GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: Yeryüzündeki acının nedeni gökyüzü!
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > Bilim > Yeryüzündeki acının nedeni gökyüzü!
Bilim

Yeryüzündeki acının nedeni gökyüzü!

Yazar: GazeteBilim Yayın Tarihi: 27 Şubat 2025 15 Dakikalık Okuma
Paylaş

Bilim nedir? Amacı nedir? Ne işe yarar? Kimlere yarar? Evren nedir, doğa nedir, canlı nedir, insan nedir… Sorularımız böyle uzar gider ama ”Varlık/varoluş nedir” sorusuyla nihayete eder. Var mı bu soruyu soran? Artık pek yok. 20. yüzyıl bu soruyu unuttu. İçinde bulunduğumuz yüzyıl da bu soruyu ne hatırlamak istiyor ne de sormak. Tarihin kadim sorusu ve cevap vermesi zor…

Prof. Dr. Onur DURSUN

Ankara Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Yeni Medya ve İletişim Bölümü

Bugün İngilizce ve Fransızcada bilinç, ”conscience” sözcüğü ile karşılık bulur ve her iki dile de Latince ”conscientia” sözcüğünden geçmiştir. Sözcüğün Yunancası ”syneidesis”dir ve Latinceyle hem yapı hem de anlam olarak aynıdır. Hakeza Almancada ”Gewissen” olarak karşılık bulan bilinç yine Latince ve Yunancadaki sözcüklere yapı ve anlam olarak benzemektedir.

”Scientia”, ”eidesis” ve ”wissen” bilgi, bilmek anlamına gelir. Bu sözcüklere ”birlikte” anlamı veren Latincede ”con”, Yunancada ”syn”, Almancada ise ”ge” önekleri gelmiştir. Böylece bilinç, üç dilde de birlikte bilmek, birlikte bilim gibi bir anlamla oluşmuştur. Türkçede ”bilinç” sözcüğü birlikteliğe vurgu yapmasa da bu dillerde olduğu gibi bilmek sözcüğünden türemiş ve bilimle, bilgiyle bağını korumuştur. Bundan yola çıktığımızda bilimin birlikteliğe vurgu yaptığı anlaşılmaktadır. Son bir etimolojik sorguyla durumu daha da netleştirmek önemli. ”Sağduyu” sözcüğü de benzeri şekilde İngilizce ve Fransızcaya Latince ”sensus communis”tan geçmiş; İngilizcede ”common sense”, Fransızcada ise ”sens commun” olmuştur. ”Sense/sens” algı, duyu anlamına gelirken ”common/commun” ortaklık anlamı vermektedir. Türkçe meali, sağduyunun aslında ortak duyu olduğudur.

Etimolojik olarak bilim, bilinç ve sağduyu gibi sözcükleri incelediğimizde, hep bir ortaklıktan hareket ettiklerini, ”birlikte bilme”, ”birlikte düşünme”, ”birlikte bilim” durumlarına göndermede bulunduklarını anlıyoruz. Sorumuz şu: Birlikte bilme, birlikte bilim, birlikte bulma, birlikte düşünme eylemlerine devam ediyor muyuz? Yollarımız ayrıldı. Artık farklı biliyoruz, farklı yollardan gidiyoruz, farklı sonuçlar buluyoruz, farklı dertlere deva oluyoruz, farklı odaklara hizmet ediyoruz.

Sosyal ve beşerî varlığın varoluş koşullarını incelemektense, felsefe yapmaktansa, edebiyatı parçalamaktansa, sanata kastırmaktansa daha elle tutulur gözle görülür sonuçlar verebilecek bilimlerimiz var. Sıkıntı yok, yeter ki bilim olsun, bilimsel olsun, bilimin, bilginin, aklın, sağduyunun yolundan, bilimin felsefesinden ayrılmasın.

Bilim nedir? Amacı nedir? Ne işe yarar? Kimlere yarar? Evren nedir, doğa nedir, canlı nedir, insan nedir… Sorularımız böyle uzar gider ama ”Varlık/varoluş nedir” sorusuyla nihayete eder. Var mı bu soruyu soran? Artık pek yok. 20. yüzyıl bu soruyu unuttu. İçinde bulunduğumuz yüzyıl da bu soruyu ne hatırlamak istiyor ne de sormak. Tarihin kadim sorusu ve cevap vermesi zor. Bu yüzden peşinden gitmenin de bir alemi yok! Başka bilimler var. Sosyal ve beşerî varlığın varoluş koşullarını incelemektense, felsefe yapmaktansa, edebiyatı parçalamaktansa, sanata kastırmaktansa daha elle tutulur gözle görülür sonuçlar verebilecek bilimlerimiz var. Sıkıntı yok, yeter ki bilim olsun, bilimsel olsun, bilimin, bilginin, aklın, sağduyunun yolundan, bilimin felsefesinden ayrılmasın.

Buluşçu bilim

Uzun bir süredir matematikle, fizikle, kimyayla, biyolojiyle evrenin yasalarını çözüyoruz. Buluyoruz, icat ediyoruz, keşfediyoruz. Buluş, icat, keşif… Bilimin makbul kavramları artık. Bulmak, icat etmek veya keşfetmek… Sürekli bir buluş halindeyiz. Hep icat ediyoruz. Keşfetmek de en sevdiğimiz eylemlerimiz arasında.

Bilimin çukura düşüşü

Platon bir diyaloğunda Thales ile ilgili şöyle bir hikâye anlatır: Thales gök olaylarını incelemek için yukarıya bakarken bir kuyuya düşmüş, zeki ve alaycı bir Trakyalı hizmetçi de, gökteki şeyleri bilmeye çabalarken burnunun ve ayaklarının dibindekinden haberi yok diye alay etmiş (Platon, 2016, 492).

Dalgın Thales’i kuyuya düşüren, evreni anlama çabası. Thales, çevresine, insana bakmak yerine yukarıya bakıyor. Çünkü henüz evrenin sırrı, yasaları keşfedilmemiş. Bulmaya çalışıyor. Bulunca ne değişecek? Kuşkusuz birçok şey değişecek. Mitolojik, arkaik, akıldışı, dogmatik evren, canlı, insan temellendirmeleri son bulacak. İnsanın temel başvuru kaynağı, kayıp ve soyut dünya imgeleri değil de kendisi, yani aklı, sağduyusu olacak. Böylece belki de Kant’ın da dediği gibi insan, aklını kullanma cüreti gösterecek. Buraya kadar güzel. Eğer amaç buysa Thales varsın önüne arkasına, sağına soluna değil de yukarı baksın.

Platon, Thales ile ilgili hikayesini şöyle devam ettirir: Aynı alay, kendini tamamıyla felsefeye vermiş olan herkese uygun gelir. Çünkü böyle birinin yakınından da komşusundan da haberi yoktur; bunların yalnız neyle uğraştığını değil, genel olarak insan mıdırlar, yoksa ne türlü bir varlıktırlar, bunu bile bilmez. Fakat onun aradığı, dinlenmeden soruşturduğu şey: İnsanın gerçek özü. (Platon, 2016, 492).

Platon, Thales’in gökyüzüne bakarken önündeki çukuru görmemesini dolaylı olarak varlığı, varoluşu anlama çabası olarak doğallaştırıyor. Ve Platon, buradan hareketle Thales ve filozof -ki Thales de nihayetinde bir filozoftur- arasında bir analoji kuruyor. Platon, filozofun yani felsefenin çevresinde olup bitenleri diğer bir deyişle gündelik yaşamı ıskalamasını daha ulvi bir görevle haklılaştırıyor. Çünkü Platon’a göre filozofun “…dinlenmeden soruşturduğu şey: insanın gerçek özü…”dür. Bu yüzden Thales de filozof da varsın istediği yere baksınlar. Şayet amaç aynıysa, evrenin, doğanın, canlının ve nihayetinde insanın özünü bulmaksa, ”Varlık/varoluş nedir?” sorusuna cevap vermekse, tam da etimolojinin bize anlattığı şekliyle ”conscience”i oluşturmaksa varsın istedikleri şeye, istedikleri yöne, istedikleri şekilde baksınlar…

Bilimin evrensel çığlığı

Bertolt Brecht, Galilei’nin Yaşamı (1955/1956) başlıklı tiyatro oyununda Galileo’yu bir bilim insanı olarak yine kendisine yargılatır. Galileo, bu oyunda bir özdüşünümsellik sergileyerek bilimin nelere kadir olacağını kendi deneyimlerinden dile getirir. Galileo, “Gelgelelim kitleyi dışlamamız, buna rağmen yine de bilim [insanı] olarak kalabilmemiz mümkün müdür?” sorusuyla bilimin toplumla ilişkisine işaret ediyor. Çünkü Galileo, gökcisimlerinin hareketli olduğu kadar toplumların da hareketli olduğunun farkındadır ve şöyle konuşur: Gökteki cisimlerin hareketleri daha da saydamlaştı; ama halklar, kendilerini yönetenlerin davranışlarını hala kestiremiyorlar. Gökyüzünün ölçülebilirliğini sağlamak uğruna yürütülen kavga, kuşkunun aracılığıyla kazanıldı; oysa Romalı ev kadını, süt uğruna atıldığı kavgayı inanç yüzünden hep yitirmek zorunda.

Brecht, bilimin amacını Galileo üzerinden, insanlığa hizmet, insan yaşamının zorluklarını hafifletmek olarak temellendirir. Bu tespit oldukça idealdir. Ama kapsamı, evrenin, doğanın ve canlının yaşamını iyileştirmek, acısını hafifletmek olarak artık genişletmek bir zorunluluktur

Brecht, bilimin hem fizik evreniyle hem de kültür evreniyle ilişkili olduğunu vurgular. Brecht’e göre, dogmatik düşüncelerin ve arkaik sözlerin perdelediği bilgiler açığa çıkmadığı sürece insanlık tökezleyecek ve doğanın güçlerinden yararlanılamayacaktır. Brecht, bilimin amacını Galileo üzerinden, insanlığa hizmet, insan yaşamının zorluklarını hafifletmek olarak temellendirir. Bu tespit oldukça idealdir. Ama kapsamı, evrenin, doğanın ve canlının yaşamını iyileştirmek, acısını hafifletmek olarak artık genişletmek bir zorunluluktur. Çünkü evren sadece insanın değil, tüm canlıların ortak yaşam alanıdır. Brecht, bilimin nelere kadir olacağına dair en çarpıcı hakikati yine Galileo’nun özdüşünümselliğinden açığa vurur ve metni şöyle devam ettirir: Bana göre bilimin tek amacı, insan hayatının güçlüğünü hafifletmektir. Eğer kendilerinden başkasını düşünmeyen iktidar sahiplerince sindirilen bilim [insanları], bilgiyi yalnızca bilgi uğruna toplamakla yetinirlerse, o zaman bilim kötürüm olabilir ve bulacağınız yeni makineler, yeni boyunduruklar anlamına gelebilir. Zamanla bulunabilecek her şeyi bulabilirsiniz ama ilerleyişiniz, sizi insanlıktan uzaklaştırmaktan başka bir sonuç vermeyecektir. Sizinle insanlık arasındaki uçurum günün birinde öyle büyüyebilir ki, herhangi bir yeni buluş nedeniyle attığınız sevinç çığlığı, evrensel bir dehşet çığlığıyla karşılanabilir (Brecht, 2013, 304).

Brecht, 1945 yılında Japonya’ya atılan atom bombalarından dolayı bilimi bu şekilde yargılamıştır. Lakin Brecht’in bu yargısının öncülü henüz atom bombaları atılmadan önce 1939’da kaleme aldığı Deneysel Tiyatro Üzerine (Brecht, 2013) başlıklı makalesinde şöyle ifade edilir: Nesnelerin doğasına ilişkin bilgi ne denli derinleştirilip genişletilirse genişletilsin, insanın ve bütünüyle insan toplumunun doğası bilinmediği takdirde doğa üzerindeki egemenliği insanlık adına bir mutluluk kaynağına çeviremez. Aksine, daha çok bir mutsuzluk kaynağı olur. Bu sebepten ötürü büyük keşifler ve icatlar insanlık için hep daha korkunç bir tehdit olup çıkmıştır ve bugün hemen her yeni buluş, yalnızca korku çığlığına dönüşen bir zafer çığlığıyla selamlanabilmektedir (Brecht, 2013, 408).

Brecht, Galileo’yu konuşturmaya devam eder. Bilim insanlarının insanlığa hizmet etmeye yemin etmeleri gerektiği üzerinde duran Galileo, bu konudaki düşüncelerini şöyle anlatır: Bir bilim insanı olarak benim elimde eşsiz bir fırsat var. Benim zamanımda astronomi, pazaryerlerine kadar ulaşmıştı. Bu çok özel koşullar altında tek bir adamın yürekli direnişi büyük sarsıntılar yaratabilirdi. Direnebilseydim eğer o zaman doğabilimciler de doktorların Hipokrat Andı gibi bir ant, bilgilerini yalnızca insanlığın esenliği için kullanacakları yolunda bir yemin geliştirebilirlerdi (Brecht, 2013, 305).

Ve nihayetinde Galileo kendisiyle ilgili en acı gerçeği dile getirir. Birkaç yıl süreyle iktidardakiler kadar güçlü olduğunu anlatan Galileo, “…kullanmaları, kullanmamaları veya kötüye kullanmaları için, kısacası amaçlarına hangisi hizmet ediyorsa öyle yapmaları için bilgimi iktidar sahiplerine teslim ettim.” (Brecht, 2013, 305) diyerek nihayetinde bilimiyle iktidarlara hizmet ettiği gerçeğini dile getirir. İşte bilimin temel açmazı bir noktadan sonra iktidarla ilişkilenmesi, insanlığa mutluluk değil de acı, çile getirebilme potansiyelidir. Nasıl mı? Miktarın ötesine geçerek, ihtiyaca değil de talebe odaklanarak, gerekeni ihmal ederek ve gereğinden fazlasına yönelerek bir doz aşımı durumu yaratarak, yeryüzünü kirlettiği gibi sayısız uydularla gökyüzünü de kirleterek.

Bulmak, icat etmek, keşfetmek için çıktığımız doğabilimsel, teknikbilimsel, pozitifbilimsel yoluculukta ihmal ettiğimiz insandır, onun kültürel ortamıdır. İhmal ettiğimiz onun duygusudur, düşüncesidir, derdidir, kederidir, tasasıdır, acısıdır. Yani insanı insan olmaya muktedir kılan özellikleridir, bir parçası olduğu toplumudur; toplumunun bir parçası olduğu dünyasıdır.

Başa dönecek olursak, gökyüzünü anlamak için çıktığımız yolda, Thales çukura düştü. Thales çukurdan çıktı mı ya da düştüğü çukur, bir daha düşmemesi için, güvenlik gerekçesiyle kapatıldı mı? Çukur/lar henüz kapatılmadığı gibi giderek genişliyor ve derinleşiyor ve hatta yeni çukurlar açılıyor. Nedir bu çukurlar? Gökyüzünü incelerken, yeni gezegenler, güneş sistemleri, galaksiler bulmak için çabalarken, yani sürekli yukarı bakarken göremediğimiz insana özgü, toplumsal çukurlar hala duruyor ve çukurlara yenileri ekleniyor. Savaş, şiddet, ayrımcılık, ötekilşetirme, cinsiyet eşitsizliği, gelir eşitsizliği, eğitim eşitsizliği, sağlık eşitsizliği, hukuksuzluk, düşünce ve ifade özgürlüğü engelleri ve daha birçok şey. Thales’in hikayesi oldukça ironiktir ve tam da günümüz bilim anlayışıyla örtüşmektedir. Bulmak, icat etmek, keşfetmek için çıktığımız doğabilimsel, teknikbilimsel, pozitifbilimsel yoluculukta ihmal ettiğimiz insandır, onun kültürel ortamıdır. İhmal ettiğimiz onun duygusudur, düşüncesidir, derdidir, kederidir, tasasıdır, acısıdır. Yani insanı insan olmaya muktedir kılan özellikleridir, bir parçası olduğu toplumudur; toplumunun bir parçası olduğu dünyasıdır.

Peki neden bu çukurlar kapanmıyor, aksine genişliyor ya da çukurlara yenileri ekleniyor? Günümüz bilim politikaları, doğanın kadim sırlarının çözülmesine yaptığı yatırımları sosyal ve beşerî olanın incelenmesine yatırmaya pek yanaşmıyor. Çünkü neoliberal bilim politikaları, bilim insanlarını, bilim üreten kurum ve kuruluşları, ülkeleri bilim üzerinden birbirleriyle yarıştırıyor. Bilimi bir rekabet unsuru olarak gösteriyor ve bu rekabetin başarı göstergelerini ise kuşkusuz buluş, icat, keşif gibi kavramlaş oluşturuyor. Örneğin Covid-19 Pandemisinde, salgını önlemek için başlayan aşı geliştirme çabaları, bir noktadan sonra ülkelerin ve şirketlerin birbirleriyle yarışına dönüştü. Dünyayı etkileyen bir salgında birlikte mücadele etmek yerine ülkeler bağımsız hareket etti. Salgın dünyanın ortak sorunuydu ama çözüm konusunda ortaklık sağlanmadı. Aşı geliştirme yolunda yapılan çalışmalardan elde edilen veriler ve/veya bilgiler patent adı altında gizli tutuldu. Yani insanın canı söz konusuyken bile ticaret düşünüldü. Salgına aşı yoluyla iyi kötü çare bulan ülkeler, kurum ve kuruluşlar, bunu dünyayla paylaşmak yerine para kazanmak adına saklı tuttu. Bilinç, yani ortak bilme durumu sağlanamadı.

Bilimin krizi

Edmund Husserl’in The Crisis of European Sciences and Transcendental Phenomenology/An Introduction to Phenomenological Philosophy başlıklı eserinde Avrupa Bilimlerinin krize sürüklendiğini tartışır. Husserl, bilimsel programın 17. yüzyıldan itibaren yani Galileo’dan bu yana doğa bilimlerine kaymasını ve insanı, insanın kültürel ve psikolojik yönünü, yani insanın özünü inceleyen, soruşturan çalışmaların gözden düşmesini Avrupa Bilimlerinin krizi olarak görür. 1938 yılında basılan bu eserde Avrupa bilimlerini krize sürükleyen etmenler şöyle anlatılır (akt.Heffernan, 2017):

-Doğa ve matematik bilimlerinin arı biçimde pozitivist olmaları,

-Beşeri bilimlerin, kendini doğa ve matematik bilimleri üzerinden modellendirebilme yolunu kaybetmesi,

-Avrupa psikolojisinin, kendi ana temasını aydınlatamaması,

-Avrupa kültürünün, rasyonelliğe olan inancını kaybetmesi,

-Avrupa insanlığının, tüm insanlığın tasavvur edildiği “entelekya”ya ulaşma kapasitesine sahip olup olmadığının tartışmalı hale gelmesi,

-Avrupa varoluşunun, anlamlı bir yaşam ruhunu kaybetmiş insanlardan oluşmaya başlaması,

-Avrupa felsefesinin, bundan böyle metafiziksel sorgulamalara yönelememesi.

Bu bilim anlayışı değişmedikçe, bilim iktidarların güdümünden kurtulmadıkça, Brecht’in de önerdiği gibi bilim insanları, insanlığa hizmet edeceklerine dair ant içmedikçe, Husserl’in önerdiği gibi psikolojik fenomenolojiye, yani felsefeye yönelmedikçe bilimin krizi ve evrensel çığlığı devam edecek gibi duruyor.

Galileo’nun evrensel çığlığı atom bombalarından sonra başta İtalya ve İran olmak üzere dünyanın birçok yerinde ve hem de en derinden ve şiddetli biçimde yeniden işitildi. Bilimin neden olduğu evrensel çığlık; kimyasal ve nükleer silahlar, füzeler, roketler, bombalar, kitle imha silahları ve daha birçok şey yüzünden dünyanın birçok yerinde işitilmeye devam ediyor. Bu bilim anlayışı değişmedikçe, bilim iktidarların güdümünden kurtulmadıkça, Brecht’in de önerdiği gibi bilim insanları, insanlığa hizmet edeceklerine dair ant içmedikçe, Husserl’in önerdiği gibi psikolojik fenomenolojiye, yani felsefeye yönelmedikçe bilimin krizi ve evrensel çığlığı devam edecek gibi duruyor.

Etiketler: bilim, felsefe
GazeteBilim 27 Şubat 2025
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Önceki Yazı Nükleer enerjinin Türkiye’de dünü, bugünü ve yarını
Sonraki Yazı Cumhuriyet dönemi eğitim tarihi kitapları

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

Kuantum ışınlama ve geleceği taşıyacak kuantum teknolojiler

Kuantum ışınlama kulağa fütüristik bir kavram gibi gelse de teori ya da laboratuvar ölçeğinde sınırlı kalmaktan çıkarak birçok kuantum teknolojisinin…

Fizik
30 Ekim 2025

Uluslararası Dünya Kuantum Bilimi ve Teknolojileri Yılı

Yüzyıl sonra teknoloji öyle bir aşamaya gelmişti ki kuantum mekaniği artık dolaylı değil doğrudan algılama, haberleşme, hesaplama gibi alanlara giriyor.

Fizik
30 Ekim 2025

Evrim ve dönüşüm: Viyana Doğa Tarihi Müzesi ve Viyana Kelebekler Evi

Her oda bir sınıftı, öğreniyordum, odalar beni büyütüyor ve bugünüme geliyordum farklılaşmış olarak, dönüşmüş olarak. Bilime olan hayranlığım pekişmişti.

Psikiyatri
28 Ekim 2025

Antik çağda yaşanan büyük felâketler

İnsanların yaşadığı coğrafyadaki bu değişimlerle büyük uygarlıkların bölgesel ya da yerel olarak yok oldukları ya da toplumların, insanların yaşamında büyük…

Jeoloji
23 Ekim 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?