GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: Fair Play: İktidar, cinsel şiddet, filmler ve feminizmler
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > Düşünce > Fair Play: İktidar, cinsel şiddet, filmler ve feminizmler
DüşünceKültür-Sanat

Fair Play: İktidar, cinsel şiddet, filmler ve feminizmler

Yazar: Yasemin Varlık Yayın Tarihi: 17 Ekim 2023 25 Dakikalık Okuma
Paylaş
Fair Play, birbirini çok seven bir çiftin birkaç günde darmadağın olan ilişkisini anlatsa da seyirciyi iktidar, güç ilişkileri ve cinsel şiddet üzerinde düşünmeye değer bir dizi soruyla baş başa bırakıyor. (Görsel: Netflix)

Patriyarkanın hep kapitalizm ve emperyalizmle beraber iç içe çalıştığı anlaşılınca Emily’nin, striptizci kadınların ve Leyla’nın başetmek zorunda kaldığı patriyarkanın bir ve aynı olduğu varsayımı tartışma götürür.

İçindekiler
Orta sınıf erkekliğin silahı olarak açüklamaKalpten fallusa bir yol vardır, gözünen görünmez sırdırBen senin bildiğin kadınlardan değilim“Erkekler kadınları seyreder, kadınlarsa seyredilişlerini seyreder”“Kadın kadındır, bayan babandır”ın sınıfsallığıBirleşmiş Milletler, kadınları güçlendirme politikaları ve öznellikYarı insanın oluşumuna Türkiye’den bakmakKurtuluş ile özgürleşme ikileminde kızkardeşlik

Bugünlerde Netflix’te gösterimde olan 2023 yapımı Fair Play, birbirini çok seven bir çiftin birkaç günde darmadağın olan ilişkisini anlatsa da seyirciyi iktidar, güç ilişkileri ve cinsel şiddet üzerinde düşünmeye değer bir dizi soruyla baş başa bırakıyor. Bu soruların çoğu, iktidar ve şiddetin cinsiyetli doğasına ilişkin olduğu için, son günlerde bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gündem olan İsrail-Filistin çatışmasındaki şiddet tartışmasına da ışık tutabilir. Hele de “bu savaşta kadına yönelik şiddete işaret eden fotoğrafları nasıl yorumlamalıyız?” sorusu feministler arasında hiddetli tartışmalara yol açmışken, bu filmin sert gerçekçiliğinin sağladığı “güvenli alan”da düşünmek faydalı olabilir.

Emily ve Luke borsadan para kazanan bir yatırım şirketinde birlikte çalışan ancak işyeri kuralları gereği ilişkilerini gizlice sürdüren bir çifttir. Film ilk sahnelerinden birinde bize, bu aşkın aslında pür güç ilişkileri, hırs ve mobbingin egemen olduğu acımasızca rekabetçi, hiyerarşik, erkek üstünlükçü ve kâr merkezli bir işyeri ortamında sürdüğünü gösterir.  Bu sahnede çalışanlar “güvenli işyeri oluşturma” amaçlı bir eğitsel video izlerken arka planda orta kademe bir portföy yöneticisi olan Quinn, kovulduğu için sinir krizi geçirir. Tam da eğitim videosunun vurguladığı üzere herkes bu krizi “doğru üslup” ve “profesyonel tavrı” korumak üzere soğukkanlılıkla izler. Fakat Quinn galiz küfürler etmekte, önündeki bilgisayarı parçalamakta ve çok fazla gürültü çıkarmaktadır. Kumandayı elinde tutan başka bir adam, çareyi videonun sesini daha da açarak Quinn’in sesini bastırmakta bulur: “Amacımız eğitim yoluyla daha güvenli bir iş ortamı yaratmak. Bugün odaklanacağımız konular çeşitlilik ve kapsayıcılık, cinsel taciz farkındalığı, çatışmalara çözümcü yaklaşım, şiddeti önleme ve madde bağımlılığı farkındalığı…” Quinn bu sesler eşliğinde güvenlik tarafından binadan çıkarılır, işyeri huzuru ve barışı tekrardan tesis edilir.

Orta sınıf erkekliğin silahı olarak açüklama

Çiftin ilişkisi Quinn’den boşalan makama Emily’nin terfi ettirilmesiyle keskin bir kavşaktan geçer. Kendisi yerine Emily’nin terfi ettirilmesini hazmedemeyen Luke, amiyane tabirle arıza çıkarmaya başlar ve birkaç gün içinde ilişkiyi kötü bir sona sürükler. Eril gururu zedelenen Luke’un hataları Batılı kadınların oldukça âşinâ olduğu bir patriyarkal farsa dönüşür. Luke, özellikle Batılı olmayan toplumlarda ne olduğu ya da gerçekten olup olmadığı çokça tartışılan bir dizi psikolojik şiddet biçimini, özellikle kadını kendinden şüpheye düşürme, “aydınlatma”, yetenek ve başarılarını küçümseme, suçlu, borçlu ya da eksik hissettirme gibi bir dizi yöntemi devreye sokar. Emily’nin kendisinden daha yetenekli olabileceğini aklına bile getirmeyen Luke, işi Emily’yi iş yerinde manipüle ederek sabote etmeye kadar vardırır. Bu manipülasyon sonucunda şirkete borsada büyük miktarda para kaybettiren Emily, büyük patronun “aptal sürtük” sözleriyle verdiği tepkiyi eğitimlerde öğretildiği gibi “profesyonel bir tavır”la karşılar. Emily’nin zaten somut bir seçenek olarak, en azından işinden vazgeçmeden bu şiddete şiddetle karşılık verme şansı bulunmaz. Çünkü öyle bir durumda patronun cinsel tacizi affedilemez, ancak Emily’nin işyeri barışını bozan saygısızlığı da affedilemez. İşyeri barışı herkes için eşit derecede önemlidir ama büyük patronlar hep daha eşittir.

Emily, büyük patronun “aptal sürtük” sözleriyle verdiği tepkiyi eğitimlerde öğretildiği gibi “profesyonel bir tavır”la karşılar.

Kalpten fallusa bir yol vardır, gözünen görünmez sırdır

Bu süreçte çiftin tutkulu cinsel hayatı da yara alır. Bir sahnede Luke, Emily’nin cinsel yakınlaşma çabasına ikircikli bir tavırla karşılık vermeye çalışırken istese de erekte olamaz. Karşılıklı aşk sözleriyle başlayan sevişme, başarısızlıkla sonuçlanır. Aşk, ereksiyon için yeterli olmaz. Bu sahne radikal feminist gelenekten Andrea Dworkin’in entelektüel mirasının kaba ama etkili bir özeti gibidir. Genel geçer bir bakış Luke’un gurur kırıklığı ve stresinin ereksiyonu engellediğini öne sürebilir. Oysa Dworkin’e sorsaydık, görünüşte sorunsuz giden önceki cinselliğin de en azından erkeğin dünyasında hep erkek iktidarıyla iç içe ve ayrılmaz bir bütün olduğunu söylerdi. Buradan hareketle Luke’un ilişkileri boyunca tutkuyla sürdürdüğü cinsel hayatın temelinde hep güç ve iktidar dengelerinin yattığını, üstelik bu temelin Luke ve Emily çiftine özgü değil, daha çok bedensel, tarihsel ve sosyal olduğunu, ilişkinin eninde sonunda patriyarkal bir düzlemde hayat bulduğunu varsaymak mümkündür.

Ben senin bildiğin kadınlardan değilim

Şirketine kaybettirdiği parayı hızlıca misliyle geri kazanan Emily hem bu başarının komisyonu hem de maruz bırakıldığı “aptal sürtük” için bir özür olarak yarım milyon dolarlık bir çekle ödüllendirilir. Aynı gece, şirketindeki diğer yöneticilerle beraber bir striptiz kulüpte başarısını kutlamaya gider. Striptiz kulübü fikri önce bir şaka olarak ortaya atılmıştır ancak Emily bu şakadaki meydan okumayı görüp psikolojik düello davetini kabul eder. Kulüpte eğlenirken iş arkadaşlarının erkek üstünlükçü değerlerle yüklü anektotlarını sabırla dinlemekle kalmaz, onların espiri anlayışını da çabucak benimseyip birkaç saatliğine de olsa erkekler kulübüne dâhil olur. Birkaç bin doları içki ve striptizci kadınlara bahşiş olarak harcarken iş arkadaşlarına kendisinde kadınlarda bulunduğu varsayılan kırılganlıktan eser dahi olmadığını, kurban/mağdur kadın konumuyla en ufak bir özdeşleşme kurmadığını ve cinsellikle barışık olduğunu gösterir. Kendini İngilizce’de “corporate badass” (kurumsal kabadayı) denilen konuma o kadar sorunsuzca yerleştirir ki, eve döndüğünde bu konumunun gücünü Luke üzerinde denemeye kalkar. Emily bu mutfak sahnesinde sevgilisine “Benimle sevişirsen kariyerinde yükselmene yardımcı olurum” der. Luke bu teklife karşılık Emily’ye, kulüpteki erkeklerden birinden çok o erkekleri eğlendiren striptizcilere benzediğini söyleyerek cevap verir. Emily kamusal alanda kazandığı ve tam olarak nelerden (ne tür hak ve yetkilerden) oluştuğu oldukça müphem olan bu yeni gücün özel alanda darmadağın olmasıyla kalakalır.

“Erkekler kadınları seyreder, kadınlarsa seyredilişlerini seyreder”

Hem striptiz kulübü hem de mutfakta geçen sahneleri feminist göz aracılığıyla işlemek, adlandırmak ve bildik feminist kavramlar etrafında yerli yerine koymak meşakkatli bir iştir. Yukarıda alıntılanan Marksist sanat eleştirmeni John Berger’in de belirttiği gibi görme biçimleri politiktir ve bakan ile görülen arasındaki güç ilişkilerine göbekten bağlıdır. Oldukça kaba bir çerçeve çizersek bu sahneler karşısında en az dumura uğrayacak olanın liberal feminist göz olduğunu söyleyebiliriz. Liberal feminizm açısından oldukça önemli olan “cam tavan” ve “seks işçiliği” kavramları üzerinden baktığımızda bu sahneler huzursuzluktan çok kazanımların kutlanmasına yol açabilir. Emily zekâsı, eğitimi ve çalışkanlığıyla cam tavanı aşmış, feminist mücadelenin işyeri eğitimi müfredatına soktuğu “cinsel taciz farkındalığı” sayesinde “güvenli bir ortamda” hak edilmiş başarısının tadını çıkarmaktadır. Bunda seks işçiliğinin yasal anlamda tanınması ve düzenlenmesi sayesinde striptizci kadınların fiziksel tacizden korunmasının payı da teslim edilmelidir. Henüz gidecek çok yol vardır. Mesela kadınların seksi satın alma hakkı hâlâ kabul görmese de en azından “cinsiyet apatheid”ı ortadan kalkmıştır.

Radikal feminist göz içinse durum biraz daha farklıdır. Bu göz kulüpte striptizci kadınların mâruz kaldığı sözlü tacizi ve aşağılanmayı, ayrıca striptizcilerin hepsinin kadın olduğu gerçeğini görmezden gelmeyi reddeder. Burada cinsel olarak eğlendiren ve eğlenen, cinsel performansı satmak zorunda kalan ile satın alan, seyir eyleminin nesnesi ve öznesi ayrı ve cinsiyetlidir. Bu bütünüyle patriyarkal bir bağlamdır ve hangi cinsiyetin cinsel emeğe mahkûm edildiği açıkça ortadadır. Emily’nin bu bağlamdaki çelişkili konumu durumu değiştirmez, son kertede tahakküm ilişkisi cinsiyet farkı dolayımıyla kurulur. Tahakküm bedenli ve maddîdir. Tahakkümün bedenle ilişkisi kolayca koparılabilseydi Luke Emily’ye bir sonraki sahnede eninde sonunda kadın olduğunu, üstelik de “sürtük” imasıyla hatırlatamazdı. Öyle ya da böyle, şu ya da bu oranda Emily de striptizci kadınlar da ortak cinsiyet deneyimini paylaşır ve bu anlamda kadınlar başlı başına bir sınıftır.

Bu sahnelerden en fazla huzursuzluk duyan göz ise Marksist feminist göz olacaktır. Bu göz radikal feminizmin öngörülerini (bedenin politik olduğunu) kabul etmekle beraber Emily’nin çelişkili konumunun üzerinden kolayca atlayamaz. Bu sadece kadınlar arasındaki sınıfsal farkın oldukça cinselleştirilmiş bir ortamda bile güç dengelerini nasıl değiştirebildiğine dair kavrayıştan kaynaklanmaz. Bu zaten ceptedir, ancak Marksist feminist bakış bu bağlamın saf ve pür patriyarkadan oluştuğu varsayımını reddeder, güç ilişkilerini sadece erkek ve kadınların birbirleriyle etkileşimi üzerinden okumayı da. Çünkü burada patriyarkal tahakküm eninde sonunda para üzerinden kurulur ve striptiz kulübünün varlığını mümkün kılan patriyarka olduğu kadar kapitalizmdir de. Bu anlamda güç ilişkileri cinsiyetli olduğu gibi aynı zamanda sınıfsaldır. Sözlü taciz ve zorbalığın gırla gittiği bu ortamda erkeklerin Emily’ye olası kadınsal hassasiyetlerini hesaba katarak temkinlice davranması kadınların o kadar da standart bir erkek şiddetine maruz kalmadığını göstermesi açısından önemlidir. Bu basitçe yoksul/zengin kadın ayrımından çok, kapitalist düzende emeğin ve saygınlığın örgütleniş biçimiyle de ilgilidir. Striptizci kadınlar kullanım değeri üretirken (görsel/duygusal/cinsel eğlence) Emily değişim ve yatırım değeri (para/fon/hisse) üretir. Bu anlamda kimin kadın kimin hatun olduğu kapitalizmden bağımsız bir patriyarkal gözle değil, kapitalist ilişkiler dolayımıyla belirlenir (Skeggs, 1997). Striptizci kadınlar için sözlü taciz “iş”in ayrılmaz bir parçasıyken yatırım şirketinde şiddete girebilir. Emily patronuna “aptal sürtük” için dava açma şansına sahipken striptizci kadınlar Emily’nin “hadi biraz popo görelim”i için dava açamaz. Yatırım değeri üreten kadının hak ve yetkileri, bedensel ve duygusal bütünlüğü, Emily örneğinde olduğu gibi zaman zaman pekâlâ çiğnenebiliyor olsa da kanunlarca, dolayısıyla toplumsal düzen tarafından korunmaktadır. Dolayısıyla Emily’nin kurban/mağdur kadın konumuyla özdeşleşmeyi reddetmesi kişisel olmaktan çok ekonomi politiktir.

Patriyarkal tahakküm eninde sonunda para üzerinden kurulur ve striptiz kulübünün varlığını mümkün kılan patriyarka olduğu kadar kapitalizmdir de. (Pexels)

“Kadın kadındır, bayan babandır”ın sınıfsallığı

Marksist feminizm ayrıca kulüpteki sahneleri sadece gösterdikleri üzerinden okumayı reddeder ve karede yer almayan ama arka planda sahneyi oluşturan başka bakış açılarına da uzanır. Örneğin striptizci kadınların Emily’yi nasıl algıladıklarını merak eder. Daha da ötesi orada saçılan paranın kaynağını ve sosyal/cinsiyetli sonuçlarını göz önünde bulundurur. Paranın isabetli bir yatırım sonucunda kazanıldığı varsayımı ancak sermayenin yerkürenin dört bir yanına saatler içinde girip çıkabildiği bir dünyanın onlarca savaş, işgal, emperyalist darbe organizasyonu ve sol kırım ile mümkün olduğu bir tarih olmasaydı gerçekçi olurdu. Oysa sermaye gezdiği yerlerde büyük yıkımlar yaratarak dolaşır. Bu yüzden Fair Play’deki striptiz kulübü sahnesiyle Leyla’nın Kardeşleri’nde dolar yükseldiği için bozdurduğu altınları aynı fiyattan geri alamayan ve birkaç saat içinde yoksullaşan kardeşler arasındaki bağlantıyı da analize dâhil eder. Emily’nin dans eden kadınlara aşiret ağası misali tomarla saçtığı dolarların Leyla’nın ağa olmak için altın saçmak isteyen babası ve benzer bağlamlarda geri bırakılmış halkların cebinden çıktığı ve halkları daha da geriletmek için yeniden kullanıldığı düşünülürse kültürel farkın o kadar da kültürel, üstelik sanıldığı kadar büyük olmadığı anlaşılır. Dahası patriyarkanın hep kapitalizm ve emperyalizmle beraber iç içe çalıştığı anlaşılınca Emily’nin, striptizci kadınların ve Leyla’nın başetmek zorunda kaldığı patriyarkanın bir ve aynı olduğu varsayımı tartışma götürür. Patriyarkal örüntüler kapitalist olanlar gibi dünyanın her yerinde ortak temellere dayansa da üretilen zenginliğin (ki bu zenginliğe kadınlar için ayrılan burslar, akademik cinsiyet araştırmaları, cinsel tacize karşı işyeri eğitimleri, kreşler, psikolojik destek hatları, güvenlik vs. için ayrılan finans, ordular dâhil söz ve yetki sahibi olduğu ulusal/küresel kurumlarda kadınlara aktarılan kaynaklar da dâhildir) çok büyük bir kısmı Batı dünyasına rezervlidir. Hal böyleyken kadınların ne türden patriyarkal sınırlar içinde hareket ettiği elbette kadınlık deneyimlerini, dolayısıyla benliklerinin oluşumunu farklılaştırır. “Kadınlar”, “hatunlar” ve “bayanlar”ın sadece kültürel zeminde değil aynı zamanda ekonomi politik tarafından oluşturulduğu söylenebilir.

Patriyarkanın hep kapitalizm ve emperyalizmle beraber iç içe çalıştığı anlaşılınca Emily’nin, striptizci kadınların ve Leyla’nın başetmek zorunda kaldığı patriyarkanın bir ve aynı olduğu varsayımı tartışma götürür.

Birleşmiş Milletler, kadınları güçlendirme politikaları ve öznellik

Emily ve Luke çiftine dönecek olursak, Luke başka bir terfi şansını daha kaçırınca küplere biner. O ana kadar tutunduğu Emily’nin terfiyi cinselliğini kullanarak aldığına dair inancına kanıt bulamadığı gibi şirkette istenmediğini farkeder.  Emily’nin sunum yaptığı bir toplantıyı basarak onunla olan iki yıllık ilişkisini ifşâ eden Luke, bu adımı Emily’nin işini ve aslında kariyerini kaybetmesi için atmıştır. Aynı gece nişan partilerinda yan yana gelen çift, karşılıklı edilen hakaretler ve zaman zaman fiziksel itiş kakışa dönüşen kavgalardan sonra her şeye rağmen sevişmeye başlar. Her nasılsa Luke bu kez ereksiyon zorluğu çekmez, ancak bu girişim saniyeler içinde cinsel şiddete dönüşür. Luke, Dworkin’i doğrularcasına iktidarını yeniden tesis eder. İplerin kesinkes koptuğu ve ilişkinin geri dönülemez bir sona sürüklendiği an bu andır.

Bu sahne de oldukça rahatsız edicidir. Radikal feminist bakış açısından “kadın deneyiminin evrensel ortaklığı” çerçevesinde her şey yerli yerine otursa da bir iki soru kafa karıştırır. Örneğin Emily kendisine cinsel şiddet uygulayan Luke’tan nasıl bu denli kolay kurtulur? Daha önemlisi Emily bunca hakaret, psikolojik şiddet ve dahası ekmek kapısına yapılan sabotajdan sonra neden hâlâ Luke’a yakınlık duyar ve neden bu yakınlık ancak ve ancak cinsel şiddetten sonra sürdürülemez hâle gelir? Bu soru başka bir ifadeyle şöyle de sorulabilir: Bir kadına yapılacak en büyük ve affedilemez kötülüğün işsiz, aç ve muhtaç bırakmaktan çok bedeni üzerindeki “doğal” haklarını ilgâ etmek olduğu bilgisi nasıl oluşmuştur? Hele de ilkinin kadınları bir dizi bağlamda (fuhuş, güvencesiz işler, zorla ya da “gönüllü” evlilik vs.) otomatik olarak sistematik cinsel şiddete, bazen “kendi iradeleriyle” teslim edeceği düşünüldüğünde bu soruya cevap vermek zordur. Belki iki noktaya işaret etmek yararlı olabilir. Birincisi kadın çalışmaları literatürü, 1980’lere kadar egemen olan kalkınmacı/düzenlemeci devlet kapitalizminin kadın öznelliğinin oluşumundaki rolüne dair çalışmalarla doludur, fakat güncel piyasacı/neoliberal kapitalizmin kadın öznelliğiyle ilişkisi yeterince araştırılmamıştır. Piyasacı ilke ve düzenlemelerin kadın özgürleşmesinin parametlerine nasıl sızdığı henüz ince ince hesaplanmamıştır, ancak yukarıdaki soruya şu bilgi ışık tutabilir. Emily’yle beraber gidilen striptiz kulüplerinin, Emily olmadan gidilen genelevlerin ya da kiralanan eskortların, hatta ve hatta Emily’ye yöneltilen “aptal sürtük”ün ücreti pazarlığa tâbidir ve bir biçimde ödenir, Luke ise “piyasa dışı” bir bağlamda ücretini ödemediği eril hazza zor kullanarak sahip olmuştur ve işte bu şiddettir! Oysa kadın çalışmaları literatürü, Emily’nin maruz kaldığı cinsel şiddet biçiminin hem Batı’daki kadınların “seks işçiliği” hem de sömürgelerdeki kadınların evlilik deneyimlerinde neredeyse norm olduğuna dair kanıtlı belgeli çalışmalarla doludur. Buradan da yukarıdaki soruyu aydınlatacak ikinci bilgiye geçebiliriz: Feminizmlerin kendi aralarındaki ve sistemle yaptıkları tartışma ya da pazarlıklar, entelektüel egzersizler olmaktan çok sistemin nasıl inşâ edildiğinin olmazsa olmaz bir parçasıdır. Hangi kadına, hangi bağlamda, neyin yapılıp neyin yapılamayacağını düzenleyen yasalar ve bu yasalar üzerinden oluşan cinsel ahlâk ve kültür gökten düşmez, daha çok Birleşmiş Milletler’in ilan ettiği kadın on yılı kapsamındaki politikalar üzerine bina edilir. Bazı kadınları güçlendirme kampanyalarının içeriği sistemle barışık liberal feministlerle yapılan pazarlıklar sonucunda belirlenir ve küresel düzeyde dayatılmaları sayesinde doğallaşır. Fair Play’de gördüğümüz işyeri huzuru eğitiminde hangi hakların kapsanıp hangilerinin kapsanmadığı da bu politikaların ürünüdür. Neredeyse evrensel bir dile dönüşen kurumsal insan hakları kültürünün “her kadına iş ve ekmek” yerine “cam tavanı aşmış kadınlar cinsel nesne statüsünü de aşmıştır” ilkesini benimsemesi tesadüf değildir. Emily’nin işyeri kurallarını çiğneme suçlamasından kurumsal kültürün norm haline getirip tanıdığı taciz iddiasını öne sürerek savuşturmaya çalışması da tesadüf değildir. Büyük patronun bu taciz iddiasına inanmaması, ancak bunun önemli olmadığını ve aslında bütün bu ilkelerin safsatadan ibaret olduğunu, bir iki yalanla işlerin yoluna koyulabileceğini belirtmesi de tesadüf olamaz.

Yarı insanın oluşumuna Türkiye’den bakmak

Kadın öznelliği ve Birleşmiş Milletler’in kadın politikası bağlantısını biraz daha ayrıntılandırmak için Fair Play ile Leyla’nın Kardeşleri arasındaki yola dönerek bir daha bakmak gerekebilir. Bu bakış elbette sorunlara gebedir, çünkü yolun kendisi de bizim görme biçimimiz de politik olarak inşâ edilmiştir. Görüşümüzü şekillendiren değer ve ön kabüllere baktığımızda şunu görürüz: Kadınların cinsel organlardan ibaret yarı insan statüsüne düşürülmesi, dolayısıyla kendilerini cinsel şiddete “gönüllü” olarak teslim etmelerini sağlayan sistematik aç, işsiz, erkeğe mahkûm bırakma eylemi kötüdür ancak “çıplak” cinsel şiddet eylemi çok daha kötü, utanç verici ve barbarlık karînesidir. İlki maalesef kadınların çoğu açısından dünyanın verili haliyken, ikincisi dünyadan cımbızla koparılıp tek başına gözlemlenebilir bir olgu olarak pür patriyarkadır. Bu ayırma işini inandırıcı kılan ise gelenek söylemleridir (Koğacıoğlu, 2004). Dünyanın bir yerlerinde sadece geri kalmış ya da yarı insan oldukları için cinsel şiddeti gündelik pratik olarak sürdüren barbar halklar vardır ve onları yok etmek dışında seçneğimiz bulunmaz.

Oysa bu düşünsel yolu Türkiye’den geçirdiğimizde bu bakışın problemli olduğu görülebilir. Türkiye’de her geçen gün daha fazla kadın ve çocuk giderek acımasızlaşan cinsel şiddete dinci barbarlığın kurumsallaşması ve hayatın her alanına nüfuz etmesi nedeniyle maruz kalmaktadır. Yine de bu, cumhuriyet tarihinde görece yeni bir gelişmedir. Kızım Olmadan Asla (1991) filminde İran’da kocası tarafından alıkonulan Betty’nin binbir tehlikeyi göze alarak Türkiye’ye kaçmasının altından çok sular aktı. Betty’nin at sırtında geçtiği İran-Türkiye sınırında bir kurtuluş alâmeti olarak ufukta beliren Türk bayrağının NATO’nun medeni dünyasında mı yoksa cihatçı barbarlığın içinde mi yer alacağı bugün belirsizdir ve toplumsal mücadelenin konusudur. Peki 1991’in çağdaş Türkiye’si nasıl olmuş da kısmen cihatçı barbarlığa teslim olmuştur? Türkler yıllarca bastırılan geleneklerini hatırlayıp cumhuriyet öncesindeki dinsel özlerine mi dönmüştür? İslamcı patriyarkanın iktidarının ilk yıllarında İstanbul Sözleşmesi’ni seve seve imzalayan AKP “sonradan çok değiştiği için” hortladığı, ülkenin yarısı tarafından kanıksandığı öne sürülebilir mi? Bu türden açıklamalar liberal solun teorisyenleri arasında yaygın olsa da kültürün dünyasından çıkıp ekonomi politiğe bakmakta fayda var. Türkiye’de dinci patriyarka, bir kısmı seküler bir kısmı dinci ama hepsi de Amerikancı burjuvazi, kadınlar ve kız çocukları için eğitim, sağlık, istihdam politikaları ve güvenliğe kaynak ayrılamayacağına, üstelik bu kaynakların kesildiği bir çaresizlik ortamında kadın emeğinin daha da ucuzlaştırılabilir, hatta en alttaki kadın ve çocukların (cinsel anlamda da) köleleştirilebilir olduğuna karar verdiği için hortladı. Kadınlar toplu halde merdiven altı atölyelere, tarikat ve evlere kapatılarak hem daha ucuza daha çok meta değeri hem de o değeri üretmek için gerekli olan ev içi yeniden üretim ve duygusal/cinsel bakım emeğine mahkûm edildiler. Çoğu bu anlaşmayı neredeyse sadece bu dünyada hayatta kalma, öbür dünyada ise cennet karşılığında kabul etti, milliyetçilerin iddia ettiği gibi “kafa yapıları” nedeniyle değil. Kafa yapısı (kadın öznelliği) hep sınıfsal bir konumdan patriyarkayla yapılan pazarlıklar içinde oluşur (Kandiyoti, 1988). Bu sadece Leylalar için değil, yukarıda bahsedildiği gibi Emily’ler için de böyledir. Soyadı Alaton olan başka bir Leyla’nın Erdoğan’ı gayet feminist bulduğunu belirtmesi de bu çerçevede anlaşılabilir. Sonuçta dinci patriyarka, gelenekten çok emperyalist işgalin Türkiye kapitalizmini örgütleyişi sırasında hayata egemen oldu.

Emily ile Leyla arasındaki yola bakışımızın politik olduğunu söylemek postmodern bir görececiliğe davet değildir. Buradan hareketle İsrail-Filistin çatışmasındaki fotoğraflarda gördüğümüz vahşetin gerçek olmadığını ya da neyi vahşice bulduğumuzun (kısmen öyle olsa da) tamamen bakışımızla ilgili olduğunu söylemiyoruz. Birincisi fotoğrafın ancak, neyin göründüğü kadar neyin görünmediğine, daha eski ve başka fotoğraflara, belki albümün özelliklerine de bakarak objektif biçimde anlamlandırılabileceğini söylüyoruz. İkinci olarak da albümün bizi Emily’den çok Leyla’nın yanında sınıflandırdığını…   

Kadınlar toplu halde merdiven altı atölyelere, tarikat ve evlere kapatılarak hem daha ucuza daha çok meta değeri hem de o değeri üretmek için gerekli olan ev içi yeniden üretim ve duygusal/cinsel bakım emeğine mahkûm edildiler. (Pixabay)

Kurtuluş ile özgürleşme ikileminde kızkardeşlik

Son olarak asıl konuya, yani iktidar ve cinsel şiddet meselesine ilişkin sorulara dönelim. Emily ve Leyla’nın istemeseler de karşı kamplara düşebilecekleri bir savaş ihtimali ufukta görünmüşken feministlerin tavrı ne olmalıdır? Palazlanan İslamcıların Ortadoğu’da iplerini tutan ABD’nin komutasından çıkıp her türden barbarlığa girişmeleri mümkünken kadınların özsavunma hakkını nasıl düşünmeliyiz? Elbette buna “Dünyanın ve Ortadoğu’nun çağdaş kadınlarını Leyla’dan ve barbar kardeşlerinden temizlemeliyiz” şeklinde cevap verilebilir.

Leyla ise Emily’nin de içinde olduğu Batı dünyasına “Fotoğraflarda tecavüz ederken yakalanmıyorsunuz, çünkü medeniyetinizi mümkün kılan organize tecavüz ve gasp sistemi tek bir kareye sığmıyor, önce toprağımdan çıkın” diyebilir.

Hali hazırda verilen cevap da budur zaten. Kızkardeşlik ilkesinden hareketle “Hepimiz kadınsak, hepimiz erkek şiddetine maruz kalıyorsak, Batılı işgalci erkekler de onlara direndiğini iddia eden şeriatçı erkekler de eşit derecede barbarsa erkek egemenliğe karşı mücadeleyi birlikte sürdürmeliyiz” de denebilir. Bu önerme kısmen doğru olsa da erkeklikler arasındaki güç dengelerini görmezden geldiği oranda hakikatle arasına mesafe koyar. Bu önermenin arkasındaki göz sıradan kadın gözü değil, daha çok Emily’nin gözüdür ve onun çıkarlarını doğallaştırıp garantiler. Leyla ise Emily’nin de içinde olduğu Batı dünyasına “Fotoğraflarda tecavüz ederken yakalanmıyorsunuz, çünkü medeniyetinizi mümkün kılan organize tecavüz ve gasp sistemi tek bir kareye sığmıyor, önce toprağımdan çıkın” diyebilir. Fair Play İngilizce futbol jargonunda sportmenlik, anlık çıkarların ötesinde başka oyuncuların onuruna ve haklarına saygı gösteren üst ahlâk anlamına gelir. Sınıfsal ve coğrafi konumların ötesinde bir kızkardeşlik önermesi, kısmen bugün savaşta gözetilmesi beklenen bu sportmenlik ahlâkına dayanır, ancak bu ahlâk safsatadan ibarettir. Tam da bu nedenle feministler olarak hangi önermeyi seçeceğimiz sonu gelmeyen ahlâki tartışmalardan çok kadın kurtuluşu ve özgürleşmesine dair analizlerimize ve politik duruşumuza bağlıdır. Özel olan politik ise ve bunun tersi de geçerliyse, politik (toplumsal) bir kurtuluş olmadan özel (bireysel) bir özgürleşmeye, sadece bazı kadınlarca en kadük şekliyle ulaşılabilir, ancak toptan bir özgürleşme olanaklı değildir.

Kaynakça

Berger, John, 1978, Görme Biçimleri, Metis.

Dworkin, Andrea, 1987, Intercourse, Free Press.

Kandiyoti, Deniz, 1988, Bargaining with Patriarchy, Gender and Society Vol. 2, No. 3.

Koğacıoğlu, Dicle, 2004, The tradition effect: framing honour crimes in Turkey, Differences: A Journal of Feminist Cultural Studies.

Skeggs, Beverly, 1997, Formations of Class & Gender: Becoming Respectable, SAGE.

Etiketler: betty, dincilik, emperyalizm, erkeklik, fair play, filistin, film, iktidar, işgal, islamcılık, kapitalizm, kızım olmadan asla, leylanın kardeşleri, liberal feminizm, netflix, patriyarka, radikal feminizm, şeriat, sömürü
Yasemin Varlık 17 Ekim 2023
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Önceki Yazı Yakın dönem tarihçiliği
Sonraki Yazı Nobel Barış Ödülü’nün düşündürdükleri

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

Depremin ardından: Bir oyun odasında yeniden başlamak

Bu yazıyı, 6 Şubat’ta yaşanan büyük felaketin unutulmaması ve iyileşme sürecine tanıklık edenlerin sesi olabilmek için kaleme alıyorum. O gün…

DüşüncePsikoloji
2 Mayıs 2025

Klasik Türk Mûsikîsi: Kökler, dönüşüm ve yansımalar

Mustafa Kemal'in "Hayatta musiki lazım değildir çünkü hayat musikidir. Musiki hayatın neşesi, ruhu, süruru ve her şeyidir." sözlerinde olduğu gibi…

Kültür-Sanat
30 Nisan 2025

Dünya Caz Günü üzerine bir not

Her yıl 30 Nisan'da kutlanan Dünya Caz Günü, caz müziğinin kültürel, sanatsal ve tarihsel önemine dikkat çekmeyi amaçlıyor. Unesco tarafından…

Müzik
1 Mayıs 2025

29 Nisan Dünya Dans Günü

Dans, insanlık tarihinin en eski ve evrensel ifade biçimlerinden biridir. Tarih boyunca, kimileri için estetik, kimileri için sosyal, kimileri için…

PsikolojiSanat
29 Nisan 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?