Teknoloji titanlarını besleyen 1970’lerin sapkın prensipleri bize dünyanın en zenginlerinin %1’inin dünya zenginliğinin neredeyse üçte ikisine sahip olduğu bir dünya bıraktı.
Julianne Schultz
Çeviri: Sena Kaplan
1980’li yılların başlarında pasaklı Manhattan’daki mahallemin kaldırımlarında kara tahta üzerine elle yazılmış levhalar ortaya çıkmaya başladı: Kimin öldükten sonra daha çok oyuncağı varsa o kazanır. Bunların yaşandığı zaman New York City hala iflasın eşiğinden kendini toplarlamaya çalışıyordu ve New York’tan ayrılabilenler rekor sayılarla şehirden ayrılıyorlardı. Suç ve evsizlik yaygın, taş kokain her köşedeydi.
Kaldırımlardaki mesajlar oldukça açıktı: tüketimcilik bir dolandırıcılıktır, buna karşı diren, öldükten sonra sahip oldukların bir işe yaramayacak.
Ama hiçbir zaman Amerikan kapitalizminin ayartma gücünü hafife almayın.
Birkaç yıl sonra mesajın içinden ironi çıkmaya başladı. Mesaj kamyon arkası yazılarda, alışveriş torbalarında, tişörtlerde görülmeye başladı. Tüketimcilik karşıtı mesaj daha fazla öteberi aldırmak için bir yakarmaya dönüştü.
Siyasi liderlerin toplum diye bir şey olmadığı hakkında son derece kararlı oldukları zamanlarda, internetin ilk zamanlarının kurucuları ve şu anda dünyayı yeniden şekillendiren yapay zeka şirketleri-Google, Apple, Microsoft, Meta, Amazon ve Nvidia-çoğu kişinin “açgözlülük iyidir” dönemine karşı sahip oldukları içgüdüsel tepkileri hatırlamaları için çok gençler.
O zaman bile çoğu kişi, bir avuç insanın mega zengin olmasının diğer insanların aleyhine olacağını kestirmişlerdi.
Bunun yerine bu teknoloji titanları kendilerinin cisimleşmiş hali oldular. İnsanların daha fazla oyuncaklara sahip olması için yalvarışın babası sayılan Malcolm Forbes gibi insanın en uç rüyalarını karşılamayı geçecek bireysel hazinelere sahip olan milyarderler ya da daha evvelki neslin endüstriyel milyonerleri şu an daha çok ailelerinin yardımseverlilikleriyle tanınıyorlar.
Kendi rahatlıkları için düzenlenmiş öldükleri zaman dünyadaki çoğu oyuncağa sahip olacakları kesin olan teknoloji titanları yarattıkları kaos için ne izin istediler ne de bağışlanmayı dilediler.
Kolay bağlantı ve dipsiz bilgiler bulunduran bir çağ gibi internette ilk başlarda hayal etmede kullanılan ütopik fikirler hakkında çoğu şey yazıldı.
Şimdi biliyoruz ki bu düşünce hem doğruydu hem de kökünden hatalıydı.
Küresel çapta değişim, insan hakları, kadın hakları, siyahi hakları, toprak hakkı, çevrecilik, bilgiye ulaşmada özgürlük için şarkılar söylendi, yürüyüşler yapıldı ve yasalaştırılmalarıyla 1960’larda ve 1970’lerde hayat buldu. Aynı zamanda varoluşsal bir tehdit olduğu gören kişiler tarafından şiddetli bir muhalefeti de kışkırttı.
Bu muhalefetin fikirleri, dünyayı değiştiren küresel şirketlerin gerçek operatörü, üpotik hippi lafları değil.
1970’lı yılların başlarında birisi bir ekonomist diğeri de bir psikolog tarafından yazılan iki makale gündemi belirliyor. Amerikan sosyal bilimlerin utkusunda son derece adaletsiz, el altından kontrol edilen, sinirli ve endişeli bir dünya uydurdular.
1970 yılının Ekim ayında Milton Friedman, New York Times için The Social Responsibility of Business Is to Increase Its Profits (İşletmelerin Kârlarını Arttırması için Sosyal Sorumluluğu) adlı makalesini yazdı. Yeniden okumaya değer bir yazı. Çalışmada işletmelerin sadece kâr için motive olmalarını, sosyal etki gibi herhangi başka bir kaygının gereksiz olduğunu söylüyordu. Bu düşünceler onyıllarca süren neoliberalizmin iskeletini oluşturdu.
Hiç kimse bu düşüncelere karşı çıkmadı. Ancak bu düşünceler medyada adalet, çevre korunumu, vergiden kaçınma gibi endüstride sosyal sorumluluğu sağlayan mekanizmaların değişen başarı oranlarıyla birer birer altını oydu.
Aynı zamanlarda Harvard’da çalışan psikolog B.F. Skinner, Beyond Freedom & Dignity(Özgürlüğün ve Onurun Ötesinde) adlı kitabında davranış değiştirme ile zihin kontrolünün dünyayı nasıl değiştirebileceğini ve nasıl daha verimli, daha etkili ve kârlı yapabileceğini gösterdi. Skinner’ın düşüncelerine bakılarak kitabının isminin Köleliğe ve Aşağılanmaya Doğru olması daha makbul olurdu.
Skinner her güdülenmemizi ve cevabını bizim bileceğimizden daha önce anlayan “davranışın teknolojisi”ni hayal ediyordu. Bu, çocukların iyi davranışlarını gösteren buzdolaplarına asılan yıldız tablosunun daha da uzağındaki bir fikirdi.
Shoshana Zuboff’un Gözetleme Kapitalizmi Çağı adındaki çığır açan kitabında teknoloji şirketlerinin hayatlarımızın en mahrem köşelerine inerek yapmaya çalıştıkları şey tam da bu: beğeniler ve tıklamalarla ödüller, zar zor hayal ettiğimiz arzularımızı reklamlarla karşılama ve itaatsizliğimizi iptal etmeyle cezalandırma. Şirketler ve devletler büyük veriyi kullanarak ve davranışsal ekonomiyle birlikte sunduklarını tekliflere doğru itiyorlar.
Bilgi özgürlüğü, kamuoyunu aydınlatmadan çıkıp her şeyin söylenebilindiği herkese açık bir alanın ama yanlış bir şeyin denmesi korkusu tüm tartışmayı felç ettiği bir yere dönüştü. İnternet şirketleri tasarımı sayesinde bilinemeyen algoritmaların arkasına saklanıyor ve devletler hukuki tedbirlerle kamuoyunun aydınlatılmasını önüne geçiyor.
Bu sapkın prensipler şu anda katlandığımız dijital kolonizasyonu güçlendiriyor.
Bizim kimliği gizlenmiş dijital dışatımımız dünya zenginliğinin neredeyse üçte ikisine sahip olan en zengin %1’e giren kişilerin bu zenginliğe sahip olmasını sağlıyor. Bu hem her yerde olan hem de hiçbir yerde olmayan şirketler dijital fazlalığın üretildiği ülkelerde kaygıyı yatıştırmak için hiçbir sosyal sorumluluğu, ürettikleri ürünlerin yarattığı gözetleme ve suistimali kabul etmiyorlar; ürünlerini engelleyen regülasyonlara ve yasalara karşı savaşıyorlar. Eğer hiçbir şey işlerine yaramazsa cezalarını onlar çekiyorlar.
Dünya etrafındaki devletler açılan Pandora’nın kutusunu, kontrolü kolay bağlantı ve serbest şekilde akan bilgi vaadiyle sömürülmüşlere yeniden vermek için yeni yasalar ve korumalar düzenlemeye çalışarak kapatmaya çalışıyorlar.
Donald Trump’ın başkan olarak seçilmesinden önce tanınmaktan öte aşırı derecede şık bir yere dönüşmüş olan New York City’deki tekrar eski mahallemdeydim. High Line turistik merkezinin üzerinde eskilerin kara tahtaya yazılmış levhasına rakip olan bir depolama şirketinin reklam panosu vardı. O levhada şu yazıyordu: Fransız aristokrasisi de başlarına gelecekleri göremediler.
Hiçbirimiz de göremedik ama Milton Friedman’ın ve B.F. Skinner’in hayal ettiği dünyanın sonuçlarıyla yaşamak zorundayız.