GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: Maxwell sentezinin felsefî sonuçları[1]
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > Tarih > Bilim Tarihi > Maxwell sentezinin felsefî sonuçları[1]
Bilim TarihiFizik

Maxwell sentezinin felsefî sonuçları[1]

Yazar: GazeteBilim Yayın Tarihi: 15 Mayıs 2024 20 Dakikalık Okuma
Paylaş
Ernst Mach
Yeni pozitivizmin kurucusu Ernst Mach (1838-1916)

Heisenberg ile Schröndinger’in 1925-1926’da gerçekleştirdikleri fiziğin kuantum sentezinin yaygın yorumu olarak bilinen ve “Kopenhag Yorumu” adı verilen yorum işte bu Yeni Pozitivist felsefenin fizikteki yansımasıdır. Öte yandan, bu felsefe Avrupa’da özellikle Fransa’da en uygun kabul ortamı buldu. Restorasyon’la Devrim öncesi felsefelere tepki gösteren Fransız iktidarları, Comte’un pozitivizminde ve Henri Poincaré ile Pierre Duhem’le temsil olunan yeni pozitivizmde, Fransız Devrimi’nin en uygun inkâr felsefesini buldular.

Yazar: Burhan Cahit Ünal

Maxwell sentezinin elektrik, magnetizma ve optiği dört yasadan oluşan tek bir kuramda birleştirmesi fiziğin kaydettiği önemli bir adımdı. Newton’un üç hareket yasası ve kütle çekim yasasıyla Maxwell’in bu dört yasası, toplam sekiz yasa, klasik fiziğin temel yasalarını oluşturdular.

Newton mekaniği ile hareketin anlaşılması, fiziğin gelişiminde yeni ufuklar açmıştı. Çünkü insanın elektrik ve magnetizma olayları konusundaki ilk bilgilerinin derinleşebilmesi, her şeyden önce, bir cismin herhangi bir kuvvetin etkisi altında yapacağı hareketin anlaşılmasını gerektiriyordu. Newton mekaniği işte bunu sağladı ve 19. yüzyılın ilk yarısında elektrik, magnetizma ve optik birbirlerinden bağımsız ayrı birimler olarak felsefeden ayrıldılar.

Mekanik’ten sonra felsefeden ilk ayrılan optik oldu. Çünkü yıldızlara inanan Babilonlulardan beri insan yıldızların hareketini, onların yolladığı ışık yardımıyla izlemişti. Teleskopun kullanımı optik olayların anlaşılmasını kolaylaştırdı (İlk teleskopu Galile, ikincisini Newton yaptı).

Işığın kırılma yasasını 1621’de Hollandalı Snell (1591-1626) denel yöntemle buldu. René Descartes bu yasayı 1637’de ışığın tanecik kuramından çıkardı. Bu yanlış kuram, ışığın daha yoğun ortamda, daha yüksek bir hızla yayılmasını gerektiriyordu. Doğru kuramı 1678’de Christian Huygens (1629-1695) ışığın dalga özelliğine dayanarak verdi. Ama bu kuram yaklaşık bir yüzyıl Newton’un yanlış tanecik kuramının gölgesinde kaldı. Fizikçiler Newton’un otoritesine güveniyordu. Fransız Augustin Fresnel (1788-1827) Huygens’in kuramını ele aldı ve matematik anlatımına kavuşturdu. Nihayet 1801’de İngiliz Thomas Young (1773-1829) ışığın dalga kuramını denel bir temele yerleştirdi.

Elektrik ve magnetizmanın da bağımsız birimler olarak oluşmasına Fransız fizikçiler önemli katkılar sağladılar ve 1820-1825 yıllarında elektrostatik ve magnetostatik’in denel yasaları tamamlanmıştı.

Charles A. Coulomb (1736-1806) durgun elektrik yüklerinin meydana getirdiği elektrik kuvvetinin ifadesini buldu. Pierre S. Laplace (1749-1827), Carl F. Gauss (1777-1855) ve Simeon D. Poisson (1781-1840) durgun elektrik yüklerle, bunların oluşturdukları elektrik alan arasındaki bağlantıları yazarak elektrostatik’in yasaların tamamladılar.

Elektrik akımının magnetik etkisini ilk kez Danimarkalı fizikçi Hans Christian Örsted (1774-1862) 1820’de gözledi. Fransız fizikçileri Jean Baptiste Biot (1774-1862), Felix Savart (1791-1841) ve Andre-Marie Amperé (1775-1836) magnetostatik’in yasalarını 1820-1825 yıllarında tamamladılar.

Fransız Devrimi’nin Locke ve Newton’un felsefesi ve çağının bilimini kapsayan ansiklopediciler ile ilgisini gördük. Bu ilişki Devrim boyunca sürer. Napolyon Mısır seferine çıkarken, yüzün üstünde bilim adamını beraberinde götürür. Bilimsel araştırmayı teşvik için Politeknik Okulu’nu açar ve en değerli bilim adamları da bu okula tayin eder. 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, Fransız fizikçilerinin optik, elektrik ve magnetizmaya katkıları Fransız Devrimi’nin bilime verdiği önemin doğal sonucudur. Fakat bu süreç Restorasyon’la son bulacaktır. Sadi Nicholas Carnot (1796-1832) termodinamiğin yasalarını 1836’da tamamlayacak, fakat işçi hareketlerine karıştığı için hapse atılacaktır. Eserini Alman Clausius ve İngiliz Lord Kelvin tamamlayıp 1850’de yayınlayacaklardır.

Elektrik ve magnetizmaya dönelim.

Fransızların yasalarını tamamladıkları elektrik ve magnetizma, durgun elektrik yüklerini ve sabit akımlı durgun elektrik devrelerini kapsıyordu. Bu nedenle, bu iki dala elektrostatik ve magnetostatik adı verilir. Statik, durgun veya hareketsiz demektir.

19. yüzyılın en önemli fizik buluşunu Michael Faraday (1791-1867) indükleme yasasını 1831’de bularak gerçekleştirdi:

“Değişken bir magnetik alan, değişken bir elektrik alan meydana getirir.”

Bu yasanın önemi o güne dek ayrı sanılan elektrik ile magnetizma arasında bir bağlantı kurmasıydı. Bunun için durgun rejimden değişken rejime geçmek yetiyordu. Çünkü, durgun elektrik yükleri yalnız durgun bir elektrik alan oluşturuyorlardı; durgun sabit akım devreleri de yalnız durgun bir magnetik alan oluşturuyorlardı. Durgun elektrik yükleri yakınında magnetik alan yoktu ve durgun sabit akım devreleri yakınında, devreler iletkenlerden oluştuğunda, elektrik alan yoktu. Ancak hareketli yükler ve değişken akımlar değişken magnetik alan oluşturuyordu; bu sonuncu alan da Faraday yasasına göre değişken bir elektrik alan oluşturuyordu.

Faraday okumamıştı, bir cilt evinde işçi olarak çalışıyordu. Ciltlediği kitaplar arasında ilgisini çekenleri okuyarak kendisini yetiştiriyordu. Kaldığı tavan arasında kurduğu mütevazı bir laboratuvarda okuduğu kimya ve fizik deneylerini yineliyordu. İndüklenme yasasını bulduğunda, bu yasayı nicel olarak ifade edecek kadar matematik bilgisi yoktu. Bu nedenle, deney sonuçlarını matematik dili yerine İngilizce olarak ifade etti; matematik bilen fizikçiler, yasayı matematik dilinde formüllerle yazdılar. Daha sonra Maxwell (1864) ve Einstein (1905) sentezlerinin dayanacağı bu önemli yasanın matematiğin yardımı olmadan bulunmuş olmasını, ileride bu konuya geri dönmek üzere, burada vurgulamakla yetinelim.

James Clerk Maxwell (1831-1879) elektrik, magnetizma ve indüklenme yasaları arasındaki tutarsızlığı ve eksikliği fark etti. Elektrik ve magnetizma yasaları durgun rejimi kapsıyordu, oysa indüklenme yasası değişken rejimi getiriyordu. Bu durumda eksik olan yasa, indüklenme yasasının tersi idi.

“Değişken bir elektrik alan, değişken bir magnetik alan meydana getirmelidir.”

Oysa, Amperé yasasına göre, magnetik alanın kaynağı sabit elektrik akımıydı. Maxwell, elektrik akımına değişken elektrik alanıyla orantılı bir terim ekleyerek bu eksikliği giderdi. Ayrıca, elektrikte, elektrik alanla elektrik yük arasındaki bağıntıyı veren Gauss yasasını değişken rejimi kapsayacak biçimde değiştirdi.

Böylece, elektrik ve magnetizma yasaları indüklenme yasasıyla aynı değişken rejime uydurulmuş oluyorlardı. Bu üç yasaya, magnetik yükün yokluğu yasası eklenince Maxwell’in elektromagnetizma kuramının dört yasası tamamlanmış oluyordu.

Amperé, Maxwell ve Faraday yasaları elektrik ve magnetik alanları birbirine bağlayarak, elektrikle magnetizmanın birleştirilmesini gerçekleştirmiş oluyorlardı. Bu birleştirmeden, ışık hızıyla yayılan bir elektromagnetik alanın varlığını öngörmek mümkün oluyordu. Heinrich Rudolf Hertz (1857-1894), 1875’te bu alanı laboratuvarda elde ederek hem Maxwell’in kuramını doğrulamış, hem de optiğin elektromagnetizmayla birleştiğini göstermiş oluyordu.

Maxwell sentezinin elektrik, magnetizma ve optiği dört yasadan oluşan tek bir kuramda birleştirmesi fiziğin kaydettiği önemli bir adımdı. Newton’un üç hareket yasası ve kütle çekim yasasıyla Maxwell’in bu dört yasası, toplam sekiz yasa, klasik fiziğin temel yasalarını oluştururlar.

19. yüzyılın son çeyreği, bir yandan klasik fiziğin fiziksel olayları başarılı bir biçimde açıklamalarına tanık olurken, öte yandan da bu kuramın açıklayamadığı bazı olaylar ortaya çıkmaya başlıyordu. Bu olaylar iki türdendi:

-Bir kısmı, klasik fiziğin iç çelişkilerinden kaynaklanırken,

-Bir kısmı da klasik fiziğin atomlara uygulanmasından kaynaklanıyordu.

Klasik fiziğin iç çelişkisini, Newton’un hareket yasalarının uydukları Newton göreliliğine, Maxwell yasalarının uymaması oluşturuyordu. Bu çelişkinin çözümü, Newton mekaniğinin ve göreliliğinin, Einstein mekaniği ve göreliliğiyle düzeltilmesi sonucu 1905’te gerçekleşecekti. Böylece, klasik fizik Newton artı Maxwell yasaları yerine Einstein artı Maxwell yasalarından oluşacaktı.

Bu düzeltme ikinci tür güçlüklere, klasik fiziğin atomlara uygulanmasından kaynaklanan güçlüklere bir çözüm getirmiyordu. Bu tür güçlüklerin çözümü de, Newton mekaniğinin Heisenberg ile Schrödinger’in kuantum mekanikleriyle düzeltilmesiyle 1925-1926’da gerçekleşti. Bu yeni fiziğe kuantum fiziği adı verildi.

Şimdi, atomlarla ilgili güçlüklere dönelim.

17. yüzyılda, Galileo Galilei (1564-1642), Pierre Gassendi (1592-1655) ve Robert Boyle (1627-1691) maddenin özelliklerini, onu oluşturan atomların hareketleriyle açıklamak için Demokrit’in atomcu görüşünü yeniden ele alırlar. Daha önce de görüldüğü gibi, Newton da bu görüşe katılıyordu.

Atomcu görüşe kimyacılar önemli katkılarda bulunurlar: John Dalton (1766-1844), Mikhail Vassilievitch Lomonossov (1711-1765) ve diğerleri. Buna karşılık, 19. yüzyılda fizikçiler arasında atomcu görüş daha az kabul görüyordu. Clausius, Maxwell ve Boltzmann bu görüşü benimseyen nadir fizikçilerdi. Ludwig Boltzmann, Newton mekaniğinin gazlara uygulanması ile elde edilen gazların kinetik kuramından hareket ederek istatistik mekaniği kurdu. Denel yasaları 1850’de tamamlanan termodinamiğin yasa ve kavramlarını atom hipotezine dayanan istatistik mekanikle anlamak mümkün oluyordu (1872-1873). Fakat Newton mekaniğinin atomlara uygulanması, nedeni sonradan anlaşılacak olan bir çelişki içeriyordu ve bunun sonucu olarak siyah cismin ışıması gibi bazı olayları açıklayamıyordu.

İşte, klasik fiziğin ister iç çelişkilerinden ister atomlara uygulanmasından kaynaklanan bu güçlüklere fiziğin bunalımı adı verildi. Bu bunalım karşısında fizikçiler iki kampa ayrıldılar: “Fiziksel Gerçekçiler” ve “Fiziksel Simgeciler”. Her iki kampın lideri, Avusturyalı iki fizikçi idi. Ludwig Boltzmann (1844-1906) ve Ernst Mach (1838-1916).

Fiziksel gerçekçilik okulunda, Boltzmann’ın arkasında 19. yüzyıl fiziğine önemli katkılar yapmış olan Kirchhof, Maxwell, Hertz, Helmholtz ve Lord Kelvin gibi fizikçilerin büyük çoğunluğu yer alıyordu.

Fiziksel simgecilik okulunda ise Mach’ın arkasında Poynting, Pearson, Duhem ve Poincaré gibi sayılı fizikçi yer alıyordu.

Atomcu görüşün varisi olan gerçekçi okul, görünen olayı (fenomen) maddenin iç nedenlerine bağlıyordu. Bilgi sürecinin gelişimini Boltzmann şöyle anlatır:

“Yalnız çevresiyle en uygun biçimde düşünen sonsuz yaşam savaşında yaşamını sürdürebilir. Doğaya hükmeden insanın düşüncesi değildir. Hayır, düşüncemi oluşturan, beni sürekli olarak çevreleyen şeylerdir. Başım, uzun ve yanlış atılımlardan sonra, bende beni çevreleyen gerçeğin zihinsel portresini oluşturmayı öğreninceye kadar bana karşı çıkıyor. Düşünce var olalı, bu zihinsel uyma süreci de vardır ve düşünce var oldukça, o da var olacaktır. Bu zihinsel uyumun sonuçları kuşaktan kuşağa geçti; ve onlar bu yolda ısrar ettikçe, zorunlu bir iktidar elde ediyorlar. Bu yolla, kanılar gelişiyor ve sonunda aksiyom oluyorlar.”

Boltzmann, bilimin uygulanmasında doğrulanması gereken modeller yardımıyla fiziksel gerçeğin doğru ve uygun imgesini arıyordu. Modellerinde, doğrulayamayacağı modellere geçmemekte tedbirli idi. Atomların iç yapısı konusunda hiçbir öneri yapmadı. İmgeler konusunda ise şunları yazıyordu:

“Karanlıkta arayarak dünyanın doğru imgesini bulmanın çok güç olduğunu deney kadar, basit bir gözlem de gösterir. İmgeler el yordamıyla mutlu kişisel düşünceleri ağır ağır oluştururlar. Gerçekten, epistemoloji, atomistiğin dogmacı ve metafizik uzantılarına olduğu kadar, tüm doğayı az bir gayretle açıklayan bir hipotez bulmayı uman sayısız hipotez üreticilerine de karşı çıkıyor.”

Simgeci okul olay (fenomen) ve gözlemlerin sonuçlarıyla yetiniyordu. Bu okul, Auguste Comte’un, Immanuel Kant’ın ve Berkeley’in varisi idi. Ernst Mach’a göre:

“Bilimin amacı,

1)         Temsiller arasındaki ilişkilerin yasalarını aramak (fizyoloji)

2)         Duyumlar arasındaki ilişkilerin yasalarını bulmak (fizik)

3)         Temsillerle duyumlar arasındaki ilişkilerin yasalarını açıklamak[tır] (psikofizik).”

“Duyumlar” şeylerin simgeleri değildir. “Şey” aksine, bağıl bir kararlılıkta karmaşık bir duyumun zihindeki simgesidir. Dünyanın asıl ögeleri, şeyler (cisimler) değildir; fakat renkler, sesler, basınçlar, uzaylar, yani süreler duyum dediğimiz şeylerdir”

Mach, bilimin görevini yalnız gözlem sonuçlarının düzenli ilişkisinde gördü ve insanın duyumlarının kaynağı olabilecek bağımsız, yansız bir dış dünya kavramını yadsıdı.

Simgeci Okulun Fransız müridi Henri Poincaré uzay ve zamanı şöyle anlıyordu:

“Uzay ve zaman kavramları bağıldırlar ve bunun sonucu olarak, bunları bize kabul ettiren doğa değildir; bunları doğaya kabul ettiren biziz, çünkü bu kavramlar kolaylık sağlıyor.”

Poincaré için doğa yasaları, insanın kolaylığı için yarattığı simgeler ve kabullerdir.

Görüşlerini özetlemeye çalıştığımız bu iki okuldan, fiziksel gerçekçilik okulunun mensupları bilmeden materyalist felsefeyi savunuyorlardı. Fiziksel simgecilik okulunun mensupları ise bilerek Comte ve benzerlerinin pozitivizmini savunuyorlardı.

Mach tıpkı Comte gibi, “süreklilik ve benzerlik ilişkilerinin ötesine” ve “olayların esas meydana geliş biçimine” ilişkin her türlü araştırmanın karşısında idi. Mach’ın felsefede vargüçle matematiğe tutunması ve pozitivizmi hep bir cepheden ele almış bulunması dolayısıyla Yeni Pozitivist (Wiener Kreis) filozoflar üzerinde büyük etkisi oldu. Pierre Duhem de bilimde, birtakım kuramlarla görüntüleri ortadan kaldırıp gerçekle göz göze gelmenin fiziğin görevi olmadığını ileri sürüyordu.

Mach ve yandaşları, pozitivizme uygun biçimde, maddenin atom modeline karşı çıktılar. Mach önce Boltzmann’ın ve sonra Planck’ın kuramlarını eleştirerek, bilimin temel kurallarına uygun olmadığını şiddetli bir dille söylemiştir. Fizik eğitimindeki etkileri nedeniyle bu çalışmayı incelemekte yarar var.

Fizik tarihi insanın fiziksel gerçek üzerindeki bilgisinin zamanla dış görünümsel (phénoménologique) düzeyden daha derin ve daha temel bir düzeye doğru derinleştiğini gösteriyor. Fiziksel gerçek, her an iki yanıyla görünür; olay (phénoméne) ve öz (essence). Bilgilenme süreci iki düzeyde gelişir. Denel (duyumsal) düzey ve kuramsal (ussal) düzey. Eski Yunan atomcularının olayı atomlarla açıklama çabası bu iki görünümü içeren bir kurgu idi. Boltzmann’ın termodinamiğin denel yasalarını, maddenin varsaydığı atomsal yapısına dayanarak istatistik yöntemle açıklaması, bilginin bu iki düzeyli gelişmesine güzel ve ilk örneği oluşturuyordu.  İlk kez fiziğin temel bir yasasını atomsal düzeyden hareket ederek anlatmak mümkün oluyordu. Bu buluş 19. yüzyılın son çeyreğinin pek çok fizikçisini şaşırttı, çünkü atomlar henüz gözlenmemişti ve kimyacıların aksine, fizikçilerin çoğu maddenin atom modeline inanmıyorlardı. İşte böyle bir ortamda, Boltzmann simgecilerinin saldırıları karşısında yapıtının boşa çıkacağı korkusuna kapılarak 1906’da atomların gözlemlenmesinden iki yıl önce intihar etti.

Maddeyi zihinsel bir simgeye indirgeyen, fiziğin kavramlarını insanı doğaya zorla kabul ettirdiğini varsayan bu görüş fizikte nereye kadar gidebilirdi? Yanıt: Fiziğin matematikselleşmesi oldu.

Fizik nicel bir bilim olduğu için, olayları karakterize eden büyüklükler matematiksel simgelerle gösterilir. İşte bu simgeleri, olayı özünden yalıtılmış biçimde anlatan “duyumlar” ya da “temsiller”le aynı sayarsak fiziği tarihsel yolundan saptırmış oluruz. İşte, Fransa’da Restorasyon’u izleyen iktidarlar Ernst Mach’ın müridleri olan Henri Poincaré ve Pierre Duhem’in bu tür görüşlerini resmi devlet görüşü haline getirerek fizik eğitimini etkilediler. Başlangıçta, fizikçilerin büyük çoğunluğunun fiziksel gerçekçilik okulunun görüşlerini paylaşmasına karşın, fiziğin gelişmesinde fiziksel simgeci okulun büyük etkisi oldu.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, fiziksel gerçeğin iki yanı vardır: Olay ve öz. Simgeci okul, özünden soyutlayarak yalnızca olayla yetinir. Bir örnek verirsek, bir fizik deneyinde yapılan ölçümle yetinmek, bu sonucu veren iç mekanizmaları unutmak ya da düşünmemek. Simgeci okulun mensupları doğa yasalarını maddenin iç mekanizmaları olarak değil, fakat “duyumlar” ya da “temsiller” ya da “simgeler” arasındaki kolaylık sağlayan bağıntılar olarak anlıyorlar. Buraya kadar, bu okulun görüşü, öteki karşıt okulun görüşü kadar saygıdeğer bir felsefi görüştür. İki görüş fizikte hiçbir değişikliğe neden olmaz. Zararlı etki, gerçek fiziksel büyüklüklere karşı gelen matematik simgeler, olayı özünden ya da fiziksel içeriğinden soyutlanmış olarak anlatan “duyumlar” ya da “temsiller” ya da “simgeler”le bir tutulduğunda kendini gösterir. Dönemin pozitivist filozofu Abel Rey bile bu duruma karşı çıkar ve fiziğin matematikselleştirilmesini şöyle anlatır:

“Fizik daima matematiğe yakınlaştırılmaya çalışıldı ve matematiğin genel bir fikri fiziğin genel bir fikrine dönüştürüldü… Burada fiziği anlama ve değerlendirme tarzında tüm deneycilerin ihbar ettikleri matematik bir zihniyetin işgali söz konusudur… Matematiğin soyut kurguları, fiziksel gerçekle matematikçilerin bu gerçeği kavrama tarzı arasına bir duvar çekmiş gibi görünüyorlar. Fiziğin yansızlığnı üzüntüyle hissediyorlar… Fakat kuramlarının karışıklıkları ya da geri dönmeleri bir sıkıntı yaratıyor. Bu durum çok yapıldı, arandı ve kotarıldı; bir deneyci fiziksel gerçekle sürekli temasın kendi görüşleri üzerinde ona sağladığı güveni burada bulamıyor… İşte, her şeyden önce fizikçi olan tüm fizikçilerin ve tüm yeni mekanikçi okulun söyledikleri… Kuramsal fizik matematiksel fiziğe dönüşüyor… O zaman, biçimsel fizik, yani sadece matematikleşmiş matematiksel fizik dönemi başladı, -fiziğin bir dalı olarak matematiksel fizik değil, fakat matematiğin bir dalı olarak. Bu yeni evrede, yapıtının tek içeriğini sağlayan (sadece mantıksal) kavramsal öğelere alışan, ele almakta güçlük çektiği maddi ve kaba öğelerden sıkılan matematikçi zorunlu olarak bunları mümkün mertebe soyutlamaya ya da bunları tamamen kavramsal ve gayrimaddi düşünmeye ya da onları tamamen ihmal etmeye yöneldi. Sonunda öğeler gerçek ve yansız veriler olarak; tümüyle söylersek, fiziksel öğeler olarak kayboldular. Yalnız diferansiyel denklemlerde gösterilen biçimsel bağıntılar kaldı.”

Bilimlerin sınıflandırılmasında, Auguste Comte’un matematiğe tanıdığı önceliği daha önce gördük. Bir olayın “özü”nün ya da “gerçek nedeni”nin ne olduğunu arayıp sormanın pozitivist felsefede anlamı ve yeri olmadığını gördük. Ernst Mach bu felsefeyi geliştirerek simgeci (Yeni Pozitivist) felsefesini kurdu. Bu felsefenin fizikçiler arsında yandaşı pek azdı. Fakat 20. yüzyılın ilk çeyreğinde fizikte büyük etkisi oldu. Heisenberg ile Schröndinger’in 1925-1926’da gerçekleştirdikleri fiziğin kuantum sentezinin yaygın yorumu olarak bilinen ve “Kopenhag Yorumu” adı verilen yorum işte bu Yeni Pozitivist felsefenin fizikteki yansımasıdır. Öte yandan, bu felsefe Avrupa’da özellikle Fransa’da en uygun kabul ortamı buldu. Restorasyon’la Devrim öncesi felsefelere tepki gösteren Fransız iktidarları, Comte’un pozitivizminde ve Henri Poincaré ile Pierre Duhem’le temsil olunan yeni pozitivizmde, Fransız Devrimi’nin en uygun inkâr felsefesini buldular.

Fransız burjuvazisinin bu stratejik kararı, Abbasi halifesi Mütevekkil’in ya da Selçuklu sadrazamı Nizamü’l-Mülk’ün stratejik kararları gibi, Fransa için çok ağır sonuçlara neden olacaktı.

Bazılarını sayalım:

– Fransa, Napolyon’dan sonra hiçbir savaşta kazanmadı.

-Devrim öncesi bilim dili olmaya aday Fransızca bugünkü Latince gibi kültür diline dönüştü.

– Bilimsel araştırmalara olanak sağlamak için açılan Politeknik Okulu, Restorasyon’la birlikte bürokrat yetiştiren bir okula dönüştü.

– Fizik eğitimi matematikselleştirilerek, “fiziksel gerçek”le ilişkisi koparıldı. Kuramsal fizik, Fransız fizik eğitiminde yerini bulamadı. Maxwell, Einstein ve kuantum sentezleri Fransız fizik eğitimine nüfuz edemediler. Boltzmann uzun yıllar tanınmadı. Sadece denel ölçümlerle yetinen, sonuçları yorumlayamayan, bir tür “denel fizikçilik” akımı doğdu.

Bu saptamalar Türkiye dâhil herhangi bir Müslüman Üçüncü Dünya ülkesi için de aynen geçerlidir. Çünkü Fransa bir iktidarın bilim ve felsefeye sırt çevirmesi konusunda son örneğimizi oluşturmaktadır.

Ernst Mach’ın Yeni Pozitivizminin Almanya ve İngiltere’de önemli bir etkisi olmadı. Çünkü bu ülkelerdeki iktidarların maddeden kaçmak için bu tür felsefelere gereksinimi olmadı. Bu nedenle, bu ülkeler fiziğe temel katkılarda bulundular. Einstein ve Heisenberg -Schrödinger sentezleri Alman kültürlü ülkelerde gerçekleşirken, İngiltere Rutherford’un deneyi ve Dirac’ın kuramıyla önemli katkılar yaptı.


[1] Fizik Dergisi, Sayı 9, Ocak 1997, s. 5-9.

Etiketler: almanya, einstein, ernst mach, fransız devrimi, kuantum, maxwell, pozitivizm, yeni pozitivizm
GazeteBilim 15 Mayıs 2024
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Önceki Yazı fizik dergisi Türk Fizik Vakfı ve Fizik Dergisi
Sonraki Yazı Nesnelere aktarılan anlamlar: Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi örneği

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

Çin ordusu, eş zamanlı nükleer saldırı deneyi yapıyor

Hakemli Explosion and Shock Waves dergisinde yayınlanan yeni bir Çin araştırması, aynı hedefi hızlı bir şekilde vuran birden fazla nükleer savaş başlığının…

HaberNükleer
1 Ekim 2025

Bilim ve sansür

Egemen güçler ve bazen de erkek egemen toplumlar ciddi şekilde bilimsel düşünceye sansür uygulamaktadır.

Bilim Tarihi
30 Eylül 2025

Minik altın “süper atomlar” bir kuantum devrimini ateşleyebilir!

Altın nanokümeleri artık kuantum performansında hapsedilmiş atomik iyonlara rakip olabilir. Yeni nesil cihazlar için ölçeklenebilir, ayarlanabilir yapı taşları sunar. Kuantum…

Teknoloji
19 Ağustos 2025

Bu yıldızlar sonsuza kadar parlayabilir!

Parçacık astrofizikçileri "karanlık cüce" adı verilen yeni, yıldıza benzeyen ve biraz da tuhaf bir cismin varlığını öne sürdüler.

AstrofizikFizik
15 Temmuz 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?