Bandura’nın Bobo Bebek deneyini yapmasının bir sebebi de suçun doğuştan olmadığını, sonradan öğrenilebildiğini göstermektir.
Saye Daylan
İnsana dair her düşünce doğrudan ya da dolaylı olarak varoluşsal gizemimizi çözmeyi amaçlamaktadır. Bu düşüncelerden bazıları insanı anlamak ve diğer canlılardan ayırt etmek açısından oldukça anlamlı sonuçlar ortaya çıkarır. Bu yazıda Albert Bandura’nın hem öne sürdüğü kuramlarla hem de yaptığı deneylerle bir suç makinesi olarak görülen insanın, aslında bu özelliği doğuştan kazanmadığını, öğrenebildiğini gösteren Bobo Bebek deneyinden bahsedeceğim.
Her kuram kendinden önce gelişen kuramların üstüne bir yenisini eklemekle oluşur. Sosyal öğrenme kuramı da davranış bilimlerinin tarihsel süreci sonucunda ortaya konulmuştur. Davranış bilimi ilk olarak Pavlov’un köpeği üzerinde uyguladığı deneylerden edindiği veriler ile dikkat çekmeye başlamıştır. Deney, çevremizdeki uyaranların bizi doğrudan olduğu gibi dolaylı olarak da etkileyebileceğini göstermiştir. Pavlov çalışmasını yürütürken elbette doğada var olan bir bilgiden hareket eder. Köpeklerin yemek kokusunu aldığı an salya akıttığını biliriz. Pavlov da acaba köpek yemeği çağrıştıran başka bir şeye de salya akıtır mı, bunu merak eder. Yemek yerken salya akması canlının doğal bir duruma verdiği doğal ve otomatik bir tepkidir. Pavlov bir düzenek kurar. Köpek bir odada durmaktadır. Bir zil sesi çalar, ardından yemek gelir ve salya akar. Sadece zil çaldığında köpekte hiçbir tepki oluşmaz. Pavlov yine de devam eder. Zil çalar, yemek gelir, salya akar. Zil, yemek, salya, zil, yemek, salya… Defalarca tekrar ettikten sonra artık zil çaldığında henüz yemek gelmemişken bile köpek salya akıtır. Çünkü köpek onlarca tekrardan sonra zil sesini yemeğin gelmesi ile bağdaştırdığından normal şartlarda yemeğe vermesi gereken tepkiyi zil çaldığında da verir. Böylelikle doğal bir duruma gösterilen otomatik bir davranışın, ardışık ve sık tekrarından sonra doğal olmayan bir uyarana da gösterilebildiği deneysel olarak kanıtlanmış olur. Klasik koşullanma adını verdiği bu deney ile Pavlov zil, yemek, salya arasındaki neden-sonuç ilişkisini değiştirebildiğini fark ederek doğal tepkilerin kontrol altına alınabileceğini ortaya koyar.
Doğal uyarıcının (et) yerine geçen koşullu uyarıcıya (zil) verilen koşullu tepki, köpekler üzerinde istenen bir tepki haline getirilebiliyorsa bu durum neden insanlar için de geçerli olmasın ki sorusu davranış bilimi alanında deneysel çalışmalar yürüten John B. Watson tarafından cevaplanmış olur. Watson Küçük Albert deneyi adı verilen bir deney yapar. 9 aylık olan Albert’e önce fare, tavşan, yangın, maske gibi çeşitli uyaranlar sunar. Albert bunların hiçbirine tepki göstermez. Daha sonra Albert’e bir fare gösterilir ve hemen ardından demir bir çubuk yardımıyla metal yüzeye vurularak şiddetli bir ses çıkarılır. Albert bu gürültüden korkar. Bu durum sıklıkla tekrarlandıktan sonra Albert fareyi gördüğü anda korkmaya başlar. Pavlov’un köpeği deneyinde de görüldüğü üzere doğal bir tepki, koşullu bir tepkiye dönüştürülebilir. Bu deney aynı zamanda psikoterapi alanında travmaların tetiklenmesini de açıklar. Üstünden çok zaman geçse de travmayı hatırlatan herhangi bir şey travmatik kişinin olayı yaşarkenki duygularını tekrar hissetmesine sebep olabilir. Çünkü çağrıştırıcı etken, travmatik kişinin travmayı tekrar yaşadığını hissettiren koşullu bir uyarandır.
Doğal tepkilere verilen doğal uyaranların kontrol altına alınabildiğini gösteren bu deneylerin ardından bir soru daha sorulur. Doğal tepkiler gibi davranışlar da kontrol altına alınabilir mi? Bu doğrultuda Skinner edimsel koşullanma adı verilen deneyi ile insan davranışlarının dışardan gelen ödül ve ceza sistemiyle değiştirilebildiğini ortaya koyar. Skinner aynı zamanda bir davranışın ödül ile kalıcı hale gelebildiğini, ceza ile de ortadan kalkabildiğini gösterir. Dışsal koşullarla davranışların değişebildiği gibi yine dış etkenlerle, olmayan bir davranışın insanda gerçekleşip gerçekleşemeyeceği bir diğer araştırma konusunu oluşturur. İnsan sosyal bir varlık olduğuna göre önceki araştırmalarda hayvanlarda etkili olan öğrenme yöntemlerinden farklı olarak sosyal etkenler de göz ardı edilmemelidir. Neticede insan sosyal yapı içerisinde gözlemler ve kanaatler geliştirir. Bu gözlem ve kanaatler sonucunda da gözlemlediği davranışları uygulayabilme yetisini ortaya koyar. Var olan bir davranışın azalması ya da artması dışında, olmayan bir davranışın sosyal etkileşim yolu ile kazanılabileceğini öne süren Albert Bandura Sosyal Öğrenme/Model Alma kuramını oluşturur. Sosyal öğrenme kuıramı daha önceki öğrenme kuramlarından daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Karmaşık bir yapıda olan insan sosyal bir olayla karşı karşıya kaldığında öncelikle gözlemlediklerinin bilgisini edinir. Edindiği bilgileri zihninde tartar ve bir davranış sergiler. Bobo Bebek deneyinde de görüldüğü üzere gözlemlenen davranışlar olduğu gibi değil, değiştirilerek de sergilenebilir. Aynı zamanda insan belleği kayıt tuttuğu için algılanan davranış modeli bellekte saklanabilir ve farklı bir zamanda da açığa çıkabilir. Bu özelliklerden ötürü gözlem ve taklit dışında başka etkenlerin de olduğunu düşünen Bandura, kuramını geliştirir. Gelişmiş hali ile sosyal öğrenme; bilişsel, davranışsal ve çevresel faktörleri bir arada içerir.
Nihayetinde sosyal öğrenme kuramında Bandura’nın vurgulamak istediği nokta bireyin öğrenme sürecinde edilgen olduğu gibi etkin de olabildiğidir. Eğitim sistemi içerisinde hem etkin hem edilgen bir sosyal öğrenme süreci söz konusudur. Öğretmen öğrenciyi edinmesini istediği davranışa yönlendirir. Duyusal olarak algılanan her şey öğrenme sürecine dahil olup daha sonra da davranışa dökülebileceğinden sosyal öğrenmeyi gerçekleştiren öğrenciler üzerinde öğretmenin yararlı davranışa yönlendirmesi gerekir. Eğitim ve öğretim okullarda toplu bir etkinlik olarak yapıldığından topluluk içinde düzen sağlamak için birtakım kurallar geliştirilir. Söz hakkı isterken parmak kaldırmak, öğretmen geldiğinde sessiz duruma geçmek sosyal öğrenme örnekleri olarak gösterilebilir.
Albert Bandura’nın sosyal öğrenmeye dayanak oluşturmak amacı ile yaptığı Bobo Bebek isimli deneyi davranışın taklit edilebileceğine dair sarsıcı kanıtlar sunar. Deney iki gruba ayrılan çocukların şiddete şahit olmaları durumunda nasıl bir reaksiyon gösterecekleri ile ilgilidir. Deney için özel olarak tasarlanan hacıyatmaz şeklinde bir palyaço bebek yetişkin bir birey tarafından şiddete maruz kalır. Şiddet davranışları iki gruptan yalnızca birine izletilir. Yetişkin, Bobo Bebeğe defalarca vurur ve bebeği tekmeler. Deneyin sonraki aşamasında her iki grup da oyuncak dolu bir odaya alınır. Odada elbette Bobo Bebek de vardır. Araştırma sonucunda şiddet görüntülerini izleyen gruptaki çocukların doğrudan Bobo Bebeğe gidip ona şiddet uyguladıkları gözlemlenir. Çocuklar, yetişkinin şiddet davranışlarından daha farklı yöntemler de kullanır. Deney yalnızca davranışın taklit edildiğini göstermekle kalmayıp aynı zamanda insanın içindeki şiddet eğilimini açığa çıkardığını da gösterir.
Taklit yoluyla öğrenme yönteminden sinema alanında da yararlanılır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri 2013 yapımı Mama filmidir. Film iki kız kardeşin anne ve babalarının öldürülmesi sonucu bir ormanda kaybolmaları ile başlar. 5 yıl sonra bulunan çocukların vahşileşmiş oldukları görülür. Film bir korku filmi olarak çekilse de model alma kuramının bolca örneklerini içerir. Öncelikle kardeşler arasında yaş farkı vardır. Yaşın model alma üzerinde etkisi olduğu küçük kardeşin büyük kardeşe oranla vahşi hayata daha fazla adapte olmasından anlaşılır. İnsanların ve medeniyetin içinde daha fazla vakit geçirmiş olan büyük kız kardeş beş yıl sonra bulunduklarında eski haline daha kolay döner. Yaşla birlikte biyolojik faktörlerin etkisinden de söz edilebilir. Büyük kardeş görme problemi yaşamaktadır. Olayların yaşandığı sırada gözlüğü kırıldığından ormandaki yaşantısında algıları net değildir. Yaşadıklarını içselleştirmemiş olmasının bir sebebi olarak da bu durum öne sürülebilir. Çocuklar elleri ve ayakları üzerinde yürümektedir. Doğa durumundaki bir canlı modeli gibi sürekli tetiktedirler. Bu durum model alma davranışının, ileriye doğru gelişme gösteren gelişim kuramlarının aksine gelişimi geriletebildiğini de gösterir.
Sosyal öğrenmenin suç üzerinde de etkisi olduğunu görmek için 2002 yapımı City of God filmini inceleyelim. Gerçek hayattan uyarlanmış olan bu filmde suç işlemenin neredeyse sıradan bir aktivite olduğu bir mahallede bir çocuğun masum kalma çabası anlatılır. Cinayet, hırsızlık, madde kullanımı sosyal öğrenme aracılığı ile alt soyda devam eder. Suç işlemeyenler güçsüz olarak nitelenmekte ve dışlanır. Bu bağlamda suç üzerine yürütülen tartışmalar çerçevesinde insan doğasında şiddet eğilimi bulunsa bile bu eğilimin davranışsal olarak açığa çıkmasında sosyal öğrenmenin önemli bir yeri olduğu görülür.
Bandura’nın Bobo Bebek deneyini yapmasının bir sebebi de suçun doğuştan olmadığını, sonradan öğrenilebildiğini göstermektir. Suç içeren davranışların sergilenmesi durumunda bir yaptırıma uğranılmadığını gözlemleyen bir çocuğun ilerleyen yaşlarda suça başvurma ihtimali artar. Aynı zamanda suçun yaptırıma tabi olmaması ile birlikte suçun övüldüğü bir ortamda yaşayan çocuk, övgü almak ve sosyal çevre tarafından onaylanmak için suça başvurabilir. Aynı şekilde olumlu bir davranış modeli de faydalı davranışların öğrenilmesine aracılık edebilir.
Kaynakça:
Bağış, R.C. (2019). Çocukları Suça Sürükleyen Çevresel Nedenler: Sosyal Bağ ve Sosyal Öğrenme Teorileri Işığında Değerlendirme. Uluslar Arası Sosyal Bilimler Dergisi. 14:203-221.
Bayrakcı, M. (2013). Sosyal Öğrenme Kuramı ve Eğitimde Uygulanması. Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi (14), 198-210.
Gürel, R. (2014) Sosyal Pekiştireçlerin ve Model Davranışlarının, Çocukların Ahlaki Yargılarının Şekillenmesindeki Etkisi (Bandura Örneği). Değerler Eğitimi Dergisi. 101-119.
Tatlıoğlu, S. S. (2021). Öğrenmeye Sosyal-Bilişsel Bir Bakış: Albert Bandura. Sosyoloji Notları, 5(1), 15-30.