Kütüphane ile karşılaştığımda kitapların isimleri ile oynadığım oyunu oynadım mı? Hayır, Kütüphaneler ile oyun oynamaya gelmez.
Yasemin Yeşilyaprak*
Kitaplarla karşılaşmalarınız nasıldır? Aklınızda dönüp duran bir kitapla yolda yürürken bir kitabevinin vitrininde karşılaştığınız oldu mu? Ya da bir kitabevinin veya kütüphanenin rafları arasında dolaşırken birden karşınıza çıkan kitaba sebebinin ne olduğunu anlayamadığınız şekilde çekildiğiniz ve o kitabın size bambaşka ufuklar açtığı oldu mu? Veya kitaplarla karşılaşmalarınızda sadece size özgü oyunlarınız var mıdır oynadığınız? Ben yeni bir kitapla karşılaştığımda önce adı üzerine düşünüp kitap hakkında bir tahminde bulunurum: Ne hakkındadır, anlatılan bir olay var mıdır? Var ise kahramanı kimdir, nasıl biridir? Sonra arka kapağındaki kısa tanıtımı okur kendi tahminimi sınarım. Bazen bambaşka hikâyeler çıkarken bazen tahminlerimin tuttuğu olur.
Enis Batur’un eserlerini okumaya Norgunk Yayıncılıktan çıkan “Mekik” kitabı ile başladım. Mekik, kendi sarmalım ve Enis Batur’un sarmalı arasında mekik dokuyarak okuduğum bir metindi. Tıpkı kitabın ilk satırlarında yer alan şu cümlelerde yazarın ifade ettiği gibi: “Sarmal biçimlerin en amansızı. Yolu dolanan, yolculuğu kendinde kendine dolanan kişinin seferi başka sarmallara da dolaşıyor ikidebir.” Böylece benim, kendimde, kendime dolanan yolculuğumda seferim Enis Batur’un sarmalına dolaşmış oldu.
Sonrası malum, fazlaca amansız bir sarmalın olmadık bir tarafından ucunu yakaladığınızda çekerseniz, başlangıçta bir miktar yol almış gibi gözükseniz de yeni bir düğümle ya da o çekişler ile daha da sıkıştırılmış, dolanmış bir sarmal ile kalakalmanız işten bile değildir. İşte böyle sarmalın içinde dolanırken *Sel Yayıncılık’ın Beyoğlu’ndaki dükkânında kapıdan girer girmez Batur’un “Kütüphane” isimli kitabı ile karşılaştım.
Kütüphane ile karşılaştığımda kitapların isimleri ile oynadığım oyunu oynadım mı? Hayır, Kütüphaneler ile oyun oynamaya gelmez. Hemen arka kapağını çevirdim: “Bir kütüphane kurmaya başladınız. Daha farkında değilsiniz: Orası size ait, içinde bir tek sizin kapalı kalacağınız, yaşadığınız sürece çıkış kapısını bulamayacağınız bir hapishane. Oradan geliyor bu küçük kitap. Oraya gitmek için.”
Enis Batur Kütüphaneyi dolaşmaya kütüphanelerin arka raflarında gizli kalmış zamanlardan, İskenderiye Kütüphanesinin yok oluşundan başlıyor. Bu yok oluş insanlığın kolektif belleği diyebileceğimiz kütüphanelerin aldığı tek darbe de değil üstelik. İÖ 747’de Babilonya kralının kendisi ve ailesini konu almayan kitapları imhasından, Moğollar’ın XI-XIII. Yüzyıl arasında Kahire ve Bağdat arasında birkaç milyon yazmayı yok edişine kadar pek çok kütüphane kıyımına yer veriyor.
Kolektif belleğin yuvaları devasa dünya kütüphanelerinin yanında “Kişinin kendi kütüphane yaşantısının sözü mü olur?” diye soruyor yazar ve yanıtlıyor, “Nasıl olmasın?” Bu soru üzerine düşündüğümüzde kişisel kütüphanelerimizin ona bakan bir yabancıya bizim nasıl biri olduğumuz hakkında pek çok şey söyleyebileceğini fark ediyoruz. Batur’un ifadesiyle kütüphanemizde her şey Ben’den, Biz’den başlıyor. Ben’den başlayan oradan ötekine açılan ve duvarlarını yine kitaplar ile ördüğümüz bu dünya üzerine düşünülmesi gereken başka bir soru daha soruyor: “Duvarlarımı örten kitap duvarlarıyla hangi güvensizlik duygusuna savaş açıyorum?”
Kitaplar yönümüzü bulmamızı sağlar, karanlıkları aydınlatır. Peki ya tam tersi, karanlığa gömülmemize de sebep olmazlar mı? Bu soru üzerine düşünürken kitabın ön kapağında adının hemen altında yer alan “Bir Başka-Labirent Öyküsü” ifadesi yerini buluyor zihnimde. Çıkışına ulaşıldığı durumda bir aydınlığı vaat ediyor gibi gözükse de Labirent, içinde dolaşarak geçen ömrümüzün doğan ve batan gününü, karanlığı ve aydınlığı bir arada barındırmıyor mu raflarının arasında? Hayatın içine fırlatılmış olmak ile benzer bir kütüphanenin içine fırlatılmış olmak zamanda. Ve burada belirli bir sırayı takip etmese de, hangisinin ne kadar süreceği öngörülemese de gündüz ve gece, karanlık ve aydınlık hep bir arada.
Kişisel kütüphanesi olan hepimizin kütüphanelerimizden uzaklaşırken hissettiği endişeyi “Uzaklaşmak mı? nereye gideceğim?” sözleri ile dile getiriyor Batur. “Gidecek olsam kitaplığımın sokakları peşimden gelecektir.”
Özellikle sık sık yolculuk yapması gereken benim gibi insanlar için yola çıkarken hangi kitapları yanımızda götüreceğimiz sorusu hep bir muamma. Seçmek ne kadar zor, birini alsam öteki, ötekini de alsam diğerleri, peki şu diğer üç tanesi…Sonuç olarak iki bilemedin üç günlüğüne kütüphanemden ayrılmam gerektiği durumlarda bile yanıma aldığım kitapların ağırlığı sebebiyle taşınması pek de kolay olmayan çantalar ile yolculuk yapmak zorunda kalıyorum. Üstelik çantanın dönüş yolundaki ağırlığı asla gidiş yolundaki ile aynı kalmıyor. Okuduklarım beni kendi kişisel kütüphanemin fiziken uzağında olduğum anlarda bile yanımda taşıdığım kitaplar vasıtasıyla bambaşka labirentlerin bir köşesinden sokup her dönemeçte çıkış yolunu vaat eden başka bir kitaba, o da başka bir kitaba, başka bir sapağa ya da çıkmaza sokuyor. Şehirdeki yürüyüşlerim kütüphaneler, kitabevleri etrafında, şehir aslında devasa bir kütüphaneymiş gibi şekilleniyorken nereye gidersem gideyim labirentin yeni rafları arasında dolaşma fırsatı sunan kütüphaneler ve kitaplar ile yolum kesişiyor. Bu ne büyük bir güvenlik hissi! Yavaş yavaş yolculuklarımda bu hisse kendimi bırakmaya başladığımı fark ediyorum. Yanıma aldığım az sayıda kitap beni başka kitaplar ile buluşturacak nasıl olsa.
Enis Batur bu hissi “Şüphesiz bana deneyimlerin sağladığı bir sigorta bilgisi var.” sözleri ile ifade ediyor. Evet bu gerçekten de bir sigorta hissi, nereye gidersek gidelim ister yabancı ister tanıdık bir şehirde “kabileden birisinin yakınından geçtiğimizin bilgisi” kaygımızı dindirmeye yetiyor.
Bu metni yazarken kitaba geri döndüğümde 29. sayfa üzerine düştüğüm şu notla karşılaştım: “Bu bölüm üzerine çokça düşünülmesi, bu ifadelerin genişlemesi, çoğaltılması ve yeryüzüne yayılması sağlanmalı.” Bunun üzerine tekrar okuyorum beni bu kadar etkileyen bölümü ve tam da not düştüğüm gibi kendi zihnim ve bu yazı aracılığıyla Batur’un ifadelerinin genişlediğini, çoğaldığını hayal ediyorum:
“Kapalı bir dünya değildir Kütüphane, gelin görün ki üzerinize kapanır. Elinizin altında tek bir kitap bile olsa ötekilere açılmaktan bir aşamadan sonra kurtulma olanağınız yoktur.”
“Bir avuç deli seçer açık denize açılmayı, pek azı geri döner, bir köşede, kavrulmuş sabit gözlerle dururlar, dilleri kilitlenmiştir: Kütüphane kendisiyle boy ölçüşmeye davranan her okuru yuvasından fırlatır, onu hiç kimsenin içinden çıkamadığı sayfalar girdabına mıhlar, o noktada yeryüzünde kurulmuş bütün cümleler peş peşe sıralanmıştır, ama bir tanesinin bile tamamlanması söz konusu değildir: Öbürü hemen başlar!”
Kitap delileri için şöyle bir ifade kullanıyor Batur; “Hiçbir şey aramazlar, bulunacak tek bir şeyleri olsun kalmamıştır bir eşiği geçtikten sonra, Kütüphane’nin salonlarından, rafların karşısında ellerinde bir ayna geçip gittikleri görülür.” Bu cümlesinde geçen ayna ifadesi ile her kitabın aslında bize kendi yansımamızı gösteren bir ayna olduğunu mu ima ediyor yazar yoksa ayna elimizde tuttuğumuzda ardımızda kalan labirentin raflarını görmemizi sağlayan o sigorta duygusuna mı aracılık ediyor? Belki her ikisi, belki daha fazlası veya hiçbiri değil. Rafların arasında dolaşırken cevabını bulabileceğimizi düşündüğüm bir soru bu.
Kitapları nasıl okuduğum ve her okuduğum kitaptan geriye kalan Ben’in üzerine düşündüğüm bir zamanda aklımdan geçen şu düşünceleri anımsıyorum Kütüphane’yi okurken: Her birimizin aynı kitabı okuma ve deneyimleme biçimi biriciktir, aynı kitap farklı insanlarda farklı yaşantılar yaratır, hatta aynı kişinin bir kitabı tekrarlı şekillerde farklı zamanlarda okuduğu durumlarda da o kitap ile olan deneyimi öncekilerden farklılaşır. Batur bu düşüncelerime şöyle karşılık veriyor: “Ben sizi tekrarlayamam.”
Hiçbir yaşantının tıpatıp aynısı şekilde tekrarlanamayacağı gibi aynı kitabı okuyan kişiler olsak da biz okurlar da birbirimizi tekrarlayamayız.
Kitaplarla ördüğümüz duvarların içinde çok sık yaşadığımız bir endişe “Aldığım kitapları okumaya vaktim olacak mı?” Bu soruya sebep olan hissi bir kum saatine benzetiyor Batur; “Üst bölümden ağır ağır aşağıya akan işaretler bana doluyor, durmadan yeni kitaplarla beslenen üst bölüme baktıkça onlara vaktim kalmayacağını görüyor, anlıyor, biliyor olmam bir şey değiştirmiyor.”
Kitabın sonlarına doğru gelirken hayatımın bu döneminde benim de üzerine epeyce düşündüğüm bir soru soruyor Batur: “Bir kitaplığın, kütüphanenin doğal ortamı nedir? Oradan uzaklaştığında hâle’sini bir ölçüde olsun yitirme olasılığından söz edilebilir mi?” “Bir kütüphanenin doğduğu yerde değil de yerleşip büyüdüğü yerde korunmasının gönle en uygun çözüm” olduğunu söylüyor. Karasu’nun vasiyetiyle Eskişehir Anadolu Üniversitesi Kütüphanesinde koruma altına alınan kitaplığını örnek vererek, böylesi yazarın evinin korunabildiği durumlarda, kitaplığındaki kitapların kilit altında erişilmez kılınmasının rahatsızlık verici olması sebebiyle bir kütüphanenin yerinin duruma göre değerlendirilmesi gerektiğini belirtiyor.
Bu satırları okurken aklıma yakın zamanda kaybettiğimiz kıymetli Hocamız Doç. Dr. Sema Karakelle’nin hem İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesindeki ofisinde hem de evinde yer alan kütüphaneleri geliyor. Her iki kütüphanenin de Hocamızın sağlığında bulunduğu “doğal ortamlarda” nasıl büyüdüğünü düşünüyorum. Bu kütüphaneler şimdilerde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde hazırlıkları devam eden Sema Karakelle Kitaplığında bir araya gelmeye hazırlanıyorlar. Batur’un ifadesiyle doğdukları yerde değil de yerleşip büyüdükleri yerde, yolu düşenlere rafların karşısında ellerinde bir ayna ile kendilerinden yola çıkarak oradan bütün yerküreye yayılan Labirent öyküleri sunmak vaadiyle…
Kaynaklar
- Batur, E. (2023). Kütüphane* Bir Başka-Labirent Öyküsü. (5. Baskı). *Sel Yayıncılık
- Batur, E. (2009). Mekik. (1.Baskı). Norgunk Yayıncılık
*Özgeçmiş
Yeşilyaprak, lisans eğitimini Haliç Üniversitesi Psikoloji Bölümünde burslu olarak 2009 yılında
tamamladı. 2015 yılında İstanbul Üniversitesi Gelişim Psikolojisi Anabilim Dalından yüksek
lisans ve 2022 yılında doktora derecesini aldı. 2013-2022 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü Gelişim Psikolojisi Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak çalıştı. Bilişsel gelişim, üstbilişsel beceriler, bilişsel esneklik, faillik hissi, kendilik, bilinç gibi konular üzerine çalışmalar yürüten Yeşilyaprak şu anda Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.