23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dünya çocuklarına armağan ettiği o özel gün… Neşeyle dolması gereken meydanlarda, bu yıl korku vardı. 2023 yılında yaşadığımız büyük depremin açtığı yaralar henüz sarılmamışken, art arda yaşanan ve İstanbul ve çevre illerde hissedilen depremler, yalnızca binaları değil, kalplerimizi ve zihinlerimizi de sarstı. Çocukların gülümsemeleri yerini endişeye, oyun alanları ise belirsizliğe bıraktı. Bugün, hayatın ne kadar kırılgan olabileceğini bir kez daha deneyimlemiş olduk.
Uzm. Dr. Cemre Yaşöz
Deprem yalnızca yerin altındaki fayları değil, insan ruhundaki derin yarıkları da harekete geçirir; üzerinde durduğumuz toprağa duyduğumuz güven sarsılır. Sarsıntı fiziksel olarak bittiğinde bile, bunun kişinin içindeki yankısı sürebilir. Korku, kaygı ve belirsizlik hissi kolay kolay geçmez; çünkü daha önce bildiğimiz anlam dünyası tehdit edilmiştir. İnsan zihni, kontrol edemediği bu ani değişim karşısında savunmalarını harekete geçirir. Kaybetme korkusu, ölümün yakıcılığı, korunmasız kalmanın çıplak gerçeği bir anda yüzeye çıkar. Deprem anı tekrar tekrar yaşanabilir, kişinin uykuları kaçar, belki içine sevdiklerinden ayrılma korkusu yerleşir. Bunların hepsi çok doğaldır. Çünkü insan sadece fiziksel bir varlık değil; ruhu, duyguları ve ilişkileriyle bir bütündür. Depremler gibi doğal afetler tam da bu bütünlüğü tehdit eder.
Bugün, hayatın ne kadar kırılgan olabileceğini bir kez daha deneyimlemiş olduk.
Deprem gibi ani ve kontrol edilemeyen olaylar, psikolojik travmaya yol açabilir. Travma, zihnin başa çıkamayacağı kadar yoğun bir uyarana maruz kalması, kişinin güvenlik duygusunun, dünya ile kurduğu bağın ve kendi içsel dengesinin sarsılmasıdır. Zihin, gelen uyarıyı anlamlandıramaz; çünkü yaşanan şey bir anda gelmiştir, sembolleştirilemez, sözcüklere dökülemez. Bilinç, bu yaşantıyı bastırmak ister ama beden ve duygu, yaşananı kaydeder. Bu yüzden kişi tetikte olur, rüyalarında o anı yaşar, sessizleşir ya da beklenmedik tepkiler verir. Çünkü yaşanan şey hâlâ sindirilememiştir, hâlâ orada bir yerde, dışarıdadır.
Zihin, gelen uyarıyı anlamlandıramaz; çünkü yaşanan şey bir anda gelmiştir, sembolleştirilemez, sözcüklere dökülemez.
Travmatik olaylara maruziyet herkesi farklı şekillerde etkiler. Bu olaylardan hemen sonra bazı kişilerde “Akut Stres Bozukluğu” olarak adlandırılan ve tipik olarak birkaç gün – birkaç hafta içinde düzelen durum gelişir. Travmatik olayı doğrudan deneyimlemekle, başkalarının başına gelen olaylara doğrudan şahit olmakla, bir aile yakınının ya da yakın bir arkadaşın başına gelen travmatik olayı öğrenmekle ya da travmatik olayın ayrıntılarına tekrar tekrar veya aşırı maruz kalmakla gelişebilen Akut Stres Bozukluğu’nun belirtilerini 5 ana başlıkta toplayabiliriz:
- İstem dışı gelen belirtiler:
Travmatik olayın sıkıntı veren anılarının kişinin aklına istemsizce gelmesi, travmatik olayla ilişkili yineleyici kabuslar, kişinin travmatik olay yeniden oluyormuş gibi hissettiği ve davrandığı dissosiyasyon tepkileri (geçmişe dönüşler), travmatik olayı simgeleyen ya da çağrıştıran uyaranlara karşı yoğun ve uzun süreli tepkiler (Çocuklarda travmatik olayla ilgili yineleyici oyunlar, oyunda yeniden canlandırmalar, içeriği belirsiz kabuslar görülebilir.) - Olumsuz duygudurum:
Mutluluk, doyum ve sevgi gibi olumlu duyguları yaşayamama - Dissosiyasyon belirtileri:
Çevresini ya da kendisini değişmiş olarak algılama, zamanın yavaşlaması, şaşkın bir durumda olma, travmatik olayın önemli bir yönünü anımsayamama - Kaçınma belirtileri:
Travmatik olayla ilgili ya da ilişkili sıkıntı veren anılardan, düşüncelerden, duygulardan ya da bunları anımsatan dış uyaranlardan (insanlardan, yerlerden, etkinliklerden, nesnelerden) uzak durmaya çalışma - Uyarılma belirtileri:
Uyku bozuklukları, odaklanma güçlükleri, sürekli tetikte olma hali, irkilme, bir kışkırtma olmadan görülen öfke patlamaları
Çeşitli çalışmalarda, travmatik olay sonrasında gelişme sıklığının %6-33 olduğu gösterilen Akut Stres Bozukluğu, hem bireyin işlevselliğini etkilediği hem de belirtilerin uzamasıyla “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” olarak adlandırılan durumun gelişmesine zemin hazırlayabildiği için yakından takip edilmelidir. Belirtilerin bir süre sonra hafiflememesi ya da 4 haftadan uzun sürmesi hâlinde bir uzmandan destek almak faydalı olacaktır.
Belirtilerin bir süre sonra hafiflememesi ya da 4 haftadan uzun sürmesi hâlinde bir uzmandan destek almak faydalı olacaktır.
Deprem sonrasında hayatta kalanlar arasında en yaygın görülen olumsuz psikolojik tepki olarak kabul edilen “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” durumunda, yukarıdaki belirtilere ek olarak kişide şu belirtiler de görülebilir:
• Kişinin kendisi, başkaları veya dünya hakkında sürekli ve abartılı olumsuz inançlarının veya beklentilerinin olması (Ör. “Ben kötüyüm.”, “Kimseye güvenilemez.”, “Dünya tamamen tehlikeli bir yer.”)
• Travmatik olayın nedeni veya sonuçları hakkında bireyin kendisini veya başkalarını suçlamasına yol açan kalıcı, çarpık bilişler
• Kalıcı korku, dehşet, öfke, suçluluk veya utanç
• Önemli etkinliklere duyulan ilginin veya katılımın belirgin şekilde azalması
• Başkalarından uzaklaşma veya yabancılaşma duyguları
• Kişinin kendisini sakınmaksızın davranması veya kendine zarar verici davranışlar
Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde, 1999-2013 yılları arasında gerçekleşen depremlerde mağdur olan 76.101 kişinin dahil edildiği kapsamlı bir meta-analizde, depremzedelerin %23,66’sında Travma Sonrası Stres Bozukluğu geliştiği tespit edilmiştir. Depremden sonraki ilk 9 ay içinde bu oran %28,76 iken, 9. aydan sonra %19,48’e düşmektedir. Ayrıca, Travma Sonrası Stres Bozukluğu riskini artıran faktörler arasında ev hasarı, bir yakının kaybı, bedensel yaralanma ve ölüme şahit olmanın yer aldığı gösterilmiştir (Dai ve ark., 2016). Ülkemizde 683 kişi ile yapılan bir araştırmada, 1999 yılındaki Marmara depreminden 3 yıl sonra bile depremi yaşamış kişilerin %19,2’sinin hâlâ Travma Sonrası Stres Bozukluğu belirtileri gösterdiği bulunmuştur (Önder ve ark., 2006).
Yapılan araştırmalar, çocukların depremden daha fazla etkilendiğini göstermiştir.
Yapılan araştırmalar, çocukların depremden daha fazla etkilendiğini göstermiştir. 2011 yılındaki Van depreminden 6 ay sonra yapılan bir araştırmada, çalışmaya dahil edilen 738 çocuk ve ergenin %40,69’unda Travma Sonrası Stres Bozukluğu belirtilerinin olduğu gösterilmiştir (Kadak ve ark., 2013). 2017 yılında yayımlanan, 52 makalenin dahil edildiği bir meta-analizde ise deprem mağduru çocukların %2,5-60’ının Travma Sonrası Stres Bozukluğu tanısı aldığı ve bu oranların bazı çalışmalarda yetişkinlerden çok daha yüksek olduğu belirtilmiştir (Tang ve ark., 2017).
Bu tepkiler, zihinsel bir düzen kurma çabası olarak görülmeli ve bir yetişkinin desteğine ihtiyaç duydukları akılda bulundurulmalıdır.
Yetişkinlerin bile anlamakta, anlamlandırmakta zorlandığı bu dönemi çocuklarımız kuşkusuz daha zor atlatacaktır. Çocuklar, henüz soyutlama becerileri tam gelişmediği için yaşadıkları duyguları temsil edebilecek kelimelere sahip değildir. Bu yüzden onlar, duygularını davranışlarıyla ifade ederler. Alt ıslatma, içe kapanma, öfke nöbetleri, panik atak, çevreye ve kendine zarar verme, anne-babaya yapışma, yeniden parmak emme, uykuya dalamama ya da uykuda yürüme, bağırma, ağlama gibi davranışlar, onların iç dünyasında kopan fırtınaların işaretidir. Bu tepkiler, zihinsel bir düzen kurma çabası olarak görülmeli ve bir yetişkinin desteğine ihtiyaç duydukları akılda bulundurulmalıdır.
İyileşme: Temsil ve Anlamın Yeniden İnşası
Böylesi dönemlerde, kendi ruh sağlığımızı ve çocuklarımızınkini korumak için neler yapabileceğimize geçmeden önce şunu hiç unutmamak gerekir ki: Her afet “anormal” bir durumu temsil eder ve “anormal” bir duruma “anormal” tepkiler vermek son derece “normal”dir (Ehlers ve Clark, 2000).
Zihnimiz, tehdit karşısında çeşitli savunma yollarına başvurur. Bazılarımız mizahla baş etmeye çalışır, bazılarımız inkâr eder, bazılarımız kendini tamamen felç olmuş gibi hisseder. Bunların her biri, insan zihninin yaşantıyı taşınabilir kılmak için bulduğu yollarıdır. Fakat tek başımıza her zaman yeterli savunmayı kuramayabiliriz. İşte burada insan ilişkileri devreye girer.
Her afet “anormal” bir durumu temsil eder ve “anormal” bir duruma “anormal” tepkiler vermek son derece “normal”dir.
İyileşme, yaşananın bir şekilde temsil edilebilir hale gelmesiyle başlar. Konuşmak, yazmak, ağlamak, çizmek, oyun oynamak… Tüm bunlar, içte kalan ve bastırılamayan duygulara bir “yer” açar. Travma, bir yıkımdır. Ama anlam, o yıkımın üstüne yeni bir yapı kurmamızı sağlar. Ve bu yapı ancak birlikte inşa edilir.
Peki neler yapabiliriz?
• Korkuyu konuşun: Duygularınızı bastırmayın, inkâr etmeyin. Korku, panik, çaresizlik… Bunlar zayıflık değil, insan oluşun izleridir. Konuşmak, paylaşmak ve hatta ağlamak bir iyileşme sürecidir.
• Çocuklarla konuşun: Ama sadece onlar sorduğunda değil; bazen sessizliklerini de duymanız gerekir. Onların oyun, resim, hikâyeler yoluyla hissettiklerini anlatmalarına yardım edin.
• Güven ortamı yaratın: Birlikte olmanın, bir arada kalmanın iyileştirici gücü büyüktür. Basit bir sarılma bile travmayı hafifletebilir.
• Rutinleri sürdürün: Yemek saatleri, uyku düzeni, çocukların oyun zamanı, işe ya da okula gitmek gibi günlük rutinlere dönmek, hayata dair bir devamlılık duygusu sağlar. Günlük hayatı sürdürmek, tekrar güvenli bir iç dünya kurmaya yardımcı olur.
• Medya maruziyetini sınırlayın: Görüntülerden, dedikodulardan, felaket senaryolarından uzak durun. Zihin, tekrarlanan sahnelerle yarasını kapatamaz, aksine var olan yaralar derinleşir. Özellikle çocukların tekrar tekrar deprem görüntülerine maruz kalması, travmayı yeniden üretir.
• Destek istemekten çekinmeyin: Psikolojik destek almak zayıflık değil, aksine kendine ve sevdiklerine değer vermektir. Hepimiz zaman zaman yardıma ihtiyaç duyarız. Travmayı iyileştiren şey bazen yalnızca birinin size gerçekten kulak vermesidir.
Ama unutmamalıyız ki, her yarım kalan hikâyenin yeniden yazılmaya hakkı vardır.
İnsan, yalnızca bir binada değil; bir hikâyede yaşar. Depremler gibi afetler, bu hikâyeleri kesintiye uğratabilir. Ama unutmamalıyız ki, her yarım kalan hikâyenin yeniden yazılmaya hakkı vardır. Yaşamımıza devam edebilmek için binalarımızda olduğu gibi, iç dünyamızda oluşan görünmez ama gerçek çatlakları onarmak önemlidir. Şimdi birbirimizi duymanın, yaralarımıza, korkularımıza anlam vererek iyileşme zamanı.