Doğada aşk, bizim anladığımız türden tek eşli ve romantik ilişki biçiminden çok farklı tarzlarda tezahür eder. Hayvanlar aleminde, tek eşlilik (monogami) kural olmaktan çok istisna, çok eşlilik (poligami) ise neredeyse kaçınılmazdır.
Dünya üzerinde canlı yaşamın ortaya çıktığı andan itibaren amacı, hayatta kalmak ve gelecek nesilleri yaratmaktır. Yaşamın ortaya çıktığı ve adeta kendisinin bizzat hayata tutunduğu bu durumda, korkunç bir çevresel felâket gezegendeki tüm yaşamın yok olmasına neden olabilir. Böyle baktığımızda, aslında milyarlarca yıldır var olan ve sayısız gezegen barındıran evrende yaşamın ortaya çıkması, sonrasında çeşitlenip patlaması ve sonra tamamen yok olması bir baloncuğun ortaya çıkıp yok olması kadar hızlı olabilir. Biz sadece başı ve sonu arasında bir anda ve sadece bir gezegenden baktığımızda, onu yok olamaz ve hep varmış gibi görebiliriz. Böyle ya da değil bilmiyoruz, fakat emin olduğumuz bir şey var ki yaşam bir kez şartlar el verip ortaya çıkarsa, devam edebilmek için her yolu dener. Hayat her zaman devam etmek için bir yolunu bulur ve eşeyli üreme, yani bir dişi ve erkek eşeyin birlikte yeni bireyler meydana getirmesi, bu devamlılığı sağlamak için evrim tarafından icat edilen bir sürü yoldan biridir.
Türler evrimsel süreçte kendilerine en uygun üreme stratejilerine sahip olurlar. Bunun en temelde nedeni genetik çeşitliliğin korunması ve artması, böylece popülasyonların hastalıklara ve çevresel değişikliklere karşı dirençli olmasıdır. Böylece yaşam hayata daha sıkı tutunabilir, türlerin yok olma riski, yani yaşamın yok olma ihtimali azalır. Farklı genetik özelliklere sahip bireylerden oluşan bir toplum, yavaş veya âni değişen çevresel koşullara daha iyi uyum sağlayabilecek bireyleri daha yüksek oranda içinde barındırır ve bu da türün hayatta kalma şansını artırır. Daha fazla genetik çeşitlilik, popülasyonun hastalıklara yol açabilecek patojenlere karşı farklı bağışıklık tepkileri geliştirme olasılığını artırır. Böylece, bir hastalık tüm popülasyonu etkileyemez ve bazı bireyler hayatta kalabilir. Öte yandan genetik çeşitlilik evrimsel süreçte yeni özelliklerin ortaya çıkma olasılığını da artırır. Bu da hem türlerin uzun vadede evrimleşme ve farklı ortamlara uyum sağlama yeteneğini geliştirirken, hem de türleşmeyi tetikleyerek tür çeşitliliğinin, yani farklı yaşam formlarının ortaya çıkmasını sağlar. Genetik çeşitliliği arttırmanın en ateşli yollarından biri ise farklı eşeylerin bir araya gelip üremek için genlerini buluşturarak yeni gen kombinasyonlarına sahip bireyler yaratmasıdır.
Doğada aşk, bizim anladığımız türden tek eşli ve romantik ilişki biçiminden çok farklı tarzlarda tezahür eder. Hayvanlar aleminde, tek eşlilik (monogami) kural olmaktan çok istisna, çok eşlilik (poligami) ise neredeyse kaçınılmazdır. Monogamiden poligamiye uzanan ve çok eşliliğin yaygın olduğu bu renkli üreme dünyası, doğal seçilimin türlerin var olma çabası içinde bize sunduğu bir çeşitlilik şölenidir. Türler arasında farklı çevresel koşullar veya sosyal yapıların varlığı hem erkek hem dişiler açısından farklı üreme stratejilerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Örneğin, birçok hayvan türü, çevrelerindeki kaynakların nasıl dağıldığına bağlı olarak bu stratejilerini belirler. Kaynaklar geniş alanlara yayılmışsa ve bir bölgede yoğunlaşmamışsa, tek eşlilik daha avantajlı olabilir. Ancak, kaynaklar sınırlı ve yoğunlaşmışsa, poligami daha etkili olabilir. Yavrulara sağlanan bakımın gerektirdiği zaman ve enerji miktarı da üreme stratejilerini etkiyen temel nedenlerden biridir. Mesela, yavruların uzun süreli bakıma ihtiyaç duyduğu türlerde tek eşlilik yavru bakımını paylaşmak için avantajlı olacaktır. Ancak, yavruların hızlı bir şekilde bağımsız hale geldiği türlerde buna gerek olmadığından, poligami daha yaygın olabilir.
Hayvanların sosyal yapıları üreme sistemlerinin evriminde önemli bir rol oynar. Sosyal yapı, bir türün bireylerinin birbirleriyle nasıl etkileşimde bulunduğunu ve gruplar halinde nasıl organize olduklarını belirler. Bazı hayvan türleri, sıkı bir hiyerarşi içinde yaşar, yani ortaya alfa dişiler veya erkekler çıkmıştır ve üreme aktiviteleri daha çok bu bireylerde gözlenir. Bazı türlerde de alfa çiftler vardır, sadece bir alfa erkek ve bir alfa dişi üreme görevini üstlenir, grubun diğer üyeleri ise çocukların bakımına yardım etmekle sorumludur. Kurt sürüleri genelde bu şekilde ürer.
Aslan sürülerinde ve fil foklarında alfa erkek bir grup dişiye sahibi olur ve grubundaki tüm dişilerle çiftleşir. Bu hiyerarşik yapı, çok eşliliğin polijini (Ing. Polygyny) dediğimiz bir türünü temsil eder, yani bir erkeğin pek çok dişiyle çiftleştiği ama dişilerin yalnızca bir erkekle çiftleştiği yapılardır. Bu tür üreme sistemleri bilimsel literatürde “Harem” olarak adlandırılır. Arapça kökenli harem kelimesi “korunan yer” veya “yasaklanmış alan” anlamına gelen “haram” kelimesinden türemiştir. Bu türlerde alfa erkekler, rakip erkekleri kendi sürüsünden uzak tutarak haremini korur ve yavrularının hayatta kalma şansını artırır. Tavuklarda benzer bir sistem gözlemlenir. Horoz, haremi içindeki dişilerle düzenli olarak çiftleşir ve düzenli olarak döllenmiş yumurtalar üretmesini sağlar. Dişi yumurtalarını kuluçkaya yatarak ve yavrularını büyüterek bakım sağlar. Horoz, genellikle yavru bakımında yer almaz, ancak haremini koruma ve tehlikelerden uzak tutma gibi görevleri üstlenir. Bu nedenle tavuk çiftliklerinde genellikle az sayıda horoz sahibi olmak ve onları birçok tavukla birlikte tutmak yeterlidir.


Harem yapılarına sahip türlerde, alfa erkeklerin egemenliği altındaki dişilerle çiftleşme fırsatı bulamayan diğer dışlanmış erkekler, üreme şanslarını artırmak için çeşitli stratejiler geliştirmiştir. Bu tip üreme sistemlerinin olduğu türlerde “sinsi erkekler” dediğimiz kendine üreme fırsatı yaratan erkekler gözlenir. Çiklet balığı türlerinde (Ing. Cyclid), baskın erkekler parlak renkleriyle dikkat çeker, büyük yuvalar inşa eder ve dişileri çekmek için gösterişli davranışlar sergiler. Ancak, küçük ve renksiz sinsi erkekler, yuvaların çevresinde saklanır ve baskın erkeğin dikkatini dağıtmak için fırsat kollar. Baskın erkek, dişiyi ikna etmiş ve yumurtalarını bırakmasını sağlamışken, sinsi erkek hızla yaklaşır ve spermlerini serbest bırakır. Bu şekilde, baskın erkeğin yavrularıyla birlikte kendi yavrularını da oluşturma şansı bulur. Bülbül ve fil fokları gibi farklı familyadan türlerde de böyle sinsi erkekler daima baskın erkeklerle doğrudan rekabet etmek yerine, gizlilik ve hız gibi stratejilerle üreme şanslarını artırır. Ayrıca, dişiler de arada bu sinsi erkeklerle çiftleşmeyi tercih eder, çünkü artan genetik çeşitlilik yavruların hayatta kalma şansını artıracaktır.

Poliandri (Ing. Polyandry) ise haremin tersine dişilerin birçok erkekle çiftleştiği, erkeklerin daha az çiftleşme şansı yakaladığı ve bazen de yavru bakımını erkeklerin üstlendiği bir üreme stratejisidir. Deniz atlarına benzeyen deniz ejderlerinde (Phyllopteryx taeniolatus) dişinin çiftleştiği birden fazla erkeğin görevi döllenmiş yumurtaları taşımak ve korumaktır. Bazı örümcek türlerinde ise dişiler pek çok erkeğin kendisiyle çiftleşmesine izin verir ancak çiftleştikleri erkekleri hemen sonrasında yakalayıp paketleyerek kendilerine atıştırmalık olarak saklarlar. Bu tür sistemlerde dişiler oldukça büyük ve nadir, erkekler ise küçük ve bol olabilir. Örneğin fener balıklarında dişiler erkeklerin onlarca katı büyüklükte ve daha az sayıdadır. Bu da erkeklerin derin denizlerde bir dişiye ulaşabildiklerinde ona sadık olmasına yol açar. Genellikle dişilerin üzerine yapışan erkekler orada yaşamını sürdürmeye devam eder. İnsan türünde az sayıda dişi ve bolca erkek olsaydı neler olabileceğini hayal edin. Evrimsel süreçte poliandri yaygın hale gelebilir, sadık pek çok erkeğin bir evde yavrulara baktığı, dişilerin ise sıkça çapkınlık gezilerine çıktığı bir dünyamız olabilirdi.
Poliandrinin en güzel örneklerinden diğeri de bal arılarıdır. Bal arılarında, kovanın tek üreyen bireyi kraliçe arı hayatında yalnızca birkaç kez çiftleşme uçuşuna çıkar ve her çıkışında onlarca erkekle çiftleşip spermlerini depolar. Sonra birkaç yıl bu topladığı spermlerden işçi arılar olan yavrularını üretir. Döllenmiş yumurtalardan dişi işçi arılar, döllenmemiş yumurtalardan ise erkek arılar (dronlar) çıkar. Dronların yaşamları boyunca tek hedefi bir kez çiftleşebilmektir, zira bir kere çiftleştikten sonra hemen ölürler. Kraliçe arının çok sayıda erkekle çiftleşmesi, kovanın genetik çeşitliliğini artırır ve koloninin hastalıklara ve diğer çevresel değişikliklere karşı dirençli olmasını sağlar.

Polijinandri (Ing. Polygynandry) ise bir sosyal üreme grubunun içinde hem dişilerin hem erkeklerin birbirleriyle çiftleştiği grup stratejisidir. Örneğin, çizgili karaçay (Ing. Jacana) kuşları hem dişilerin hem de erkeklerin birden fazla partnerle çiftleştiği bir sosyal yapıya sahiptir. Bu türde, dişiler geniş bölgeleri kontrol eder ve birden fazla erkekle çiftleşirken, erkekler yumurtaların kuluçkaya yatma ve yavrulara bakma görevini üstlenir.
Çok eşliliğin en yaygın hali ise hem erkeklerin hem dişilerin bolca eşe sahip olduğu, ama sosyal üreme gruplarının oluşmadığı, promisküs üreme sistemidir. Promisküite (Ing. Promiscuity) genellikle bireylerin herhangi bir bağlayıcı çiftleşme ilişkisinden kaçındığı bir sistemdir. Böcekler, promisküitenin evrimsel başarısını sergileyen mükemmel örneklerdir. Bu strateji, böceklerin farklı ekosistemlere uyum sağlamasına ve hayatta kalma şansını artırmasına olanak tanır. Böceklerin bu denli farklı ve çok sayıda türü içermesinin ardında kaçınılmaz olarak çok eşlilik yatar. Mavi sütleğen böceği (Chrysochus cobaltinus) türünde dişilerin bir batında (yani bir yumurta seti döllenmeye hazırken) 60 erkeğe kadar çiftleştiği kaydedilmiştir. Bolca partnerle çiftleşen ilginç başka bir grup ise hermafrodit solucanlardır. Örneğin, bazı deniz salyangozları, yassı ve toprak solucanları hem dişi hem de erkek üreme organlarına sahiptir ve eş zamanlı olarak her iki eşey birden olabilirler ve her iki eşey olarak bolca partnerle çiftleşmeyi severler. Örneğin benim de doktor tezimde üreme davranışlarını incelediğim Macrostomum lignano türü yassı deniz solucanları aynı ortamda bir saat içinde ortalama olarak 10-15 kere ve yaklaşık 7-8 partnerle çiftleşebilirler. Her seferinde her iki bireyde birbirine spermlerini aktarır ve karşılıklı olarak yumurtalarını döllerler.
İstisnai ve çoğumuzun içten içe bir imrenme ve saygı beslediği ömür boyu tek eşlilik genellikle kuşlarda gözlenir. Albatroslar, nadir olarak gözlenen gerçek tek eşli türlerden biridir. Bu büyük ve zarif kuşlar, denizlerde uzun yolculuklar yapar, ancak her yıl aynı partnerle üreme alanlarına dönerler. Albatros çiftleri bir kez eşleştiğinde, bu bağlılık genellikle ömür boyu sürer. Ömür boyu monogami, genellikle yavru bakımının iki ebeveyn tarafından paylaşılması gerektiğinde avantajlıdır fakat nadir gözleniyor olması, evrimsel süreçte ortaya çıktığında poligamiye oranla nadiren avantajlı olabileceği anlamına gelir. Bu tür monogamik ilişkiler, partnerlerin birbirine olan güvenini ve iş birliğini artırarak, üreme başarısını maksimize eder. Ancak, her zaman işler yolunda gitmeyebilir. Çalışmalar gösteriyor ki değişen iklim koşulları albatros çiftleri arasında kavgayı ve boşanmaları arttırmış.

Monogaminin kendi içinde asıl yaygın olan çeşidi sosyal monogamidir; yani, dişi ve erkeğin yavru bakımı için bir çift olarak birlikte olması ve üreme sezonu sonunda ayrılması stratejisidir. Fakat bu süreç içinde arada yuvadan ayrılıp başka bireylerle hızlı bir çiftleşme seansına uğrayıp geri dönmeyi de ihmal etmezler. Sosyal monogami, birçok kuş türünde yaygın olarak gözlenir. Örneğin, mavi baştankara (Parus caeruleus) ve ispinozlar (Fringillidae), yuvayı ve yavrularını birlikte korur, ancak dişiler, bazen komşu yuvalardaki erkeklerle gizlice çiftleşebilir. Bu tür kuşlar yeterince ayrıntılı gözlenmediğinde tek eşli sanılabilirler. Bu yanılgı yıllarca kuşların özellikle edebi eserlerde birer aşk ustaları olarak anlatılmasına neden olmuştur. 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında genetik araştırmaların ilerlemesi ve DNA analizlerinin gelişmesi, kuş davranışları ve biyolojisi üzerine çalışan ornitolojistlerin yavruların çoğu zaman yuvadaki babadan değil başka babalardan olduğunu keşfetmesine yol açmıştır.
Yaşayan en yakın akrabalarımız primatlarda da saydığım bu üreme stratejilerinin hemen hepsi gözlenir. Çevresel ve sosyal yapılarına bağlı olarak farklı üreme stratejileri geliştirmişlerdir. Örneğin, şempanzeler ve bonobolar gibi bazı türlerde promisküite yaygındır. Şempanzelerde dişiler bir batında ortalama sekiz erkekle çiftleşebilirler. Erkekler arasında ise yoğun rekabet ve hiyerarşik yapı görülür. Bonobolarda yüksek sıklıkta gözlenen cinsel davranışlar sosyal uyumu sağlamak ve çatışmaları azaltmak için kullanılır. Gorillerde ise polijini gözlenir. Genellikle “gümüş sırtlı” olarak adlandırılan yetişkin alfa erkek birden fazla dişi ile bir harem oluşturur. Bu erkekler, genellikle diğer rakip erkeklerle mücadele ederek harem üzerindeki hâkimiyetlerini sürdürürler ve dişilerin başka erkeklerle çiftleşmesine izin vermezler. Ancak, genç erkekler, genellikle “kara sırtlılar” olarak adlandırılan sinsi ergenlerdir. Fırsat buldukça gizlice dişilerle çiftleşmeye çalışabilirler.
Babunlar ise tek bir makaleye konu olabilecek kadar farklı ve karmaşık üreme stratejilerine sahip ilginç primatlardır. Sürü olarak adlandırılan ve birkaç bireyden birkaç yüz bireye kadar değişebilen gruplar halinde yaşarlar. Sosyal yapı genellikle hiyerarşik olup, en üstte dominant bir erkek bulunur, ardından erkekler ve dişiler arasında katmanlı bir sıralama gelir. Erkek babunlar, fiziksel gösteriler, kavgalar ve sosyal ittifaklar aracılığıyla dominantlıklarını kurar ve bu üst sıralardaki erkekler, daha çok çiftleşme fırsatına sahiptir. Dişi babunlar da hiyerarşik bir sistemde yaşar ve bu genellikle annelerinden miras aldıkları sıralamaya dayanır. Yüksek rütbeli dişiler, kaynaklara öncelikli erişim sağlar ve daha yüksek üreme başarısına sahiptir. Grup büyüklükleri değiştikçe, babunlar, poligaminin farklı halleri, promisküite ve zaman zaman sosyal monogami gibi çeşitli üreme sistemleri sergiler. Yüksek rütbeli erkekler, dişiler kızgınlık dönemindeyken onları tekele altına alabilir. Bu erkekler genellikle daha büyük, daha agresif ve daha iyi fiziksel durumdadır, bu da onların dominantlıklarını sürdürmelerine yardımcı olur. Bazı erkekler, dişilerle yakın bağlar kurar, bu “dostluklar” dişiler kızgınlığa girdiğinde çiftleşme şanslarını artırır. Karşılığında erkekler, koruma ve tımarlama hizmeti sunar. Dişiler ise bazen birden fazla erkekle çiftleşerek, babalık karışıklığı yaratabilir. Çünkü bazı babun türlerinde, yeni bir erkek sürüyü ele geçirdiğinde veya rütbesi yükseldiğinde, dişilerin tekrar kızgınlığa girmesini hızlandırmak için yavruları öldürebilir. Bu davranış aslında birçok primat türünde görülen evrimsel bir stratejidir. Dişilerin çok eşlilik stratejileri yavrularının öldürülme riskini azaltır.

Sosyal monogami primatlar arasında da sık rastlansa da kuşlar kadar fazla değildir. Sadece yaklaşık %10’luk bir azınlık primat türü çiftler halinde yaşar. Güneydoğu Asya ormanlarında yaşayan küçük maymun Gibonlar gibi tropik türler veya Titi maymunları sosyal monogaminin en iyi bilinen örnekleridir. Bu küçük maymunlar orman hayatlarında genellikle yıllar boyunca süren güçlü çift bağları oluşturur ve küçük aile gruplarında yaşarlar. Yine de bu gibi sosyal monogamik primatların birçoğunda, çift dışı çiftleşmeler de gözlemlenmiştir. Bildiğim kadarıyla henüz ömür boyu tek bir partnerle yaşayan ve üreyen bir primat türüne rastlanmamıştır.
Daha yakın akrabalarımız ve muhtemelen bizim yüzümüzden yok olmuş Neantherhaller’de ise parmak kemiklerinin uzunluklarından yola çıkarak bize oranla daha yüksek oranda çok eşlilik olabileceğini savunan bazı çalışmalar var. Araştırmacılar, erken dönem maymunlar ve Neantherhaller gibi soyu tükenmiş homininlerin fosilleşmiş iskelet kalıntılarındaki parmak oranlarını, bu türlerin doğum öncesi androjenlere maruz kalma seviyelerinin göstergeleri olarak kullandılar. Androjen hormonu erkeklerde saldırganlık ve promisküite gibi özelliklerin gelişiminde önemli olan bir yapıdır. Androjen ve testosteron gibi hormonların anne karnında gelişim sırasında parmak uzunluğunu etkilediği bilinmektedir. Yüksek hormon seviyeleri, ikinci parmağa kıyasla dördüncü parmağın uzunluğunu artırarak düşük bir işaret parmağı-yüzük parmağı oranına yol açar. Araştırmacılar, Neandertaller ve erken dönem maymunların yanı sıra erken homininler, Ardipithecus ramidus ve Australopithecus afarensis‘in fosil parmak kemik oranlarını analiz ettiklerinde Neandertallerin ve erken insan türlerinin fosil parmak oranlarının, çoğu yaşayan insandan daha düşük olduğunu buldu. Bu da onların doğum öncesi yüksek androjen seviyelerine maruz kaldıklarını göstermektedir. Bu durum, erken insanlarda erkeklerin günümüz insanlarından daha rekabetçi ve kıskanç olduklarını gösterebilir. Bunun bir nedeni de dişilerin çok eşlilik davranışları göstermesi olabilir. Sonuçlar ayrıca, erken hominin Australopithecus’un muhtemelen tek eşli veya bizim gibi sosyal tek eşli olduğunu, daha eski bir Ardipithecus türünün ise yüksek derecede çok eşli olduğunu öne sürüyor. Sonuçlar aslında şaşırtıcı değil, soyu tükenen yakın akrabalarımız da şu an yaşayanlar kadar çeşitli üreme stratejileri geliştirmişler gibi görünüyorlar.


Son olarak türümüzün sosyal tek eşli gruba dâhil olduğunu hatırlatayım. İnsanlarda çiftleşme sistemleri kültürel etkiler nedeniyle çeşitlilik gösterdiği ve sürekli değiştiği için partnerlerin ortalama sayısı muhtemelen birden biraz fazladır, ancak kültür ve zaman genelinde kesin ortalamayı belirlemek zordur. Fakat dişilerin ortalama partner sayısı göz önüne alındığından pek çok çalışmada şempanzeler için bu sayı 8, gibonlar gibi başka sosyal monogamik türlerde 1 iken, bizim için birden yüksek, ortalama 1.5 olarak hesaplanır.
Çok eşliliğin, özellikle dişilerin bir set yumurtalarını döllemek için farklı erkeklerden sperm toplaması ve depolamasının yol açtığı bir sorun sperm rekabetidir. Bu rekabet dikenli penislerden, libido düşürücü proteinlere kadar birçok ilginç özelliğin evrilmesine yol açmış önemli bir evrimsel güçtür. Bir sonraki bölümde sperm rekabet üzerine bir yazıyla görüşmek üzere sevgili bilim severler.