Birden fazla dilin konuşulduğu bölgelerde örneğin çocuk parkları ve kreşlerde ya da başka ortamlarda örneğin Akdeniz sahillerindeki turistik otellerde küçük bir gözlem yapabilirsiniz. Farklı ülkelerden gelen çocuklar farklı dilleri konuşmalarına rağmen çok rahat anlaşırlar. Biz yetişkinlerin yapamadığı kadar hızlı bir şekilde birbirlerinden bir şeyler öğrenirler. Bu nasıl olmaktadır?
Çevrenizde bazen şu tip söylemlere kulak misafiri olmuşsunuzdur ya da belki siz de bu tip cümleler kurmuşsunuzdur: “Yahu bizim milletçe dil öğrenmeye yeteneğimiz yok!” Devamında da bu söyleme neden olan şuna benzer bir açıklama gelir: “Yahu filanca memlekete gittim (Filanca memleketten gelenlerle görüştüm) adamlar kaç dili şakır, şakır konuşuyor! Biz bir dil daha öğrenemedik!” Gerçekten yeni bir dil öğrenmeye karşı ülkece bir yeteneksizliğimiz mi var? Tabii ki değil. Böyle bir yeteneksizliğimiz olsa bu kendisini ana dilimizi öğrenme sürecinde de belli ederdi. Tüm insanlar dil/diller öğrenmeye yönelik müthiş bir yetenek ile doğarlar. Ancak bazı ciddi beyin hastalıkları veya genetik/metabolik bozukluklar ile doğan bireylerde dil öğrenme kusuru görülebilir. Biz insanlar doğuştan birçok hazır program ile donatılmış bir beyin ile dünyaya geliriz. (Bu konuya daha önce yine bu köşede değinmiştim bkz: https://gazetebilim.com.tr/dunyaya-bos-bir-zihinle-mi-geliriz-icgudulerimiz-yok-mu/) Ancak bu işlemeye hazır sistemlerin çalışabilmesi için beynin uygun dış uyarıları alması gereklidir. Burada küçük bir uyarıda bulunmalıyım beynimiz dil öğrenmeye hazırlıklı donanıma sahiptir ama bu örümceğin ağ yapma içgüdüsüne benzer bir dil içgüdüsüne sahip olduğumuz anlamına gelmez. Alan Barnard’ın “Tarihöncesinde Dil” adlı kitabında belirttiği gibi “Dil, içgüdü değildir, ama bisiklet sürmeye benzer.(Syf:102)” Bildiğimiz gibi başka işlevler için evrimleşmiş birçok programımız var. Bu programlar bisiklet sürmek için evrimleşmemiştir. Ancak bu programların bir kısmı bisiklet sürmemize de olanak sağlar. Tabii ki ortamda bisiklet ve onu süren birileri varsa ve onlarla bisiklet sürebilmek için yeterince çalışma yapabilirsek. Dil özelinde de herhangi bir insan yavrusu işaret veya sözel olsun bir lisan girdisine maruz kalamazsa dil öğrenebilme yetimiz tek başına bir işe yaramaz. İnsanlarda dilin öğrenilmesi için en kritik olan yaş dilimi ilk 6-7 yaş civarıdır.
Tabii ki burada bireysel farklılıklar görülebilir. Bu zaman dilimi içerisinde de özellikle ilk 3-4 yıl en hassas olan dönemdir. Çünkü bir çocuk 3-4 yaşına değin lisan girdisi ile hiç karşılaşmaz ise bir daha hiçbir dili tam olarak öğrenemeyecektir. Çocuğun bu dönemde sözlü veya işaret dili gibi mutlaka en az bir dil ile karşılaşması dil öğrenebilmesi için olmazsa olmaz koşuldur. Bu konuya aşağıda tekrar döneceğim. Bu öğrenmeye açık olma evresi 12-13 yaş civarına değin ilk 6-7 yaşa göre kısmen azalsa da devam eder. Buluğ çağından sonra dil öğrenmemiz oldukça zor hale gelir. İlk 6-7 yaş içinde çocuk çevresinde konuşulan tüm dilleri kimse ona özellikle bir şey öğretmeye çalışmasa da kendiliğinde öğrenecektir. Yine ergenliğe kadar etrafında konuşulan dilleri öğrenmeye yetişkinlere kıyasla çok daha meyilli ve yeteneklidir. Ayrıca ilk 6-7 yaş içinde öğrenilen dilleri çocuk aksansız konuşabilir. Ancak 6-7 yaş sonrası ne yaparsanız yapın yeni öğrendiğiniz dilde aksanınız olacaktır. Yetişkin yaşlarda yeni bir dil öğrenmek oldukça zordur ve uzun zaman alır. Dil öğrenebilme yeteneğinin yaşla ilişkisinin altını daha iyi çizebilmek için bu konuyla ilgili çalışmaların birinden bahsetmek istiyorum. Psikolog Elissa Newport ve arkadaşları A.B.D.’ indeki Illinois Üniversitesi’nde en az on yıl geçirmiş Kore ve Çin doğumlu öğrencileri kapsayan bir gruba test uygular. Gruba yarısı dil bilgisel hataları olan 276 İngilizce örnek tümce verilir. Ancak bu hatalar düzyazı hatalarını değil melez konuşma diline denk düşen hataları içermektedir. A.B.D.’ ine üç ila yedi yaş arası gelen denekler bu ülke doğumlu öğrencilerle aynı performansı göstermiştir. Buna karşın ülkeye sekiz ila on beş yaş arası gelmiş olanların hatalı sonuçları ülkeye ne kadar geç gelmişlerse o oranda daha fazla olmuştur. On dokuz ila otuz dokuz yaş arası gelmiş olanlarsa, geliş yaşlarından bağımsız olarak daha fazla hata yapmıştır. Dil öğrenme yetimiz müzik aleti çalmayı öğrenmeye çok benzer. Çocukluk çağında insanlar etrafında müzik aleti çalan yakınları varsa bu müzik aletlerini çalmayı çok çabucak öğrenebilirler. Ergenlik sonrası bu yetenekte belirgin gerileme görülür ve yine ileri yaşlarda yeni bir müzik aleti çalmayı öğrenmek güç ve uzun süren bir uğraş haline gelir. Dil yetimiz müzik aleti çalmaya göre biraz daha katı çizgileri benimser. Çünkü her insan etrafında iletişim halinde olan insanlar varsa en az bir dile sahip olur ama her insan bir müzik aleti çalmak zorunda değildir. Çocukluk çağında birey çok dilli olursa yani iki veya daha fazla dille büyürse ileri yaşlarda yeni bir dil öğrenmesi tek dilli yaşıtlarına göre çok daha kolay olacaktır. Aynı olguyu müzik aleti çalabilme konusunda da görüyoruz. Siz çocukken diyelim iki dille (iki farklı müzik aleti çalmayı öğrenerek) büyüdünüz sonra okul yıllarında ergenlik geçmeden bir dil (müzik aleti çalmayı) daha öğrendiniz. Sonrasında diyelim 30’lu yaşlarda yeni bir dil veya bir müzik aleti çalmayı öğrenmek sizin için tek dilli olan veya müzik aleti çalamayan birisine göre çok çok daha kolay olacaktır. Bu arada özellikle erken çocukluk döneminde dil eğitimin katı olmasına gerek yoktur. Çocukla o dille birilerinin sohbet etmesi, oyun vb ile iletişim kurması bile yeterli olacaktır. Sanırım şimdi kendi hayatınız özelinde bile bizde dil öğrenme konusunda yapılan yanlış(ları) görebilmişsinizdir. Yoksa tabii ki dil öğrenmeye karşı doğuştan gelen bir yeteneksizliğimiz yok.
Birden fazla dilin konuşulduğu bölgelerde örneğin çocuk parkları ve kreşlerde ya da başka ortamlarda örneğin Akdeniz sahillerindeki turistik otellerde küçük bir gözlem yapabilirsiniz. Farklı ülkelerden gelen çocuklar farklı dilleri konuşmalarına rağmen çok rahat anlaşırlar. Biz yetişkinlerin yapamadığı kadar hızlı bir şekilde birbirlerinden bir şeyler öğrenirler. Bu nasıl olmaktadır? Çocukların bir dili öğrenme aşaması bize çok şey anlatır. Bu süreç bize ayrıca yeni bir dilin nasıl doğduğunu da kısaca anlatmaktadır. Birbirlerinin dilini bilmeyen ya da az biraz bilen iki yetişkin/iki topluluk karşılaştığında dünyanın her yerinde bu insanlar “Tarzanca” dediğimiz bir dil kullanmaya başlarlar. El-kol hareketlerinin işin içine girdiği ses tonunun yükseldiği yan yana kelimelerin dizildiği eklerin ortadan kalktığı bu ön dile “pidgin” denmektedir. İşte iki yaşından önce çocukların konuşma şekli aynen böyledir. Birbirlerinin dillerini bilmeyen iki yetişkinin bundan öte yapabilecekleri bir şey yoktur. Ya bir tercüman bulunacaktır ya da uzun bir süre harcayıp karşıdakinin dili öğrenilecektir. Ancak birbirinin dilini başta bilemeyen iki toplum için bir başka aşama daha vardır çünkü her iki toplumda da küçük çocuklar bulunacaktır. Birbirlerinin dilini bilmeyen iki toplum başka bir aşamaya geçer ve yeni bir dil ortaya çıkar buna “kreol” dil denmektedir. Ortada yeni bir dil vardır ve bu dilin kendine has dil bilgisi, anlam bilgisi ve grameri vardır. Yani çocukların dil öğrenmeye hazır sinir sistemleri etraflarında konuşulan dili/dilleri çok çabuk bir şekilde öğrenebildiği gibi aynı yeti yeni bir dilin doğmasına da olanak sağlamaktadır. Doğuştan sağır çocuklar fark edilmez, gerekli özen gösterilmez ve işaret dilinden (ya da başka bir lisandan) yoksun kalırlarsa ileride işaret dilini 3-4 yaşından önce işaret diliyle tanışanlara göre daha sınırlı kullanabilmektedir. Bazen bir bölgede siyasi, politik veya doğal bir ya da birden fazla nedenle normalde akademik ortamda yapılamayacak büyüklükte doğal deneyler oluşur. Bu tip bir doğal deney Nikaragua’da yaşayan işitme engelli çocuklar tarafından oluşturulan Nikaragua İşaret Dilinin (NİD) gelişim sürecinde izlenebilmiştir. İşaret dilleri işiten insanların konuştuğu dilin el-kol hareketleri ile pantomim şeklinde kodlanmış hali değildir. İşaret dilleri işitme engelli insanları olduğu her yerde bulunur. Sözlü diller gibi her biri bağımsız, eksiksiz ve dünyada bulunan bütün konuşma dilleriyle aynı şekilde dil bilgisel işleyişi olan dillerdir. Klasik bir örnek vermek gerekirse Amerikan İşaret Dili, A.B.D.’ indeki işitme engelliler tarafından kullanılan dildir ve bu dil İngilizceye veya Britanya İşaret Diline benzemez. Nikaragua’da Sandinista hükümeti 1979’da başa geçip eğitim sisteminde reform yaptıktan sonra ilk NİD ortaya çıkmıştır. Çünkü bu tarihe değin işitme engelli nüfus daima diğerlerinden uzak tutulmuştur. İşitme engelliler için kurulan okullarda ilk olarak çocukların dudak okuması ve dudak hareketleri ile konuşmaları üzerine odaklanmıştır. Bu yöntem daha önce denendiği diğer yerlerde olduğu gibi çok yararlı olamamıştır. Ancak bir süre sonra işitme engelli çocukların ev ortamında aileleriyle iletişim için kullandıkları hareketleri rastlantısal bir şekilde bir araya toplayarak okul bahçesinde ve servis arabalarında kendi işaret dillerini icat ettikleri görülmüştür. Daha sonra da bu dil bugün bilinen hali ile NİD’ne dönüşmüştür. Bu dili kullananlar arasında dilin öğrenildiği yaşla dilin akıcı kullanımı arasındaki ilişki de ilginçtir. Şöyle ki günümüzde NİD, dili on yaşından itibaren öğrenmiş olan on yedi ila yirmi beş yaş arası olanlar tarafından farklı akıcılıkta kullanılmaktadır. Bu dil temelde melez bir dildir. Kullanan her bir kişi bu dili farklı farklı kullanmaktadır. Ayrıca işaretler sabit bir dilbilgisine bağlı olmak yerine anlamlı ve ayrıntılı ifadelere bağlıdır. Ancak okula daha küçük yaşlarda örneğin dört yaşında başlayan çocuklarda durumun çok farklı olduğu gözlenmiştir. Bu çocuklar dili daha akıcı kullanmaktadır. Bu küçük yaşta öğrenen çocukların kullandıkları dilin artık bir lehçe olduğu fark edilmiştir ve buna Nikaragua İşaret Lehçesi (NİL) denilmiştir. NİL bir kreol dile benzemektedir. Yaşça küçük çocuklar kendilerinden büyüklerin kullandığı melez bir dil olan NİD ile karşılaştıklarında NİL kendiliğinden biçimlenmiş ve yeni bir “kreol” dil doğmuştur. NİL kullanan çocuklar NİD’ne eksik olan birçok dil bilgisel donanım eklemişlerdir ve bu şekilde daha az ifade ile bu dil daha yetkin kullanılabilmektedir. Yazının başında insan 3-4 yaşına değin lisan girdisi ile hiç karşılaşmaz ise bir daha hiçbir dili tam olarak öğrenemeyecektir demiştim. Bunu nasıl bilebiliyoruz diye sorabilirsiniz? Çok ender olarak insan bebekleri doğada kaza veya ilgisizlik vb gibi bir nedenle yalnız kalır ve bu çocuğu hayvanlar büyütürse bu durumla karşılaşılır.Tarzan çocuklar veya “Feral child” olarak adlandırılan bu durum çok ender de olsa çok yakın tarihlerde bile kayda geçmiştir. Ancak akılda tutulmalı ki bu çocuklara ilişkin öyküler her zaman doğrulanamamaktadır. Öykülerin bir kısmı sahtedir ya da abartılmıştır. Ayrıca bu tip olgularda doğada bulunan çocuğun zaten bir zihinsel kusuru olup olmadığı veya hayvanlarla birlikte geçirdiği sürede maruz kaldığı olası travma veya hastalıklar bilinmediği için bu olgu raporlarına oldukça şüphe ile yaklaşılmalıdır. Bir diğer durum ise özellikle daha yakın tarihli olguları kapsayan zihinsel veya ruhsal sağlığı bozuk ebeveynler tarafından her türlü sosyal ilişkiden ağır derecede izole edilmiş çocuklardır. Bu çocuklar nispeten daha iyi araştırılmış olgulardır. Ebeveynler tarafından tecrit edilen diğer insanlarla fiziksel ve sosyal etkileşime hiç girememiş çocuklardan elde edilen bilgiler nispeten daha güvenilirdir. Bir şekilde insan sosyalliğinden mahrum büyüyen çocukların bazı ortak özellikleri vardır. Bu çocuklar dört ayaklı yürürler ve yanında kaldıkları/fiziksel olarak yakın oldukları hayvan türüne benzer şekilde hareket ederler. Hirsutizm veya hipertrikozis görülür. Duyusal algılarının yaşıtı normal çocuklardan daha duyarlı olması, müziğe duyarlı olmaları ve müzikle sakinleşebilmeleri, psikososyal cücelik, konuşma ve gülebilme yetilerinin olmaması ve sıcak ve soğuğa karşı duyarsızlık diğer ortak özelliklerdir. Bu çocuklar eğer 3-4 yaş öncesi insan sosyalliğinden uzak kaldılar ise tam olarak bir dili hiç konuşamazken bu üzücü olay eğer 3-4 yaş sonrası oldu ise bir dereceye kadar konuşabilmektedir. Tabii ki ağır tecrit veya vahşi hayat koşulları nedeniyle daha kazanılan yetiler yitirilebildiği gibi tecrit veya doğaya terk edilme öncesinde de çocukla hiç iletişim kurulmamış ise olayın başlangıcındaki yaştan bağımsız olarak çocuk konuşma ve iki ayaklı yürüme yetisini hiç geliştirememiş olabilir. Bu hem üzücü hem de çok öğretici olgular ile ilgilenen okurlar yakın tarihli iyi belgelenmiş kimi çocukların öykülerine internet üzerinden ulaşabilirler. Birkaç olgu örneği vermek istiyorum. A.B.D. ’inde 1970 yılında bulunan Genie kurtarıldığında 13 yaşındadır. Ne yazık ki tüm hayatı ağır bir tecrit altında yalnız geçmiştir. Bulunduğu sırada Genie, dört ayaklı (tavşan benzeri) yürümektedir ve az sayıda kelimeyi anlayabildiği ve az sayıda kelimeyi biraz bozuk da olsa söyleyebildiği görülmüştür. Bir aile tarafından bakımı üstlenilen Genie oldukça ilerleme gösterebilmiştir ne yazık ki ödenek yoksunluğundan daha sonra bir bakımevine yerleştirilmiştir. Yine A.B.D. ‘inden Danielle Crockett adındaki kız 2005 yılında tecritten kurtarılmıştır. Danielle hayatının ilk yedi yılında odasında kilitli tutulmuş ve herhangi bir insan ile etkileşime girmemiştir. Bu da çeşitli ciddi gelişimsel gerilemelere neden olmuştur. Daha sonra evlat edinilen Danielle 2017 itibariyle bir grup evinde yaşamaya başlar. Konuşmayı hiç öğrenememiştir ancak insanların kendisine dokunmasına izin vermeye ve başkalarının gözlerinin içine bakabilmeye, yüzebilmeye başlamıştır. Rusya’da 2008 yılında yedi yaşında iken tecritten kurtarılan Rus Kuş-çocuk Vanya Yudin bir diğer üzücü örnektir. Doğduğu günden itibaren kuş kafesleri ile çevrili ince duvarlı küçük 2 odalı bir apartman katında kendisi ile hiç konuşmayan annesi tarafından büyütülmüştür. Vanya konuşamıyormuş ancak sadece kuş benzeri sesler çıkarabiliyormuş. Natasha ise 2009 yılında Rusya’da Chita, Zabaykalsky Krai’de beş yaşında iken bulunuyor. Tüm hayatını kediler ve köpeklerle birlikte, ısı, su veya kanalizasyon sistemi olmayan bir odada kilitli olarak geçirmiştir. Bulunduğunda konuşamıyormuş. Bakıcıları gittiğinde ise kapıya atlıyor ve havlıyordu ve birlikte büyüdüğü hayvanların davranış özelliklerini sergiliyormuş. Bu olguların daha ciddi ele alınıp belgelenmesi, yakın tedavi ve takibi çok önemlidir. Böylece bu istenmeyen durumla karşılaşıldığında mağdur olan çocuğun tekrar kazanılması açısında elde edilen veriler çok faydalı ve öğretici olacaktır. Umarım bir daha hiçbir çocuğun başına böylesi durumlar gelmez. Dilin/dillerin nasıl öğrenildiği başta olmak üzere dile ilişkin birkaç konuya değinmeye çalıştım. Umarım faydalı olmuştur. Saygılarımla….
Yararlanılan ve Önerilen Kaynaklar
1– Barnard A. “Tarihöncesinde Dil” Çev.:Mehmet Doğan. Boğaziçi Üniversitesi Yayınları. 1. Basım 2016
2-Pinker S. “Dil İçgüdüsü” Çev.:Feray İlgün. Bilge Kültür Sanat yay. 2018
3– Bickerton D. “Adem’in Dili: İnsan lisanı nasıl yarattı, Lisan insanı nasıl yarattı?” Çev.:Mehmet Doğan. Boğaziçi Üniversitesi Yayınları. 1. Basım 2010
4– Desalles JL, Picq P, Victorri B. “Dilin Kökenleri” Çeviren:Atakan Altınörs. Bilge Kültür Sanat yay.