22 Mart Dünya Su Günü, 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ilan edildiği yıldan beri, her yıl farklı bir tema ile su sorunlarına küresel ölçekte vurgu yapıyor. 2025 yılında ise Birleşmiş Milletler “Buzulların Korunması” teması ile son 20 yılda iki katına çıkan buzul erimelerine (kayıplarına) dikkat çekmeyi amaçlıyor.
Dr. Elif Yılmaz Turalı
Hidrojeoloji Yük. Mühendisi
22 Mart Dünya Su Günü, 1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ilan edildiği yıldan beri, her yıl farklı bir tema ile su sorunlarına küresel ölçekte vurgu yapıyor. 2025 yılında ise Birleşmiş Milletler “Buzulların Korunması” teması ile son 20 yılda iki katına çıkan buzul erimelerine (kayıplarına) dikkat çekmeyi amaçlıyor.
Dünya farklı zamanlarda buzul çağları yaşamıştır. Kartopu dünya olarak adlandırılan hipoteze göre dünyanın 1 milyar ile 539 milyon yıl önce tamamen buzla kaplı olduğu iki jeolojik zaman (Sturtian ve Marinoan) olmuştu. Yaşanan son buzul çağı Kuvaterner-Pleyistosen’de (yaklaşık 2,6 milyon yıl önce) başlamış ve 11.000 yıl öncesine kadar devam etmiştir. Her buzul dönem buzul ilerlemesi ve çekilmesi (erimesi) dönemlerini getirmiştir. Hala son buzul çağının buzullar arası döneminde yaşadığımızı biliyoruz. Ama insan etkisinin atmosferdeki karbondioksiti arttırması ile küresel sıcaklıkların artması buzul çekilme sürecinin (son 100 yılda ve özellikle son 20 yılda) çok hızlanmasına sebep olmuştur.
Buzullar neden önemli?
Dünyanın % 71’i sularla kaplı ancak bunun sadece % 2,5’i tatlı sudur. Tatlı sular göllerde, derelerde, nehirlerde, yeraltında ve buzullarda depolanıyor ve toplam miktarın % 69’unu buzullar oluşturuyor. Tatlı suyun oluşumunu ve devamlılığını doğal su döngüsü süreçleri ile açıklayabiliriz. Su döngüsü dediğimiz, okyanus ve deniz sularının buharlaşıp atmosfere yayılması ve yoğunlaşıp yağış olarak kara yüzeylerine yağarak (yeraltına süzülmesi, yüzeysel akışa geçmesi ve buharlaşma ile) tekrar atmosfere ve okyanuslara dönmesi sürecidir. Bu süreçte iki çok önemli nokta var; tatlı suyumuzun tek kaynağı karalara düşen yağıştır ve su çevrimi sayesinde tatlı su sürekli yenilenmektedir.

Dağ buzulları ve karlarının çok yavaş süren erime süreçleri bahar ve yaz dönemlerinde nehirleri ve yeraltısularını besleyerek boşalım (tüketim) ve yeniden beslenim döngüsünde bir denge oluşturuyor. Küresel ısınma kaynaklı hızlı buzul erime süreçleri bu tatlı su depolarındaki dengeleri bozuyor. Bir diğer ifadeyle, insan kaynaklı fazla tüketim ve iklim değişikliği olayları hem tatlı su kaynaklarımızın yenilenme hızının üstünde tüketilmesine neden olarak sürdürülebilirliğini, hem de yağış rejimlerini tehdit ediyor.
Dağ buzulları ve karlarının çok yavaş süren erime süreçleri bahar ve yaz dönemlerinde nehirleri ve yeraltısularını besleyerek boşalım (tüketim) ve yeniden beslenim döngüsünde bir denge oluşturuyor.
Nature dergisinde yayınlanan bir araştırma, 1961 ile 2016 yılları arasında 9625 gigaton buzul kaybını ortaya koyuyor. Bölgesel olarak en büyük kayıplar Alaska’da, ardından Grönland buz tabakasının kenarındaki buzullarda ve And Dağları’ndaki buzullarda meydana gelmiş. Ayrıca Kanada ve Rusya Arktik’indeki buzullardan ve Svalbard’dan da önemli miktarda buz kaybedilmiş. Buzullardaki bu erime ciddi boyuttadır ve deniz seviyesi yüksekliklerine neden olmaktadır. Bir başka çalışmada, Avrupa Uzay Aansı Cryosat uydu görüntüleri üzerinde çalışılarak mevcut buzulların 2010-2020 arasında %2’sinin eridiğini belirledi. Alp Himalaya dağ kuşağındaki buzulların ve karların erimesi de nispeten daha az olsa da ciddi sorunlara neden olmaktadır. Everest Dağı buzullarından alınan örneklere göre son 25 yıldaki buzul erime hızının oluşum hızından 80 kat fazla olduğu tespit edildi. Günümüzde, bu ve benzeri birçok veriyi modelleyerek geleceğe dair bazı tahminler elde etmek zor değil. Örneğin buzul erimesi nedeniyle Himalayalar çevresindeki dünya nüfusunun büyük kısmı olan 2 milyar insanın sel, çığ ve taşkınlar gibi çevre felaketleriyle birlikte tatlı suya erişmekte sorun yaşayacağının belirlenmesi gibi.

Su kıtlığı
İklim değişikliği etkileri, buzulların erimesi, insan nüfusu artışı ve su kaynaklarının kirletilmesi tatlı suyun yenilenme hızına göre çok daha hızlı ilerlediğinden, su ihtiyacımızın karşılanmasını giderek sürdürülebilir olmaktan uzaklaştırıyor. Su kıtlığı olan bölgelerde ise durum çok daha vahim. Dünyada 2 milyar insan temiz tatlı suya erişim sorunu yaşıyor. Temiz tatlı sulara erişim temel insanlık haklarından biri olsa da su günümüzde metalaşmıştır. Temiz suya erişimde, taşıma, depolama, altyapı sistemleri önemli bütçeler gerektirmektedir. Bu nedenle, yoksul ülkelerde temiz suya erişim en az düzeydedir.
Su kıtlığı yaşayan Kuzey Afrika, Ortadoğu, Orta Asya, Hindistan – Pakistan hattında içme suyu ile tarımsal sulama suyuna erişimde büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu bölgelerdeki su kıtlığı ayrıca sınır aşan nehirlerin paylaşımında ve kullanımlarında da ülkeler arası gerginlikleri tetikliyor. Örneğin Etiyopya, Nil Nehri’nin akış yukarısındaki baraj yapımı nedeniyle Mısır ile gerginlikler yaşıyor. İsrail-Filistin arasında da ortak su havzaları çatışmaların ana nedeni olarak görülebiliyor. Bu bölgede tatlı su yeraltısuyundan karşılanıyor. Beslenim havzası Filistin’de yeralan akiferleri ise İsrail kendi denetiminde tutup kullanıyor ve Filistinlilerin kendi suyuna erişimini engelleyebiliyor. Son Filistin saldırılarında da yeraltı su kuyularına ve su şebekelerine saldırarak Gazze de büyük bir su krizine sebep oldu. Bu bölgelerde temiz suya erişim mühendislik uygulamaları ile de geliştirilmeye çalışılmakta. Gazze’de (AB ve UNİCEF finansmanı ile) yapılan denizsuyu arıtma tesisleri deniz suyunu arıtarak bölge için çözümler üretme yoluna gidiyor.
Aynı şekilde İsrail de içme suyu sorunu için deniz suyunu arıtıyor. Dünyanın en büyük ters ozmoz arıtma tesislerinden bazıları İsrail’de bulunuyor. Fakat bu tesislerde enerji tüketimi çok fazla.
Aynı şekilde İsrail de içme suyu sorunu için deniz suyunu arıtıyor. Dünyanın en büyük ters ozmoz arıtma tesislerinden bazıları İsrail’de bulunuyor. Fakat bu tesislerde enerji tüketimi çok fazla. Bölgedeki diğer bir ülke Suudi Arabistan ise dünya çapında en büyük desalinasyon tesislerine sahip. Geleneksel desalinasyon çok enerji tükettiği için yenilenebilir enerji (güneş ve rüzgar) ile çalışan arıtma tesisleri geliştiriliyor, sıfır karbonlu su üretimi hedefleniyor.
Suyun sürdürülebilirliği
Su, sadece içmek için değil, tarım, sanayi, ekosistemlerin korunması ve yaşamın her alanı için gerekli. Su yenilenebilirdir, fakat insan faaliyetleri ile bu hızın çok üstünde bir tüketim olmaktadır. Bu nedenle küresel ve yerel ölçekte suya erişimi olmayan bölgelerde ve ayrıca doğal yapısı bozulmuş kentsel alanlarda sürdürülebilir su yönetimlerinin ve düşük enerji gereksinimli yağmur suyu hasadı gibi uygulamaların geliştirilmesi sağlanmalıdır.
Tatlı suyu içme ve kişisel kullanımlar dışında en çok da tarımsal faaliyetler ve sanayi için kullanıyoruz. Dünya genelinde, tarımsal faaliyet için %69, sanayi için %19, içme ve kişisel kullanım için %12 tatlı su tüketilmektedir. Bu kullanımlar ülkelerin gelişmişlik düzeylerine ve coğrafi konumlarına göre de çok değişiyor.
Dünya genelinde tarım amaçlı tatlı su kullanımı çok fazla olduğundan, su kıtlığı gıda krizini tetikleyecek en önemli etmenlerden.
Dünya genelinde tarım amaçlı tatlı su kullanımı çok fazla olduğundan, su kıtlığı gıda krizini tetikleyecek en önemli etmenlerden. Bazı ülkeler bu konu için verimli uygulamalar geliştiriyor. Tarımsal sulamada geri dönüştürülmüş atık suyun arındırılarak kullanılması, damla sulama, yağmurlama sulama, topraksız jeotermal tarım, akıllı tarım teknikleri (Nesnelerin İnterneti) gibi uygulamalarla tarımdaki su tüketimi düşürülmeye çalışılıyor. Ülkemizde de tarımsal sulama büyük su kayıplarını ve çevresel sorunları beraberinde getirmiştir. Özellikle Konya bölgesindeki tarım faaliyetlerinde yeraltısularının aşırı kullanımı bölgedeki göllerin kurumasına, obruk oluşumlarına sebep olmaktadır.

Kentsel alanlarda da belli verimli uygulamalarla sürdürülebilir su yönetimleri geliştirilmektedir. Yağmur suyu toplama sistemleri ile yağışın doğrudan denizlere veya pis su sistemlerine karışmasına engel olunarak suyun tutulması ve taşkın kontrol yapılarının oluşturulması sağlanmaktadır. Gri su teknikleri ile içme suyu olmayan ama sanitasyon açısından tehlikeli olmayan suların tekrar kullanılması ile su yeniden kullanılabilmektedir.
Ülkemiz su zengini değil, su baskısı yaşayan bir ülke. 2050 yılında ise su kıtlığı yaşayacak ülkeler arasına katılacağımız belirtiliyor. Türkiye, yıllık 450 milyar m³ civarında yağış alıyor, ancak bunun büyük bir kısmı da doğrudan denizlere karışıyor. Doğal göletler, suni sulak alanlar ve geçirgen yüzeyli altyapılar ile suyun yerinde tutulması sağlanabilir. Böylece tarıma ve ekosistemlere destek olup, yeraltısuyu seviyeleri dengelenebilir.
20. yüzyıl boyunca dünya sulak alanlarının da %64’ü kaybolmuştur.
Su insanlar gibi, diğer tüm canlılar içinde yaşamsal özelliktedir. 20. yüzyıl boyunca dünya sulak alanlarının da %64’ü kaybolmuştur. Sulak alanlar çok sayıda balık, kuş, memeli, böcek ve mantar türünün yaşam alanıdır. Günümüzde her yıl dünya sulak alanlarının yaklaşık %1-2’si kaybolmaktadır. Türkiyede sulak alanlarımızdaki su kayıplarının %75’e ulaştığı belirtiliyor. Bu kayıplar iklim değişikliği ile birlikte sulama amaçlı fazla su tüketimi, HES projeleri, sanayileşme ve altyapı yayılımı, kimyasal kirlilik gibi etkenlerin sonucudur.
Küresel ısınmanın (yağış ve iklim rejimlerini değiştirerek) kuraklığa neden olacak etkilerini göz ardı etmeden, gelecek nesiller ve ekosistemlerin su ihtiyacını düşünerek, suyun verimli (akıllı) ve yeniden kullanımlarını geliştirerek yerel ve küresel ölçekte sürdürülebilir su yönetimlerinin geliştirilmesi gerekiyor. Aksi taktirde, yakın zamanda tatlı suya erişimde büyük sorunlar yaşayacağız.
Dünya Su Günü’nde bir kez daha hatırlamalıyız ki, su (kutuplardaki buzullar dahi) insanlığın ve tüm ekosistemlerin ortak bir değeridir ve temiz suya erişim temel insanlık haklarından biridir. Bu değerler kavranarak yerel ve küresel ölçekte doğru su politikaları ile su kaynaklarının korunması, sürdürülebilirliği ve herkese erişimi sağlanmalıdır.