üniversiteler bilim kuruluşlardır ve öyle kalmalıdır.

Prof. Dr. Mehmet Azimli: Evrimi İslam dünyasında inkar etmeyenler var
Evrim konusu Darwin’den çok önce İslam dünyasının gündemine girmiştir. Bazı alimler buna kafa yormuşlardır. Çünkü Tevrat’tan aktarılan bilginin tefsir kitaplarına, İslam tarihi kaynaklarına geçen 7000 yıllık bir insanlık tarihi bilgisinin yeterli olmadığı görülmüştür. Adem’in yaratılışından bugüne 7000 yıl geçtiği şekildeki bilginin çok yetersiz olduğu anlaşılınca buna kafa yoran alimler özellikle önce din içinde kalarak Kur’an’dan Bakara Suresi 30. ayeti değerlendirmişler. İşte o ayette geçen Allah meleklere ben yeryüzüne bir varlık yaratacağım, halife yaratacağım deyince meleklerin yeryüzünde kan dökecek, bozgunculuk çıkaracak birini mi yaratacaksın sözlerini delil alarak yani bunu nereden biliyor melekler demek ki bir tecrübeleri var. Adem’den önce yeryüzünde kan döken, nifak çıkaran birileri varmış. Delil alarak diyorlar ki Adem’den önce yeryüzünde kan döken, bozgunculuk çıkaran varlıklar vardı, Adem’den önce bir varlığın olduğunu söylüyorlar. Buna dair Adem’den önce Ademler vardı şeklinde bir ifade de bulunuyor.

Mesela İbn-i Haldun, İbn-i Miskeveyh gibi. Bilginler bunlardan bahsederek Adem’den önce varlıklar vardı düşüncesindedirler. Bu varlıkların ne olduğunu bilmiyoruz. Bazıları şöyle kategorize ediyorlar. İşte ”Allah canlıyı sudan yarattı.” ayet-i kerimesini delil alıyorlar Kuran-ı Kerim’den yine. Hücreden daha sonra bitkiye; bitkinin de en akıllısı olan hurma’ya, hurma’nın bir eşik olduğunu, hurma’dan sonra da hayvana kadar. Hayvanlardan da eşik olarak en akıllısı olan maymunu esas alıyorlar. Ondan sonra insan eşiğine geçtiğini söylüyorlar. Yani üç eşiğin hurma, maymun ve insan eşiği olduğunu belirtiyorlar. Bu kategoride, bu ilerlemede bazılarının ilerlediğini bazılarının geride kaldığını düşünüyorlar.
Yeryüzündeki bulgulardan hareketle İslam uleması da bir ademiyet eşiğinden önce canlı varlıkların, insana benzeyen varlıkların olduğunu söylüyor. İbn-i Haldun’un maymunları gösterip yanındakilere bunlar amcaoğullarınız gibi bir espri yaptığı söylenir.
Yani Darwin’den önce bunu düşünen bilginler var. Günümüzdeki Göbekli Tepe’deki bulgular ve hatta birçok arkeolojik kazılardaki bulguları görünce bu iki ayetteki hem yeryüzünde nifak çıkacak birini mi yaratacaksın ayetindeki ifadeden yola çıkarak alimler insandan önce, Adem’den önce Ademler vardı diyorlar. Adem bir Ademiyet eşiğidir. İnsanın başladığı yerdir diyorlar. Yani buna modern çağ tabiriyle Sapiens’in başladığı zaman denilebilir. Ondan önce neler vardı, Neandertaller vardı. Bilginler bunları anlatıyor, ondan önce başkaları da vardı şeklinde söylüyor. Yani bu anlamda kısaca söylersek, yeryüzündeki bulgulardan hareketle İslam uleması da bir ademiyet eşiğinden önce canlı varlıkların, insana benzeyen varlıkların olduğunu söylüyor. İbn-i Haldun’un maymunları gösterip yanındakilere bunlar amcaoğullarınız gibi bir espri yaptığı söylenir. Sonuçta evrimi İslam dünyasında inkar etmeyenler var. Ve bu gerçekten de önemli. Çünkü cevapsız kalıyor bazı şeyler. O dönemde İbn-i Haldun çok gezen birisi, sosyolojiyi çok da iyi tanıyan birisi. Bütün bunların 7000 yıl içinde olabileceğini kabullenemeyerek bu görüşü savunduğunu görüyoruz ve sonuçta İslam dünyasında da bir anlamda evrimi Darwin’den önce savunanlar var. Darwin tabii ki bunu daha ileri noktalara götürmüş. Bunun sonucunda şunu söyleyebiliriz. İslam dünyasında, İslam algısı içinde şöyle bir ifade kullanılmış. Adem’den önce Ademler var. Ademiyet, insanlığın bir eşiğidir. Ondan önce canlılar da var, ondan önce yaşayanlar da başlangıçta ifade edilmiş. Sonuç olarak şunu söyleyelim, evrimsiz bir anlayış mümkün değil. Bunu yaratılış teorisi içinde kalarak da ifade edebilirler.
Ayrıca şunu da söyleyelim, bu evrim tartışması, İslam dünyasının gündeminde hiçbir zaman olmadı. Son yüzyılda girdi. Bu biraz Yahudilerin ve Hristiyanların teolojisinde sorun oldu. Hristiyan ve Yahudi teolojisi sürekli evrime karşı savaş veriyorlardı. Bu kavga bize transfer edildi.
Fakat bunu yapmayarak kesinlikle hiçbir evrim yoktur ve tamamen insanlık Adem’le başladı, bugüne kadar geldi demek doğru değildir. Bu, gelecek nesillere hiçbir şekilde anlatılamaz. Evrimsiz bir anlayış, eğitim anlayışı mümkün değildir, doğru da değildir. Bununda İslam uleması çok önceleri farkına varmıştır. Ayrıca şunu da söyleyelim, bu evrim tartışması, İslam dünyasının gündeminde hiçbir zaman olmadı. Son yüzyılda girdi. Bu biraz Yahudilerin ve Hristiyanların teolojisinde sorun oldu. Hristiyan ve Yahudi teolojisi sürekli evrime karşı savaş veriyorlardı. Bu kavga bize transfer edildi. Bizim olmayan, İslam dünyasının olmayan kavga İslam dünyasına transfer edildi. Son yüzyılda büyütüldü.
Maalesef evrimi kaldırdığın zaman tarih kitapları da etkileniyor çünkü. Bunlar doğru değil çünkü çocuklar internetten öğrenecekler, kendilerine öğretilen bilginin yalan olduğunu anlayacaklar. Ve o zaman daha kötü bir durum. Halbuki bilgiyi, en iyi bilgiyi okuldan öğrenmeleri gerekir bu çocukların.
Özellikle dikkat ederseniz Türkiye’deki evrime karşı savaşanlar, Adnan Oktar gibi insanlar. Evrime karşı savaşanların Türkiye’de tercüme edilip yayınlatılan kitaplarına baktığınız zaman Yahudilerin veya Yahudi teolojisini savunanların kitapları olduğunu görüyoruz. Değilse Türkiye’de oturup bunu yazacak güçlü bir adam da yok zaten. Onun için özellikle şimdi müfredattan evrimin kaldırılması çok tehlikeli bir şey. Çocuklara bir şey ifade edemezsiniz. Yani siz şimdi insanlık tarihini tarımla başlatırsanız bu iş olmaz. Çünkü tarımdan önce insanların ne yaptıklarını, tarımı bulanların atalarının ne yaptıklarını, mağarada yaşayanların veya tarımdan önce avcı toplayıcı dönemde ne yaşadıklarını anlatmazsanız, direkt tarımla dünyada insanlık başladı derseniz bu yürümez. Maalesef evrimi kaldırdığın zaman tarih kitapları da etkileniyor çünkü. Bunlar doğru değil çünkü çocuklar internetten öğrenecekler, kendilerine öğretilen bilginin yalan olduğunu anlayacaklar. Ve o zaman daha kötü bir durum. Halbuki bilgiyi, en iyi bilgiyi okuldan öğrenmeleri gerekir bu çocukların. Onun için müfretatta bu evrim konusunun kaldırılması hem biyoloji kitaplarından hem tarih kitaplarından kaldırılması çok yanlış bir durumdur. Ama maalesef bunu bir dayatma olarak günümüzde uyguladılar ve müfredattan bunları kaldırdılar. Bunları doğru bulmuyorum.

Doç. Dr. Sinan Alper: Bu spiritüel bakış açısı bilimsel yöntemle test edilebilir değil!
Üsküdar Üniversitesi’nin ev sahipliğinde düzenlenen Yaratılış Kongresi’nde insanın bütün canlılardan ayrı, özel bir konuma konulmasını ve bunun argümanlardan biri olan bilinç üzerinden açıklanmasını (“açıklanamazlığı”nı) nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsanı diğer hayvanlardan ayrı bir yere koymak, çok popüler ve bize sezgisel olarak doğruymuş gibi gelen bir bakış açısı. Etrafımıza baktığımızda, insanlığın başardığı şeyleri gördüğümüzde böyle düşünmek çok doğal. Her ne kadar problem çözme becerimiz, dil vasıtasıyla çok kompleks iletişim sistemleri kurabilmemiz ve kültür vasıtasıyla çok büyük bir bilgi birikimini yanımızda taşıyabilmemiz gibi ayrıştırıcı özelliklerimiz olsa da, temelde bir hayvan olduğumuz gerçeği değişmiyor. Ancak konuya materyal bakış açısından çıkarak spiritüel bir anlam katma çabanız olduğunda, ister istemez insanı ayrı bir yere koyma gereği duyuyorsunuz. Ancak bu spiritüel bakış açısı bilimsel yöntemle test edilebilir değil. Bilincin evrimsel olarak açıklanamaz olduğu iddiası doğru değil. Bilincin tam olarak nasıl evrimleşmiş olabileceği, hatta daha da temelde bilincin tam olarak ne olduğu tartışmalı bir konu olsa da, dünyada saygıdeğer hiçbir bilim insanı bu konuyu evrimin açıklayamayacağını iddia etmiyor.
Evrime ve evrim kuramına karşı yürütülen karşıtlığın arkasında yatan düşünsel motivasyonlar nelerdir?
Evrim fikrinin, varsayılan bazı dünya görüşleri ve kültürel değerler ile çeliştiğine dair algı önemli. Aslında çelişiyor olmak zorunda da değil, örneğin dini inancıyla evrim görüşünü harmanlayabilen insanlar da var. Ancak ikisinin bir arada olamayacağına dair algıyı genelde daha güçlü görüyoruz. Tabii bu gelecekte değişebilir. İkinci bir faktör de evrim fikrini tam olarak anlayabilmenin bilimsel akıl yürütme ve soyut düşünme becerisi gerektirmesi. Evrim dediğimiz şey bugünden yarına olmuyor, bir insanın genelde kendi ömrü, hatta üst kuşaklarının da ömürleri boyunca kişisel olarak deneyimleyemeyeceği; yüzbinlerce yıl süren bir süreçten bahsediyoruz. Kişilerin somut olarak önlerinde görmedikleri ve sezgisel olarak çok zormuş gibi algıladıkları bir sürece inanmamaları biraz da bundan.
Açıklamada Yaratılış Kongresi’nin TÜBİTAK iş birliğiyle düzenlendiği söyleniyor. Bu durumu Türkiye’nin bilimsel ortamı bakımından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu konunun ayrıntısını bilmiyorum. TÜBİTAK üniversitelerde bilimsel etkinlik düzenlemek isteyenlere destek sağlıyor. Bununla ilgili bir şey olabilir. Bu desteğe başvurma sürecinde etkinliğin içeriğinin bilimselliği ne ölçüde kontrol ediliyor bilmiyorum. Böyle bir kontrol varsa bile yeterince iyi yapılmadığına dair acı bir tecrübe oldu. Umarım gelecekte ders alınır.