Atatürk’ün asıl talebi “Türklerin medeniyet tarihindeki yerinin” belirlenmesiydi; çünkü ancak bu sayede oryantalistlerin Türklere ilişkin önyargılarını [ki Türklerin harp ve darptan başka bir şeye yetenekleri olmadığı savına dayanıyordu] gidermenin ve Türkiye’yi saygın bir devlet olarak Dünya siyaset sahnesine yerleştirmenin mümkün olacağına inanıyordu.
Giriş
Bu makalemde, Bilim Tarihi’nin ve bununla bağlantısı içinde Felsefe Tarihi’nin Türkiye’de kurumsallaşma sürecini başlatan gelişmeleri inceleyeceğim ve bu maksatla 1933’de gerçekleşen dört önemli hadisenin arka-planına bakacağım.
Bu dört hadise şunlardır:
Aydın Sayılı, ABD’ye bilim tarihi doktorası yapmaya gönderildi.
Süheyl Ünver, İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi’nde bir Tıp Tarihi Enstitüsü kurdu.
Hilmi Ziya Ülken, Türk Tefekkür Tarihi’ni yayımladı.
Paul Kahle, Pîrî Reis’in Dünya Haritası’nı tanıtan çalışmasını bastırdı.[1]
Şimdi sorum şudur:
Bu noktaya nasıl gelindi?
Bu sorunun yanıtını bulabilmek için 1933’den birkaç sene öncesine ve sonrasına gitmek gerekecektir.
Türk bilim tarihçiliğinin kurumsallaşmasında bazı önemli hadiseler
(1927-1937)
İngiliz yazar ve tarihçi Herbert George Wells’in (1866-1946) The Outline of History (1920) adlı yapıtı, Mustafa Kemal Atatürk’ü çok etkilemiş ve derhal Türkçeye tercüme edilmesini istemişti.
Bu eser, “müderris ve muallimlerden müteşekkil bir heyet” tarafından Cihan Tarihinin Umumî Hatları adıyla Türkçeye çevrilmiş ve beş cilt halinde 1927-1928’de yayımlanmıştı.
Wells, bugün “Big History” (Büyük Tarih) olarak anılan bir yaklaşımla Evren’in oluşumundan Birinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar genel bir tarih yazmıştı ve özellikle de Medeniyet Tarihi’ne [ve bu arada bilim ve teknoloji tarihine] ağırlık vermişti.
Öyle anlaşılıyor ki bu yaklaşımı, Atatürk tarafından da beğenilmiş ve kullanılmıştı.
Wells, eserinin “Osmanlı Türkler(i) ve Kostantiniyye” bahsinde Türkleri şöyle tanımlamıştı:
“Osmanlı Türkler(i) nihayet, Küçük Asya yaylaları üzerinde tevakkuf ettiler ve Selçukî Türkler de kendileriyle aynı ırktan olan hayırhah komşular buldular. Şimdiki Anadolu demek olan bu memleketin en büyük kısmı şehirlerde hayli büyük nisbette Yunanlılar, Yahudiler ve Ermeniler bulunmakla beraber – lisânen Türk ve dinen Müslüman idi. Hiç şüphesiz, halkın damarlarında Hitit, Frikyalı, Truvalı, Lidyalı, İyonyalı, Yunanlı, Kimmerî, Galat ve (Bergama Devri’nden beri) İtalyan kanının izleri vardı; fakat halk ecdâddan müntakil bir tesiratı çoktan unutmuş idi.”[2]
Bu bakış açısı, sonraki tarihsel araştırmalara yön verecekti.

Atatürk’ün asıl talebi “Türklerin medeniyet tarihindeki yerinin” belirlenmesiydi; çünkü ancak bu sayede oryantalistlerin Türklere ilişkin önyargılarını [ki Türklerin harp ve darptan başka bir şeye yetenekleri olmadığı savına dayanıyordu] gidermenin ve Türkiye’yi saygın bir devlet olarak Dünya siyaset sahnesine yerleştirmenin mümkün olacağına inanıyordu.
“Medeniyet” kavramının anlam ve kapsamını şöyle vermişti:
“Bir insan cemiyetinin (a) devlet hayatında, (b) fikir hayatında, yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda, c) iktisadî hayatta yani ziraatta, sanatta, ticarette, kara, deniz ve hava münakalâtçılığında yapabildiği şeylerin muhassalasıdır.
Bir milletin medeniyeti denildiği zaman hars namı altında saydığımız üç nevi faaliyet muhassalasından hâriç ve başka bir şey olamayacağını zannederim. Şüphesiz her insan cemiyetinin harsı, yani medeniyet derecesi bir olmaz. Bu farklar, devlet, fikir, iktisadî hayatların her birinde ayrı ayrı göze çarptığı gibi, bu fark üçünün muhassalası üzerinde de görünür. Mühim olan muhassalalar üzerindeki farktır. Yüksek bir hars, onun sahibi olan millette kalmaz, diğer milletlere de tesirini gösterir, büyük kıtalara şâmil olur. Belki bu itibarla olacak, bazı milletler yüksek ve şamil harsa medeniyet diyorlar.”[3]
1929’da Pîrî Reis’in Haritası’nın bulunuşu Atatürk’ü ve çevresindeki bilginleri çok heyecanlandırmıştı.
Afet Hanım, haritanın bulunuşunu şöyle anlatmıştı:
“Bu maksatla müze haline getirilecek binaların içinde bulunan eşyalar tasnif edilmekte iken, Millî Müzeler Müdürü B. Halil Ethem, ilim âleminin o zamana kadar tanımadığı bir harita (portulan) buldu (9.11.1929). En eski Amerika haritasının bulunmuş olduğu haberini alan Cumhurbaşkanı Gazi M. Kemal Atatürk, derhal büyük ilgi gösterdi. Haritayı Ankara’ya getirterek tetkik ettiği zaman, bunun olduğu gibi neşredilmesini ve üzerinde ilmî incelemeler yapılmasını emretti.”[4]

1930’da Cumhuriyet Dönemi’ndeki “resmî tarih çalışmaları”nın öncüsü olarak kabul edebileceğimiz Türk Tarihinin Ana Hatları hazırlandı. Bu eser, “Türk Tarih Heyeti’nin başka azalarının ve mevzu ile alakalı zatların mütalaa ve tenkit nazarlarına arzolunmak üzere yalnız yüz nüsha basılmış”tı ve İç-kapakta yazarların isimleri ve yazılış yöntemi şöyle belirtilmişti:
“Türk Ocağı ‘Türk Tarihi Heyeti’ azalarından Afet Hf. ile Mehmet Tevfik, Samih Rifat, Akçura Yusuf, Dr. Reşit Galip, Hasan Cemil, Sadri Maksudi, Şemsettin, Vasıf ve Yusuf Ziya Beyler tarafından iktitaf, tercüme ve telif yolları ile yapılmış bir teşebbüstür.”
Yazarlar, kitabın yazılış gerekçesini “Bu Kitap Niçin Yazıldı?” başlığını taşıyan kısımda şöyle açıklıyorlardı:
“Şimdiye kadar memleketimizde neşrolunan tarih kitaplarının çoğunda ve onlara mehaz olan Fransızca tarih kitaplarında Türklerin dünya tarihindeki rolleri şuurlu veya şuursuz olarak küçültülmüştür. Türklerin, ecdat hakkında böyle yanlış malumat alması, Türklüğün kendini tanımasında, benliğini inkişaf ettirmesinde zararlı olmuştur. Bu kitapla istihdaf olunan asıl gaye, bugün bütün dünyada tabîî mevkiini istirdat eden ve bu şuurla yaşayan milliyetimiz için zararlı olan bu hataların tashihine çalışmaktır; aynı zamanda bu, son büyük hadiselerle ruhunda benlik ve birlik duygusu uyanan Türk milleti için millî bir tarih yazmak ihtiyacı önünde atılmış ilk adımdır…”[5]
“İkinci bir maksadımız da kâinatın teşekkülüne, beşerin zuhuruna ve beşer hayatının tarihî devirlerden evvelki mazisine dair, yakın zamanlara kadar itibarda bulunan yanlış telakkilerin önüne geçmektir. Yahudilerin mukaddes saydıkları efsanelerden çıkan telakkiler, menbaların tenkidi ile ve son zamanların ilmî keşifleri ile artık tamamen kıymetini kaybetmiştir. Tenkidî tarihe ve tabîî ilimlere dayanılarak kurulan faraziyeler, elbette Sifrit Tekvîn’in haberlerinden daha ilmîdir. İşte bunun içindir ki, kitabımızda beşerin tarihine girmeden önce kâinat, dünya ve insan hakkında zamanımızın ilme müstenit nazariyelerini nakil ve izah ettik; ve bunu yaparken, batıl fikirlerden sıyrılarak, tarihî şeniyeti kavramaya çalıştık…”[6]
“Şimdiye kadar memleketimizde neşrolunan tarih kitaplarının çoğunda ve onlara mehaz olan Fransızca tarih kitaplarında Türklerin dünya tarihindeki rolleri şuurlu veya şuursuz olarak küçültülmüştür.”
Türk Tarihinin Ana Hatları
Kitabın bazı ilginç yönleri vardı:
1. Wells’in Cihan Tarihinin Umumî Hatları örnek alınmış, ancak ondan farklı olarak Türk Tarihi merkeze konulmuştu.
2. Roma’dan itibaren Batı Tarihi’nden hiç bahsedilmemişti.
3. Neredeyse “Siyaset Tarihi” kadar “Medeniyet Tarihi”ne de yer verilmişti.
Daha sonra bir adım daha atıldı ve önceki yapıtta yer alan yaklaşımın [ki sonradan kısaca Türk Tarih Tezi olarak anılacaktır] kamuoyuna duyurulmasını sağlamak maksadıyla 15.1.1931 tarihinde Türk Tarihinin Ana Hatları, Methal Kısmı adında küçük bir kitapçık çıkarıldı.
Bu kitapçık, Türk Tarihinin Ana Hatları isimli eserin “Türk Tarihine Umumî Methal” ve “Orta Asya’da Türk Tarihine Methal” kısımlarının telif ve terkibi suretiyle hazırlanmış ve 30.000 nüsha basılmıştı.
Methal, esasen küçük bir Türk Medeniyeti Tarihi görünümündedir. Türklerin din, felsefe, bilim ve teknoloji, edebiyat, musiki ve mimari gibi medeniyetin önde gelen alanlarında yaratmış oldukları değerlerin bir dökümünü yapmayı hedeflemiştir.
Mesela “Garbî Türkistan’da Türk Medeniyeti” bahsinde Uluğ Bey rasathanesi hakkında kısa bir malumat verilmiş ve sonra şöyle denilmiştir:
“Bu rasathaneyi ziyaret eden bütün şuurlu Türkler her cihetten Türk dehası mahsulü olan bu muazzam ilim abidesini gördükleri zaman derin bir Türklük gururu hissederler. Taassup ve cehalet kurbanı olmadığı zaman Türkün neler yapabileceğine bu rasathane parlak bir delilidir.”[7]
Kaynakları Rusçadır. Ancak DTCF Kütüphanesi, Afet İnan Koleksiyonu’nda yer alan bir nüshasından anlaşılmaktadır ki sonraki yıllarda, bu eserde yer alan bazı bilgiler ve görüşler beğenilmemiş ve değiştirilmiştir.
Methal’in sonunda yer alan “Türkler Hakkında Yanlış ve Garazkâr Telkinler” bahsinde bu yönde sarf edilen girişimlerin ardında yatan temel motivasyon da şöyle açıklanmıştır:
“Türklerin yalnız harp ile, başkalarının memleketlerini ele geçirmek gaye ve gayreti ile yaşayarak medeniyete hâdim olmadıkları yolundaki garazkâr iddia ve iftiraların artık mevsimi geçmiştir. Asırdide Hıristiyanlık davalarının doğurduğu bu ibtidaî telakki ve telkinlerle beşeriyetin bir kısmında diğerlerine karşı kin ve husumet hisleri aşılamanın ne kadar gayr-ı insanî ve gayr-ı medenî olduğunun anlaşılması zamanları gelmiştir.”[8]
Acaba bu garazkârlar kimlerdi?
Bu bahiste özellikle iki “garazkâr”ın, yani Ernest Renan (1823-1892) ile Joseph Halévy’nin (1827-1917) isimleri anılmış ve Renan’dan şu alıntı yapılmıştır:
“Topraklar altından çıkarılan bu kadîm ve yüksek Babil medeniyetini Türkler, Finovalar, Macarlar gibi şimdiye kadar tahripten başka marifet göstermemiş ve kendilerine has hiçbir medeniyet yaratmamış ırklar nasıl yapmış olabilirler? Gerçi hakikat bazen hakikate benzemez gibi görünebilir ve eğer bize Samîlerden ve Arîlerden evvelki medeniyetlerin en kudretli en değerlisini kuranların Türkler, Finovalar, Macarlar olduğu uluorta bir kanaat yerine meseleyi menşeinden sonuna kadar izah edici delillerle ifade ve ispat olunursa inanırız. Fakat bu deliller, bunu kabulden çıkacak neticenin fecaati nispetinde kuvvetli olmak lâzım gelir.”[9] (s. 70)
Bu gerçekten de ırkçı bir söylemdi ve daha önceki bazı söylemleri gibi[10] Türkleri derinden yaralamıştı.
Bu çalışmalar bu noktada kalmadı. 15 Nisan 1931’de Cemiyetler Kanunu’na göre Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu. Cemiyet’in temel maksadı, yukarıdaki gelişmelerin ışığı altında çok daha açık bir biçimde anlaşılıyor ki esasen Türklerin “Medeniyet Tarihi”ndeki yerini göstermekti. Sonradan Türk Tarih Kurumu adını alacak olan Cemiyet’in ilk işi, 28.11.1931’de liseler için Dört ciltlik Tarih kitabını yayımlamak oldu. Ciltlerin içeriği şöyle düzenlenmişti:
Birinci Cilt: Tarihten Evvelki Zamanlar ve Eski Zamanlar
İkinci Cilt: Orta Zamanlar
Üçüncü Cilt: Yeni ve Yakın Zamanlar
Dördüncü Cilt: Türkiye Cumhuriyeti
“Türklerin yalnız harp ile, başkalarının memleketlerini ele geçirmek gaye ve gayreti ile yaşayarak medeniyete hâdim olmadıkları yolundaki garazkâr iddia ve iftiraların artık mevsimi geçmiştir.”
Methal
Mukaddime’de belirtildiğine göre Türk Tarihi memleketimizde en az incelenmiş konulardan biridir. Yabancı tarihçiler Türklerin tarihini kan ve ateş maceralarından ibaret göstermişken Türk tarihçiler ise “Ümmetçilik” ve “Osmanlıcılık” ideolojilerinin etkisi altında Türklüğü ve Türk Medeniyeti’ni görmezden geldiler:
“Bütün bu menfi cereyanlar, tabîî olarak mektep programları ve mektep kitapları üzerinde dahi tesir gösterdi ve Türklüğün çadır, aşiret, at, silah ve muharebe mefhumları ile müradif tutulması ananesi mektep kitaplarımıza kadar girdi.
Türk tarihinin, inkâr edilmiş ve unutturulmuş simasını ve mahiyetini, bütün hakikatleri ile meydana çıkarabilmek için çalışmakta olan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti, bir kısım azasını tarih tedrisatındaki bu boşluğu doldurabilecek bir kitap hazırlamaya memur etti.”[11]
Bu eseri, birkaç isim farkla Türk Tarihinin Ana Hatları’nı yazan heyet hazırlamıştı:
Mehmet Tevfik Bey, Samih Rifat Bey, Akçuraoğlu Yusuf Bey, Dr. Reşit Galip Bey, Hasan Cemil Bey, Afet Hanımefendi, Baki Bey, İsmail Hakkı Bey, Reşit Saffet Bey, Sadri Maksudi Bey, Şemseddin Bey, Şemsi Bey, Yusuf Ziya Bey.
Bazı ilginç yönleri şöyle sıralanabilir:
1. “Big History” anlayışı korunmuş ve merkeze Türk Tarihi alınmıştır.
2. Bu defa, Roma dâhil Batı tarihine de geniş yer verilmiştir.
3. Üçüncü Cild’in neredeyse tamamı Osmanlı Dönemi’ne Dördüncü Cild’in tamamı ise Cumhuriyet Dönemi’ne (8 yıla) tahsis edilmiştir.
4. Medeniyet tarihine ilişkin sayfalar büyük bir yekûn tutmaktadır.
Buradan da anlaşılmaktadır ki Osmanlı Dönemi’ni görmezden gelme gibi bir yaklaşım söz konusu değildir.
İkinci Cilt’in, “Abbasi Devrinde İslâm Medeniyeti ve Bu Medeniyette Türklerin Tesiri” bahsine girişte şöyle denilmiştir:
“İslâmiyet devrinde ulûm ve maarifle iştigâl edenlerin en çoğu Arap olmayan kavimlere mensup idi. İslâm medeniyeti kendi teessüsünü diğer milletlere, bilhassa Türklere ve İranlılara medyundur. İslâmiyetin zuhuru esnasında yüksek bir seviye ve eski bir medeniyet sahibi olan Türklerin İslâmiyet’i kabul ettikten sonra İslâmiyet’in teessüs ve inkişafında pek mühim bir âmil olmaları tabîî idi.”[12]
Malum olduğu üzere, bu görüş sonraki yıllarda Türk bilim tarihçileri ve felsefe tarihçileri tarafından sık sık dile getirilecek ama uluslararası bilginler topluluğunda pek de kabul görmeyecektir.
Aynı bahiste Fârâbî ile ilgili şöyle bir hükme yer verilecektir ki bu hüküm yanlıştır:
“Fârâbî’nin es-Siyâsetü’l-Medeniyye nam eseri iktisadî siyasete dairdir. İslâm medeniyetinde bu mevzua dair ilk yazılan kitap bu eser olduğundan iktisadî siyaset ilmini İslâmlar arasında tesis etmek şerefi de Türklere aittir.”[13]
Üçüncü Cilt’te asırlar boyunca “Osmanlı Harsı” da konu edinilmiştir. Meselâ “XVII’inci Asır Ortalarında Osmanlı Harsı” bahsinde, Nefî, Koçi Bey, Şeyhülislâm Yahya Efendi, Kâtib Çelebi anılmış ve Kâtib Çelebi şöyle tanıtılmıştır:
“Zamanının hemen bütün ilimlerine aşina sayılan Kâtip Çelebi (Hacı Halife) de bu devrin âlimlerindendir. Kâtip Çelebi, aşina olduğu ilimlerden bazılarını Hollandalı bir mühtediden öğrenmiş idi; yani artık bu devirde Şark’ın Garp ulûmundan istifadesi zarureti hâsıl olmuştu. Umumiyetle Osmanlı harsının değişmesinde Murat IV. Devri bir merhale teşkil eder.”[14]
İlginçtir, dipnotta Mîzânü’l-Hakk’ın Mukaddimesi’nden malum eleştiriler aktarılmıştır.
Atatürk, bu çalışmaları doyurucu bulmamış ve araştırmaların geliştirilmesi için,
(1) Türk Tarihinin Ana Hatları’nın yeniden yazılmasını ve
(2) Birinci Türk Tarih Kongresi’nin toplanmasını buyurmuştu.
Bunun üzerine TTK toplandı ve Türk Tarihinin Ana Hatları’nı yenilemek maksadıyla ayrıntılı bir program hazırladı; yazarlar belirlendi ve işbölümü yapıldı. Konuların üçer aylık dört devrede yazılması kararlaştırılmıştı, ama üç devrede gelen “Müsveddeler”, mahdut sayıda basıldı ve üyelere dağıtıldı. Bazılarına Atatürk’ün de başkanlık yaptığı toplantılarda okundu ve tartışıldı. Birçok konunun henüz yeterince incelenmediği anlaşılınca, bir kitap hazırlamaktan vazgeçildi ve muhtelif fasıl ve devirler yazıldıkça bastırılmaya başlandı.[15]
Bu yeni tasarıda Sekizinci Bölüm, “Türklerin Medeniyete Hizmetleri”ne ayrılmıştı ve bu kısım üç başlık altında toplanmıştı:
A. Devlet Hayatı
B. Fikir Hayatı
C. İktisadî Hayat
Fikir Hayatı’nda İkinci Kısım, “Türklerin İlimlere Hizmetleri” başlığını taşıyordu ve şu maddelerden oluşmuştu:
a. Riyaziye ve Hey’et
b. Tabiiyât ve Tıp
c. Tarih ve Coğrafya
d. Felsefe[16]
Dolayısıyla fikir hayatından anlaşılan bilim ve felsefe tarihiydi [Bunu özellikle vurgulamak istedim; çünkü Cumhuriyet Kurucuları’nın “pozitivist oldukları gerekçesiyle” felsefeye önem vermedikleri gibi yaygın bir görüşün yanlış olduğu anlaşılmaktadır].

1932’de Türk Tarihinin Ana Hatları Eserinin Müsveddeleri başlığı altında Müsveddeler teksir edilmeye ve basılmaya başlandı. Birinci Seri’de konumuzu ilgilendiren çalışmalar şunlardı:
A. Süheyl Ünver, “Selçuk Tababeti”, 43 s.
Galip Ata Ataç, “Sumerler’de Hekimlik, Eski Mısır’da Hekimlik, İskitler’de Hekimlik”, 53 s.
Hamit Sadi Selen, “Türklerin Coğrafya İlmine Hizmetleri”, 15 s.
M. Niyazi Erenbilge, “Eski Zamanlar’da Türklerin Coğrafyaya Hizmetleri”, 15 s.
Osman Şevki Uludağ, “Tababet-Osmanlılar Devri”, 12 s.
Neşet Ömer İrdelp, “Orta Zamanlar’da Türklerin Tıbba Hizmetleri”, 12 s.
Ali Yar, Fatin Gökmen, Kerim Erim ve Hüsnü Hamit Sayman, “Türklerin Riyaziyâtın Terakkisine Hizmetleri”, 17 s. (Teksir)
İsmail Hakkı İzmirli, “I. Türk-İslâm Filozofları, II. Müslüman Türk Hukuku ve Dini”, 48 s. (Teksir)
Mustafa Şekip Tunç, “Çin Felsefesinin Kaynakları”, 31 s. (Teksir)
Ferit, “Eski İranlılarda Felsefe”, 7 s. (Teksir)
Orhan Sadeddin, “Felsefe”, 19 s. (Teksir)
A. Nevzat Ayas, “Hindistan’da Türk Düşüncesi”, 27 s. (Teksir)
Hilmi Ziya Ülken, “Türk Kozmogonisi, Türk Mitolojisi, Türk Hikmeti ve Teknik Tefekkür”, 53 s. (Teksir)
Ve nihayet 2-11 Temmuz 1932 tarihinde Türk Tarihçiliği açısından önemli bir dönüm noktası olarak görülebilecek Birinci Türk Tarih Kongresi toplandı. Bu kongrede, Bilim Tarihi ile ilgili iki bildiri sunuldu: Şemseddin Günaltay’ın, “İslâm Medeniyetinde Türklerin Mevkii”[17] ve Yusuf Hikmet Bayur’un, “Şark’ta İnhitat Sebebleri”.
Yusuf Hikmet Bey (1891-1980), “Şark’ta İnhitat Sebebleri” başlıklı bildirisinde, ulemâ ve bilim ilişkisini konusunda şu ilginç saptamada bulunmuştu:
“Bir yenilik veya alelâde hareketin Şeriat’a uygun olduğundan emin olmak için, bu bapta bir fetva almak lâzımdır; bunu, ancak Şeriat’a derin vukufu ve itikadındaki salâbeti ile maruf bir zat verebilir. Bu sayede devletin her işine karışmaya resmen salâhiyettâr hem siyasî, hem dinî mahiyette yüksek bir mütehassıs sınıfı inkişâf eder; bu sınıf, kısmen, elde ettiği menfaatları muhafaza maksadı ile ve kısmen de Mutezile, filozof vesaire gibi isimler verilen hizipler ve onları himaye eden bazı hükümdarlarla, birkaç asır süren mücadeleleri yüzünden, sıkı surette mütesanit bir kütle haline gelirler ve fırsat zuhur ettikçe, işlerine gelmeyen her şey ve herkesi tekfir salâhiyetini kendilerinde görürler, Ve bidat adını verdikleri her yeniliğe karşı muhitlerinde korku ve nefret hissi uyandırmaya çalışırlar.
Din haricindeki ilimler ve ezcümle müspet ilimler, ekseriya bu zümreye rağmen ilerledikçe, yeni bir güçlük ortaya çıkar.
Hicret’in ilk asırlarında ilimler çok ve ileri olmadıkları için, zeki ve çalışkan bir adamın, din dahil hemen bütün ilimleri kavraması mümkün idi; halbuki ilim ve fennin terakkisi bunu imkânsız kılacak raddeye gelince, bu terakkiler dolayısıyla siyasî, idarî, askerî vesair mahiyette yapılacak her yenilik için, yalnız Kuran ve Sünnet’te ihtisası olan ve yeni ihtiyaçları duymayan ve onları kavrayacak vaziyette olmayan adamların muvafakatını almak lâzım gelir.
İş bir kere bu vaziyete girdikten sonra, Müslüman âleminde devlet ve ilim adamları, her vaziyetin icabâtından olan müşkülâttan maada, bir de o işe aklı ermeyen, fakat onun icrasını menetmek iktidarını haiz olanların mukavemetini yenmeye mecbur olurlar. Ulema ise, ihtisaslarının kıymetini azaltacak mahiyette farz ettikleri her şeyin tabii düşmanı olup, böyle bir hâdise karşısında kaldıkça, aralarındaki tabiî tesanüdü arttırırlar.
Bu vaziyet, Müslüman devletlerini hayat mücadelesinde ya iki cephe üzerinde çarpışmak veyahut o mücadeleye el ve ayakları bağlı olarak atılmak ıstırarında bırakır.”[18]
Bu saptama sonraki bazı çalışmalar tarafından da pekiştirilecekti.[19]
Ayrıca “Tarihten Evvel ve Tarih Fecrinde” başlığını taşıyan bildirisinin bir yerinde Afet İnan, dönemin tanınmış bilim tarihçisi Abel Rey’nin (1873-1940) La science Orientale avant les Grecs (Yunanlardan Önce Doğu’da Bilim) adlı kitabının 22’inci sayfasından şu alıntıyı yapmıştı:
“Meğer ki bundan daha yüksek bir medeniyet, hakikaten ilk ve birinci olan Orta Asya Medeniyeti tasavvur olunsa, ki bizzat Kalde, bu medeniyetin Garb’a doğru yürüyüşünde bir menzilden başka bir şey değildir, yine bu Orta Asya Medeniyeti’dir ki Şark’a, Bahr-ı Muhît-i Kebîr’e doğru olduğu gibi, Garb’a, Akdeniz’e doğru da; Cenûb’a ve oradan Mısır’a da şualarını yaymıştır.”[20]
Bu alıntı da açıkça kanıtlamaktadır ki -doğruluğu veya yanlışlığı bir yana bırakılacak olursa- “Türk Tarih Tezi”nin teşekkülünde dönemin Batılı bilginlerinin eserlerinden de istifade edilmişti.
1934’te Müsveddeler’in İkincisi Seri’si yayımlanmıştır. Bunlardan bilim ve felsefe tarihi ile ilgili olanlar şöyle sıralanabilir:
Hüsnü Hamit Sayman, “Türklerin Riyaziyâtın Terakkisine Hizmetleri”, 29 s.
Hüsnü Hamit Sayman, “İslam Riyaziyâtında Türklerin Mevkii”, 29 s.
Galip Ata Ataç, “Hintlilerin Hekimliğe Hizmetleri”, 16 s.
Salih Murat Uzdilek, “Riyaziye Tarihi”, 37 s.
Osman Şevki Uludağ, “Osmanlı Tababeti”, 66 s.
Nevzat Ayas, “Hindistan’da Türk Düşüncesi: Budacılığı Hazırlayan Âmiller, Budacılık”, 28 s.
M. Niyazi Erenbilge, “Eski Mısır’da, İyonya’da, Yunanistan’da, Roma’da ve Orta Zaman’da Coğrafya”, 31 s.
Nizamettin Âli, “Türklerde Sanayi”, 50 s.
İsmail Hakkı İzmirli, “Müslüman-Türk Feylesofları”, 119 s.
Hilmi Ziya Ülken, “Türk Mistisizmini Tetkike Giriş”, 56 s.
Hamit Sadi Selen, “Türklerde Haritacılık ve Coğrafya”, 47 s.
Bu Müsveddeler incelendiğinde iki husus hemen dikkat çekmektedir:
- Süreç içinde daha kapsamlı ve nitelikli çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.
- Orta Çağ İslam Dünyası’ndaki matematik ve felsefe çalışmaları da araştırma gündemine girmiştir.
1935’te TTK başkanı Yusuf Akçura başkanlığındaki bir heyet tarafından Pîrî Reis Haritası, Piri Reis Haritası Hakkında İzahname adıyla Türkçe, Almanca, İngilizce ve Fransızca olarak yayımlandı.
Akçura, bu çalışmaya düştüğü 1. dipnotta şunları söylüyordu:
“Burada Piri Reis Haritası hakkında yazdıklarım, yalnız şahsî tetkiklerimin neticesi değildir; T.T.T. Cemiyeti İkinci Reisi ve Millî Müzeler sabık müdürü Bay Halil Ethem ve T.T.T. Cemiyeti Umumî Kâtibi ve sabık Maarif Vekili Reşit Galip ile İstanbul Üniversitesi Profesörlerinden M. Fuat Köprülü, Maarif Vekâleti Kütüphaneler Müdürü Bay Hasan Fehmi ve Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Bay Osman Ferit’lerin tetkiklerinden ve Almanya’da Bonn Üniversitesi Profesörlerinden Paul Kahle Cenaplarının Piri Reis Haritası’na dair neşrettiği makalelerden istifade edilerek kaleme alınmıştır. Ziraat doktorlarımızdan Bay Hikmet de Prof. Kahle’nin bu meseleye ait son eserini Türkçeye tercüme ve Dr. Wittek, Piri Reis Haritası’nın okunmasında ve bu izahnamenin dikkatle tercümesinde hizmet ederek büyük yardımda bulundular. Son Posta gazetesi muharrirlerinden İbrahim Hakkı Bey, gazetesinde Piri Reis Haritası’na dair geniş muhite ilk malûmatı vererek, harita üzerine herkesin dikkat nazarını celbetmiştir. Bu kere de harita haşiyelerinin doğru okunmasında Cemiyetimize yardım etti.”[21]
Bu açıklamadan da anlaşılıyor ki haritanın yayımlanmasına azamî derecede önem verilmiş ve konuyla alakalı bilginlerin yardımından istifade edilmiştir.
Bundan önceki çalışmalar şunu göstermişti: “Türklerin medeniyet tarihindeki yerini bilimsel olarak belirlemek” misyonunu gerçekleştirmek için ilgili alanlarda yetişmiş bilginlere ihtiyaç vardı. Bu maksatla, yabancı öğretim üyeleri çağrılmış ve yurtdışına doktora yapmaları maksadıyla öğrenci gönderilmişti; ancak bunların eğitim ve araştırma faaliyetlerini, bir kurum çatısı altında yürütebilmelerini ve böylece bu misyona uygun yeni öğretmen ve araştırmacı nesillerinin yetişmesini sağlamak için bir fakültenin kurulması icap ediyordu. İşte Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, 1935 yılında Ankara’da bu maksatla kuruldu.
“Türklerin medeniyet tarihindeki yerini bilimsel olarak belirlemek” misyonunu gerçekleştirmek için ilgili alanlarda yetişmiş bilginlere ihtiyaç vardı.
1936’da Müsveddeler’in Üçüncü Seri’si yayımlandı; bunlardan bilim ve felsefe tarihi ile ilgili olanlar şunlardır:
İsmail Hakkı İzmirli, “Müslüman-Türk Hukuku”, 45 s.
Fatin Gökmen, “1. Türk Takvimi ve Yeni Meydana Çıkarılan En Eski Bir Hey’etin Esasları, 2. Bu Hey’etin 20.000 Sene Evvel Tesis Edilmiş Olduğu, 3. Bu Hey’ete Sahip Olan Kadim Milletin Bugünkü Türklere Ecdâd Olması Lâzım Geldiği Hakkında Tez”, 44 s.
Osman Şevki Uludağ, “Osmanlı Tababeti III”, 100 s.
M. Niyazi Erenbilge, “Osmanlı Türklerinde Coğrafya”, 12 s.
İsmail Hakkı İzmirli, “Müslüman-Türk Filozofları”, 9 s.
Listeden de görüldüğü üzere, bu Müsveddeler’den bazıları, meselâ Uludağ’ın Osmanlı Tababeti adlı eseri, oldukça kapsamlı çalışmalardı.
1937 yılının Ocak ayında TTK, tarih, arkeoloji ve antropoloji gibi Beşerî Bilimler açısından son derece kıymetli olan Belleten dergisinin birinci sayısını yayımladı. Bu sayıda bilim tarihini ilgilendiren iki makale bulunuyordu:
A. Süheyl Ünver, “İslâm Tababetinde Türk Hekimlerinin Mevkii ve İbni Sina’nın Türklüğü”
Osman Şevki Uludağ, “Osmanlı Tıp Tarihinde Reaya Hastaneleri ve İmtiyazları”
Daha önce yapılan çalışmalar ve bu dergide yayımlanan makaleler, bilim tarihi yazıcılığının söz konusu kuruluş döneminde, en hazırlıklı mahfillerin hekimler ve coğrafyacılar olduğunu kanıtlıyordu ki bu durum, aslında Osmanlı Dönemi’nde yaşanan “Bilimsel Batılılaşma”nın öncülerinin kimler olduğu konusunda da bize açık bir fikir veriyordu.
Aynı yıl (1937) bilim ve felsefe tarihçiliğimizin rüştünü ispatlayan yeni bir çalışmaya daha imza atıldı: İbn Sinâ’nın ölümünün 900’üncü yıldönümü münasebetiyle Büyük Filozof ve Tıb Üstadı İbni Sina, Şahsiyeti ve Eserleri Hakkında Tetkikler başlığını taşıyan ve çok sayıda bilginin makale ve tercümelerini ihtiva eden hacimli bir eser yayımlandı. Yazarların konulara göre tasnifi, şöyle yapılabilir:
Felsefe: M. Şemseddin Günaltay, A. Nevzat Ayas, İsmail Hakkı İzmirli, Hilmi Ziya Ülken, Mehmet Ali Aynî, Ahmet Hamdi Akseki, Ernst von Aster.
Tıp: Âkil Muhtar Özden, Neşet Ömer İrdelp, Fahrettin Kerim Gökalp, Hayrullah Diker, Osman Şevki Uludağ, Feridun Nafiz Uzluk, A. Süheyl Ünver, Sadi Irmak, Necmeddin Rifat Yarar, Saim Erkun, Tricot-Royer, Gomoiu.
Matematik ve Astronomi: Fatin Gökmen.
Folklor ve Tercümeler: M. Şerefeddin Yaltkaya, Abdülbaki Gölpınarlı, Kilisli Rifat Bilge, Mehmet Hazmi Tura, Osman Ergin.
Bu liste de açıkça ortaya koyuyordu ki İbn Sînâ hakkında kalem oynatmaya muktedir herkes, bu eserin teşekkülüne katkıda bulunmaları için yardıma davet edilmişti; bunlar arasında M. Şerefeddin Yaltkaya ve Ahmet Hamdi Akseki gibi Diyanet İşleri Başkanlarına ve İsmail Hakkı İzmirli ve Mehmet Hazmi Tura gibi müderrislere rastlanması, bu tür konularda “ilmî iktidar”a ehemmiyet verildiğinin bir göstergesi olarak algılanabilir.
İkinci Türk Tarih Kongresi eserinin başına eklenen ve TTK’nın yedi yıllık çalışmalarını anlatan metin, bugüne kadar farkına varmadığımız bir gelişme hakkında da kısa bir malumat vermiştir:
“Bundan başka merkezi Paris’te bulunan Beynelmilel İlimler Tarihi Akademisi’nin çalışmalarına iştirak etmek üzere ve Akademi’nin teklifi üzerine 1937 yılının başında Kurum’a bağlı bir Türk Grubu teşkil edilmiştir.”[22]
Bahsi geçen akademi, 17 Ağustos 1928’de kurulmuş olan Académie Internationale d’Histoire des Sciences idi ve kurucuları Aldo Mieli, Abel Rey, George Sarton, Henry E. Sigerist, Charles Singer, Karl Sudhoff ve Lynn Thorndike gibi dönemin en seçkin bilim tarihçileriydi. Malum olduğu üzere Aydın Sayılı, daha sonra bunlardan George Sarton’un (1884-1956) yanına, ABD’ne gönderilecekti.
Burada sorulması gereken soru şudur:
Bu “Türk Grubu” kimlerden oluşuyordu?
Şimdilik bu sorunun yanıtını bilmiyoruz.
1937’de İkinci Türk Tarih Kongresi de toplanmış ve bilim ve felsefe tarihine ilişkin şu bildiriler okunmuştu:
Ernst von Aster, “Felsefe Tarihinde Türkler”
Nevzat Ayas, “Türkler ve Tabiat Kanunu”
Kerim Erim, “Sumer Riyaziyesinin Esas ve Mahiyetine Dair”
Fatin Gökmen, “Eski Türklerde Hey’et ve Takvim”
Şemseddin Günaltay, “İslâm Dünyasının İnhitatı Sebebi Selçuk İstilası mıdır?”
Hüsnü Hamit Sayman, “Riyaziye Tarihinde Türk Okulu”[23]
Hamit Sadi Selen, “16’ıncı Asırda Yapılmış Anadolu Atlası, Nasuh Silâhî’nin Menâzil’i”
Osman Şevki Uludağ, “Tıb İlmi ve Osmanlı Türkleri”
Salih Murat Uzdilek, “İki Büyük Türk Âliminin Medeniyete Hizmetleri”
Bildiriler incelendiğinde görülüyordu ki özellikle matematik ve tıp tarihinde belirli bir düzeye ulaşılmıştı. Daha sonraki TTK Kongreleri’nde, bilim tarihi ve felsefe tarihi ile ilgili bildiri sayısının giderek azalmaya başlaması oldukça şaşırtıcıdır ve muhtemelen Atatürk’ün vefatı sonrası bu alanlara duyulan ilginin kaybolmaya yüz tutması ile alakalıdır.
Sonuç
Şu halde, artık şu soruyu sorabiliriz: Mustafa Kemal Atatürk, bu sürecin neresinde yer almıştır?
Başında, ortasında ve sonunda!
Öyleyse çok açıktır ki Bilim Tarihi [ve onunla bağlantısı içinde Felsefe Tarihi] Türkiye’de Atatürk’ün yönlendirmeleri ve gayretleri sonrasında kurumsallaşmaya başlamış ve bu yönde çok ciddi adımlar atılmıştır; ancak [medeniyet tarihinin diğer alanlarında yapılan çalışmaları bir yana bırakacak olursak] bu alanlarda yapılan çalışmaların başlangıç döneminde çok da yeterli olduklarını söylemek mümkün değildir; bunun en temel sebebi, yetişmiş bilgin eksikliğidir; işte Sayılı ve Ülken gibi sonraki dönemde alanlarının üstadı olacak şahsiyetlerin bilgi ve görgülerini arttırmak için yurt dışına gönderilmelerinin ardında yatan temel gerekçe de bu eksikliği gidermektir.
Bugün, yani Cumhuriyetimizin kuruluşundan 100 sene sonra, ilgili alanlarda çok sayıda araştırmacının yetişmiş ve düşünce tarihimizi kesif bir karanlıktan kurtaran çok sayıda araştırmanın yayımlanmış olması, gurur vericidir.
Fakat daha gidilecek uzun bir yol vardır; benim inancım odur ki Türk Tarihçileri, bu yüzyılda çok daha değerli çalışmalara imza atacaklar ve geçmişe olduğu gibi, bununla yakından irtibatlı olan geleceğe de ışık tutacaklardır.
[1] Paul Kahle, Die Verschollene Columbus-karte von 1498 in Einer Türkischen Weltkarte von 1513, Berlin 1933.
[2] H.G. Wells, Cihan Tarihinin Umumî Hatları, Üçüncü Cilt, İstanbul 1928, s. 168.
[3] Âfet İnan, “Türk Tarih Kurumu 40 Yaşında”, Belleten, Cilt XXXV, Sayı 140, Ekim 1971, s. 524.
[4] Afet İnan, Pîrî Reis’in Amerika Haritası (1513-1528), Ankara 1954, s. 3-4.
[5] Türk Tarihinin Ana Hatları, İstanbul 1930, s. 1.
[6] A.g.e., s. 2.
[7] Türk Tarihinin Ana Hatları, Methal Kısmı, İstanbul 1931, s. 31.
[8] A.g.e., s. 69.
[9] A.g.e., s. 70.
[10] Ernest Renan Osmanlı Mütefekkirleri’nin yakından tanıdıkları bir isimdir. Onun “L’Islamisme et la science” (İslam ve Bilim) adlı konferansında ileri sürdüğü savları, Namık Kemal (1840-1888), Renan Müdâfaanamesi (1883) adlı risalesinde eleştirmişti.
[11] Tarih, Cilt 1, İstanbul 1931, s. V.
[12] A.g.e., Cilt 2, İstanbul 1931, s. 163.
[13] A.g.e., Cilt 2, İstanbul 1931, s. 163-164.
[14] A.g.e., Cilt 3, İstanbul 1931, s. 120.
[15] “Türk Tarih Kurumu’nun Kuruluşuna ve Yedi Yıllık Çalışmalarına Dair Bir Hulâsa”, İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul 1943, s. XXXIV.
[16] Semavi Eyice, “Atatürk’ün Büyük Bir Tarih Yazdırma Teşebbüsü: Türk Tarihinin Ana Hatları”, Belleten, Cilt 32, Sayı 128, Ankara 1968, s. 517.
[17] Günaltay’ın bildirisi, önceki yazılarından yapılmış bir derlemedir. Bunlar hakkında fikir edinmek için bkz., Mehmet Şemseddin Günaltay, Orta Çağ İslâm Dünyasında Bilim Tarihi Makaleleri, Hazırlayanlar: Melek Dosay Gökdoğan ve Bihter Türkmenoğlu, Ankara 2020.
[18] Yusuf Hikmet, “Şark’ta İnhitat Sebepleri”, Birinci Türk Tarih Kongresi, s. 501-502.
[19] Meselâ bkz., Remzi Demir, Osmanlı Epistemesini Anlamak, Çatışma Kuramı, İstanbul 2020.
[20] Afet İnan, “Tarihten Evvel ve Tarih Fecrinde”, Birinci Türk Tarih Kongresi, s. 29-30.
[21] Piri Reis Haritası Hakkında İzahname, 4. Baskı, Ankara 2012, s. 1.
[22] İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul 1943, s. XXXVI.
[23] Hüsnü Hamit Bey, bildirisinin başında şöyle diyor: “Bu etüdü yazarken eserlerine müracaat ettiğim başlıca zatlar şunlardır: Smith, Abel Rey, Cantor, Voepcke, Rouse Ball, Pierre Boutroux, Salih Zeki, el-Kerhî.” (H.H. Sayman, “Riyaziye Tarihinde Türk Okulu”, İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul 1943, s. 625. Buradan da anlaşılıyor ki Hüsnü Hamit Bey, incelemesi için Salih Zeki de dahil olmak üzere dönemin önde gelen matematik tarihçilerinin eserlerini kullanmıştır.