Bilimsel düşünceden hiç nasip alamamış bir düşünceyi (!) yıkmak ya da failleriyle tartışmaya girmek hiç kolay değildir. Zira karşınızda kıymeti kendinden menkul bir önermeler yığını vardır. “Kovalar iş fırsatlarını kollamalı” çünkü Merkür retrosu yaklaştı ya da “İkizler romantik gerilimlerden kaçınmalı” çünkü dolunay yaklaştı.
Duyduğu, gördüğü tuhaflıklara artık hiç şaşırmayan bir millet haline gelsek de bu garabet akım üzerine gelin biraz konuşalım. Tasavvufun ve astrolojinin birlikteliğinden ortaya çıkmış bu sakat doğum (akım) giderek popüler hale gelmeye başladı. Dinin dayanılmaz cazibesi ve astrolojinin insanın doymak bilmeyen gizem arayışını gıdıklaması biraraya geldiğinde muazzam bir güç ortaya çıkıyor. Size mistik yolculuğunuzda rehberlik edecek, aynı zamanda içinde yaşadığınız dönemin bilimsel gerçeklerini yadsımadan hatta bu gerçeklerden referanslar dahi vererek yolunuzun doğruluğunu kuantum mistisizmi ve gezegenlerin enerjileri ile sizi pohpohlayarak açıklayan bir disiplin (!) vaad ediyorum: tasavvuf astrolojisi.
Tasavvuf, insanın içsel yolculuğunu temel alan, İslam’ın mistik bir yorumu, astroloji ise gezegenlerin ve yıldızların insan hayatı üzerinde etkisi olduğunu iddia eden bir alandır. Bu iki alanın birleşmesi ile gezegenlerin, yıldızların hareketlerinin insanın manevi yolculuğunda birtakım etkileri olduğu iddia edilir. Fakat meselenin can alıcı noktası buradadır. Zira hali hazırda astroloji üzerine yazılmış epeyce kitap bulabildiğiniz halde, mistik bir sis perdesi ardından insanlığa huzur vaad eden (!) tasavvuf astrolojisi hem yeni bir alan olması sebebiyle hem de içerdiği sayısız sembolizm, batıni anlatı sebebiyle yeni bir sektör (!) haline gelmiş; kitaplarıyla ve hocalarıyla (!) pekçok fırsatçıya kazanç kapısı olmuştur.
Tarihsel Olarak Tasavvuf Astrolojisi
Tarihsel olarak bakıldığında astroloji Hristiyan dünyada genellikle tepkiyle karşılanırken; Yahudilik ve İslam kültüründe mistik bir yoruma bürünmüştür. Hatta Ebu Sehl b. Nevbaht gibi isimler Abbasiler döneminde müneccim olarak sarayda istihdam edilmiş, halifeye ilm-i nücum (yıldızlar ilmi) üzerine kitaplar yazıp sunmuşlardır. (6) Dolayısıyla astrolojinin din ile bu kadar organik ve tarihsel bir bağının olması bugünkü duruma yol açmıştır.

Tasavvuf astrolojisi üzerine konuşan, yazan, çizen zevatın az biraz okumuşu Muhyiddin İbnü’l-Arabî’yi referans edinir. Kıymeti kendinden menkul, ilmî hiçbir ilkeye ittiba etmeksizin hariçten gazel okuyanları ise kamuoyunun vicdanına bırakıyorum. Bu alanı keyiflerine göre ihdas etmeye ya da daha doğrusu istismar etmeye çalışırlarken yapıp ettikleri ya cehalete ya da kötü niyete, faydacılığa işaret etmektedir. Ezoterik öğretilerin dahî bu şekilde faydacı hale getirilmesini Theodor Adorno kapitalizmin marifeti olarak açıklamaktadır.
Ezoterik öğretilerin dahî bu şekilde faydacı hale getirilmesini Theodor Adorno kapitalizmin marifeti olarak açıklamaktadır.
Gelelim İbnü’l-Arabî’ye. Ona göre insanın Tanrı’ya ulaşmasında felekler (gökyüzü, sema) çok önemlidir. Hatta o kadar ki felekleri maddi manevi evrendeki her şey ile ilişkilendirir. 1165 Endülüs doğumlu İbnü’l-Arabî’nin yaşadığı dönemde İslam dünyasında dünya merkezli evren anlayışı olduğu da göz önüne alınırsa mesele daha iyi anlaşılacaktır. İbnü’l-Arabî’nin âlem tasavvurunda, âlem dâirevî olup, her şey Tanrı’nın takdîri doğrultusunda feleklerin hareketi, yani deverânı ile var olur. Feleklerin içindekilerle birlikte dönüşü dâimîdir. Feleklerin durması demek kâinâtın bozulması, âlemin, nizamın son bulması demektir. Felekler fizikî olarak boş gibi görünmektedir, hâlbuki onlarda melekler bulunmaktadır. Orada meskûn bu melekleri bize, feleklerin rûhu olarak tanıtır. Aynı şekilde gökteki yıldızların da rûhu olup, onlar yine meleklerdir. Bu melekler bulundukları yerlerde idârî vazifelidirler. Ona göre bu durum, insan bedeninin bir rûhu olması gibidir. Felekleri yeryüzündeki yollara benzetir. İnsân-ı kâmil de gök âleminde bir yıldız gibi feleklerde yolculuk eder.
İbnü’l-Arabî, her bir felekte olan farklı sırların, aşağı âlemde de mukabilinin mevcut olduğu kanaatindedir. Bu sırlar değiştirme ve dönüştürme özelliğine sahiptir.
Feleklerin ay altı diye tabir edilen aşağı âlemle irtibatına değinen İbnü’l-Arabî, her bir felekte olan farklı sırların, aşağı âlemde de mukabilinin mevcut olduğu kanaatindedir. Bu sırlar değiştirme ve dönüştürme özelliğine sahiptir. İki âlem arasındaki irtibat onun düşünce sisteminde semâya ilâhi emrin vahyi ve bu vahiy neticesi yeryüzünde işlerin meydana gelmesi iledir. Felekleri kozmolojik ve ontolojik açıdan yorumlayan İbnü’l-Arabî, insanda küçük âlem olarak bu feleklerin karşılığının bulunduğu ve her iki âlemde de felekleri bilmenin mârifetullaha götüreceği kanaatindedir. (4) On ikinci yüzyılda yaşamış, döneminin sınırlı bilgi, birikimi ile astroloji yorumları yapmış olan İbnü’l-Arabî’nin bu söylem ve bakış açısı dönemi için pekala uygun olabilir. Fakat 21. yüzyılda yaşamış ve bu dönemin bilimsel gerçeklik ve anlayışına biraz da olsa vakıf olmuş birinin bu sözlere ittiba edeceğini pek düşünmüyorum.

Şunu da söylemek gerekir ki, bilimsel düşünceden hiç nasip alamamış bir düşünceyi (!) yıkmak ya da failleriyle tartışmaya girmek hiç kolay değildir. Zira karşınızda kıymeti kendinden menkul bir önermeler yığını vardır. “Kovalar iş fırsatlarını kollamalı” çünkü Merkür retrosu yaklaştı ya da “İkizler romantik gerilimlerden kaçınmalı” çünkü dolunay yaklaştı. Bu iddialar Moliére’nin bir karakterini anımsatıyor. Hastalık Hastası (Le Malade Imaginaire) eserinde doktor geçinen biri, afyonun neden insanları uyuttuğunu açıklayabileceğini söyler. Açıklaması ise afyonun virtus dorminitiva (dorminitiflik ilkesi) adında, afyona özgü bir özelliğe sahip olduğudur. Moliére’in bu eserdeki amacı, bu boş sözle alay etmektir. Sahte doktor, afyonun neden insanları uyuttuğunu gerçekten açıklamak yerine, afyona dorminitiflik ilkesi diye bir özellik yükleyerek sadece afyonun uyutucu olduğunu tekrarlamaktadır. İşte astrolojide de savunulan ancak budur. Mesela ilişkinizin bitmesinin toksik bir partner olmanızla kesinlikle alakası yok, bütün suç Merkür retrosunun. İnanmazsanız inanmayın. Bir nevi postmodern paganizm diyorum bu duruma. Merkür geri gitti mi bilmiyorum ama düşünsel olarak çok da ilerlemediğimiz apaçık.
Yıldızlarda/Gezegenlerde Teselli Aramak
Kadim medeniyetlerde yıldızlar hep merak konusu olmuş, onlara tanrısal özellikler atfedilmiş, tapınılmış, dua edilmiş ve hareketlerinden anlamlar çıkarılmıştır. Ay tutulması gibi dönemlerde doğanlar özel/seçilmiş kabul edilmiş; kutsanmış, adeta kurtarıcı ilan edilmiştir. Burada astrolojiden ilham alan sayısız pagan ritüeline, kehanetlere, inisiyasyon törenlerine yahut ezoterik öğretilere girmek isterdim fakat Mircea Elieda gibi dinler tarihçilerini okumanızı tavsiye etmekle iktifa edeceğim. Şimdi, bu tarz düşünce sistemlerinin (düşünceden ya da sistemden bahsetmek mümkünse tabii) yüzyıllar öncesinde; masal ve tarih kitaplarında kalması gerekirken neden bugüne tevarüs ettiği üzerine biraz düşünelim.
Peki Comte’un tarihsel analizi tıpkı Hegel’in lineer ve ilerlemeci tarih anlayışı gibi safça bir düşünceden mi ibaretti? Comte insanlıktan beklentilerini biraz fazla mı tutmuştu acaba?
Auguste Comte’a göre düşünce tarihine bakıldığında insan zihninin üç evreden geçtiği görülür: teolojik, metafizik ve pozitif evre. İnsanlığın varlığı ele alış biçimi de bu üç evreden geçmiştir. İnsanlık, ilk evrede olgular arasındaki ilişkileri kutsal varlıklara gönderme yaparak açıklarken, ikinci evrede bu işi soyut varlıklara gönderme yaparak gerçekleştirmiş, pozitif evrede ise olgular arasındaki ilişkileri, olguların genelleştirilmiş hali olan yasalara dayandırarak açıklamaya çalışmıştır. Peki Comte’un tarihsel analizi tıpkı Hegel’in lineer ve ilerlemeci tarih anlayışı gibi safça bir düşünceden mi ibaretti? Comte insanlıktan beklentilerini biraz fazla mı tutmuştu acaba? Peki neden ontolojik anlamda olgusal gerçekliği terk edip belirsiz ve şaibeli olana arzu duyuyor insan? İnsan neden astrologların peşi sıra gitmeyi tercih ediyor?
Kehanet Gerçekleşmeyince: Bilişsel Uyumsuzluk
Anlamın buharlaştığı, değerlerin değersizleştiği, insanın yalnızlaştığı bu çağda astroloji ilgi çekici bir alan olarak geliyor olabilir. İnsanın kendisinden daha büyük bir gücün, düzenin varolduğuna inanması ve bunun astrologlarca insana sunulması bir konfor alanı da yaratıyor olabilir. Zira kendi deyimleriyle tasavvuf astrolojisi terapisini bir nevi ”ruhani ağrı kesici” (1) olarak görüp, “…biz insanlara, özlerindeki Tanrı parçacığına ulaşmaları için yardım ediyoruz…” (1) diyerek kıymeti kendinden menkul, kutsal (!) bir misyon üstleniyorlar. Pek tabii arz talep meselesi olan bu sektör, kültürel kodları itibariyle yeşermeye müsait olan bu topraklarda gayet iyi bir karşılık buluyor. Evren boşluk kabul etmez diyen Aristoteles yine haklı çıkıyor ve modern insan iç dünyasındaki boşluğu ve huzursuzluğu dolduracak bir şeyler muhakkak buluyor. Örneğin ABD’li Y kuşağının yüzde 60’tan fazlası “New Age” denebilecek manevi akımlara, düşüncelere inanıyor. Fakat kendilerinden önceki kuşaklara göre Tanrı’ya daha az inanıyor ve dine daha az önem veriyorlar.
Pek tabii arz talep meselesi olan bu sektör, kültürel kodları itibariyle yeşermeye müsait olan bu topraklarda gayet iyi bir karşılık buluyor.
Colorado’dan astrolog Chris Brennan, “Astroloji geleneksel olarak hem bilim hem de Hristiyanlık gibi çoğu ana akım dinin uzağında duran bir alan. Bu da onu toplumsal olarak ne tamamen bilimsel ne tamamen dini olan, garip bir yere koyuyor. Ve bazen de bu iki alan arasında bir köprü bulmak isteyen ya da her iki alanda da aradığı cevapları bulamayan insanlara, bir tür faydalı orta yol gibi görünebiliyor” diyor. (2)

Şimdi gelin hep birlikte insanın tuhaf tabiatına farklı bir açıdan göz atalım. 20 Aralık 1954 gecesi kendilerine “The Seekers” (Arayışçılar) adını veren, Chicago merkezli kült bir grubun üyeleri, bir araya toplanmış, kıyamet anını beklemektedirler. Dünyanın sonu gelecek ama onlar bir uzay gemisine alınarak kurtarılacaklardır. Grubun içinde, saat gece yarısına vardığında kıyametin kopacağına inanır gibi yapan ama aslında buna inanmayan üç kişi vardır. Sonradan “Cognitive Dissonance” (Bilişsel Uyumsuzluk) kuramını ortaya atacak olan sosyal psikolog Leon Festinger ve iki meslektaşı. Sahiden de geceyarısı gelir geçer, 21 Aralık günü gelir, fakat kıyamet kopmaz. Gelen bir uzay gemisi de yoktur. Grubun üyeleri, dünyanın sona ereceği düşüncesiyle işlerini, eşlerini, mülklerini terk etmiş, beklemektedirler. Peki kehanet gerçekleşmeyince ne olur?Kehanet gerçekleşmeyince, tarikatın üyelerinin dünyaları başlarına yıkılmaz. Aptal yerine konduklarını düşünüp isyan etmezler. Aksine, tarikat lideri kıyametin ertelendiğini müjdelediğinde, sevinirler. İnkâr ve yalan, gerçeklerle yüzleşmekten daha kolaydır.
Peki ama, neden?
Rahatlatıcı yalanlar, rahatsız edici gerçeklerden daha tatlıdır çünkü. Festinger, içine sızarak gözlemlediği “Seekers” tarikatı üyelerinde edindiği tecrübeleri, iki yıl sonra “When Prophecy Fails” (Kehanet Gerçekleşmeyince) başlığıyla yayımlar (1956). Bir yıl sonra da çok ses getiren “Bilişsel Uyumsuzluk Kuramı” kitabını yayımlayacaktır. Festinger’ın açıklamaya çalıştığı mesele, yalnızca kıyamet senaryolarıyla, uzaylılarla, hatta komplo kurgularıyla alakalı değil. Bilişsel Uyumsuzluk kuramının temel tezinin, sosyal hayatın pek çok başka alanına uygulanabileceğini görüyoruz.
Zihnimizde birbiriyle çelişen inançlar ortaya çıktığında, bu bir psikolojik stres unsuruna dönüşür, rahatsızlık yaratır. Biz de genellikle farkında bile olmadan, bu çelişen inançlarımızı değiştirip birbiriyle uyumlu hale getiririz.
Bilişsel Uyumsuzluk tezi şunu öne sürüyor:
Zihnimizde birbiriyle çelişen inançlar ortaya çıktığında, bu bir psikolojik stres unsuruna dönüşür, rahatsızlık yaratır. Biz de genellikle farkında bile olmadan, bu çelişen inançlarımızı değiştirip birbiriyle uyumlu hale getiririz. Yani burada, duygusal bir halin (rahatsızlık hissi), düşünce dünyamız üzerine dönüştürücü etkisi söz konusudur. Çelişen inançlarımızı gözden geçirmek ve onları birbirleriyle uyumlu hale getirmek, kendi başına sakıncalı bir şey değildir. Tam aksine, inanç dünyamızın tutarlılığını korumak açısından elzemdir. Fakat mesele, hangi inancı ne sebeple ve farkında bile olmadan değiştirdiğimizdir.
Peki, niye böyle? Çünkü, evet, kökleşmiş inançlarımıza yapmış olduğumuz ve vazgeçmesi zor gelen bir duygusal yatırım söz konusudur. “Yanılmışım” demek bazı durumlarda “aptal yerine konmuşum ve bunca zaman fark edememişim” demektir. Bu da hiç kolay bir şey değil.
Festinger’ın bilişsel uyumsuzluk tezi de tam bunu söylüyor.
Yangında ilk kurtarılacak olan, duygularımız. Onlara halel gelmesin, rahatsızlık hissi bünyemizi sarmasın diye, düşüncelerimizi manipüle etmeye, gerçek ve doğrudan vazgeçmeye, her an ve farkında bile olmadan razıyız. (3)
Bazen sınıra ulaşıyoruz. “Her şey bir yalanmış” dediğimiz, dünyaların başımıza yıkıldığı an, sosyal psikolojide “Tipping Point” (Devrilme Anı) olarak bilinen an.
Bazen sınıra ulaşıyoruz. “Her şey bir yalanmış” dediğimiz, dünyaların başımıza yıkıldığı an, sosyal psikolojide “Tipping Point” (Devrilme Anı) olarak bilinen an. Devrilme Anı’na ulaşmak ve böyle bir zihinsel dönüşümden geçmek, son derece sarsıcı ve hayat boyu unutulamayan bir deneyim. Bu yüzden de, böyle bir anı olabildiğince ertelemeye, duygularımızı korumak için düşüncelerimizi manipüle ederek uyumsuzluğu çözmeye razı oluyoruz. (3)
Sonuç
Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz ki, astroloji giderek daha popüler hale geliyor. Bunu cep telefonuna indirilen astroloji uygulamalarının sayısından ya da ana akım medyanın prime-time kuşağında çıkardığı astrologlardan anlıyoruz. İnsanlar belirsizlikten hoşlanmıyor. ilişkimizden iş hayatımıza, gelecek kaygılarımızdan sağlık sorunlarına kadar kontrol edemediğimiz pek çok şey olduğu da düşünülürse; astroloji dünyası insanı pasifleştiren, sorumsuz ve iradesiz kılan, aynı zamanda da muazzam bir kafa konforu sunan bir sistem. Modern dünyada insanın anlam yoksunluğu yüzünden düştüğü derin melankoli hali ve ergin olamayışı, aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışı ile devam ettiği müddetçe ”astroloji rönesansı” bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.
Kaynakça:
1) https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/izzet-capa/tasavvuf-astrolojinin-alfabesidir-29951943
2) https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-56156152
3) https://acikradyo.com.tr/acik-bilinc/gercekler-inkar-ve-bilissel-uyumsuzluk
4) Akkaya, Veysel, (2018), İbnü’l Arabi’nin Kozmolojisinde Felekler, Journal of Turkish Studies Volume 13/17, Summer 2018, Ankara.
5) https://fikirturu.com/toplum/post-sekuler-donum-noktasinda-astroloji/
6) Seyfettin Kaya, “Ortaçağ Arap-İslam Devletlerinde İlm-i Nücum ve Müneccimlik”, History Studies, 11/6, Aralık 2019, s. 2311-2324.
Son Erişim Tarihi: 04.11.2024