5 milyar 500 bin yıl sonra, bu kez Dünya’nın atmosferi buharlaşıp, uzaya dağılacak. Lavlar okyanuslardan kalan çukurları doldurup, kayaları eritecek. 5 milyar 1 milyon yıl sonra Dünya, ilk hali olan toz ve gaz bulutu haline gelip, ölecek.
Kuarklar, hadronlar, elektronlar, protonlar, atomlar, madde, dünya, diğer gezegenler, güneş sistemi, galaksimiz, diğer galaksiler, evren ve diğer evrenler, her şey, hem kendi ekseni etrafında, hem bağlı olduğu ana sistem etrafında bir DUD[1] esasında dönüyor. Dünya doğası da kendi yasalarını uygulayarak, sonuçta dengesini muhakkak oluşturuyor. Bu illaki de dengeyi bulma ve koruma çabası, bazen hâkim canlıların yok olması, bazen kıtaların çarpışması, bazen de iklim değişiklerine neden oluyor. Denge dönemleri de sürekli olamıyor. Tekrar devinim, değişim ve bu kez onun sonuçlarına uygun farklı bir denge arayışı devam ediyor. Doğanın evrimi, sürekli olarak tekrarlayan koşulları farklı değişim-değişime uyum-denge (DUD) düzenini hep koruyor. Örneğin, yok olan canlıların yerini yeni canlılar alıyor, kıta çarpışmasından dağ kuşakları çıkıyor. Devinim devam ederken ulaşılan sonuçlar, beraberinde başka olayları ve başka sonuçları da getiriyor. Doğanın işleyiş düzenindeki bu tekrarlayan değişim-değişime uyum-denge (DUD) düzeni, aslında tabi olduğu Evren’in de temel düzeni diyebiliriz.
Son zamanlarda, daha öncesinin de olduğu yönünde bilgilere ulaşılmaya başlansa da evrenin oluşumunu açıklayan teoriler içinde en çok taraf bulanı “Bing-bang” (Büyük patlama) teorisi. Buna göre, tüm evrenin sıkıştığı belirsiz nokta patlamış, bu olay evrenin ve zamanın başlangıcını oluşturmuş. Böylece, Evreni meydana getiren madde (kozmik öz) kararlı halden-kararsız hale geçmiş. Evrenin doğuşuyla birlikte, hacmi de giderek büyümüş (dışarı verme, bir anlamda Evrenin nefes vermesi diyebiliriz). Araştırıcıların bir kısmı, galaksilerin daima uzaklaşmaya devam ederek, bunun sonu gelmeyecek bir şekilde devam edeceğini öngörüyor. Bu teori, “kesintisiz büyüme teorisi” (daima genişleyen evren teorisi- Forever-expanding) olarak adlandırılıyor. Diğer bir kısım araştırıcı ise, Evrenin merkezinden galaksilere yayılan çekim gücünün artarak güçleneceğini ve giderek büzülüp- ufalarak kendini yok edeceğini savunuyor. Bunun sonucu olarak da büyük patlamanın tersi olan “Big-crunch” (Büyük sıkışma) gerçekleşecek (içine çekme, bir anlamda Evrenin nefes alması diyebiliriz). Ardından bir başka büyük patlama ile döngü yeniden başlayacak. Evren tekrar genişleyecek ve sonra tekrar sıkışacak. Bu döngü, “sonsuz tekrar teorisi” (salınımlı evren teorisi- oscillating universe) olarak adlandırılıyor. Burada, doğa tarihindeki değişim-uyum ve denge, sonra tekrar değişim-uyum ve denge (DUD) şeklinde devam eden döngüyü temel alırsak, sonsuz tekrar teorisi daha anlamlı gözüküyor. Sanki evrenin nefes alıp vermesi gibi…
Diğer bir kısım araştırıcı ise, Evrenin merkezinden galaksilere yayılan çekim gücünün artarak güçleneceğini ve giderek büzülüp- ufalarak kendini yok edeceğini savunuyor. Bunun sonucu olarak da büyük patlamanın tersi olan “Big-crunch” (Büyük sıkışma) gerçekleşecek.
Evren hem doğurgan, hem ölümlü. Bazı yıldızlar doğarken, bazıları ölüyor. Yıldızlar da bebeklik, olgunluk ve ihtiyarlık dönemleri geçirip, ömürlerini tamamladıklarında ölüyorlar. Tıpkı organizmaların hücreleri gibi. Yıldızlar da doğuyor, görevini yapıyor ve ölüyor. Sonra, başka yeni yıldızlar doğuyor. Bazı büyük kütleli yıldızlar öldüklerinde kara delikler oluşturuyor. Bu delikler, çevrelerindeki maddeleri yutarak, durmadan büyüyor. DUD düzeni evrende hüküm sürerken artık farklı boyutlar, paralel evrenler ya da kat kat evrenlerin varlığından bahsediliyor.
Yapılan hesaplara göre, 5 milyar yıl sonra Güneş de artık son aşamasına gelecek. Sıcaklığı çok artacak ve durmadan patlamalarla ölmeye başlayacak. Buna bağlı olarak da, artan sıcaklık nedeniyle Dünya okyanusları buharlaşacak. 5 milyar 500 bin yıl sonra, bu kez Dünya’nın atmosferi buharlaşıp, uzaya dağılacak. Lavlar okyanuslardan kalan çukurları doldurup, kayaları eritecek. 5 milyar 1 milyon yıl sonra Dünya, ilk hali olan toz ve gaz bulutu haline gelip, ölecek. Böylece, büyük döngünün içinde, yeni bir DUD döngüsü başlayacak.
Yerkabuğunda, kütleleri ve yoğunlukları birbirinden farklı büyük kabuk parçaları (blokları) arasında daima İzostazi adı verilen bir denge durumu mevcut. Şöyle ki, yerkabuğunun sıradağlar, okyanuslar gibi morfolojik farklılıkları, onların yoğunluk farklarından ileri gelmekte. Hafif maddelerden oluşmuş dağların yükseklikleriyle orantılı derin “kökleri” var ve buzdağları gibi daha yoğun bir temel (substratum) üzerinde yüzmekteler. Yer kabuğu, bu farklı yoğunluklu parçalar arasındaki denge durumunu daima koruyor (DUDD).
Yerkabuğunda, “Okyanus Ortası Sırtlar”dan sürekli olarak magmatik malzeme çıkıyor. Bu yeni malzeme kıtalara ekleniyor. Diğer yandan her yıl birkaç cm ile birbirine yaklaşan levha sınırlarında, ayni miktarda malzeme, yoğunluğu az olan levhanın, yoğunluğu fazla olan levhanın altına daldığı “Yitim Zonları”ında eriyerek, tekrar magmaya ekleniyor. Böylece çıkan magma kadar, eklenen magma oluyor. Sonuçta, magma dengesi hep korunuyor (DUDD).
Dünya’nın paleocoğrafik ve tektonik evrimi de, tekrarlayan değişim-uyum-denge (DUD) döngüsünü gösteriyor. İlk 3.450 milyar yıl boyunca “Proto-Pangea” adlı tek bir kıta mevcut. Bu tek kıta, 1.150 milyar yıl önce (Geç Proterozoyik dönemi) ayrılmaya başlıyarak, beş ayrı kıtaya dönüşüyor. Bu kıtalar Birinci Zaman (Paleozoyik) boyunca tekrar birleşerek, Permiyen devrinin sonunda, “Pangea” adı verilen tek kıtayı oluşturuyorlar. Pangea kıtası, bu kez İkinci Zaman (Mesozoyik) boyunca ayrılmaya başlıyor. Önce, Kuzey kıtası (Laurasia) ve Güney kıtası (Gondwana) olarak ikiye ayrılıyor. Zamanın sonuna doğru, hemen hemen günümüzdekine benzer bir coğrafyaya dönüşüyor. Üçüncü zamanda (Senozoyik), ufak rötüşlarla kıtaların ayrılması devam ediyor. Bu zamanda, Madagaskar ada olmak üzere Afrika’dan ayrılmaya başlıyor. Arap yarımadasının da Afrika’dan ayrılmasına bağlı olarak, Kızıldeniz açılıyor. Daha sonra Hindistan olacak ada ise, ana karayla çarpışmak (günümüzdeki Asya) üzere kuzeye doğru hareketine devam ediyor. Bu hareket, daha sonra Himalayaları oluşturacak bir çarpışmayı gerçekleştirecek (DUD).

Sonuçları milyon yıllar sonra görülecek levha hareketleri bugün de devam ediyor. Bu hareketlerin aynı hızla devam etmesi halinde, 50 milyon yıl sonra, Pasifik Okyanusu’nun daralacağı, buna karşılık, Atlantik ve Hint okyanuslarının genişleyeceği, Avustralya’nın kuzeye doğru hareketine devam ederek, Asya ile çarpışacağı, Afrika’nın doğu kısmının kıtadan kopacağı, böylece Doğu Afrika’da yeni bir okyanusun oluşmaya başlayacağı, Kızıldeniz’in genişleyeceği ve Akdeniz’in kapanacağı öngörülmekte (DUD).
Dünya’nın jeolojik tarihinde; kayaların oluşumu, dağların oluşumu (orojenez), deprem ve volkanizmaların oluşumu, iklim değişiklikleri, buzul dönemleri, okyanuslardaki akıntı yönleri de birbirini takip eden değişim-uyum-denge (DUD) döngülerini oluşturuyor. Doğada mevcut su döngüsü, oksijen döngüsü, kayaç döngüsü gibi pek çok örnekte de DUD döngüsü hâkim.
Günümüzdeki El-Ninyo ve La-Ninya olaylarında da döngü mevcut (DUD). Dönemsel olarak, okyanuslar üzerindeki basınç değişiklikleri rüzgârı; rüzgâr, akıntı yönlerini değiştiriyor. Bunlarda hep beraber olup, iklim değişikliklerini getiriyor. La-Ninya olayları soğuk iklim dönemlerini, El-Ninyo olayları sıcak iklim dönemlerini tetikliyor (DUD). O zaman da buzullar erimeye başlıyor (DUD). Dünya’nın buzul dönemlerinde, yeni buzul oluşumuyla toplanan sular nedeniyle okyanusların seviyesi düşüyor ve bir deniz çekilmesi (regresyon) dönemi yaşanıyor. Tersi durumdaki, buzul erime dönemlerinde ise okyanusların su seviyesi yükseliyor ve bir deniz ilerlemesi (transgresyon) dönemi yaşanıyor (DUD).
Günümüzdeki El-Ninyo ve La-Ninya olaylarında da döngü mevcut (DUD). Dönemsel olarak, okyanuslar üzerindeki basınç değişiklikleri rüzgârı; rüzgâr, akıntı yönlerini değiştiriyor. Bunlarda hep beraber olup, iklim değişikliklerini getiriyor.
Dünyanın jeolojik tarihinde paleoekolojik piramitin her iki taraftan birden patladığı devirler var. Bu devirler, altdan yeni [2]fauna ve [3]flora türleri eklenerek zengin organizma içeriğine sahip devirlerden sonra gelen, olağanüstü çeşitlilik ve sayıda organizma içeren devirler. Bunlar, Birinci Zaman’da (Paleozoyik) Karbonifer-Permiyen, İkinci Zaman’da (Mesozoyik) Jura-Kretase ve Üçüncü Zaman’da Miyosen-Pliyosen devirleri. Makro ve mikro yaşamın coştuğu bu devirlerde, ekolojik piramitin tepesine de yeni türler ekleniyor durmadan. Böylece ekolojik piramit küpe dönüşüyor diyebiliriz.
Örneğin, Siluriyen devrinde bitkiler dünyasında önemli gelişmeler oluyor. Daha gelişmiş bitkilere bir sonraki devir olan Devoniyen’de rastlanıyor. Ama, en yoğun bitki örtüsü, Karbonifer-Permiyen dönemlerinde oluyor. Yoğun bitki örtüsü, yoğun hayvan yaşamını destekliyor beraberinde. Bu anlamda Birinci Jeolojik Zaman’ın (Paleozoyik) bu devirlerinin karşılığı, İkinci Jeolojik Zaman’ın (Mesozoyik) Jura-Kretase devirleri oluyor. Örneğin, zamanın başındaki Triyas devrinde pek çok organizmasını Permiyen sonundaki büyük toplu yokolmada kaybetmiş olan dünya, devrin sonuna doğru özellikle sürüngenlerin (reptil) bir grubu olan Thecodontların çeşitlenmelerine sahne oluyor. Bunlar evrimleşerek, sonraki devir olan Jura’da Dinozorların egemenliğine dönüşüyor. Kretase dönemi ise, hem dinozorların mutlak hâkimiyeti olan bir devre, hem de Jura devrinde gelişmiş olan açık tohumlu bitkilere (gymnosperm), çiçekli bitkilerin de (angiosperm) eklenmesiyle müthiş bir bitki yoğunluğunun olduğu devre… Üçüncü Jeolojik Zaman’ın (Senozoyik) Miyosen-Pliyosen devrelerinde de benzer bir durum var. Bu devirlerde memeliler ve çiçekli bitkilerde büyük bir gelişme var. Günümüzdeki çoğu memelinin doğa tarihindeki yerini aldığı bu devirde, ayrıca Kılıç dişli kaplanlar, mamutlar ve ilksel hominoidler gibi daha sonra tamamen yokolacak formlar da mevcut. Böylece, canlı yoğunluğu anlamında Üçüncü Zaman’ın Miyosen ve Pliyosen devirleri, Birinci Jeolojik Zaman’ın Karbonifer-Permiyen, İkinci Jeolojik Zaman’ın Jura- Kretase devirlerinin karşılığı oluyor.
Her jeolojik zamanda fauna ve floranın coştuğu böyle devirlerin olmasını da bir döngü (DUD) olarak yorumlayabilirsiniz. Üstelik bu coşkun devirlerin ardından toplu yok olmaların gelmesi de tekrarlayan değişim-uyum-denge (DUD) döngülerinin bir başka biçimi.
“Toplu yok olmalar”, Jeolojik Zaman’ın sınırlarını belirleyen özelliklerden biri. Her jeolojik devri temsil eden organizma grupları ayrı. Bunların aniden yok olmasıyla ekolojik nişler boşalıyor ve onların yerini yeni organizmalar alıyor. Toplu yok olmaya neden olan şey ise, ya iklim değişiklikleri gibi biyolojik stres kaynakları dediğimiz etkenler, ya da asteroid düşmesi, güneşteki patlamalar gibi galaktik nedenler. Jeolojik tarihte, yerel ölçekte yaşanmış çok sayıda toplu yok olma var. Ancak, bunlardan 5 tanesi, dönem organizmalarının %80-90 gibi çok büyük oranda yok olduğu, dünya genelinde etkisini gösteren büyük toplu yokolmalar. Bunlar, Ordovisiyen devri sonu, Devoniyen devri sonu, Permiyen devri sonu, Triyas devri sonu ve Kretase devri sonu toplu yokolmaları. Aslında, toplu yokolmaların dinamiğinde de bir düzen (DUD) mevcut ki buna da felaketin dengesi diyebiliriz.

Günümüzde de yerel yok olmalar devam ediyor. Doğada küçük küçük yaşanan bu değişikliklerin genel anlamları, ancak bin yıllardan -milyon yıllardan geriye bakarak kavranabiliyor ve mekanizması içinde DUD sonucu olduğu görülüyor.
Yaşamın evrimi, genel bir özellik olmamakla birlikte, en basit anlatımıyla S biçimli (sigma eğrisi) büyüme yasasına göre ilerliyor. Buna göre, popülasyonlarda nüfus artışı başlangıçta yavaş oluyor. Bu gecikme evresi, S biçimli eğrinin yavaş artışlı ilk kesimini oluşturuyor. Daha sonra nüfus arttıkça bir patlama evresi oluyor. Bu patlama evresini, ekolojik alanın (niş) doldurulması ve mevcut besinlerin tüketilmesiyle birlikte artan rekabet nedeniyle gelişen bir duraklama devresi izliyor. Duraklama devresinde, ya popülasyonun sayıca azalmasıyla denge kuruluyor ya da yok olma gerçekleşiyor. Bu dönem, logaritmik evrenin tavanını oluşturarak dağılımın S’ini tamamlıyor. Doğanın bu genel özelliği de, tekrarlayan değişim-uyum-denge (DUD) döngüsüne güzel bir örnek. Zaten, yeni türlerin oluşmasında Darwinizm diyalektiğinin temel dayanak noktalarından biri de bu.
Tüm canlılarda, “A,T,C,G” gibi ayni nükleotidlerin veya aynı aminoasitlerin yapıtaşı olarak kullanılmış olması, ortak organ ve organellerinin olması da bir döngü (DUD). Bu döngü, canlıların birbirleriyle bir ilişki içinde gelişmiş olmaları sonucunu gerektiriyor. Örneğin, sitokrom C adlı proteinin aminoasit dizilimine bakıldığında; insan-maymun arasında 1 fark (sadece 1 aminoasitin yeri farklı), insan-tavşan arasında 9 fark, insan-köpek arasında 11 fark, insan-tavuk arasında 14 fark, insan-kurbağa arasında 17 fark, insan-balık arasında 22 fark, insan-kelebek arasında 30 fark sunuyor. Fosil kayıtlara göre, balıklar 480 milyon yıl önce, amfibiler 365 milyon yıl önce, sürüngenler 340 milyon yıl önce ve memeliler 210 milyon yıl önce ortaya çıkmakta. Kelebek, omurgasızların Arthropoda (eklembacaklılar) dalından. Eklembacaklılar, 500 milyon yıl önce yaşam ağacındaki kendi özel dalına ayrılıyor. Balıklar, ilk omurgalılar. İlk ilkel temsilcileri 490 milyon yıl önce, en üst Kambriyen’de görülüyor. Kurbağalar balıklardan sonra türüyor. Tavuk gibi kanatlılar, kurbağagillerden çok sonra ortaya çıkıyor. Köpek ve tavşan gibi memeliler ise çok daha sonra. Rhesus maymunlar, 12-13 milyon yıl önce, ilk insansılar 2 milyon yıl önce. Bunların ortaya çıkış zamanıyla, yukardaki aminoasit dizilimi tablosu tamamen birbiriyle uyuşuyor.
Canlıların temel yapıtaşı olarak sadece 6 temel element kullanmış olması da bir döngü (DUD). Bu elementler, Oksijen, Hidrojen, Karbon, Azot, Kükürt ve Fosfor. Bunlar, DNA’nın, proteinlerin ve yağların sentezlenmesinde kullanılıyor. NASA tarafından Kaliforniya’da bir gölde bulunan, GFAJ-1 adı verilen bakterinin moleküler yapısında Fosfor yerine Arsenik kullandığı tespit edilmişti. DNA’sına Arseniği alabilen bu bakterinin muhtemelen uzay kaynaklı olabileceği düşünüldü. Bu bulgu, Dünya’da yaşamın bakterilerle başladığı, en yaşlı fosillerin 3.5 milyar yıl yaşlı siyanobakteriler olduğu gerçeğiyle karşılaştırıldığında bir ironi yaratıyor.
Canlıların temel yapıtaşı olarak sadece 6 temel element kullanmış olması da bir döngü (DUD). Bu elementler, Oksijen, Hidrojen, Karbon, Azot, Kükürt ve Fosfor.
İlk yaşam muhtemelen uzay kaynaklı bakterilerle başladığına göre, DNA’sında Arsenik gibi zehirli bir kimyasalı bile tutabilen ve yine muhtemelen uzay kaynaklı olan bakterilerin, Dünya’daki insan sonrası yaşamı da destekleyebileceklerini (DUD) öngörebiliriz.
Kaynaklar
Çıplak, B., Başıbüyük, H.H, Karaytuğ, S ve Gündüz, İ, (Çeviri Editörleri), 2009, Evrimsel Analiz. (Yenilenmiş Dördüncü Baskıdan Çeviri), Palme Yayıncılık
İnan, N., 2013, Tarihsel Jeoloji, Jeolojik Devirlerde Yaşam ve Önemli Evrim Adımları, Seçkin Yayıncılık, 175 s.
İnan, N., 2016, Doğa Tarihinde tekrarlayan değişim-uyum-denge (DUD) döngüleri, Bilim ve Ütopya Dergisi, Sayı 263, 54-57.
Ketin, İ., 1977, Genel Jeoloji, Cilt I, Yerbilimlerine Giriş, İstanbul Teknik Üniversitesi Kütüphanesi, Sayı: 1096, 597s.
Kırbıyık, H., Kızıloğlu, Ü., Kızıloğlu, N., Civelek, R. ve Beklen E., 2007, Evren Nasıl Oluştu?, ODTÜ Bilim ve Toplum Kitapları Dizisi, 148 s.
http://www.visioninconsciousness.org/New_Age_F14.htm
http://www.yaklasansaat.com/dunyamiz/dunya/earth.asp
[1] DUDD: “Değişim- (değişime) Uyum- Denge Döngüsü” yazar tarafından türetilmiş bir tanımlamadır.
[2] Fauna: Belli bir bölgede yaşayan hayvanların tümü.
[3] Flora: Belli bir bölgede yaşayan bitkilerin tümü.