Ergenlerin yaşamlarını doğrudan etkileyen ve onları şiddete sürükleyen özellikle toplumsal eşitsizlik gibi sosyal sorunların büyüdüğü dönemlerde, ergen şiddeti artış göstermektedir.
Prof. Dr. İbrahim Kaya
Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
Giriş
Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi’nin 2024 yılında açıkladığı HBCS Araştırma verilerine göre, ergenlerin %15’i siber zorbalığa maruz kaldığını bildirmiştir. Bu oran 2018 yılında %13 iken, 2022’de %15’e yükselmiştir. 44 ülkeden 279.000’den fazla ergenle yapılmış olan bu araştırmanın diğer önemli bir verisi ergenlerin %11’inin okulda zorbalığa uğradıklarını bildirmiş olmalarıdır. Ayrıca, ergenlerin %10’u fiziksel kavgaya karıştığını bildirmiştir. Bu sayılar sosyolojik olarak dikkatleri üzerine çevirmemiz gereken bir olguya işaret etmektedir: ergen şiddetinde artış yaşanmaktadır!
Türkiye’deki gelişme yukarıdaki verilerle paralel bir gelişmeyi işaret ettiği gibi, ergen şiddetindeki artışın toplumsal yapıyı tümüyle tehdit eden bir aşamaya gelmekte olduğunu göstermesi bakımından ciddi önem taşımaktadır. Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2023 yılında 0-17 yaş aralığında 299.362 soruşturma dosyası açılmış ve bu dosyalarda 304.056 çocuk şüpheli olarak yer almıştır. TÜİK verilerine göre, 2023’te suça sürüklenen çocukların karıştığı olay sayısı 178.834’e ulaşmıştır. 2022 yılında Adalet Bakanlığı verilerine göre, 3352 çocuk ateşli silah, bıçak ve diğer aletleri kullanarak suça karışmıştır.
TÜİK verilerine göre, 2023’te suça sürüklenen çocukların karıştığı olay sayısı 178.834’e ulaşmıştır.
Verilerin gösterdiği üzere, durum pek iç açıcı değil. Sorun, toplumsal yaşamın işleyişini tümden tehdit eden bir aşamaya gelmiş görünmektedir. Bu nedenle, bir sosyal sorun olarak addedilmesi gerekir, yani, bütün toplumu ilgilendiren ve çözümü için toplumsal eylemi gerektiren bir sorundur. Daha açık bir ifadeyle, ergen şiddeti sadece bireysel veya psikolojik olarak değerlendirilebilecek bir olgu değildir, aksine, toplumun dönüşümü, otorite boşluğu, kültürel meşruiyet krizi, kurumsal çözülme gibi sosyolojik nedenlerin belirleyici olduğu ve çözümü de ancak sosyolojik olarak gerçekleştirilebilecek olan bir sosyal sorundur.
Sosyolojik perspektif
Peki ergen şiddetinin artışını sosyolojik olarak nasıl değerlendirmemiz gerekir? Öncelikle, aile ve okul gibi toplumun düzeninde esas teşkil eden kurumların zayıflamasıyla ergen şiddetinin yükselişi arasında bağ kurmak mümkün görünmektedir. Okul/eğitim gibi toplumsal kurumların güç kaybetmesi, toplumsal bağları zayıflatmaktadır. Kurumsal çözülmelerin yaşandığı bu süreçlerde ergenlerin toplum tarafından yönlendirilmesi gittikçe zorlaşmaktadır. Esasında yaşanan olay önemli ölçüde kurumların otoritelerini kaybetmesi olayıdır ve otorite boşluğu ergen şiddetinin yükselişinde önemli bir faktörü oluşturmaktadır. Bu durum, Durkheim’ın anomi yaklaşımını hatırlatmaktadır: Toplumsal düzenin çözülmesi, bireylerde “normsuzluk” algısının güçlenmesine yol açmaktadır. Normsuzluk algısının suç işleme oranlarını artırdığı ve toplumun işleyişini karmaşaya sürüklediği açıktır.

Ergen şiddetinin artışında yukarıda kısaca söz ettiğimiz otorite boşluğu, kurumsal çözülme ve anomik durum muhakkak önemli bir nedeni oluşturmaktadır. Ancak, sadece bu sözünü ettiğimiz olgular ışığında sorunun çözümlenmesi ve olası çözüm önerilerinin geliştirilmesi mümkün görünmemektedir. Aynı zamanda, başarılı olmanın ve statü elde etmenin toplum tarafından onaylanmış yollarının ergenler için ulaşılabilir olup-olmadığı meselesi çok merkezi bir faktörü oluşturmaktadır. Eğer eğitim gibi başarının yolları bazı ergen-genç gruplar için ulaşılabilir değilse, çeteleşme gibi alternatif yollar devreye girmektedir. Çeteleşme toplumsal şiddetin büyümesindeki en önemli süreçlerden birisini oluşturmaktadır.
Diğer önemli bir mesele ise; epey bir zamandır şiddetin medya tarafından neredeyse toplumsal bir norm gibi dayatılmasıdır. Dijitalleşmenin yaşandığı çağımızda şiddet imgeleri sürekli olarak gündemde tutulmaktadır. Sosyal medya mecraları gibi dijital çağın temel platformları karşısında, aile ve okul çocukların-ergenlerin sosyalleşmesi sürecinde zayıflamaktadır. Birincil sosyalleşmenin ana aracı kurumu ailenin bu rolü önemli ölçüde kitle iletişim araçları tarafından gasp edilmektedir. İkincil sosyalleşme sürecinin ana aracılarından olan okul da rolleri itibariyle benzer bir gerileme yaşamaktadır. Aile ve eğitim gibi toplumsal düzenin temel kurumlarında yaşanan bu aşınmalar ve zayıflamalar, toplumun yaşlıları tarafından doğru kabul edilen değerlerin ve normların ergenlerin dünyasında pek önemli bir yer tutmamasına yol açmaktadır. Nihayetinde ergenlerin sosyal kontrol mekanizmaları tarafından kontrol edilemedikleri ve alternatif modellerin de zayıf olduğu bir süreçte aykırılık, karşıtlık, kabul edilebilirlik “kılıfları altında” medyanın öne çıkardığı şiddet ergenler arasında yaygınlaşmaktadır.
Toplumu oluşturan diğer grupların şiddetle olan ilişkisini ele almadan ergen şiddetinin yükselmesinin nedensel açıklamasını yapamayız. Ergenlerin sosyal çevresi – okul, mahalle, taraftar grubu vs. – şiddeti sıradanlaştıran bir çevreyse, örneğin, ergen bireyler bu durumu normal, olağan bir “habitus” olarak benimserler. Bir başka ifadeyle, içine doğdukları ve içinde yaşadıkları toplumsal çevrenin şiddetle olan ilişkisi ergenin şiddet eğilimini belirlemede son derece etkilidir. Ergen bireyi çevresinden yalıtarak onun şiddet eğiliminin bireysel, psikolojik bağlamda irdelenmesi, bilimsel bir irdeleme olmayacaktır.
Ergenlerin yaşamlarını doğrudan etkileyen ve onları şiddete sürükleyen özellikle toplumsal eşitsizlik gibi sosyal sorunların büyüdüğü dönemlerde, ergen şiddeti artış göstermektedir. Yani yetişkinlerin toplumsal eşitsizlikleri çözememesi, ergen şiddetinin yükselişinde temel bir rol oynamaktadır. Yoksulluk, işsizlik gibi devasa sosyal sorunların çözülmediği aksine artış gösterdiği toplumlarda genel olarak şiddet eğiliminde artış yaşanmaktadır. Dolayısıyla, ergen şiddetinin toplumsal düzeni tehdit edecek boyuta ulaşmasında bizzat o toplumsal düzenin kendi içinde barındırdığı sıkıntılar, çelişkiler başat rol oynamaktadır.
Yetişkinlerin toplumsal eşitsizlikleri çözememesi, ergen şiddetinin yükselişinde temel bir rol oynamaktadır.
Ayrıca, ergenlerin mevcut sistem tarafından baskılanması, topluma karşı yükselen bir ergen öfkesine yol açabilmektedir. Böyle durumlarda, şiddetin büyümesi bu öfkenin bir ifadesini oluşturur. Güç sahibi yetişkinlerin veya güç sahibi diğer ergenlerin tanımladığı, sınırlarını çizdiği ergenler açıkça baskılanan ve bu baskıdan ötürü tüm toplumsal sisteme öfke duyan ergenlerdir. Dolayısıyla, ergenleri niteleyen, onların yaşam alanlarını zaman ve mekân açısından sınırlayan güç sahiplerinin ergen şiddetinin yükselişindeki sorumluluğu görmezden gelinemez.
Türkiye’de ergen şiddeti
Yukarıda yaptığımız genel sosyolojik değerlendirmeden hareketle Türkiye özelindeki olgulara yakından odaklanarak değerlendirmemizi somutlaştırabiliriz. Türkiye’de bir toplum için oldukça kısa sayılabilecek bir zaman diliminde yaşanan devasa göç, toplumsal bağları ve ilişkileri dönüştürmüş görünüyor. Toplumsal düzenin sağlanmasında kritik öneme sahip olan enformel sosyal kontrol mekanizmalarının çok hızlı biçimde çözülmesi genel olarak şiddetin ve özel olarak ergen şiddetinin artışında etkili olmaktadır. Akrabalık, komşuluk, köy/mahalle dayanışması gibi sosyal kontrol sağlayan ve özellikle ergenlerin sosyalleşmesinde merkezi rol oynayan mekanizmaların çözüldüğü süreçte gençlerin/ergenlerin çeteleştiği/mevcut çetelere katıldığı gözlenmektedir.
Bir taraftan daha ziyade geleneksel toplumların bütünleşmesinde rol oynayan akrabalık, komşuluk gibi yapıların kırılması ve diğer taraftan aile ve okul gibi birincil ve ikincil sosyalleşmenin aracılarının yerini kitlesel iletişimin alması, Türkiye’de göçe dayalı olarak hızlı toplumsal dönüşüme yol açmış görünmektedir. Bu dönüşüm bir yanıyla kentsel, modern bir dünyaya yönelmiş dönüşümü andırmaktadır, ama diğer yanıyla bir tür yeniden feodalleşme, ortaçağcıllaşma sürecinin yaşandığını göstermektedir. Henüz yeni bir toplumsal düzenin kurumsallaşmadığı bu süreçte egemenlik ilişkileri eski usullerle yürütülmeye çalışılmaktadır. Çeteleşme gibi oluşumlar bu nedenle devreye kolay girmekte ve gençler şiddeti yaşam biçiminin ifadesi olarak kabul etmektedirler.

Toplumsal bütünleşme yerine gruplaşmanın öne çıktığı bu süreç, yurttaşlık temelinde ortak bir yaşamı değil, kimlik-görüntü-güç üçgeni bağlamında işleyen bir ayrışmayı işaret etmektedir. Kimlik, kültürel olarak farklılığı; görüntü bu kimliğin sermaye anlamındaki ifade ediliş tarzını ve güç para, şiddet gibi araçları simgelemektedir. Böyle olunca ortak bir toplumsal yaşam ideali ikincilleşmekte ve kimlik-görüntü-güç kavgaları kaçınılmazlaşmaktadır. Bu durum sonuçta ergenlerin karşıt kutuplar olarak birbirlerine karşı şiddete daha çok başvurmasına, şiddet aracılığıyla kimliklerini göstermeye yeltenmelerine, şiddet kullanarak güç sahibi olduklarını kanıtlamaya girişmelerine yol açmaktadır.
Bu durumu ne yazık ki destekleyen bir başarıya ulaşma(ma) ve statü elde etme(me) yolunun toplumsal sistem tarafından onaylanmış olması meselesi var. Üniversiteye girişi öncelikle büyük bir rekabete dönüştüren sistem, zaman içinde planladığı şekliyle üniversitenin değersizleşmesini sağladı. Böylece, ergenlerin/gençlerin üniversiteye girişleri bir başarı olmaktan çıktı. Üniversite sıradanlaştı. Üniversite mezunlarının işsizliği, iş bulanlarının maaşlarının yetersizliği, iş güvencesinin olmayışı vb. sorunlar gençlerin başarıya ulaşma ve toplumda bir statüyü elde etme gibi yaşamsal hedeflerden uzaklaşmasında etkili oldu. Üniversiteyi önemsemeyen, ciddiye almayan ama aynı zamanda liseyi bitirince herhangi bir iş garantisi olmayan kalabalık ergen grupları sokaklarda kendilerinden daha güçsüz gördüklerini bıçaklamaya böylece başladılar. Liyakate dayanmayan tabakalaşma modelinin gittikçe sağlamlaşmasının neticesinde ergenlerde/gençlerde umursamazlık, sorumsuzluk ve nihayetinde şiddet eğilimi olağanlaşmaya başladı. Bu olağanlaşma, bütün toplumun işleyişine bir tehdit oluşturmaktadır.
Üniversiteyi önemsemeyen, ciddiye almayan ama aynı zamanda liseyi bitirince herhangi bir iş garantisi olmayan kalabalık ergen grupları sokaklarda kendilerinden daha güçsüz gördüklerini bıçaklamaya böylece başladılar.
Türkiye’de bu sorunlara ek olarak; medyanın şiddeti toplumsal norm olarak kitlelere ve özellikle ergenlere sunması, sosyalleşmede ailenin ve okulun gücünün elinden alınmasında merkezi rol oynamaktadır. TV programlarından dizilere uzanan yayıncılıkta medya doğrudan ve dolaylı olarak şiddeti içermektedir. Şiddeti adeta temel motivasyonu olarak kullanan çok sayıda TV dizisi izlendi ve izlenmeye devam ediliyor. Doğrudan çeteleri, mafyaları konu edinen çok fazla sayıda dizi çekildi ve izlendi. Muhakkak özellikle ergenlerin rol model olarak gördüğü oyuncuların şiddete eğilimin yükselişindeki etkisi az değildir. Ayrıca dijital çağda şiddet imgeleri gerek sosyal medyada gerek diğer dijital platformlarda sürekli olarak gündemde tutulmaktadır. Sonuç olarak ergen şiddetinin artışındaki ana faktörlerden birisi kuşkusuz medyanın şiddeti bir toplumsal norm olarak sunmasıdır.
Ergenlerin dışındaki toplumsal grupların ve özellikle aklı başında olduğu düşünülen yetişkinlerin şiddetle olan ilişkilerine baktığımızda, gördüğümüz manzara pek iç açıcı değil. Örneğin, bir maç sonunda hakemin yumrukla yere düşürüldüğü ve yerde tekmelendiği olayın faili “oldukça yetişkin” biridir. Halkın temsilcilerinin mecliste tekme-tokat birbirine girdiği kavgalar elbette sokak kavgalarından daha seçkin kavgalar değil. Örneklerin gösterdiği gibi, toplum önemli ölçüde öfkeli bir toplum haline gelmektedir. Bu toplumun genç üyelerinden öfkelenmemelerini beklemek, deyim yerindeyse, abesle iştigal etmektir. Kısacası, ergenlerin dışındaki toplumsal kesitler şiddet konusunda sütten çıkmış ak kaşık katiyen değiller.
Toplumsal eşitsizlikler konusuna gelince; ne yazık ki ülkemizde bu konuda çok ciddi bir gerileme yaşanmaktadır ve ergen şiddetinin artışında bu gerilemenin etkisi görmezden gelinemez. Birkaç veri bu konudaki anlayışımızı somutlaştıracaktır. TÜİK verilerine göre toplumun en zengin %20’lik diliminde yer alan grup milli gelirden çok yüksek oranda (%49,8) pay alırken, en yoksul %20’lik dilimi oluşturan grup çok düşük bir oranda (%5,9) pay almaktadır. Dolayısıyla fırsat eşitliği ve gelir dağılımı adaleti gibi pozitif niteliklere sahip bir toplumdan söz etmek mümkün görünmemektedir. Çalışanların yarısı asgari ücret karşılığında çalışmaktadır ki bu herhangi bir modern toplumda görülmesi mümkün olmayan yükseklikteki bir orandır. Toplumsal eşitsizliklerin çözülmekten ziyade gittikçe büyüdüğü bir toplumun gençlerinin şiddetsiz bir gelecek idealine sarılmalarını beklemek çok gerçekçi görünmüyor.
Ergenlerin mevcut sistem tarafından baskılanması, topluma karşı bir ergen öfkesinin yükselmesine neden olmaktadır. Onları tanımlayan, davranışlarını zaman ve mekânda sınırlayan yetişkin güç sahipleri, ergenlerin topluma uyumlu olmalarını beklerken elbette haksızlar. Güç sahipleri ergenleri/gençleri sistem-içi, sistem-dışı gibi tabirlerle “damgalarken” nihayetinde ergenlerin/gençlerin bütün toplumsal sisteme karşı öfke besleyeceğini hesap etmiyor olamazlar. Toplumsal işleyişin sürmesi için ergenlerin/gençlerin enerjisine ihtiyaç duyulur yoksa toplumun diğer kesitleri daha statik ve hatta donmuş bir toplum resmi verebilirler. Ama buna rağmen ergenleri kontrol etmek derdine düşen güç sahipleri kendi iktidarlarının yerinden edilmesi riskiyle ergenlere/gençlere karşı hep tetiktedirler.
Sonuç olarak, dünyada ve Türkiye’de ergen şiddetinin artışının arkasında yatan nedenlere dair bir anlayış ortaya koyduk. Türkiye’de yaşanan toplumsal dönüşüm henüz tamamlanmış, meyvelerini vermiş bir modernleşme başarısına işaret etmemektedir. Aksine ciddi sorunlarla daha uzun bir süre cebelleşmek zorunda olduğuna dair işaretler veren Türk toplumunun acil çözmek zorunda olduğu sosyal sorunlardan birisi kuşkusuz ergen şiddetindeki artıştır.

