Atatürk, “Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir” diyerek Cumhuriyet’in ilanından sonra, düşüncelerini uygulamaya geçirecek kurum ve kuruluşların hızla kurulmasına yönelmiştir.
Aydınlanma, insanın kendi aklı ve deneyimleri ile geleneksel görüşler, otoriteler ve ön yargılardan kendisini kurtarıp, yalnızca aklına dayanarak, dünyayı ve yaşamını kavrayıp düzenlemeye çalışmasıdır. Bu anlamda Aydınlanma Çağı insan aklının özerk olduğu, inanmanın esas değil, bilmenin esas olduğu bir dönemdir. Burada sorgulanan, insan varlığının anlamı ve bu dünyadaki yeridir.
Nitekim Immanuel Kant’a (1724-1804) göre de Aydınlanma, insanın kendi kusurları sonucu düşmüş olduğu olumsuz durumdan (Ortaçağ’da insanoğlu böyle bir duruma düşmüştü) yine kendi aklını kullanmak suretiyle çıkması çabasıdır. Kant’a göre gerçekte, insanoğlu bu olumsuz duruma aklın kendisi yüzünden değil, onu kullanmaması yüzünden düşmüştü; aklını kendi başına kullanamamış ve hep başkalarının kılavuzluğuna gereksinim duymuştu.
Öyleyse bu yönüyle Aydınlanma, Ortaçağ düşüncesine ve yaşam anlayışına karşıt bir dünya görüşü olarak karşımıza çıkmaktadır. Amaç, tıpkı Rönesans’ta olduğu gibi, her türlü otoriteden bağımsız olmak, deneyin ve aklın sağladığı doğrularla doğayı ve yaşamı anlamak ve açıklamaktı. Zira doğa ile akıl arasında bir uygunluk bulunmaktaydı ve akla uygun olan doğayı akıl rahatlıkla kavrayabilirdi. Akla bu kavrayışta yardım edecek yöntem ise matematikti. Nitekim Galileo Galilei (1564–1642), evrenin matematik diliyle yazılmış bir kitap gibi olduğunu düşünüyordu. Yine bu yüzyılın diğer bir özelliği de kabul edilen bir ana prensipten hiçbir atlama yapmaksızın adım adım diğer bilgileri bu temel çıkış noktasından türeten, büyük sistemlerin oluşturulduğu bir yüzyıl olmasıdır. Bu sistemler ise akla, bilime ve ilerlemeye büyük bir güvenin doğmasını sağlamıştır.
18. yüzyılda ortaya çıkan Aydınlanma Düşüncesi içerisinde bilimlerin yerini kavrayabilmek için bir önceki yüzyılda ortaya çıkan gelişmelere göz atmak gerekir. Bir yüzyıl öncesi yani 17. yüzyıl bilimsel devrimler çağıdır. Batı düşüncesi, Hıristiyanlık dini ve skolâstik anlayışın egemen olduğu Ortaçağ düşünce yapısından Rönesans Dönemi’nde kopmaya başlamıştır. 15. ve 17. yüzyıllar arasını kapsayan Rönesans Dönemi, Ortaçağ’ın kavramlarına ve yöntemlerine karşı tam bir başkaldırıydı ve bu başkaldırının sonuçları özellikle bilimde çok sert olmuştur. Bilim alanında yapılan yenilikler devrim niteliğindedir.
Aydınlanmanın temel karakterleri ve bilim
Aydınlanmada, yalnızca aklına dayanarak, her türlü tarihsel otoriteden bağımsız olmak, deneyin ve aklın sağladığı doğrularla doğayı ve yaşamı anlamak ve açıklamak amaçlanmaktadır. Bu düşünce doğa ile akıl arasında bir uygunluk olduğu ve akılsal yapılı olan bu doğayı aklın rahatlıkla kavrayacağı ilkesine dayanır. Akla bu kavrayışta yardım edecek yöntem de matematiktir. Nitekim Galilei evrenin matematik diliyle yazılmış bir kitap gibi olduğunu düşünüyordu.
Yine bu yüzyılın diğer bir özelliği de kabul edilen bir ana prensipten hiçbir atlama yapmaksızın adım adım diğer bilgileri bu temel çıkış noktasından türeten, büyük sistemlerin oluşturulduğu bir yüzyıl olmasıdır. Bu sistemler ise akla, bilime ve ilerlemeye büyük bir güvenin doğmasını sağlamıştır.
Bilimsel açıdan Aydınlanmanın temel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
Akılcılık: İnsan aklının her türlü rehberliği yapacak güçtedir. Başka hiçbir kaynağa gerek duymaz. Akıl hem doğru düşünmeyi hem de doğru eylemi verecek tek kaynaktır.
Bilimcilik: Aydın insan gerçeği ve doğruyu arayan ve onu bulmak için kendine bilimi rehber edinen bireydir. İnsan bilimde ne kadar çok ilerlerse o kadar çok güç, mutluluk, huzur ve refah sahibi olur.
Aydınlanmış din: Aklın ve bilimin egemenliğinde ve kılavuzluğunda dinde de yenileşme ve değişme yani aydınlanma gereklidir.
Metafiziğin reddi: Bilimsel bilginin temelinde olgu, gözlem ve deney yer alır. Evrende ya da toplumda özsel ve ereksel nedenler aramak yerine nesnel, olgusal, maddesel nedenler aranmalıdır.
İlerlemecilik: Bilim ve teknolojideki ilerlemenin yanı sıra tarihte de bir ilerleme vardır. İnsanlık tarihi düzgün doğrusal olarak daha iyiye doğru yani yoksulluktan zenginliğe; basitten karmaşıklığa, doğaya bağımlılıktan özgürlüğe, kısaca her alanda olumluya doğru gitmektedir.
İnsancılık: İlerleme insan içindir. İnsan toplumsal varlık olarak özgürleşmesini ve daha mutlu olmasını sağlayacak, gelişimini sürdürecek bir hümanizm içine girmiştir. Toplum ve devlet, insan yani birey için vardır.
Bireycilik: Düşünen, sorgulayan, bilen, araştıran ve eleştiren özgür bireylerin oluşması esastır.
İnsan hakları ve özgürlük ilkesi: Aydınlanma insan hak ve özgürlüklerinin tanımlandığı, korunduğu ve yasal güvenceye alındığı toplumlarda gerçekleşir.
Evrenselcilik: Evrenin ve toplumun yasalarını bulmak. İnsanlık evrensel olan ilkeler doğrultusunda yeniden oluşturulabilir.
Cumhuriyet ve aydınlanma
19. yüzyıl hem Doğu hem de Batı için, özellikle entelektüel kültür açısından, dev dönüşüm ve değişimlerin ortaya çıktığı büyük bir dönemi simgelemektedir. Bu dönemde bilim ve onun uygulama boyutu olan teknolojide hemen hemen tarihin hiçbir döneminde görülmedik ölçüde hızlı gelişmeler ortaya çıkmış ve bunun doğal bir sonucu olarak, toplum yaşamında da köklü değişimler yaşanmaya başlanmıştır. Batı’da bu dönemde ortaya çıkan gelişmeler, aslında 15. yüzyılda ortaya çıkan Rönesans ve Reform hareketlerinin ve daha sonra da Aydınlanmanın yarattığı “yeni” düşünsel, kültürel ve sanatsal anlatım ve yaratıcılığın üstün konuma geçtiği bir ortamın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemin düşünsel kavrayışına egemen olan etmen “bilgi” ve “daha çok bilgi” üretmektir.
Batı kültür çevresine yönelmenin resmi görünümü Tanzimat’la başlar. Ancak Osmanlının karşısında İslam kültür çevresinin yapısında yer almayan oluşumlardan kurulu bir Avrupa vardır. 1. Çağdaş anlamında Aydınlanmayı yaşamakta olan, 2. Uluslardan oluşan, 3. Sanayi uygarlığını başlatmış olan bir Batı karşımızdadır. Osmanlı Devleti ise bu üç öğeden de yoksundur ve eleştiriye kapalı bir ortamda, ulus yerine ümmet yapısındadır. Ayrıca sanayi uygarlığına geçememiş bir düzeydedir.
Batı’da bu değişimler yaşanırken Osmanlı Devleti’nde henüz bu gelişmenin farkına varıldığına ve sonunun nereye varacağının kestirilmesine yönelik düşünce ve bunun gerçekleştirilmesine yönelik atılımlarla karşılaşılmamaktadır. Yeniyi bulup çıkarmaya yönelmiş, köklü ve devrimsel atılımlarla kendi ayırt edici niteliklerini ortaya koymuş olan Rönesans düşüncesinin ise, ilk bakışta, Osmanlı Devleti’ndeki yansımalarının ancak 18. yüzyılda ortaya çıkmaya başladığı izlenimi edinilmektedir.
Yaygın bir kanıya göre, bu dönemde, belirgin bir şekilde, özellikle askeri alanlarda geleneksel anlayışın değiştirilmesinin gerekliliğine yönelik düşünceler ön plana çıkmaya başlamış ve bu anlayış diğer alanlara da yayılmaya çalışılmıştır.
Ancak, yapılacak ayrıntılı bir inceleme aslında bu belirlemenin de eksik, yapay ve desteksiz olduğunu göstermektedir. Çünkü ortaya çıkan problemlerin nedenlerine yönelik bir kavrayış bu dönemde ortaya çıkmaya başlamış olsa bile, geleneksel bilgi üretme yollarına dayanan, otoritelerin söylediklerinin basit tekrarlanması türündeki çalışmalar henüz bütün canlılığını korumaktadır ve daha da önemlisi hâlâ otoritelere güvenerek Batı karşısında varlık gösterilebileceği inancı devam etmektedir.
19. yüzyıla giren Osmanlı Devleti, sadece bilim ve kültür alanında değil, fakat aynı zamanda, siyasal ve toplumsal alanlarda da yenilikler yapması gerektiğinin bilinciyle, önce 3 Kasım 1839’da Tanzimat ve arkasından 1876 yılında Birinci Meşrutiyet’in ilanını gerçekleştirmiştir.
Böylece, askerlik, adliye, maliye, eğitim ve devlet yönetimine ilişkin konularda düzenleme ve yeniliklere gidilmeye çalışılmıştır.
Batı’nın gelişmişliğinin altında yatan temel motivasyonun bilim ve bilime dayalı aktiviteler olduğunu çok iyi fark etmiş olan Atatürk, bu gerçekliği tüm halka anlatabilmek için ünlü “Hayatta en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir.” sözünü söylemek gereksinimini duymuştur. Bu söz aslında Cumhuriyet’in dayandırılacağı esasları da özetleyen bir belirlemedir.
İçinde bulunulan çağın ve getirdiği yaşam biçiminin bilimsel bilgiye dayandığını ve gerçek gücün bu bilgi olduğunu her fırsatta vurgulayan Atatürk, “Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir” diyerek Cumhuriyet’in ilanından sonra, bu düşüncelerini uygulamaya geçirecek kurum ve kuruluşların hızla kurulmasına yönelmiştir.
Türkiye’de Aydınlanma sürecinin adımlarını üç temel üzerine oturtmak mümkündür: 1. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılarak yerine Türk ulus-devletinin kuruluşu. 2. Cumhuriyetin ilanı ve halk egemenliğine dayalı yeni bir devlet sistemi oluşturulması. 3. Anayasal bir zemin üzerinde vatandaşlık statüsüne dayanan hukuksal eşitlik. Bu adımların halka yansıması için de bazı adımlar atılmıştır. Öncelikle modern bir yaşamın inşası gerekliydi. Bunun için de okur-yazarlığın arttırılması gerekiyordu. Bunun için de Harf Devrimi önemli bir adımdır. Diğer taraftan kırsal kesimde yaşayan insanların ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan modern birer vatandaş haline getirilmesi amaçlanmıştır.
Aydınlanmanın ana ödevleri bağlamında devrimleri değerlendirsek şu önemli sonuçlara ulaşırız. Öncelikle aydınlanmanın ana amacı özgür insanlar yetiştirmek ve bu bağlamda bireyleri ve yurttaşları eğitmektir. Bu amaç doğrultusunda Cumhuriyet döneminin Türkiye’sinde okulların reformu gerçekleştirilmiş, Millet Mektepleri açılmış, eğitimde birlik sağlanmış (3 Mart 1924 – Tevhid-i Tedrisat) ve Latin harflerine (1 Kasım 1928 – Harf devrimi) geçiş yapılmıştır.
Bu bağlamda Cumhuriyetin kuruluşunda etkili olan temel fikirler şunlardır: Pozitivist düşünce, hümanizmin ve insan kavramının ön plana çıkması, dinin siyasi yaşamdan çekilmesi (sekülerleşme). Genel olarak Atatürk’ü pozitivizme yaklaştıran üç önemli ideolojik öğe bulunmaktadır. Cumhuriyetin, toplumsal sınıf kavramı ve sınıf çatışması yerine toplumsal ahengi ifade eden halkçılık, devlet ve toplum yaşamında yol gösterici olarak ele alınan bilimsel düşünme şekli, Osmanlı’dan kalan teokratik yapıyı maddi ve kültürel açılardan çözeceği düşünülen laiklik.
Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ü pozitivizme yaklaştıran üç önemli ideolojik öğe, halkçılık fikri ile bilim ve laikliktir. Cumhuriyet, toplumsal sınıf kavramı ve sınıf çatışması yerine toplumsal ahengi ifade eden halkçılık, devlet ve toplum yaşamında yol gösterici olarak ele alınan bilimsel düşünme şekli ve Osmanlı’dan kalan teokratik yapıyı maddi ve kültürel açılardan çözeceği düşünülen laiklik temelleri üzerine kurulmuştur.
Yeni devletin kurucusu ve ideolojisinin temelini oluşturan Atatürk’ün laiklik anlayışı, laikliğin, tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğünü kapsamaktadır; din bir vicdan meselesidir ve devletin dine saygı göstermesi gerekmektedir. Ancak bu düşünce devletin dinsel esaslara göre yönetilmesine kesin olarak karşıdır ve halkın içindeki “din simsarlarının” mutlaka tasfiye edilmesini işaret etmektedir.
Bu bağlamda Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin temel yapıtaşları olan, cemaat yaşamından ulusa yöneliş (dil, kültür ve ülkü birliği), yeni devlet anlayışı; Cumhuriyetçi, ulusçu, halkçı, devletçi, laik ve devrimci devlet anlayışı, çağdaş bilgilere dönük eğitim (ilerleme temelli, akla, çağa uygun yaşam hedefleyen laik eğitim), yeni bir kültür savaşı (ön yargılardan, boş inançlardan arınmış özgür düşünce ortamı yaratarak çağdaş bir kültür oluşturmak), Türkçenin ulusal kültür diline dönüştürülmesi ve Türk kadınına siyasal haklarının tanınması hamlelerinin Aydınlanma düşüncesinin temel öğeleri olduğu açıktır.
Kaynakça
A. Kadir ÇÜÇEN, “Batı Aydınlanmasının Düşünsel Kökenleri ve Eleştirisi”, Muğla Universitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (İLKE), Atatürk’ün Doğumunun 125. Yılı ve Cumhuriyetimizin 83. Yılı Özel Sayısı, s. 25-34.
Ahmet Cevizci, Aydınlanma Felsefesi, Ezgi Kitabevi, Bursa 2002.
Aydın Sayılı, Atatürk ve Bilim, Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı Külliyatı – I, Ed: Remzi Demir, Der: İnan Kalaycıoğulları, AKM, Ankara 2008.
Bedi Gümüşlü, “Aydınlanma ve Türkiye Cumhuriyeti”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları (HÜTAD), (8), 2008, 123-144.
H. Emre Bağce, Güven Bakırezer, “Aydınlanma, Cumhuriyet ve Yurttaşlık”, Cumhuriyet Aydınlanması, Der. M. Sarıoğlu, Kocaeli Üniversitesi Yayınları, 2004, s. 27-68.
Hüseyin Gazi Topdemir ve Yavuz Unat, Bilim Tarihi ve Felsefesi, İkinci Baskı, Pegem A Yayınevi, Ankara 2020.
İnan Kalaycıoğulları, Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Bilim, 2 Cilt, Muhayyel Yayınları, İstanbul, 2020.
Kant, I., “Aydınlanma Nedir? Sorusuna Yanıt (1784)”, Toplumbilim Aydınlanma Özel Sayısı, Sayı: 11, Çev. Nejat Bozkurt, Bağlam Yayınları, İstanbul 2000.
Macit Gökberk, Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk, Kırmızı Kedi, İstanbul 2018.
Şeref Aykut, Kamâlizm, Dorlion, İstanbul 2023.
[1] 14-15 Eylül 2023 tarihinde İstanbul Nazım Hikmet Kültür Derneği’nde düzenlenen Tarık Akan Toplantıları (IV), panelinde sunulan Aydınlanma ve Bilim adlı sunumumu özetlenmiş halidir. Bu panelde sunulan bildiriler 2024 tarihinde basılmıştır. Aydınlanma, Tarık Akan Toplantıları IV, Hiper Yayın, Editörler: Güler Demir, Hasan Sacit Keseroğlu, İstanbul 2024.