“Rage bait” öfkenin metalaştırıldığı, dikkatimizin ticari bir kaynak olarak sömürüldüğü ve duygusal refahımızın algoritmik kâr hesaplarına feda edildiği bir dönemi yansıtıyor.
Prof. Dr. M. Hakan Türkçapar
Röportaj: Emrah Maraşo
GazeteBilim Genel Yayın Yönetmeni
Öfke ve tehdide evrimsel olarak daha duyarlıyız
Oxford Sözlüğü yılın kelimesini “rage bait” olarak belirledi. Dilimizde “öfke yemi/öfke tuzağı” olarak karşılanan kelime daha çok çevrimiçi öfkeyi artırmak için kışkırtıcı, incitici, saldırgan, sinir bozucu nitelikte, kızgınlık uyandırmak için bilerek tasarlanmış çevrimiçi içeriği işaret ediyor. Yılın kelimesi olarak “rage bait”in seçilmesi kitlesel olarak psikolojimizin bozulduğuna mı işaret ediyor yoksa teknoloji tekellerinin ve güç odaklarının psikolojimizi bozmak istediklerini mi gösteriyor?
Aslında her iki yanıt da doğru, yani ya o ya bu değil hem o hem bu. Burada karmaşık bir etkileşim söz konusu ve bunun kökenini anlamak için insan psikolojisinin temel özelliklerine bakmamız gerekiyor.
İnsan beyninin öfke ve tehdit gibi olumsuz uyaranlara evrimsel olarak daha duyarlı olduğunu biliyoruz. İlkel insanın içinde yaşadığı vahşi doğada bir tehlikeyi gözden kaçırmak, olumlu bir fırsatı kaçırmaktan çok daha ölümcül sonuçlar doğurabiliyordu. Bu nedenle beynimiz doğuştan olumsuz yanlılığı denilen bir eğilimle donatılmış durumda. Sosyal medya algoritmaları bizim bu temel özelliğimizi kullanmak üzere tasarlanmışlardır. Teknoloji şirketleri bilinçli olarak psikolojimizi “bozmaya” çalışmıyor belki, ama var olabilmek için psikolojik zayıf noktalarımızı kendi lehlerine kullanıyorlar.
Sosyal medya konusunda toplu çözümlere ihtiyaç var
Kelimenin seçilmesinde sosyal medya algoritmalarının rolü büyük çünkü algoritmalar kışkırtıcı ve saldırgan içerikleri ödüllendiriyor. Nitekim “rage bait”in son 12 ayda kullanımı 3 katına çıkmış. Algoritmaları yenmemiz veya daha gerçekçi olmak gerekirse onlarla aramıza mesafe koymamız mümkün mü?
Tamamıyla değil ama kısmen yenmek mümkün, amacımız onlarla ilişkimizi yeniden düzenlemek olmalı. Bilişsel davranışçı terapide kontrol edebildiklerimize odaklanırız.
Bazı somut adımlar şunlar olabilir: bildirimleri kapatmak, ekran süresine sınır koymak, belirli saatlerde telefonu kapalı tutmak, içerik tüketiminde bilinçli olmak… Ancak burada önemli bir noktanın altını çizmek gerekiyor: Bu meseleleri tamamen bireysel sorumluluk alanına bırakmak uygun değil. Bir sigara tiryakisine “iradenle bırak” demek ne kadar eksikse, sosyal medya bağımlılığını salt bireysel çaba meselesi yapmak da o kadar eksik.
Toplu düzeyde çözümlere de ihtiyacımız var: algoritmik şeffaflık, yasal düzenlemeler, dijital okuryazarlık eğitimi. Ancak bireysel düzeyde de küçük direniş alanları yaratmak mümkün ve kendi psikolojik sağlığımız için gerekli.

Eleştiri teknolojinin hangi amaçla tasarlandığına yönelmeli
Genel olarak internet ama özel olarak da sosyal medya platformları hayatımızda neredeyse merkezî bir rol oynuyor. Oxford Sözlüğü yaptığı açıklamada buna işaret ederek “internetin duygularımızı ve tepkilerimizi ele geçirmesi”nden bahsediyor. Bu, abartılı bir fikir mi? Sonuçta internet tek başına bir varlık değil; onu insanlar ve belirli merkezler oluşturuyor. Eleştiri okları teknolojiye mi yoksa onun kullanımının tasarlanmasına mı yönelmeli?
Oxford’un “internetin duygularımızı ele geçirmesi” ifadesi abartılı görünebilir ama metaforik olarak isabetli. Elbette internet kendi başına bir fail değil, ama kullanımının tasarlanma biçimi son derece önemli. Teknolojinin bizzat kendisi de nötral değildir. Her teknolojik tasarım, belirli değerleri, öncelikleri ve teşvikleri içerir. Sosyal medya platformlarının tasarımı, kullanıcı refahını değil, etkileşimi ve platformda kalma süresini maksimize etmeyi amaçlar. “Etkileşim” ölçütü de genellikle öfke, şok, tartışma gibi yoğun duygusal tepkileri tetikleyen içerikleri ödüllendirir.
Dolayısıyla eleştiri, teknolojinin kendisinden çok, onun hangi amaçlarla ve nasıl tasarlandığına yönelmelidir. Aynı internet altyapısı, çok farklı değerlerle tasarlanmış platformlara ev sahipliği yapabilir. Mesele, hangi tasarım felsefesinin hâkim olduğu ve kimin çıkarlarına hizmet ettiğidir. Bir bıçakla hem yemek yapılabilir hem de kavgada kullanılabilir; sorun bıçakta değil, onu nasıl ve ne amaçla kullandığımızdadır. Benzer şekilde, sosyal medya teknolojisi de farklı amaçlara hizmet edecek şekilde tasarlanabilir.

İnsan psikolojisi maddi ve sosyal gerçekliklerimizle iç içe
Oxford Sözlüğü geçen yıl da “beyin çürümesi” kelimesini yılın sözcüğü olarak seçmişti. O da aşırı ekran süresinden kaynaklı uyuşukluk, dikkat süresinin kısalması, bilişşel gerileme anlamına geliyor ve felaket haberlerini kaydırma davranışı olarak nitelendiriliyordu. Bu yıl seçilen sözcük de aslında aynı eğilimin devamı niteliğinde. İnsanlığın başat duygularında umutsuzluğun, felaketin, öfkenin ön sırada olmasının nedeni sadece manipüle edilmemiz mi? Yoksa ekonomik ve sosyal zorluklar mı psikolojimizi kötü etkiliyor ve deyim yerindeyse internet ortamı bizi bunlarla çevreliyor?
Geçen yılın “brain rot”u (beyin çürümesi) ile bu yılın “rage bait”i arasında gerçekten de bir süreklilik var. Ancak bu eğilimi yalnızca manipülasyonla açıklamak eksik kalır. İnsanların psikolojisi boşlukta şekillenmiyor; maddi ve sosyal gerçekliklerimizle iç içe gelişiyor. Olumlu bir içerik, gerçek bir değer üreterek ilgi ve dikkat çekmek emek, çalışma çaba isteyen zor ve zahmetli bir süreçtir, oysa olumsuz bir paylaşımla dikkat çekmek çok daha kolaydır. Son yıllarda ekonomik eşitsizlik derinleşti, iklim krizi giderek daha görünür hale geldi, salgın travması yaşandı, siyasi kutuplaşma arttı. İnsanların umutsuzluk, kaygı ve öfke hissetmelerinin gerçek, somut nedenleri var. Sosyal medya bu duyguları yaratmıyor, ama onları yoğunlaştırıyor, görünür kılıyor ve bazen çarpıtıyor. Burada bir döngü söz konusu: zor yaşam koşulları psikolojik sıkıntıları artırıyor, bu sıkıntı sosyal medyada ifade ediliyor ve manipülatif içeriklerle daha da körükleniyor, artan dijital öfke ve umutsuzluk gerçek hayattaki ilişkileri ve bakış açılarını daha da olumsuz etkiliyor. Kısır bir döngü oluşuyor. Çözüm de bu nedenle çok yönlü olmalı. Evet, dijital manipülasyonla mücadele etmeliyiz. Ama aynı zamanda insanların gerçek yaşam koşullarını iyileştiren, toplumsal bağları güçlendiren, ekonomik güvenlik sağlayan bir iklime de gereksinim var. Psikolojik dayanıklılığımız, hem dijital hijyen hem de yaşam koşullarımızla ilgili.

Sonuç olarak
Oxford’un seçtiği bu kelimeler, sadece dil trendleri değil, aynı zamanda toplu ruh halimizinde yansıması. “Rage bait”in yükselişi, içinde bulunduğumuz çağın bir özelliğini yansıtıyor: Öfkenin metalaştırıldığı, dikkatimizin ticari bir kaynak olarak sömürüldüğü ve duygusal refahımızın algoritmik kâr hesaplarına feda edildiği bir dönem.
Ancak bu karanlık tablonun farkında olmak, karamsar olmayı gerektirmiyor. Farkındalık değişimin ilk adımıdır. Bireysel olarak dijital tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirebilir, eleştirel medya okuryazarlığımızı geliştirebilir, gerçek dünyada anlamlı bağlantılar kurmaya öncelik verebiliriz. Dijital çağda psikolojik sağlığımızı korumak, hem bireysel bir sorumluluk hem de toplu bir mücadele gerektiriyor.

