GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: 29 Nisan Dünya Dans Günü
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > Bilim > Psikoloji > 29 Nisan Dünya Dans Günü
PsikolojiSanat

29 Nisan Dünya Dans Günü

Yazar: GazeteBilim Yayın Tarihi: 29 Nisan 2025 30 Dakikalık Okuma
Paylaş
latin
Latin Amerika kökenli danslar arasında yer alan tango, 19. yüzyıl sonlarında Arjantin’in Buenos Aires liman kentinde doğmuş ve göçmen, işçi ve düşük sınıfların duygusal ifadesi olarak ortaya çıkmıştır.

Dans, insanlık tarihinin en eski ve evrensel ifade biçimlerinden biridir. Tarih boyunca, kimileri için estetik, kimileri için sosyal, kimileri için politik, kimileri için ise dini amaçlarla icra edilmiştir.

İçindekiler
Antik Mısır’dan bir örnek: Hathor Festivali ve dansMezopotamyalılardan bir örnek: Akitu Festivali ve dansBüyük Dionysia (Μεγάλα Διονύσια) ve dansBüyük Panathenaia (Μεγάλα Παναθήναια) ve dansRönesans’ta dans formlarıRomantik dönemden bir örnek: Ballet blancDans türlerine kısa bir bakışDansın psikolojik ve bilişsel etkileri

İlknur Yaren PALA

Batuhan AKGÜNDÜZ

Dansın ilkel dönemlerde ortaya çıkışına dair en meşhur örnek Mezolitik dönemde Hindistan Bhimbetka Mağaraları’nın duvarlarında rastlanılan dans eden figürlerdir.

Görsel: Bhimbetka’nın dans eden figürleri

Bhimbetka figürlerinin ortaya koyduğu en önemli gerçek, insanlığın dansı M.Ö. 10.000’lerde dahi — ister sosyal, eğlence amaçlı, ister dini ritüel bağlamında olsun — kolektif bir bilinçle gerçekleştirdiği bir iletişim aracı ve bir davranış biçimi olarak kullanmasıdır.

Benzer bir örneğe, bu kez Şanlıurfa’da, Nevali Çori’de denk geliriz. Kireçtaşından yapılma bir tabağa kazınan dans figürlerinden dışta kalan ikisinin net bir biçimde insana ait olduğu, ortadaki figürün ise bir kaplumbağayı andırdığı görülmektedir.

Görsel: Nevali Çori’de kireçtaşından yapılma tabağa kazınmış figürler

Antik Mısır’dan bir örnek: Hathor Festivali ve dans

Hathor (ḥwt-ḥr), Mısır mitolojisinde aşkın, güzelliğin, müziğin, dansın, doğurganlığın ve neşenin tanrıçasıdır. Aynı zamanda ölüm sonrası yaşamla da ilişkilendirilir; ölüleri cennete taşıyan bir figürdür. Hathor, özellikle kadınlarla, doğurganlıkla ve doğumla özdeşleşmiştir ve boğa boynuzları arasında bir güneş diski taşıyan figürüyle betimlenir. Hathor Festivali, yıllık Nil taşkınlarının ardından, ay takvimine göre yılın son aylarında (yaklaşık olarak Eylül-Ekim) düzenlenirdi. Bu dönem, tarımsal döngünün yeniden başlamasına, hayatın yeniden doğuşuna denk gelmektedir. Festivalin arkasındaki ana mit, Hathor’un “uzaktaki tanrıça” (the Distant Goddess) olarak Ra’dan uzaklaşıp Nubya’ya gitmesi ve sonra geri dönmesi mitine dayanır. Bu mitolojik anlatıda Hathor, öfke ve kaos (bazı versiyonlarda Sekhmet formunda) şeklinde dünyaya zarar verir. Ancak sonra sakinleşir, tekrar “iyi tanrıça”ya dönüşür ve Ra’ya döner. Bu dönüş, kozmik düzenin (Maat) yeniden temin edilmesini simgeler.

Hathor’un en önemli sembollerinden biri olan sistrum (Metal bir çerçeveye geçirilmiş tellere takılı metal diskler veya halkalardan oluşmakta ve sallandığında ritmik ve tiz bir “çınlama” sesi çıkarmaktadır) ve menat kolyesi (Bir kolye gibi takılır ama arkaya sarkan ucu ritim vermek amacıyla dans sırasında omuz ve sırt bölgesine vurularak sallanır) törenlerde önemli rol oynardı. Dansçılar, kadın vokalistler ve müzisyenler tapınağın kutsal avlularında performans sergilerdi. Hathor, müzik ve dansla memnun edilen bir tanrıça olduğundan bu sanatlar ritüelin merkezinde yer almaktaydı. Kadınlar bu festivalde özel bir yere sahipti. Hathor’un dişil doğası gereği, kadın rahibeler, müzisyenler, dansçılar törenlere aktif bir biçimde katılırdı. Bu, aynı zamanda Antik Mısır’da kadınların dini hayatta ne kadar etkin olduğuna dair bir örnektir. Mısırlılar, Hathor’un neşe içinde dans ederek evrendeki armoniyi sürdürdüğüne inanırlar ve tanrıçayı “Altın Kadın”, “Müziğin Hanımı”, “Kutsal Dönüşlerin Hanımı” gibi unvanlarla anarlardı. Bu unvanlar, dansı sadece estetik değil tanrısal bir hareket olarak yorumladıklarını gösterir. Festivalde yapılan danslar, özellikle ekstaz durumuna geçiş amaçlıydı. Şarap ve müzikle birlikte icra edilen bu danslarda ritim yavaş yavaş yükselir, dansçılar trans hâline geçerdi. Bu durum, Hathor ile “mistik birleşme” olarak görülürdü.

Mezopotamyalılardan bir örnek: Akitu Festivali ve dans

Akitu Festivali, Antik Mezopotamya’nın en eski ve en önemli bayramlarından biridir. Özellikle Babil’de bahar aylarında düzenlenen bu on iki günlük törensel döngü, yalnızca yeni yılın başlangıcını değil, aynı zamanda kozmik düzenin yeniden tesisini ve kralın meşruiyetinin tanrılar tarafından onaylanmasını da simgelemekteydi. Bu çok katmanlı ritüel yapıda dans, tanrılarla insanlar arasındaki bağı kuran, evrenin yeniden yaratımını beden diliyle temsil eden kutsal bir edim olarak merkezi bir rol oynamaktaydı.

Festival boyunca sergilenen danslar, Marduk’un Tiamat’a karşı verdiği kozmik savaşın dramatik yeniden canlandırılmasına eşlik etmekteydi. Bu mitin teatral yorumu, sadece sözlü anlatıyla sınırlı kalmamakta; dansçılar, Marduk’un zaferini, evrenin oluşumunu ve kaostan kozmosa geçişi ritmik hareketlerle sahneye taşımaktaydılar. Dans, burada beden aracılığıyla mitin icrası, yani ritüel performansın bedensel tezahürüdür.

Ayrıca festivaldaki dans teması kral ile de doğrudan ilişkilidir. Festivalin belirli aşamalarında kral, tanrının huzurunda geçmiş yılın hataları için arındırılır, aşağılanır ve nihayetinde yeniden tahta çıkarılırdı. Bu arınma ve yeniden doğuş süreci, danslar ve müzikle çevrelenirdi. Kısacası, dans, kralın yeniden kutsanmasını tanrılara ve halka ilan eden sembolik bir araç işlevi görmekteydi.

Mezopotamyalılarda dansın ritüel işlevi sadece hareketin estetiğinde değil, onun zamansal ve mekânsal etkisindeydi: ritim, zamanın kutsal biçimde akmasını sağlar; hareket, kutsal mekânın yeniden biçimlenmesini olanaklı kılardı. Böylece Akitu Festivali’ndeki dans, hem kozmogonik (evren yaratıcı), hem politik (kralı meşrulaştırıcı), hem de sosyal (toplumu bütünleştirici) bir edime sahipti.

Büyük Dionysia (Μεγάλα Διονύσια) ve dans

Antik Yunan’da özellikle Atina kentinde her yıl baharın başlangıcında düzenlenen Büyük Dionysia (μεγάλη Διονύσια), yalnızca şarap tanrısı Dionysos’a adanmış bir tarım bayramı değil, aynı zamanda tragedyanın, komedyanın ve kolektif estetik deneyimin doğduğu kültürel bir sahneyi ihtiva etmekteydi. Bu çok yönlü festivalde dans ve müzik, hem kutsal ibadetin, hem teatral anlatının, hem de toplumsal bütünleşmenin temel araçları arasında yer almaktaydı.

Festivalin kökeninde Dionysos’un doğa, sarhoşluk, dönüşüm ve yeniden doğuşla olan ilişkisine yer verilmekteydi. Müzik ve dans, bu tanrının doğasıyla özdeşleşmiş unsurlardı ve Dionysos’un kültü, genellikle ekstatik ritüeller, transa geçirici ritmik çalgılar ve dairesel danslarla karakterize edilirdi.

Festival boyunca sahnelenen tragedya, komedya ve dithyrambik yarışmalar, yalnızca dramatik metinlerden ibaret değildi; esasen bunlar, dans ve müzikle örülmüş kolektif performanslardı. Her oyun, koro danslarıyla açılır; bu danslar sözlü ilahilerle birlikte sunulur ve ritüelin hem sanatsal hem kutsal boyutunu kendinde taşırdı.

Dansın en belirgin biçimi, koro dansıydı (χορεία / choreia). Koro, 12 ila 50 kişilik erkeklerden oluşurdu ve yarım daire biçiminde sahnede konumlanarak dramatik yapının temelini teşkil ederdi. Koro üyeleri yalnızca şarkı söylemekle kalmaz; ritmik adımlarla, jestlerle, dönüşlerle mitolojik anlatıya hayat verirlerdi. Bu dans biçimi, anlaşılacağı üzere, mimetik ve ritüelistik özellikler taşırdı. Koreografisi özenle hazırlanır, danslar müzikle tam senkron içinde yürütülürdü.

Büyük Panathenaia (Μεγάλα Παναθήναια) ve dans

Atina şehir devletinin en önemli dini ve siyasi bayramlarından biri olan Panathenaia, tanrıça Athena’nın doğumunu kutlamak üzere düzenlenirdi. Her yıl kutlanan Küçük Panathenaia’nın yanı sıra, her dört yılda bir gerçekleştirilen Büyük Panathenaia (Μεγάλα Παναθήναια), yalnızca dinsel bir bayram değil, aynı zamanda Atinalı yurttaşların kimliğini, kolektif hafızasını ve estetik kültürünü yeniden üreten kapsamlı bir kamusal törendi. Bu festivalde dans ve müzik, hem tanrıçaya sunulan ritüel armağanlar, hem de yurttaşlık bilincini pekiştiren sanatsal ve törensel araçlar olarak vazife görürlerdi.

Panathenaia, oyunların, geçit törenlerinin, atletizmin ve rapsodik yarışmaların yanı sıra müzik ve dans yarışmalarını da içerirdi. Bu kapsamda aulodoi (aulos sanatçıları), kitharistai (kithara çalanlar), khoroi (koro grupları) arasında büyük bir rekabete dayalı yarışmalar düzenlenirdi. Bu yarışmalar sadece bireysel yeteneği değil, aynı zamanda Tanrıça Athena’ya adanan kolektif uyumu ve bedensel disiplini ölçüt olarak ele alırdı.

Dansın festivaldeki en belirgin biçimi pyrrhike (πυρρίχη) adı verilen silahlı danslardı. Genç erkekler, tam teçhizatlı bir şekilde, kalkan ve mızrak taşıyarak hem askerî eğitimlerini hem de tanrıçaya sadakatlerini ritmik hareketlerle ifade ederlerdi. Bu danslar, özellikle Athena’nın savaşçı kimliğini yücelten bir sunum olarak görülürdü; çünkü Athena yalnızca bilgeliğin değil, aynı zamanda stratejik savaşın da tanrıçasıydı.

Rönesans’ta dans formları

Rönesans dönemi, özellikle İtalya’da, Antikite’ye özgü insani değerlerin yeniden canlandırıldığı, bireysel yeteneklerin ve kolektif ifade biçimlerinin geliştiği bir çağ olarak tanımlanır. Bu kültürel dönüşüm, yalnızca felsefe, sanat ve mimarlık alanında değil, kamusal törenler, festivaller, dans ve müzik aracılığıyla da hayat bulmuştur. Bu bağlamda, Floransa şehrinde her yıl 24 Haziran’da kutlanan San Giovanni Bayramı (Festa di San Giovanni) —şehrin koruyucu azizi olan Vaftizci Yahya’ya adanmış en önemli sivil-dinsel festival— Rönesans’ın ruhunu yansıtan örneklerden biridir.

Bayram, sabah erken saatlerde katedrallerde düzenlenen ayinlerle başlar; ancak esas kutlama, günün ilerleyen saatlerinde şehir meydanlarında, loncaların, sanatçıların ve halkın katılımıyla gerçekleşen tören alaylarıyla (trionfi) görünür hale gelirdi. Bu alaylar, yalnızca dinsel inancın değil, Floransa’nın siyasi istikrarının, zenginliğinin ve estetik iddiasının kamusal olarak sergilendiği sahnelerdi. Törenlerde her lonca kendi mesleğine özgü semboller taşıyarak yürür; bunlara şehrin dört mahallesini temsil eden topluluklar eşlik ederdi. Bu yürüyüşlerin önemli bir bileşeni de, dans eden figürler, maskeli oyuncular ve müzisyenlerdi.

Dans, bu festivallerde hem yurttaşlık gösterisi, hem de kültürel ince işçilik olarak kabul edilirdi. Özellikle basse danse, saltarello, pavane gibi koreografik biçimler, hem saray dansçılarının hem de şehir halkının öğrenmesi beklenen temel beceriler arasındaydı. Bu danslar, ritmik yürüyüşler, dönüşler ve çiftler hâlinde yapılan zarif hareketlerden oluşur; her adım, bireyin beden kontrolünü ve estetik anlayışını yansıtırdı. Topluca icra edildiklerinde ise şehir halkının düzenli bir bütün içinde hareket etme yeteneğini görünür kılar, bu da Floransalı olmanın somut bir gurur göstergesi olurdu.

Rönesans Avrupa’sında, özellikle 15. ve 16. yüzyıllarda saray kültürünün yükselmesiyle birlikte, dans yalnızca bir eğlence biçimi değil, zarafet, ölçülülük ve toplumsal terbiye göstergesi olarak yeniden anlamlandırılmıştır. Bu dönemin en ikonik dans biçimlerinden biri olan pavane, hem törenlerde hem saray balolarında yer alan en ağırbaşlı ve en saygın dans formlarından biri olarak öne çıkar. Fransızca’da pavane, İtalyanca’da pavana ya da padovana olarak anılan bu dansın adı, kimi yorumlara göre İtalya’nın Padova şehrine, kimi yorumlara göre ise tüylerini açarak ağır ağır yürüyen tavus kuşuna (Lat. pavo) atıfta bulunur ki bu ikinci anlam, dansın estetiğini son derece uygun biçimde yansıtır.

Görsel: Pavane, “Bahçedeki Dans” başlıklı minyatür, Gülün Romanı [Roman de la Rose] adlı eserden, Toulouse, 16. yüzyıl başları; British Library’de bulunmaktadır (Harley MS 4425, fol. 14v).

Pavane, çiftler hâlinde ve genellikle bir geçit düzeninde icra edilen yavaş tempolu, ölçülü ve ciddi bir danstır. Bu dans, adımların neredeyse yerden kesilmeyecek şekilde süzülerek atıldığı, gövdenin dimdik tutulduğu, kolların zarifçe eşlik ettiği, başın ise hafif bir eğimle hareketi tamamladığı bir çeşit yürüyüş ile icra edilirdi. Yüksek rütbeli soylular tarafından gerçekleştirilen pavane, kişinin yalnızca dans yeteneğini değil, beden kontrolünü, görgüsünü ve aristokratik asaleti de görünür kılardı.

Pavane genellikle üçlü ya da dörtlü ölçüyle bestelenmiş müzikler eşliğinde dans edilirdi. Müziğin temposu ağır, tınısı dolgun ve melodisi sadeydi; çünkü bu dans, gösterişli teknikten ziyade zarafetin sürekliliğine ve hareketin dingin ritmine odaklanırdı. Dans, adım adım, duraklamalarla ve nazik reveranslarla ilerlerdi. Genellikle ardından galliard gibi daha canlı ve sıçrayışlı bir dansla eşleştirilerek, ritüelistik bir karşıtlık ve tamamlayıcılık yaratılırdı.

Pavane’ın estetik değeri, sadece dönemin saraylarında değil, aynı zamanda Rönesans hümanist düşüncesinin beden anlayışında da karşılık bulur. Hümanist yazarlara göre ideal insan, yalnızca bilgide değil, davranışta, hareket edişte de ölçülüdür. Dans, bu ölçünün görünür kılındığı yerdir. Castiglione’nin ünlü Il Cortegiano [Saraylı] adlı eserinde betimlenen “zarafet” (sprezzatura) ideali, tam da pavane dansının sunduğu bedensel kıvamdır: her adım bilinçli, ama çabasız görünmelidir; her hareket düzenli, ama doğal olmalıdır.

Rönesans’ta karşımıza çıkan bir başka örnek ise Avrupa dans tarihinin kırılma noktalarından birini teşkil eden, 1581 yılında Fransa’da, Paris’te Louvre Sarayı’nda sahnelenen Le Ballet Comique de la Reine’dir. Fransa Kraliçesi Louise de Lorraine için düzenlenen bu çalışma, genellikle ilk “ballet de cour” (saray balesi) olarak anılır ve müzik, dans ve görsel tasarımın ilk kez birleşik bir dramatik anlatım içinde kullanılması bakımından devrimsel bir nitelik taşır. Rönesans’ın politik simgeciliği, estetik ideali ve beden disiplini, bu gösteride bir sahne dili hâline getirilmiş; böylece hem iktidarın temsil biçimi hem de bedenin siyasal bir araç olarak kurgulanması dans aracılığıyla sunulmuştur.

Görsel: Louvre Galerisi’nde, III. Henri ve sarayı önünde sahnelenen bir balenin temsili. Bu görsel, Balthazar de Beaujoyeulx’un Ballet comique de la Royne (Paris: Ballard, 1582) adlı eserinde yer alan, bakır üzerine yapılmış özgün bir gravürün yeniden oyularak basılmış versiyonudur.

Le Ballet Comique de la Reine’in merkezinde, Homeros mitolojisinden alınan Odysseus’un büyücü Kirke’yle karşılaşması anlatısı yer alır. Ancak bu anlatı sadece eğlencelik bir mitolojik uyarlama değildir. Kirke’nin büyüsü altındaki insanlar (hayvana dönüşmüş adamlar), dans yoluyla yeniden uygar bir biçime kavuşur. Burada dans, dizginlenmiş bedenin ve düzene dönüştürülmüş doğanın alegorik anlatımıdır. Yani sahnede yalnızca mitolojik figürler değil, Fransız krallığının kozmik düzenle özdeşleşmiş meşruiyet anlatısı dans etmektedir.

Romantik dönemden bir örnek: Ballet blanc

Romantik dönemin en ayırt edici ve estetik olarak şekillenmiş dans türlerinden biri, kuşkusuz ballet blanc (beyaz bale) olarak bilinen formdur. Bu dans biçimi, 19. yüzyılın başlarında Fransa’da, özellikle Paris Operası’nda gelişmiş ve romantik balenin sembolü haline dönüşmüştür. Adını, kadın dansçıların giydiği beyaz, tül kostümlerden alır; ancak beyazlık yalnızca bir renk değil, aynı zamanda ruhsal safiyetin, dünyevilikten uzaklaşmanın ve doğaüstü âlemlere ait olmanın sahne üzerindeki metaforudur.

Ballet blanc, Romantik dönemin temel temalarına –aşk, ölüm, doğa, hayal ve metafizik özlem– uygun olarak, çoğunlukla doğaüstü varlıkları konu alan hikâyeler etrafında şekillenir. Dansçılar periler, hayaletler, su perileri (sylphide, wili, naiad) gibi dünyevi olmayan figürleri canlandırır; bu da dansın estetik yapısını yerçekimine karşı geliyormuşçasına hafif ve havada süzülen bir koreografiye yönlendirir. Balenin ikonografisinde yükselme, uçuş, dönme ve ağırlıksızlık hissi, ruhun bedenden kurtulma arzusunun bir sahne metaforuna dönüşmesidir.

Görsel: La Bayadère’in Sahnelemesi ©Getty – Ann Johansson/Corbis

En ünlü örneklerinden biri, Filippo Taglioni tarafından 1832’de koreografisi yapılan ve kızı Marie Taglioni tarafından sahnelenen La Sylphide’dir. Bu bale, bir sylph’in (hava perisinin) âşık bir adamla olan trajik ilişkisini konu alır. Bu yapıtta, Marie Taglioni’nin puant ayakkabılarıyla sahnede hafifçe yükselerek yaptığı dönüşler, o dönemin seyircisi için bedenin ruhsal aşka, imkânsıza, öte-dünyaya yükselişi anlamına gelmiştir.

Ballet blanc’ın dans biçimi, akıcı, süreksiz, silinmeye yakın hareketler, yumuşak kol devinimleri ve dairesel geçişler içerir. Dansçının yüz ifadesi kadar boyun eğmiş gövde duruşu, omuzların içe kapanması, bütün figürün melankoliyle örülmesi, Romantik sanatın iç dünya odaklı ruhunu bedensel hale getirir. Koreografi, yalnızca teknik değil, duyusal ve metafizik bir anlatıdır.

Dans türlerine kısa bir bakış

Dans, her dönemde ve kültürde farklı formlarda şekillense de, insan bedeninin ritim aracılığıyla anlam üretme çabası olarak ortak bir kaynaktan beslenir. Dans, bazen sahnede bir temsil aracı, bazen halk arasında bir kutlama biçimi, bazen de kişisel bir özgürlük alanı olarak karşımıza çıkar. Modern dünyanın biçimlendirdiği dans kültürlerinde, farklı coğrafya ve tarihsel koşullarda doğmuş pek çok tür, hem kendi estetik yapısını hem de sosyopolitik bağlamını koruyarak evrilmiştir. Bu çeşitlilik içinde bale, tango, vals, salsa, rumba gibi danslar yalnızca stilistik ayrımlar değil, aynı zamanda kültürel kodları ve duygusal temsilleri barındıran koreografik anlatılar hâline gelmiştir.

Bale, bu yelpazenin belki de en yapısal, en sistemli dans türüdür. 15. yüzyılda İtalyan saraylarında şekillenmiş, ancak Fransa’da XIV. Louis’nin himayesinde akademik bir disiplin olarak kurumsallaşmıştır. Bale, bedeni geometrik ve estetik olarak biçimlendiren bir sistem kurar: her pozisyon belirlenmiştir, her hareket ölçülüdür, her jest sembolik anlam taşır. Müzikle kurduğu sıkı ilişki, sahne düzeniyle kurduğu ortaklık ve anlatı ile girdiği dramatik bağ sayesinde bale, yalnızca teknik bir dans değil, aynı zamanda bir bedensel tiyatro biçimidir.

Batı salon danslarının en rafine örneği olan vals, 18. yüzyıl sonlarında Avusturya ve Güney Almanya kökenli halk danslarından türetilmiş, zamanla aristokrasi tarafından benimsenmiş ve salon kültürünün en simgesel biçimine dönüşmüştür. Üç zamanlı müziğin eşliğinde dönen çiftler, hem bedensel uyum hem sosyal incelik sergiler. Vals, çiftler arasında kurulan sürekli dönüş hareketiyle hem birliğin hem devinimin dansıdır. Duygusal olarak aşkı, estetik olarak ise zarafeti temsil eder. Viyana valsi daha hızlı ve teknik bir yapıdayken, İngiliz kökenli modern salon valsi daha yumuşak ve akıcı figürlerle öne çıkar.

Latin Amerika kökenli danslar arasında yer alan tango, 19. yüzyıl sonlarında Arjantin’in Buenos Aires liman kentinde doğmuş ve göçmen, işçi ve düşük sınıfların duygusal ifadesi olarak ortaya çıkmıştır. İlk dönemlerinde sert ve kışkırtıcı olarak damgalansa da, zamanla dünya sahnelerinde kabul görmüş, özellikle Paris’te entelektüel çevrelerin ilgisini çekmiştir. Tango, iki beden arasında kurulan gerilimli ama zarif bir diyalogdur: Temas, duruş, göz kontağı ve ani yön değişiklikleriyle şekillenir. Her adım, hem erotik bir çekim hem de dramatik bir çatışma içerir. Bu dans, aşkın yalnız güzelliğini değil, aynı zamanda çatışmalı doğasını da koreografik olarak ifade eder.

Salsa, Karayipler’in özellikle Küba ve Porto Riko kültüründen doğmuş, Afro-Karayip ve Latin Amerikan müziklerinin birleşimiyle şekillenmiş dinamik bir eşli danstır. Salsa’nın temel özelliği, kıvrak kalça hareketleri, hızlı ayak oyunları ve doğaçlamaya açık yapısıdır. Müzikal olarak salsada kullanılan perküsyon, dansa enerjik bir zemin oluşturur. Salsa estetik yönünün yanı sıra aynı zamanda bir kentli kimlik ifadesidir. Özellikle New York, Miami ve Havana gibi şehirlerde bu dans, göçmen kimliğinin sahnede ritme dönüşmesidir.

Brezilya kökenli samba, Afrika ve Portekiz etkilerinin birleşiminden doğmuş bir karnaval dansıdır. Samba’nın temelinde sürekli kalça hareketi, ritmik sıçramalar ve bedensel gevşeklik vardır. Bu dans, sadece bireysel enerji değil, aynı zamanda kolektif neşe ve özgürlük duygusunun dışavurumudur. Rio de Janeiro’daki meşhur karnaval, samba’nın hem sahne hem sokak üzerindeki en görkemli temsilidir.

Rumba ise Küba’dan doğan, ancak Afrika kökenli ritüel danslarının etkisini taşıyan bir türdür. Rumba’nın hareketleri daha yavaş, daha duygusal ve çoğunlukla erotik gerilim yüklüdür. Kalça izolasyonları, diz kontrolü ve el hareketleriyle şekillenen bu dans, hem baştan çıkarma hem de reddetme arasındaki bedensel söylemi yansıtır. Salon versiyonu olan ballroom rumba, bu yapıyı daha stilize ve kontrollü bir forma taşımıştır. Rumba’nın içinde hem geçmişin kölelik hatırası hem de aşkın teatral temsili bir arada yer alır.

Çok daha eğlenceli ve hafif yapılı olan cha-cha, 1950’lerde ortaya çıkmış bir Latin salon dansıdır. Küba müziğinden esinlenmiş, ancak özellikle Amerika’da popülerleşmiştir. Cha-cha’nın karakteristik özelliği, adımların “iki-kısa-bir-uzun” ritmine göre dizilmesi ve bedensel tempo ile jestin birleşmesidir.

Flamenko ise İspanya’nın Endülüs bölgesinde doğmuş, Arap, Yahudi ve Roman kültürlerinin bileşiminden şekillenmiş köklü bir dans-müzik anlatısını gözler önüne serer. Ayak vuruşları, el şıklatmaları, bedenin dik duruşu ve yüz ifadesiyle şekillenen bu tür, sadece bir dans değil, bir duygusal isyan biçimidir. Canlı gitar, vokal ve dansın birleşimiyle icra edilen flamenko, acının, aşkın, gururun ve kaderin sahne üstündeki bir ağıt biçimidir. Solo olarak icra edilmesi, bireysel iç dünya ile seyirci arasında doğrudan bir duygusal bağ kurar.

Tüm bu türler, sadece farklı müziklere eşlik eden beden hareketleri değil; tarihsel bağlam, sınıfsal konum, kültürel aidiyet ve estetik ifade biçimleri olarak kendi içinde anlam katmanları taşıyan sahne dilleridir. Her biri, farklı bir zaman ve coğrafyada doğmuş olsa da, insanın ritim aracılığıyla kendini anlatma, duygusunu bedenleştirme ve toplumla bağ kurma ihtiyacından beslenir. Bu danslar aracılığıyla beden yalnızca hareket etmez; kültürleri konuşur, tarihler arasında gezinir, duygulara biçim verir.

Dansın psikolojik ve bilişsel etkileri

Dans, sadece fiziksel bir aktivite olmanın ötesinde, psikolojik sağlık üzerinde de derin etkileri olan bir sanat ve ifade biçimidir. Dans, çok yönlü bir hareket biçimi olarak, insan doğasının ayrılmaz bir parçasıdır ve daha bebeklik döneminde ortaya çıkar. Bebekler, müzikal ritimlere senkronize biçimde hareket eder; hareket ile ses arasındaki bu eşzamanlılık, haz duygusuyla ilişkilidir. Müzikle hareketin bu senkronizasyonu, herhangi bir dans pistinde de gözlemlenebilir. İnsanlar müzik duyduklarında ritme uyum sağlamak isterler ve bu ritmik uyumlanma olumlu duygudurum hâllerine yol açar. Dans aynı zamanda bireyin kendini ifade etmesini sağlayarak, duygusal rahatlama gibi pek çok faydayı beraberinde getirir.

Dansın en belirgin psikolojik faydalarından biri, duygusal ifade ve regülasyondur. Dans etmek, bireylere duygularını sözlü olmayan yollarla ifade etme fırsatı sunar. Özellikle kelimelerle ifade edilmesi güç olan duygular, beden hareketleriyle dışa vurulabilir. Böylelikle birey duygusal anlamda rahatlama yaşayabilir.

Dans, ruh hali ve mutluluk üzerinde de önemli etkiler yaratır. Düzenli olarak dans eden kişilerde yaşam memnuniyetinin ve genel psikolojik iyilik halinin arttığına dair çok sayıda çalışma bulunmaktadır.

Kortizol, doğal bir stres hormonudur ve genellikle “savaş ya da kaç hormonu” olarak da bilinir. Vücudun stresli durumlarla başa çıkma mekanizmasının önemli bir parçasıdır; ancak fazla miktarda kortizol, yüksek tansiyon, anksiyete ve depresyon gibi pek çok sağlık sorununa yol açabilir. Yapılan bilimsel çalışmalar, dansın, kronik strese bağlı artan kortizol seviyelerini düşürdüğünü göstermiştir. Ayrıca dans, beynin dopamin (doğal bir ruh hali güçlendiricisi) ve endorfin (doğal bir ağrı kesici) salgılamasını sağlar.

Pek çok dans türü, günlük yaşamda alışık olduğumuzdan daha yakın bir fiziksel temas gerektirir. Dans partneriniz ya da grubunuz, akademik olarak “peri-personal alan” olarak bilinen kişisel alanınıza girer. Bu tür yakın temaslar (rızaya dayalı ve kendinizi rahat hissettiğiniz kişilerle olduğunda) oksitosin adı verilen bir kimyasalın salgılanmasını sağlar. Oksitosin, sosyal hissetmemizi ve çevremizdeki insanlarla bağ kurmamızı kolaylaştırır.

Dans, ruh hali ve mutluluk üzerinde de önemli etkiler yaratır. Düzenli olarak dans eden kişilerde yaşam memnuniyetinin ve genel psikolojik iyilik halinin arttığına dair çok sayıda çalışma bulunmaktadır.

Yeni bir koreografi öğrenirken ya da adımları hatırlamaya çalışırken, beyninizde başka düşüncelere yer kalmaz. Beynin birçok bölgesi aktifken, olumsuz düşüncelere dalacak boşluk kalmaz. Bu tür egzersiz, günlük hayatın stresinden uzaklaşmamızı sağlarken, genel ruh sağlığı için son derece faydalıdır.

Teknik seviyeniz ne olursa olsun, bir dans dersine katılıp da gülümsememek neredeyse imkânsızdır. Bunun nedeni sadece yukarıda sayılan tüm olumlu etkiler değil, aynı zamanda ilk defa bir koreografiye alışırken yaşanan doğal mahcubiyet ve komik anların da getirdiği neşedir. Gülümsemek, beynimizin ödül mekanizmalarını çalıştırır ve dopamin, endorfin ve serotonin gibi “iyi hissettiren” kimyasalların salınımını tetikler. Bu güçlü hormon kombinasyonunun etkisi, kaliteli bir gece uykusunun verdiği hisse benzetilmektedir.

Çoğu insan, fiziksel aktivitenin hiçbir şey yapmamaya kıyasla sağlık için yararlı olduğunu bilir, ancak dansın koşma, spor salonuna gitme ve diğer sporlar gibi standart egzersizlere etkili bir alternatif olabileceğini fark etmemiş olabilirler. Dansın fiziksel aktivitenin yanı sıra müzikle iç içe olması onu diğer egzersiz türlerinden ayıran önemli bir özelliğidir.

Bilim insanları, dansın nörolojik etkilerini görece yakın bir döneme dek pek fazla incelememişti; ta ki araştırmacılar, dansın gerektirdiği karmaşık zihinsel koordinasyonu araştırmaya başlayana kadar. Scientific American dergisinin 2008 tarihli bir makalesinde Columbia Üniversitesi’nden bir sinirbilimci, müzikle hareketi senkronize etmenin—yani özünde dans etmenin—“çifte haz hamlesi” (pleasure double play) yarattığını ileri sürdü. Müzik beynin ödül merkezlerini uyarırken, dans onun duyusal ve motor devrelerini etkinleştirir.

Müziğin beyin işleyişiyle bağlantısı, modern çağın bir keşfi değil. Yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarına tarihlenen eski Çin eseri I Ching (“Değişimler Kitabı” ya da “Bilgelik Kitabı”) şöyle der: “Müziğin, kalpteki gerginliği yatıştırma ve belirsiz duyguları hafifletip çözme gücü vardır.” M.Ö. 6. yüzyılda yaşayan Pisagor ise hoş melodileri analiz etmiş ve bunların belirli matematiksel ilişkileri temsil ettiğini keşfetmişti. Bu ilişkileri “uyum” (harmoni) olarak adlandırmış ve bedensel işlevlerde uyum sağlamak amacıyla bu tür müziklerin kullanılmasını önermişti. Pisagor’un takipçileri de ruh hâli bozukluklarına karşı özel ezgiler ve danslar reçete etmişlerdi.

Müzik, beynin belirli bölgelerini uyarır ve bellek, motor kontrol, zamanlama ve dil gibi süreçleri etkiler. Hem deneyimler hem de sayısız araştırmanın sonuçları, müziğin sadece estetik bir boyutu olmadığını, biyolojik olarak da insan yaşamının ayrılmaz bir parçası olduğunu daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır.

Dans, ileri yaştaki yetişkinler için bir müdahele programı olarak kullanıldığında bilişsel fonksiyonları iyileştirebilir ve korumaya yardımcı olabilir. Düzenli dans pratikleri, bellek işlevlerinden sorumlu olan hipokampus ve yönetici işevlerden sorumlu olan prefrontal korteks gibi beyin bölgelerinin hacmini koruyabilir ya da artırabilir. Yapılan araştırmalar, dansın Alzheimer ve diğer demans türlerine karşı koruyucu bir “ilaç” olabileceğini düşündürür. Araştırmacılar boş zaman aktivitelerinden bisiklet, golf, yüzme ve tenis gibi 11 farklı fiziksel aktivitenin etkilerini incelediler; fakat katılımcıların demans riskini düşüren tek etkinliğin dans olduğunu buldular. Araştırmacılara göre dans, hem zihinsel bir çaba hem de sosyal etkileşim içerdiği için bu tür uyarım demans riskinin azalmasına yardımcı oluyor.

Dans denge ve motor becerileri geliştirir. Hatta bu durum bir hareket bozukluğu olan Parkinson hastaları için de geçerlidir. Parkinson hastalarıyla yapılan çalışmalar dans müdahelesinin klinik anlamda pozitif etkileri olabileceğini önermektedir.

Dans-hareket terapisi, travma sonrası stres bozukluğu olan bireylerde sözlü anlatımı zor olan beden anılarına erişim sağlamaya yardımcı olabilir. Kişinin bedensel ifade ile sözlü olarak ifade edemediği duygularını açığa vurmasını sağlayabilir ve iyileşme sürecine anlamlı derecede katkıda bulunabilir.

Son yıllarda “eşleşen beyinler” (duetting brain) üzerine heyecan verici bir araştırma hattı ortaya çıktı. Profesyonel partnerli-eşli-dansçılar (Arjantin tangosu, salsa, swing veya salon dansı eğitimi almış) fMRI cihazında incelenirken, bu sırada diğer dansçı, iki elini bileklerinden ve parmak boğumlarından her yöne kıvırıp çeviriyor; parmaklarının iç yüzleri birbirine dokunacak şekilde hareket ediyordu. Beyin taramaları, dansın farklı evrelerinde —liderlik etme, takip etme, önceden öğrenilmiş bir dizide birlikte hareket etme (karşılıklı koşul) ve doğaçlama yapma— belirgin biçimde ayrışan aktivasyon paternleri gösterdi.


Bu sinirsel bulgular, dansın beynimizde çok katmanlı bir etki yarattığını gösteriyor: liderlik, takip, karşılıklı koreografi ve doğaçlama gibi her rol; duyusal, motor, bilişsel ve ödül devrelerini sıra sıra devreye sokarak geniş ölçekli bir uyum sağlıyor.

Klinik araştırmalar, beyin dalgalarında etkilenme görülen bazı klinik durumlarda da dansın ilaç gibi işe yarayabileceğini söylüyor. Buna en iyi örnek otizm spektrum bozukluğu (OSB). Otizmli çocuklar ve yetişkinler; istemli hareketlerde, başkalarıyla iletişim kurmada ve duyusal yoğunlukları ayarlamada zorlanabiliyor. Hatta bebeklikte, vücudun sağ ve sol tarafını çapraz kullanmakta zorlananların ileride otizm tanısı alma olasılığı daha yüksek çıkmış. Bilim insanları bu zorlukların, beyin gelişimi sırasında “ayna nöron” adı verilen hücre ağlarının yeterince aktif olmamasından ve beyin dalgalarının düzensiz çalışmasından kaynaklandığını düşünüyor. Ayna nöronlar, bir birey belirli bir motor hareketi gerçekleştirdiğinde ve aynı ya da benzer hareketi başka birinin yaptığını izlediğinde etkinlik düzeyini değiştiren (ateşlenen) özel bir nöron grubudur. İlginç olan şu ki; dansın kalbinde zaten taklit etme, birlikte ritme girme ve karşılıklı uyum sağlama var. Yani bir dans çalışması, otizmli bireylerde bir süredir “uyku modunda” duran bu ayna nöron ağlarını uyandırabilir. Kısacası, müziğe eşlik ederek hareket etmek hem motor becerileri hem de sosyal etkileşimi aynı anda güçlendirebilecek doğal ve keyifli bir yol sunuyor.

Dans ettiğimizde, hem tek tek hem de grup hâlinde birbirimizle uyumlanıyoruz. Bu uyum, başkalarıyla hareket ederken koordinasyonumuzu geliştiriyor ve sosyal çevremizdeki insanlarla kendimizi daha bağlı hissetmemizi sağlıyor.

Dans, fizyolojik dayanıklılık, psikolojik iyi oluş ve sosyal bağlılık eksenlerinin kesişim noktasında konumlanır. Her bir bileşen, diğerini karşılıklı olarak besleyerek bütünsel bir sağlık döngüsü oluşturur. Bu nedenle dans pratikleri, klinik reçetelerden toplum temelli sağlığı geliştirme programlarına kadar geniş bir yelpazede uygulanabilir. Kısacası tek bir ritmik adım, beden-zihin-toplum üçgeninde eş zamanlı bir iyileşme başlatır.

Etiketler: dans, dünya dans günü, sanat
GazeteBilim 29 Nisan 2025
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Önceki Yazı Depremin ardından: Çatlaklardan sızan zihnimizi ve ruhumuzu korumak
Sonraki Yazı ‘‘Benim bedenim benim kararım’’ ne demektir?

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

Depremin ardından: Bir oyun odasında yeniden başlamak

Bu yazıyı, 6 Şubat’ta yaşanan büyük felaketin unutulmaması ve iyileşme sürecine tanıklık edenlerin sesi olabilmek için kaleme alıyorum. O gün…

DüşüncePsikoloji
2 Mayıs 2025

Pankarttan politikaya: Türkiye’deki toplumsal cinsiyet eşitliği

Toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların, erkeklerin ve tüm cinsiyet kimliklerinin hayatın her alanında eşit fırsatlara ve haklara sahip olması anlamına gelir.…

Psikoloji
1 Mayıs 2025

Dünya Caz Günü üzerine bir not

Her yıl 30 Nisan'da kutlanan Dünya Caz Günü, caz müziğinin kültürel, sanatsal ve tarihsel önemine dikkat çekmeyi amaçlıyor. Unesco tarafından…

Müzik
1 Mayıs 2025

Depremin ardından: Çatlaklardan sızan zihnimizi ve ruhumuzu korumak

6 Şubat Maraş Depremlerinden sonra, şimdi de İstanbul Depremi... Maddi verdiği birçok zararın yanında, acaba depremler psikolojimize nasıl etkilere sahip?

Psikoloji
29 Nisan 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?