Yoksa bir mitten mi ibaret? İşte kanıtlar!
Mısır’dan çıkışlarına atfen Fısıh Bayramı’nı kutlayan Kudüslü Yahudiler için o gün herhangi bir gün değildi. Şehir, nereden çıktığı belli olmayan “bugün Mesih gelecek” söylentileriyle çalkalanıyordu.
Tarihlerinin büyük bir bölümünü Mısır esareti, Asur-Babil istilaları ve ardından gelen sürgünlerle geçiren Yahudiler için kara günlerin sonu bir türlü görünmüyordu. Roma İmparatorluğu tarafından atanan ve büyük zulüm gördükleri Yahuda Kralı Edomlu Hirodos ağır bir hastalık sonucu ölmüş, ancak bu kez üç oğlunun taht kavgası başlamıştı. Öte yandan Mabet’e giriş yasağıyla başlayan süreç, “Yüce Din Görevlisi” makamına Makkabi Ailesi’nin getirilmesiyle sonuçlanmış, bu gelişme Yahudi cemaatinde büyük bir huzursuzluk yaratmıştı. Üstelik o yıllarda Yahudilerin yaşadığı Kenan toprakları, büyük bir kuraklığın ardından gelen açlık ve salgınla kırılıyordu.
Öylesine kara günlerdi ki bunlar, bir grup Yahudi, Ölü Deniz kıyısındaki Kumran Mağaralarında inzivaya çekilerek, Mesih’in gelişini ibadetleriyle hızlandırma kararı almıştı.
“Davut oğlu kurtar bizi”
Mesih beklentisi Yahudi ibadetinin en önemli kısmını oluşturur. Kral Davut soyundan gelmesi beklenen Mesih, şehre Kuzey Kapısı’ndan girecek ve “İsrail’in koyunlarını toplayıp Tanrı’nın krallığını kurarak Kudüs’ü işgalden, Yahudileri esaretten kurtaracaktı.”
Bir grup Yahudi, Ölü Deniz kıyısındaki Kumran Mağaralarında inzivaya çekilerek, Mesih’in gelişini ibadetleriyle hızlandırma kararı almıştı.
O bayram gününde Nasıralı İsa’nın “Kudüs’ün Kuzeyindeki kapıdan bir eşek üzerinde şehre girişi Matta İncilinde şöyle anlatılır:
“Sokak ve caddeleri, mabetten dağılmış Yahudiler doldurmuş ve gözler kentin kuzey girişine çevrilmiş ve ortalık ‘Davut Oğluna hoşana*! Rab’bin adıyla gelene övgüler olsun, en yücelerde hoşana!’ nidaları ile inliyordu.
İşte böylesi bir günde Kudüs’e doğru yola çıkan Nasıralı, Zeytin dağının yamacında bulunan Beytfacı köyüne geldiklerinde İsa, öğrencilerinden ikisini şu sözlerle köye gönderdi: ‘Karşınızdaki köye gidin. Hemen orada bağlı bir dişi eşek ve yanında bir sıpa bulacaksınız. Onları çözüp bana getirin. Size bir şey diyen olursa, ‘Rab’bin bunlara ihtiyacı var, hemen geri gönderecek’ dersiniz.’
İsa Kudüs’e girdiği zaman bütün kent, ‘Bu kimdir?’ diyerek çalkandı.
Kalabalıklar, ‘Bu, Celile’nin Nasıra kentinden İsa peygamber’ diyordu.”
Bazı Yahudi kaynaklarında “kılıcını kuşanmış, görkemli bir at üzerinde kente kuzey kapısından girmesi beklenen Mesih’i” karşılamaya hazırlanan halkın, bir eşek üzerinde ve çaputlar içindeki İsa’yı görünce büyük bir hayal kırıklığı yaşadığı anlatılır. Sonuç olarak Yahudiler o gün de daha sonraki günlerde de İsa’yı bekledikleri Mesih olarak asla kabul etmediler.
Bir yüzyıl süren sessizlik!
Öncelikle belirtmem gerekir ki milyonlarca inananı olan bir dinin mensubunun herhangi bir tarihsel kanıta gerek duymaksızın, kutsal kitabı ne diyorsa ona inanması son derece anlaşılabilirdir ve buna dair söyleyecek fazla bir sözümüz yoktur.
Burası bilimsel bir mecra olduğu için bu yazının konusunu, tartışmada bir taraf olmaktan ziyade Hıristiyan tarihçi ve ilahiyatçıların İsa’nın tarihselliğine ilişkin argümanlarını sizlere sunmak oluşturuyor.
Argümanlar sunulduktan ve bir takım tartışmalı meselelere dikkat çektikten sonra, “neme lazım, işin ucunda mahkemelere düşmek de var” deyip, “İsa’nın gerçekten yaşayıp yaşamadığına ilişkin karar” siz sevgili okurlara bırakılacaktır.
Kanıt olarak sunulan ifadeler, kendi bağımsız tanıklıklarına değil çeşitli kaynaklardan kendilerine ulaşan bilgilere dayanıyor.
Öncelikle, İkinci yüzyıla değin İsa’dan bahseden ve kesinliği doğrulanmış herhangi tarihsel bir kaynak yoktur. Birinci yüzyılda yaşamış Yahudi tarihçi Josephus’un 93-94 tarihlerinde yazdığı “Yahudilerin Eski Eserleri” adlı kitabının nüshalarında İsa’dan bahsedildiği görülür. Ancak bu nüshaların orjinalliği meselesi halen büyük bir tartışma konusudur.
İsa ile ilgili daha kesin denilebilecek bilgilere ikinci yüzyılda, Yahudi olmadıkları için “pagan” olarak adlandırılan bazı tarihçi ve düşünürlerin anlatımlarında rastlarız.
“Haçlara mıhlandılar, alevlerle yüzleştiler”
Bu isimlerden ilki Romalı senatör ve tarihçi Tacitus’dur. MS. 56-120 yılları arasında yaşamış olan Tacitus, “Yıllıklar/Vakayiname” adlı Latince eserinde Roma’da yaşayan Hıristiyan bir topluluktan şöyle söz ediyor:
“Netice itibariyle (Roma’yı yaktığı yönündeki) söylentilerden kurtulmayı amaçlayan (İmparator) Nero, iğrençlikleri yüzünden halkın nefret ettiği ve ‘Hıristiyanlar’ diye tanımladığı bir taifeyi gözüne kestirdi, onları suçladı ve onlar üzerinde en ağır işkencelere girişti. Bunların isimlerini aldıkları Christus, (İmparator)Tiberius’un saltanatı döneminde procurator olan Pontius Pilatus’un hükmüyle şiddetli şekilde cezalandırılmıştı. Suçlananların tümü tutuklandı. Sonra, onların verdikleri bilgiye dayanılarak şehri kundaklama suçundan değil de insanlığa karşı nefretleri yüzünden muazzam bir kalabalık hüküm giydi. Bunlar her nevi aşağılanmaya maruz kalarak öldüler. Hayvanların derilerine sarılmış şekilde köpekler tarafından parçalanarak öldürüldüler, haçlara mıhlandılar, alevlerle yüzleştiler. Öyle ki, bu yapılanlar gün batımından sonra geceyi aydınlatmıştı.”
Yine Romalı tarihçi Suetonius’un (MS.70-170) notlarında, “Yahudiler ‘Chrestus’un kışkırtmasıyla sürekli huzursuzluk çıkardıkları için o (İmparator Claudius) da onları Roma’dan kovdu” şeklinde bir ifadeye rastlıyoruz.
“Sizin resminize taparak Mesih’i lanetlediler”
Romalı yazar ve avukat Plinius(MS. 61-113) ise dönemin önemli şahsiyetlerine yazdığı mektuplardan birinde Hristiyanlardan şöyle söz ediyor:
“… Sonrasında, genellikle olduğu gibi suçlamalar yayıldı. Zira kovuşturmalar sürüyordu ve münferit birkaç olay meydana gelmişti. Öyle ki, pek çok kimsenin ismini (Hıristiyan oldukları iddiasıyla) zikreden anonim bir belge ortaya çıktı. Hali hazırda veya geçmişte Hıristiyan olduklarını inkâr edenleri, tarafımca dikte edilen sözlerle tanrılara yalvarmaları ve sizin resminize tütsü ve şarapla birlikte tapmaları koşuluyla –ki bu resmi tanrıların heykelleriyle beraber bu amaçla getirtmiştim- ve dahası Mesih’i lanetlemeleri şartıyla salıvermeyi doğru buldum. Çünkü rivayete göre gerçekten Hıristiyan olanlar bunların hiçbirisini yapmazlarmış.
Muhbirin geçmişte Hıristiyan olup şimdi bunu inkâr ettiğini bildirdiği diğerleri geçmişte durumun böyle olduğunu, ancak şimdi bunun değiştiğini; kimisi üç yıl önce, kimisi beş yıl önce, bazısı yıllar önce, bazısı ise yirmi beş yıl önce Hıristiyanlıktan vazgeçtiklerini öne sürdüler. Nitekim bunların tümü sizin resminize ve tanrıların heykellerine taparak Mesih’i lanetlediler…”
“Yahudiler bilge krallarını idam ederek ne elde ettiler”
Süryani hiciv yazarı Samoslu Lukianos da (MS. 125-180) Yunanlı filozof Peregrinus ile ilgili anlatılarında şu notlara yer veriyor:
“ Peregrinus, Filistin’deki Hıristiyan din adamlarıyla bağlantı kurduktan sonra onların bazı kutsal metinlerini incelemiş ve Hıristiyan hikmeti hakkında bilgi edinmişti. Bunun sonrasında Hıristiyan olmuştu ve hatta bu cemaat içinde sivrilmeye başlamıştı. Öyle ki, Hıristiyanların kutsal metinlerini yorumlayıp yenilerini kaleme alabilecek yetkinliğe ulaşmıştı. Hıristiyanlar bu yüzden Peregrinus’u neredeyse bir peygamber, bir kült lideri, hatta metin diliyle sinagoglarının önderi gibi görmeye başlamışlardı. Bu öylesine bir gönül bağıydı ki, Hıristiyanlar Peregrinus’a sanki bir tanrıymış gibi saygı duymuşlar, Peregrinus tarafından konulan yasalara uymuşlardı.”
Lukianos notlarında Filistin’de çarmıha gerilen bilge bir yasa koyucudan da söz ediyor.

Hristiyanlık ve İsa’ya ilişkin son bilgiler ise Süryani stoacı Mara Bar Serapion’un Roma hapishanesinden oğluna yazdığı mektuplardan yer alıyor:
“Atinalılar Sokrates’i öldürmekle ne kazandılar? Bunun karşılığında üzerlerine kıtlık ve veba salgını geldi. Samoslular Pythagoras’ı yakarak ne kazandılar? Bunun karşılığı olarak memleketleri bir saat içinde kumların altına gömüldü. Yahudiler ise bilge krallarını idam ederek ne elde ettiler? Bu yüzden memleketleri (krallıkları) onlardan alındı. Bütün bunlar Tanrı’nın ilahi adaletinin bir tecellisi idi. Atinalılar açlıktan öldüler, Samoslular deniz suyu altında kaldılar, Yahudiler ise perişanlığı yaşadılar; kendi ülkelerinden sürüldüler ve gittikleri her ülkeden kovuldular. Halbuki Platon sayesinde Sokrates, Hera büstü sayesinde Pythagoras, yürürlüğe koyduğu yeni kanunlar sayesinde de Bilge Kral (İsa?) ölümsüz oldular.”
Hristiyan tarihçi ve ilahiyatçıların İsa’nın tarihselliğine ilişkin sunduğu tüm kanıtlar işte, yukarıda bir özetini sunduğumuz bu ifadelerden oluşur.
Burada dikkatinizi çekmek istediğimiz birkaç notu da sıralamak isteriz. Öncelikle, görüleceği gibi, kanıt olarak sunulan ifadeler, kendi bağımsız tanıklıklarına değil çeşitli kaynaklardan kendilerine ulaşan bilgilere dayanıyor. Bir de tabi, yazarlardan hiçbirisinin İsa’nın adını doğru şekilde zikredememesi meselesi var. Örneğin Tacitus, “Christus” ifadesini açıkça İsa’nın ismi zannederek kullanmış gibidir. Suetonius’un “Chrestus”u ise bir muammadan ibarettir.
Kanıt olarak sunulan ifadeler, kendi bağımsız tanıklıklarına değil çeşitli kaynaklardan kendilerine ulaşan bilgilere dayanıyor.
Plinius, Hıristiyanları anlatırken bu hareketin lideri olarak “Mesih” diye birisinden bahsediyor ve bu Mesih’e ilişkin kimi bilgiler veriyor. Ancak bu ifadelerden İsa’nın varlığını bildiğine dair herhangi bir sonuç çıkmıyor.
Evet, Samosatalı Lukianos, “Filistin’de çarmıha gerilen bilge bir yasa koyucudan”; Mara Bar Serapion ise “Yahudilerin öldürdüğü yasa koyucu bir bilge kraldan” söz ediyorlar. Ancak, onların anlatımlarından da bu yasa koyucu bilgeyi ismen bilmedikleri ortaya çıkıyor.
Bu anlatıları oluşturan bilgilerin kaynağı meselesi ise başlı başına büyük bir sorundur.
Tüm bunların içinde en anlaşılmaz olanı ise topraklarında yaşanan en küçük bir olayı bile kayıt altına almalarıyla ünlü Romalılar ve Yahudilerin İsa’yı neden bu denli görmemezlikten geldikleri meselesidir.
—————-
*Hoşana: İbranice, anlamı “kurtar bizi”.
*Matta İncili -21.
*Bu yazı hazırlanırken, Doç. Dr. Zafer Duygu’nun, Yakın Doğu Üniversitesi İslam Tetkikleri Mer