GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: Cumhuriyetin 101. yılında bir süreklilik tartışması: Cumhuriyet, Osmanlı’nın devamı mı?
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > Tarih > Cumhuriyetin 101. yılında bir süreklilik tartışması: Cumhuriyet, Osmanlı’nın devamı mı?
Tarih

Cumhuriyetin 101. yılında bir süreklilik tartışması: Cumhuriyet, Osmanlı’nın devamı mı?

Yazar: GazeteBilim Yayın Tarihi: 29 Ekim 2024 17 Dakikalık Okuma
Paylaş
devrimci atatürk
Atatürk ile eski rejimi ‘buluşturan’ formülün asıl amacı Atatürk’ün devrimciliğini görünmez kılarak bağımsızlık ve aydınlanmadan yana olanları etkisizleştirmektir.

19 Mayıs’ta yapılanın ‘bir devlet operasyonu’ mu yoksa Vahdettin’in geri getirmeye çalıştığı eski rejimi 1908’de yıkmış olan subayların 1919’da devlet içerisindeki konumlarından yararlanarak, Mustafa Kemal Paşa’ya yardım ederek yaptıkları bir ‘devrim operasyonu’ mu olduğu ancak dönemi doğru irdeleyerek anlaşılabilir.

İçindekiler
Yeniden kurulan devletBağımsızlık sorunuEgemenliğin kaynağıYeni rejimEski rejimin dönüşüKurtuluş Savaşı aynı zamanda bir rejim mücadelesiydiMeşrutiyet ve Cumhuriyet Fransız Devrimi’nin açtığı yolda kuruldu

Uğurcan Yardımoğlu
İnkılap Tarihçisi

“Osmanlı hükümetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek gerekiyordu.”

Mustafa Kemal Atatürk

Osmanlı Devleti’yle Türkiye Cumhuriyeti arasında var olan süreklilik ilişkisini abartılı bir biçimde öne çıkarmak günün modası haline geldi. Tarih içerisindeki Türk-İslam hükümdarlarıyla cumhuriyetin kurucusu büyük devrimci Atatürk’ü aynı sırada sayarak hepsini ‘ecdad’ kabul eden bu yeni moda akımın altında cumhuriyet karşıtı bir ideoloji yatıyor. Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yapılan Türk Devrimi’ne karşı çıkan kitlelerin Atatürk konusundaki hassasiyetini gözetmek için bulduğu bu ‘dahice’ yolun arızalarını ortaya çıkarmaya çalışacağız. Çünkü Atatürk ile eski rejimi ‘buluşturan’ bu formülün asıl amacı Atatürk’ün devrimciliğini görünmez kılarak bağımsızlık ve aydınlanmadan yana olanları etkisizleştirmektir. Bu tarih okuması ise ancak bilimden koparak yapılabilir. Çünkü Türkiye’de bağımsızlık ve aydınlanma dönemini başlatan Türk Devrimi’ni yok saymak, saltanat düzenini yıkarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni Osmanlı Devleti’nin devamı saymak ve Atatürk’ü ‘Türk tarihinin herhangi bir ulusal kahramanı’ konumunda değerlendirmek bilim dışıdır.

Bu yazının hedefi 29 Ekim 1923 tarihinde sembolleşen demokratik devrimin özelliklerini ortaya koymak ve eski rejimden kopuşu vurgulamaktır.

Öncelikle ele alınması gereken konu Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nin devamı olmadığıdır. Cumhuriyet, Osmanlı saltanat düzenini, onun Tanzimatçı veya Abdülhamitçi politikalarını kesin olarak reddederek kuruldu. Cumhuriyeti Osmanlı Devleti’nin devamı sayanların Atatürk’ü de herhangi bir ‘Osmanlı paşası’ olarak değerlendirmesi göze çarpar. Hatta Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışı kimi yazarlarca ‘Bir Devlet Operasyonu’ olarak değerlendirilir. Mustafa Kemal Paşa’nın bir Osmanlı generali olduğu bilgisi görünüşte doğrudur, Samsun’a çıkarken İstanbul’daki Harbiye Nezareti’nden destek aldığı da öyle. Ancak bu bilgiler bağlamından kopuk değerlendirildiği için büyük bir yanlışa hizmet eder. Çünkü Mustafa Kemal’in Osmanlı Devleti’ni dönüştüren ve Cumhuriyetin temellerini atan 1908 Devrimi’nin bir parçası olduğu ve bu devrimi yapan İttihat ve Terakki’nin üyesi bulunduğu gerçeği gizlenirse bu ‘Osmanlı paşası’ yakıştırması anlaşılamaz. 1908’in yeni bir rejim kurduğu, bu rejimin Vahdettin tarafından yıkılmaya çalışıldığı için Anadolu’da sürdürüldüğü anlaşılmadan bu ‘Osmanlı paşası’ kimliği doğru değerlendirilemez. 19 Mayıs’ta yapılanın ‘bir devlet operasyonu’ mu yoksa Vahdettin’in geri getirmeye çalıştığı eski rejimi 1908’de yıkmış olan subayların 1919’da devlet içerisindeki konumlarından yararlanarak, Mustafa Kemal Paşa’ya yardım ederek yaptıkları bir ‘devrim operasyonu’ mu olduğu ancak dönemi doğru irdeleyerek anlaşılabilir.

1908’in yeni bir rejim kurduğu, bu rejimin Vahdettin tarafından yıkılmaya çalışıldığı için Anadolu’da sürdürüldüğü anlaşılmadan bu ‘Osmanlı paşası’ kimliği doğru değerlendirilemez.

Osmanlı Devleti’nin II. Mahmut’un saltanatıyla yeniden kurulduğu, bu kurulu düzenin dayanaklarını ve izlediği politikaları anlamadan, II. Abdülhamit dönemini değerlendirmeden ve bu döneme son vererek kurulan II. Meşrutiyet’i doğru yerine oturtmadan Mustafa Kemal Paşa’nın ‘Osmanlı paşalığı’ da cumhuriyetin Osmanlı Devleti’nin devamı olup olmadığı da anlaşılamaz. Evet Mustafa Kemal Paşa bir Osmanlı generaliydi ama hangi Osmanlı’nın?

Evet, cumhuriyet Türkiyesi bir şekilde Osmanlı’nın devamıydı ama hangi Osmanlı’nın?

Yeniden kurulan devlet

Osmanlı Devleti’nin II. Mahmud ile başlayan dönüşümü geleneksel düzenin yerine merkezî ve modern devlet yapısının inşasını hedefliyordu. Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla sürdürülen bu çabanın özünde Batı dünyasıyla bütünleşme ve liberalizm vardı. Devletin Batılı değerlerle yeniden inşasındaki amaç siyasi, askeri ve ekonomik düzey açısından Batılı güçleri yakalamaktı. Batılı devletler, Coğrafi Keşiflerin ardından yoğun bir sömürgecilik dönemine girmiş ve Amerika’yı, Asya ve Afrika’nın geniş topraklarını kontrolü altına almıştı. Batılı kapitalist devletlerin 19. Yüzyıldaki temel politikası ise Osmanlı Devleti’nin, İran ve Çin’in kontrolündeki pazarları kapitalizme açmaktı. Bu yüzden Batılı devletler Osmanlı reform çabalarını destekliyordu. Hatta II. Mahmud’un ardından tahta geçen Abdülmecid döneminde ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın ardında, doğrudan Batılı devletler vardı. Bu dönemde iktidar gücü saraydan Bab-ı Ali’ye kaymıştı, Bab-ı Ali bürokratları sırtlarını yabancı devletlerin sefaretlerine yaslayarak sürekli yeni reform politikaları üretiyordu.

Dönemin etkili isimlerinden Fuat Paşa’nın Fransız Büyükelçisine söylediği şu sözler bu dönemin bürokrat-sefir ilişkilerinin özeti gibidir: Paşa, Fransız sefirine, “Bize suflörlük ediniz, fakat sahneyi ve rollerin icrasını bize bırakınız” diyordu.[1]

Türkiye’yi liberalleştirmek bu dönemin genel karakteri haline gelmişti. Tanzimat dönemi yönetici seçkinleri, liberal olmakla övünüyorlardı.[2]

Bağımsızlık sorunu

Cumhuriyet yönetiminin Osmanlı Devleti’nden ayrılan en temel özelliği de tam olarak burada yatmaktadır. “Hangi istiklâl vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki Türkiye, Cumhuriyetin ilanından sonra giriştiği siyasi-toplumsal-ekonomik dönüşümleri tamamen kendi gücüne ve kararına dayanarak yapmıştı. Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi arasındaki en önemli kopuş bağımsızlık konusudur. Yeni Türkiye, bağımsızlığına ne kadar düşkünse 19. yüzyılın hasta adamı da Batılılara o kadar bağımlıdır. Bağımlılık düzeyi Batı’dan sürekli reçete talep edecek kadar ilerlemiştir. Bu durum ise Osmanlı Devleti’nin yarı-sömürge haline gelmesine neden olmuştu.

Osmanlı Devleti’yle İngiltere arasında 1838’de imzalanan Serbest Ticaret Sözleşmesi, Batılıların Osmanlı reformunu neden istediğini de açıklar. Hızla sanayileşen Batı’nın ihtiyaç duyduğu hammadde kaynaklarını yağmalayabilmesi ve ürettiği mamul maddeleri satacak geniş pazarlara ihtiyaç duyması Osmanlı’nın dönüşümünü gerektirmişti. Gümrükleriyle, hukuk sistemiyle, mali yönetimiyle reforma tabi tutulan Osmanlı Devleti, Batılı kapitalistlerin iş yapabileceği bir zemine kavuşturuluyordu. Ancak tarıma ve küçük üretime bağlı olan Osmanlı halkı bundan hiçbir yarar umamazdı. Zaten Osmanlı pazarı Batı’ya açıldığı andan itibaren Müslüman halk gitgide yoksullaşacaktı.

Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiyesi arasındaki en önemli kopuş bağımsızlık konusudur. Yeni Türkiye, bağımsızlığına ne kadar düşkünse 19. yüzyılın hasta adamı da Batılılara o kadar bağımlıdır.

Mustafa Kemal Paşa henüz cumhuriyet kurulmadan önce İzmir İktisat Kongresi’nde yaptığı konuşmada bu durumu eleştirerek, kurulan yeni Türkiye’nin konumunu şu sözlerle açıklamıştı:

“Tanzimat devrinden sonra ecnebi sermayesi müstesna bir mevkiye malikti, devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptırmayız.”

Tanzimat modernleşmesinin yürüten bürokratlar, klasik dönemin reaya yani yönetilen sınıfını tebaa (uyruk) haline getirerek onların temel hak ve hürriyetlerini Tanzimat Fermanı’yla tanımıştır. Bu bürokratlar öncülüğünde reformları geliştirmesi için yeni meclisler açılmış ve bunlar adliye, maliye ve maarif işlerine odaklanmıştır. Ancak yukarıda söz edildiği gibi bu meclislerin ıslahat girişimleri ve Tanzimat’ın genel karakteri, Osmanlı pazarının yollarını yabancılara döşedi. Osmanlı bürokratları reform yapıyor, Arupa’dan kredi dileniyordu. Kredi karşılığında yeni reformlar, Avrupalılara da yeni imtiyazlar veriliyordu. Türkiye, Batılı büyük güçlerin kapitülasyon sahasına dönüşmüştü. II. Mahmut’un yeniden kurduğu Osmanlı Devleti’nin Tanzimat Dönemi’ndeki politikalarının sonucu buydu.

Egemenliğin kaynağı

Osmanlı Devleti’yle Cumhuriyet Türkiyesini ayıran ikinci başlık ise egemenliğin kaynağının belirlenmesidir.  II. Mahmut, Osmanlı Devleti’ni tam bir mutlak monarşiyle yönetti. Ancak onun reform politikalarını sürdüren Tanzimat Dönemi’nde iktidar Babı-ı Ali’ye kaydı. Osmanlı bürokratlarının yönetiminde yapılan ıslahatlarda halkın hiçbir söz hakkı olmadı. Bu dönemde ıslahatların yürütülebilmesi için çeşitli meclisler kuruldu. Ancak bu meclislerin halkın temsilcilerinden oluşmadığını, yüksek bürokrasinin tavsiyeleriyle padişahın atamaları sonucu oluşan bir çeşit yüksek devlet görevlileri meclisleri olduğunun altı çizilmelidir. Dolayısıyla reformların yasa koyucusu da yürütücüsü de yüksek bürokrasidir. Yani bürokrasi tarafından tebaaya verilen hakların her an yine onlar tarafından geri alınabilmesi mümkündür. Bu sürece halkın katılımı olmadığından reformlarla halka bahşedilen hakların kullanımının da kısıtlı olduğunu söylemek mümkündür.

Osmanlı klasik nizamının reayası tebaa (uyruk) haline gelmiş ancak henüz vatandaş olamamıştı. Fermanlarla bazı temel hakları tanınmış olan halk, bu hakları koruyacak ve kendisini temsil edecek araçlardan mahrumdu ve ne Tanzimat döneminin ne de II. Abdülhamit döneminin seçkinleri Müslümanlara bir anayasa ve meclis ihsan etmeye niyetliydi. Reformlar, fermanlarla yapılıyordu; yani verilenler aynı şekilde geri alınabilirdi.

Yeni rejim

Kurmay Yüzbaşısı Mustafa Kemal Efendi, kurmay adayı sınıflarındaki bazı hürriyetçi girişimleri hükümetçe duyularak Yıldız Sarayı’nda sorguya çekilir, hapis edilir ve baskı yapılırken yumruklarını sıkarak, “Saraylarını, azametlerini, taç ve tahtlarını başlarına yıkacağım” demişti.[3]

Yeni Osmanlılar ile başlayan hakimiyet-i milliye mücadelesi anayasa ve meclis hedeflerini ihtiva ediyordu. Bu hedefe kısa süreli olarak I. Meşrutiyet ile 1876 yılında ulaşıldı ancak kısa sürdü. Meclis bir yıl geçmeden II. Abdülhamit tarafından dağıtıldı, anayasa da askıya alındı. Ancak mücadele 1889 yılında kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti ile devam etti ve çeşitli evrelerden geçerek 23 Temmuz 1908’de yapılan Hürriyet Devrimi’yle başarıya ulaştı. Meşrutiyetin ikinci kez ilanı ilkinden daha kalıcı oldu ve cumhuriyetin dayanacağı temelleri inşa etti. Aslında II. Meşrutiyet ile başlayan dönem yeni rejim demekti. Tanzimat Döneminden de II. Abdülhamit döneminden de siyasi-iktisadi ve toplumsal açıdan farklılaşan meşruti rejim egemenliğin kaynağının dinsel olmadığını örtük olarak ortaya koyuyordu. Mebusan Meclisi egemenliğin yasal ve pratik merkezi haline geldi.     

Yani cumhuriyetin ilanıyla hedeflenen hakimiyet-i milliye ilkesi meşruti rejimle uygulamaya geçti. Padişahın etkisizleştirilmesi, hükümetlerin seçimle gelen meclise karşı sorumlu olmaları 1909 Anayasa Değişiklikleriyle güvence altına alındı. Eski rejimin temsilcileri adım adım iktidardan uzaklaştırıldı ve saraya mesafeli, dışa bağımlılığa karşı yeni bir kuşak iktidarı ele aldı. Başta Mustafa Kemal olmak üzere cumhuriyetin lider kadroları meşrutiyet ortamında yetişti. Bu kadroların birçoğu meşrutiyetin yeniden ilan edilmesini sağlayan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyeleriydi.   

padişah
II. Abdülhamit… Tanzimat Döneminden de II. Abdülhamit döneminden de siyasi-iktisadi ve toplumsal açıdan farklılaşan meşruti rejim egemenliğin kaynağının dinsel olmadığını örtük olarak ortaya koyuyordu.

Eski rejimin dönüşü

Meşrutiyet Türkiye’sine savaşlar damgasını vurdu ve yeni rejimin inşası özellikle I. Dünya Savaşı şartlarında gerçekleştirilmeye çalışıldı. Bu dönemde uluslaşmaya ve laikleşmeye yönelik adımlar atıldı. Ekonominin millileştirilmesi, yerli burjuvazinin yetiştirilmesi ve bir burjuva toplumu yaratılmasına dönük politikalar savaş sırasında geliştirildi.

I. Dünya Savaşı’ndan yenik ayrılmak meşrutiyetin sonu oldu. Osmanlı Devleti, işgal koşullarında ve padişah Vahdettin ve Damat Ferit Paşa önderliğinde İTC muhalifi Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin desteğiyle meşrutiyet öncesi rejimi ihya etmeye girişti. Dikkat edilirse savaşın sonu, meşruti rejimin sonu olarak değerlendirildi, Osmanlı Devleti’nin değil. Osmanlı Devleti, küçülerek ve emperyalizmin tam denetimine girerek varlığını sürdürebilirdi ancak meşruti düzeni getiren kadronun Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Anadolu’da Milli Mücadele’ye girişmesi hem İngiliz-Fransız emperyalizminin ve onların Yunan ve Ermeni aracılarının hem de eski düzeni ihya etmeye kalkan padişahın hesaplarını bozdu.

Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlanması hem İttihat ve Terakki’nin hem de 1908’de kurulan yeni rejimin sonu olmuştur. Padişah Vahdeddin’in Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ve İttihatçı hükümetin düşüşünden sonra kurmaya çalıştığı rejim, bir bakıma II. Abdülhamit rejiminin tekrarıdır. Sultan ilk iş olarak Meclis-i Mebusan’ı kapatmıştır. Ardından İstanbul’da kalan İttihatçılara yönelik bir tutuklama kampanyası başlatmıştır. Dönemin saray siyaseti, Osmanlı Devleti için İngiliz himayesi istemek, genel olarak Büyük Devletlere karşı gelmemek, aynı zamanda çağdaşlaşma ve halk egemenliği düşüncesine set çekmektir. Sultan Vahdeddin ve Sadrazam Damat Ferid’in dış politika açısından İngilizci Tanzimat siyasetini, iç politika açısından ise II. Abdülhamit’in baskıcı çizgisini izledi. Bu dönemde Sultan Vahdeddin’in çevresinde, II. Abdülhamit rejiminden arta kalanlar ile, 1908-18 yılları arasında İttihatçılara karşı mücadele eden liberallerin ve dincilerin olduğunu görürüz. 1908’de kurulan yeni rejim Sultan Vahdeddin eliyle ve İngiliz desteğiyle 1918’de yıkılmıştır. Tanzimat ve II. Abdülhamit dönemleri yani ‘eski rejim’ geri gelmiştir.

padişah vahdettin
Padişah Vahdeddin’in Mondros Mütarekesi’nin imzalanması ve İttihatçı hükümetin düşüşünden sonra kurmaya çalıştığı rejim, bir bakıma II. Abdülhamit rejiminin tekrarıdır.

Kurtuluş Savaşı aynı zamanda bir rejim mücadelesiydi

İttihatçılar, sultanın egemen olduğu İstanbul’dan çıkarak Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa’nın önderlik ettiği Milli Mücadele’ye katılırlar. Kongreler yoluyla örgütlenen bu mücadelenin hem örgütlenme yöntemi hem de talepleri demokratiktir.[4] Öncelikle mücadele kongreler yoluyla örgütlenerek halka dayandırılmış sonra İstanbul Hükümeti’nden Meclis-i Mebusan’ı yeniden açması istenmiştir. Sivas Kongresi’nin en büyük talebi budur. Meclis-i Mebusan’ın açılmasını İstanbul’a tekrar kabul ettirebilmek için İstanbul telgraf yağmuruna tutulmuş, Anadolu’nun İstanbul ile bağlantısı kesilmiştir. Mustafa Kemal önderliğindeki Anadolu ve Rumeli Müdafayı Hukuk Cemiyeti, hükümeti meclis talebiyle boykot etmiş, sonunda da amacına ulaşmıştır. İstanbul’da açılan meclisin 16 Mart 1920’de İngilizlerin İstanbul’u işgali sonucunda kapatılmasıyla da 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi kurulmuştur. Büyük Millet Meclisi’nin ilk görüştüğü kanun teklifi Meclis-i Mebusan’da en son görüşülen ve işgal nedeniyle yarım kalan Ağnam Resmi’dir. Yani Ankara’daki meclis kendisini İstanbul’daki meclisin dolayısıyla meşruti rejimin devamı olarak görüyordu. Ama yine dikkat… Ankara meclisi kendisini Osmanlı Devleti’nin değil meşruti Osmanlı Devleti’nin devamı olarak görüyordu.  

Düşman işgaline karşı savaş esnasında kongre toplamak, İstanbul’da Meclis-i Mebusan’ı açtırmak, o da kapatılınca Ankara’da meclis kurmak, 1908’de başlayan devrimi sürdürme iradesine işaret eder. Bu iradeye halk da katılmıştır. Milli Mücadele dönemi boyunca İstanbul hükümetlerinin etkisi il sınırlarını geçmemiş ancak Ankara bütün Anadolu’ya hakim olmuştur. Çünkü halk ve aydınlar artık eski rejimi kabul etmiyor ve siyasetin millete dayanan kurumlar eliyle yapılan şeklini yani demokrasiyi benimsiyordu. Keza 1908 Devrimi’nin gerçekleşmesinde Anadolu’da 1906-1908 yılları arasında yaşanan halk ayaklanmaların büyük bir payı vardı. Halk, ayaklanarak hâkimiyetini kabul ettirmişti.

Meşrutiyet ve Cumhuriyet Fransız Devrimi’nin açtığı yolda kuruldu

Yeni Türkiye’nin kuruluşunda dayandığı temel Tanzimat reformları veya II. Abdülhamit politikaları olmadı. Bu temel Fransız Devrimi’ne dayanan halk egemenliği fikriydi. Öyle ki Mustafa Kemal, Ankara’da TBMM’yi açmasından bir sene sonra, birinci milli seneyi tamamladıklarını duyurmuştu. Birinci milli sene ifadesi, doğrudan Fransız Devrimi’nin etkisini göstermesi bakımından anlamlı olduğu kadar, Osmanlı geçmişinden kopma konusundaki ısrarın da göstergesidir.[5]

Sonuç olarak, Cumhuriyeti Osmanlı Devleti’nin devamı olarak tanımlayanların ‘hangi Osmanlı Devleti’ sorusuna yanıt vermesi gerekiyor. Aynı soruyu Mustafa Kemal Paşa’nın ‘Osmanlı paşası’ olarak tanımlayanların da yanıtlaması gerekir. Çünkü bir tek Osmanlı Devleti söz konusu değildir. Osmanlı klasik nizamı zaten tartışma dışıdır çünkü 19. yüzyıl başında II. Mahmut tarafından yeni bir Osmanlı Devleti kurulmuştu. Bu devlet Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla ana çizgileri beliren reformlar yoluyla dışa bağımlı bir yarı sömürgeye dönüştü. Bu dönemin sonucunda II. Abdülhamit, ülkenin yarı sömürge pozisyonuna son vermek isteyen bütün ilerici güçleri baskı altına alan bir rejim kurdu. Bu rejim 1908 yılında yıkılarak yerine meşruti rejim kuruldu.

Atatürk ve Cumhuriyetin kurucu kadrosu eski rejimi yıkarak meşrutiyeti kuran kadroydu ve paşalığa kadar yükselişleri bu pozisyonlarıyla birlikte gelişti. Yani Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Tanzimat döneminin sefir kapılarında dilenen Bab-ı Ali paşalarından da II. Abdülhamit’in sadık bendelerinden de değildi. Bu yüzden ne Mustafa Kemal üzerinden ne de Cumhuriyet rejimi üzerinden Osmanlı Devleti’yle bir süreklilik ilişkisi kurulamaz. Süreklilik, Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki ile Kemalistler arasında kurulabilir, bu süreklilik meşruti rejimle cumhuriyet arasında kurulabilir.


[1] İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Hil Yayınları 1983, s.80

[2] Kuntay Gücüm, İmparatorluğun Liberal Yılları 1856-1870, Tarih Vakfı Yurt Yayınları; 1. Basım, 2015, 328 s. 

[3] https://www.ismetinonu.org.tr/ali-fuad-erden-ismet-inonu/ Erişim Tarihi: 29.10.2024 

[4] Bülent Tanör, Türkiye’de Yerel Kongre İktidarları 1918-1920, Cumhuriyet Yayınları, 1998, İstanbul, 144 s.

[5] Faroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme İstanbul: Kaynak Yayınları 2011 s184

Etiketler: abdülhamit, atatürk, cumhuriyet, ingiltere, meclis, sömürge, tanzimat, vahdettin
GazeteBilim 29 Ekim 2024
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Önceki Yazı Paleontologlar, Kretase Cehennem Deresi Formasyonu’ndan (Hell Creek) üç yeni Enantiornitin kuşunu tanımladılar; bunlardan ikisi yeni avisaurid türlerini temsil ediyor. Kolombiya’dan Brezilya’ya paleontolojik keşifler
Sonraki Yazı Mikroplastik kirliliği insan eylemlerinin ve kararlarının sonucudur. Sorunu biz yarattık ve şimdi çözümü de yine biz bulmalıyız. (Görsel: Pinterest) Mikroplastikler her yerde!

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

Evrimin Türkiye’deki Öyküsü

Bu yıl yayımlanan Evrim'in Türkiye'deki Öyküsü başlıklı eser Osmanlı'dan günümüze kadar Evrim Kuramının Türkiye tarihindeki serüvenini ele alıyor.

Bilim Tarihi
27 Ekim 2025

Bilim ve sansür

Egemen güçler ve bazen de erkek egemen toplumlar ciddi şekilde bilimsel düşünceye sansür uygulamaktadır.

Bilim Tarihi
30 Eylül 2025

David Ricardo: Kapitalist sermaye birikimi

Ricardo’nun bugün de hâlâ yaşayan düşüncesi, kapitalist sermaye birikiminin sorunsuz bir biçimde işleyemeyeceği, özellikle sınıf mücadelesi yüzünden eninde sonunda yavaşlayıp…

İktisadın Geçmişi ve Bugün
10 Eylül 2025

Cumhuriyet dönemi çocuk işçiliği

Erken Cumhuriyet’te çocuk işçiliğiyle ilgili ilk yasal adım, 1921'de atılmış. Bu Kanun’da madenlerde zorla çalıştırma yasaklanmış, günlük çalışma süresi 8…

Tarih
24 Temmuz 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?