Mustafa Kemal Paşa, 5 Temmuz 1917’de Yıldırım Ordular Grubunun 7. Ordu Komutanı olarak Filistin Cephesi’ne atandığında, Osmanlı Ordusu’nun durumu hiç iç açıcı değildi. II. Kanal Harekâtı başarısız olmuş, Arap Ayaklanması giderek büyümüş, Refah düşmüş, İngilizlerin Filistin topraklarına doğru ilerleyişi II. Gazze Muharebesi ile ancak geçici olarak durdurulabilmişti. Paşa, görevini ifa etmeye başladığında, General Falkenhayn’ın maceracı saldırı planlarına şiddetle karşı çıkmış ve Alman komutanın Suriye çöllerine yayılma arzusunun sonuçsuz kalacağını anlamıştı. Nitekim haklı da çıkacaktı.
Mustafa Kemal Paşa’nın cepheye gelişiyle birlikte 7. Ordu, Filistin’in orta kesimlerinde savunma pozisyonuna geçmişti. Paşa, eldeki sınırlı kaynaklara rağmen orduyu yeniden disipline etmiş ve plansız taarruzlardan kaçınarak savunmayı tahkim etmeye çalışmıştı. Ancak üst komuta kademesi, özellikle General Falkenhayn, hâlâ hücum planlarında ısrar etmekteydi. Bu gerilimli ortamda, Paşa ile Falkenhayn arasında ciddi bir stratejik görüş ayrılığı ortaya çıktı. Mustafa Kemal Paşa, bu koşullarda görev yapamayacağını belirterek 2 Ekim 1917’de 7. Ordu Komutanlığı görevinden istifa etti ve İstanbul’a döndü. Kasım 1917’de İngilizler III. Gazze Muharebesi ile Osmanlı’nın Gazze-Birüssebi hattını yarmayı başarmıştı. Bunun sonucunda, 12 Aralık 1917’de İngiliz General Allenby, Kudüs’e girdi…
Bu gelişmelerin ardından, 1917 yılı sonlarında Falkenhayn görevden alınmış ve yerine General Liman von Sanders atanmıştı. 1918’in ilk aylarında İngiliz ilerleyişi geçici olarak duraksamış görünse de, Osmanlı ordusu hem lojistik hem de moral açısından tükenmiş durumdaydı. Arap isyanları kuzeyden baskı yapıyor, İngilizler ise Nablus hattına büyük bir saldırının hazırlıklarını sürdürüyordu.
Bu kritik dönemde, 7. Ordu’nun toparlanması ve cephenin daha fazla çözülmesini önlemek amacıyla Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahdettin tarafından 5 Ağustos 1918’de yeniden aynı göreve atandı.
1918’in Eylül ayında, Allenby komutasındaki birlikler, Nablus Muharebesi ile Osmanlı’nın Filistin savunmasını kırdı. 8. Ordu kısa sürede dağıldı ve bu durumu, 4. Ordu’nun akıbeti takip etti. Ancak Mustafa Kemal Paşa komutasındaki 7. Ordu, büyük bir bozgun ortamında bile nizami bir şekilde geri çekilmeyi başarmıştı. Paşa’nın liderliği sayesinde ordu, topyekûn bir dağılma yerine, başarılı bir ricat gerçekleştirmişti.
İşte bu çekilmenin neticesinde -artık savaşın sonunun görülebildiği Ekim ayında- Mustafa Kemal Paşa Halep’e ulaştı. Halep’in hemen kuzeyinde, Katma adı verilen bir mevzide savunma hattı kurdu. İngiliz birlikleri, bu hat sayesinde 26 Ekim’de daha fazla kuzeye ilerlemekten alıkonuldu. Yine de, Anadolu’nun geleceğinin tehlikeye girdiği bir gerçekti. Bu nedenle Osmanlı idarecileri 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzaladılar.
Paşa, bu dönemde, yaşananları bir telgraf ile detaylı bir şekilde izah etmekteydi. Suphi Nuri Bey’in 4 Kasım 1924 tarihli İleri gazetesinde yayımlanan “Harb-i Umûmîde Gördüklerim: Mağlup Olur İken” başlıklı yazısında, Mustafa Kemal Paşa’nın Halep’ten yazdığı 7 Ekim 1918 tarihli bir telgraf aktarılmakta ve bu telgrafta 19 Eylül – 7 Ekim 1918 tarihleri arasında Suriye-Filistin Cephesi’nde yaşanan gelişmeler, Paşa tarafından bizzat dile getirilmektedir.
İşte Mustafa Kemal Paşa’nın telgrafı:
“Eylül’ün on dokuzuncu gecesi düşman evvela Yedinci Ordu’ya taarruz etmeğe başladı. Düşmanın iki taarruzunu tevkif etdim. On dokuz sabahı garbımızda bulunan Sekizinci Ordu kısa bir düşman taarruzu karşısında birkaç saat zarfında inhilâl etdi. Bundan dolayı Yedinci Ordu’nun sağ cenâhı ve hatt-ı ricatı tamamen düşman tarafından tutuldu. Şarkımızda bulunan Dördüncü Ordu hissizliğin azamîsini ibraz etdi. Elzem olan muavenetten istinkâf etdi. Buna rağmen her taraftan düşmanla muharebe ederek cenuba olan cebhemi garba tebdîl ve Vadi-i Şeria nehrinden orduyu geçirerek Cebel-i Aclûn dahlinde ve Der’a-Mezrib hattında ve oradan kemâl-i şeref ve namus ile gerek İngiliz takip kıtaatıyla ve gerek Şerif kıtaâtıyla muharebe ede ede Şam’a kadar getirdim. Orada, Liman Paşa’nın emriyle Şam’ın muhafazası için maateessüf Cemal Paşa’nın taht-ı emrine terk ile kendim de Rayak cebhesini tutmak ve orada elde edeceğim kuvvetleri tensik etmekle tavzif edildim. Cemal Paşa dahi Şam’ı, Rabu Boğazı’na kadar geldiğinden bihaber kaldığı düşmanın cüz’i kuvveti karşısında kendi ordusuyla beraber benim ordumu dahi terkederek yalnız başına Rayak’a geldi. Ben bundan sonra Rayak’ta teşkil ettiğim kuvvetleri şimale tahrik ederek Şam’da kalan kuvvetlerin dahi İsmet Bey taht-ı emrinde olarak şimale hareketini emretmek için vasıta buldum. Şimdi üç günden beridir, orduyu yeniden Halep cenubunda toplamakla meşgulüm. Düşmanın malûm fâikiyeti karşısında, ve bizim ordu namı altında tutulan beşer, altışar bin neferimizin ric’ati tabii idi. Fakat bu ric’at daima bir şekil muhafaza edilerek icra edilebiliyordu: Enver Paşa gibi bir ahmak müdir-i harekât-ı umûmiyye olmasa idi ve burada beş on bin kişilik bir hey’et-i askeriyenin başında ilk top sadâsında ordusunu bırakıp kaçan ve şahsını kurtarmak için şaşkın tavuk gibi öteye, beriye iltica eden kumandan bulunmasa idi, hiçbir vaziyet-i askeriyeyi takdir edemeyen bir Dördüncü Ordu Kumandanı bulunmasa idi… Ve bunların başında muharebenin ilk gününden itibaren hiçbir tesir ve nüfuzu kalmayan bir grup karargâhı olmasa idi… Bundan sonra artık sulhten başka yapılacak bir şey kalmamışdır…” 7 Teşrinievvel 334 (7 Ekim 1918), Mustafa Kemal.


