Bu toprakların çok tarihi yazıldı. On binlerce yıldır pek çok savaş oldu da pek çok medeniyet geldi geçti bu toprakların üstünden. Devletler kuruldu, devletler çöktü. Her biri farklı bir zenginlik kattı bu diyarlara. Peki ya insanlar? Anadolu’nun insanlarının tarihini kim yazacak, kim okuyacak onların hikâyelerini bize? Yaşar Kemal…
Kitap hakkında
Kitabın ismi: Yılanı Öldürseler
Yazar: Yaşar Kemal
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 102
‘’Herkes kendi Çukurova’sını anlatır’’
Her kitabına kendi öyküsünden bir parça sıkıştırdı Yaşar Kemal, Çukurova ile tüm dünyayı yazdı. Anadolu insanını en içerden anlatan üslûbuyla taşrayı, bir ayna misâli şehir ile buluşturdu. Yılanı Öldürseler de kırsalda aslında neler yaşandığının bir anlatısı…
Asıl karar mercii el alem
Kitap, Hasan’ın babasının gözünün önünde, bir akşam yemeğinde kafasından vurulması ile başlıyor. Amcaları, nenesi, konu komşu herkes annesini suçluyor. “Sen öldürdün onu” diyorlar; “Sen öldürdün, şimdi de gününü gün edeceksin.” Ne yapsa da inandıramıyor kadıncağız kendini el aleme. Onlar kararı çoktan vermiş, Esme suçlu. Esme, rahat rahat gezebilmek için öldürttü Halil’i. Bunu ilk kim söyledi, neye göre söyledi bilmiyorlar; önemi de yok zaten.
Bu kırmızı yılan; toplumun, o toplumun kurallarının, baskılarının, inanışlarının bir yansıması olarak gelip çöküyor Hasan’ın düşlerine.
Hasan’a geliyor sıra, o dönem yalnızca 9 yaşında olan çocuk Hasan’a. Bir görevi var Hasan’ın; babasının intikamını almak. Annesini öldürmek…
Bir insan annesine nasıl bunu yapabilir demiyorlar da babasının öcünü alamayan kansız diyorlar Hasan’a. 9 yaşındaki o çocuğu her gün, her gece laflarıyla yiyorlar; ona hakaret ediyorlar, küsüyorlar, öğüt veriyorlar.

El alem, her birimizin hayatını, Hasan’ınki kadar olmasa da etkiliyor. Belki annemizi öldürmemiz gerektiği söylenmiyor bize, ama hal hareketlerimizden, okuduğumuz okula, kılık kıyafetimizden, ağzımızdan çıkacak söze kadar hayatımızın her alanında bizimle olmak istiyorlar. Kafasında bir adalet ve doğru resmi çizmiş olan el alem, o tablonun dışına çıkartmıyor kimseyi; çıkmak isteyeni yaralıyor, çıkanı öldürüyorlar. Tıpkı Esme’yi öldürdükleri gibi…
Öldüremediler yılanı
‘’Gece Hasan karmakarışık çok düşler gördü. Düşünde babasını gördü. Sazlığa, sazlıktan bataklığa girmiş, saplanmış, bir türlü kendini kurtaramıyordu. Birden babası yılan oluveriyordu gözlerinin önünde, yılan da öyle saplanmış kalıveriyordu bataklığa. Bataklığın çamurunda debendikçe saplanıyordu çamura, boynuna kadar giriyordu batağa. Kertenkele, kurbağa, kocaman gözlü baykuş oluyordu. (…) Sonra ak kefenli, kefeni çamura bulanmış, gözleri pörtleyip dışarı uğramış babası oluyorlardı. Her bir yanı ıslak. Sonra kocaman kocaman bir çift baykuş gözü oluyordu herkes, her şey. Baykuş ıslanmış, büzülmüş, tüyleri domur domur olmuş, gittikçe gözleri pörtleyen…’’*
Bu kırmızı yılan; toplumun, o toplumun kurallarının, baskılarının, inanışlarının bir yansıması olarak gelip çöküyor Hasan’ın düşlerine. Nereye gitse kaçamıyor; yere inse yılan gelip sokuyor, göğe çıksa baykuş gelip yakalıyor. Dört bir yanını çepeçevre sarmışlar, bırakmıyorlar.
‘’Aaaaah, yılanı öldürseler, yılanı öldürseler Hasan… Aaah, Hasan…’’**
Öldüremediler yılanı. Her seferinde öldüğü yerden dirildi, vurulduğu yerden güçlendi. Halbuki öldürebilselerdi, başını ezebilselerdi; belki de ne bir çocuk katil olacaktı, ne de bir insan toprak…
Dipnotlar
(*) sayfa 59’dan alıntı
(**) sayfa 92’den alıntı

