Son yıllarda son derece seçkici ve indirgemeci bir yaklaşımla belirlenen ‘yerli’ ve ‘milli’ olan her şeye, resmî olarak özel önem atfediliyor. Negatif fenomenolojik bir bakış ile tikel olan mutlaklaştırılıyor; buna karşın evrensel olan tikelden dışlanıyor.
Son yıllarda son derece seçkici ve indirgemeci bir yaklaşımla belirlenen ‘yerli’ ve ‘milli’ olan her şeye, resmî olarak özel önem atfediliyor. Negatif fenomenolojik bir bakış ile tikel olan mutlaklaştırılıyor; buna karşın evrensel olan tikelden dışlanıyor, uzaklaştırılıyor, yok sayılıyor, görmezden geliniyor. Oysa evrende varolan her şeyde ve insanın amaçladığı ve yapıp ettiği her şeyde, yani tikel olanda evrensel olan kapsanmıştır.
Fakat insanlık dünyayı düşünmeye, dünyadaki şeyleri sembolleştirmeye, giderek sınıflandırıp kavramlaştırmaya, sonra kavramın bizzat kendisini düşünme konusu yapmaya başladığından beri hep tikel olan ile evrensel olanı beraber düşünmeye çalışmıştır. Bu, düşünmenin zorunlu koşulu olan bütünü kavrama çabasından kaynaklanır. Hegel, gerçek bütün olandır, demekle çok haklıdır. Düşünme ne bölük pörçük olabilir ne de yarım yamalak. Düşünme, gerçek olma koşulunu yerine getirebilmek için bütün ve tutarlı olmak zorundadır.
Evrensel ve tikel olanı beraber düşünme çabası, bazen evrensel olandan hareketle bazen de tikel olandan hareketle yapmaya çalışmıştır. Çok tanrılı inançlar tikel olanda evrenseli, tek tanrılı dinler evrensel olanda tikeli kavrama çabasının ürünüdür.
Hegel, Hıristiyanlığın gerçeğine onun İslamla beraber alınmasıyla ulaşabileceğini ve İslamın gerçeğine de onu Hıristiyanlıkla birlikte düşünülmesiyle ulaşabileceğini göstermiştir. Katolisizm olarak Hıristiyanlık tikel olanı mutlaklaştırırken, İslam Katolik Hıristiyanlığa karşı evrensel olanı mutlaklaştırmıştır. Buna karşın bugün pozitifleşmiş dinlerin herhangi bir kavram ve kavramlaştırma kaygısı bulunmamaktadır.

Tarikatlar, insanların kötülüklerle dolu dünyada yaşadıkları vicdan problemini yapay önermeler ve ritüellerle ticarileştirmekten başka bir şey yapmamaktadır. Bugün tarikatlar, modern insanın yabancılaşmalarla dolu kapitalist dünyada yaşadığı vicdan azabını sömürmekten başka bir şey yapmamaktadır.
Modern felsefenin kurucuları ‘rasyonelist’ Descartes ve ‘empirist’ Hobbes, faklı biçimlerde de olsa tikel olanda evrensel olanı kavramlaştırmaya çalışır. Descartes’ın ‘ben’ odaklı özne teorisinde doğuştan gelen ide teorisi tikelde hâlihazırda kuruluşunda evrensel olanın olduğunu göstermeyi amaçlar aslında. Hegel, Descartes’ın ‘doğuştan gelen ideler’ kavramının ‘potansiyel olan’ anlamında alınması gerektiğini göstermiştir. Descartes’ta tanrı vücuda gelen insan bireyinde evrensel olanı temsil etmektedir. İnsan ise bedeniyle diğer tüm varolanlar gibi fiziki, yani maddi oldukları için maddenin yasalarına tabidirler. Madde evrenseldir. Varolanlar maddenin vücuda getirdiği tikeldir.
Bugün tarikatlar, modern insanın yabancılaşmalarla dolu kapitalist dünyada yaşadığı vicdan azabını sömürmekten başka bir şey yapmamaktadır.
Hobbes’un ve Locke’un empirizmi ve atomculuğu evrenseli reddetme üzerine kurulu değildir, evrensel olanın da maddi olduğunu göstermeyi amaçlar. Rasyonelizm ile empirizm arasındaki temel yöntemsel farklardan birisi, belki de en önemlisi budur. Bu nedenle Hobbes, devlet ve toplum teorisini hem Hıristiyan kültürün hem de diğer kültürlerin hâkim olduğu farklı dünyalarda uyarlanabilecek bir teori olarak kurgulamıştır. İnsanın adalet arayışı eski olduğu kadar evrenseldir de.
Spinoza, Yeniçağ felsefesinin Ortaçağ felsefesine karşı felsefeyi ilerletmek için zorunlu olarak giriştiği yıkımda önemli değerlerin de bir tarafa itildiğinden hareket ettiği için, tek taraflı bir şekilde yıkmak yerine diyalektik kapsayıp aşma çabasının ürünü olarak evrensel olanın (tanrı/doğa) kavramına geri döner. Buna göre evrensel olanın varlığı tikel olanın vücuda gelmesinin koşuludur.
Leibniz’in çok çevrilen, çok az okunan, neredeyse hiç anlaşılmayan ve nadiren öğretilen Monadolojisi, onun geç dönem metafiziğini temsil eder ve bir bakıma Spinoza’ya karşı evrenselin tikelde kavranmasının zorunluluğunu ontolojik olarak temellendirmeye çalışır. Monadlar evrenin aynasıdır, monadlar evrenin tikel temsilidir çünkü.

Bu ilerleyen düşün mücadelesinin doruk noktasını Hegel’in sistemi oluşturur. Hegel, felsefi sistemini tüm felsefi sistemleri kapsayıp aşarak geliştirmiştir. Felsefi sistemi çerçevesinde, Hegel önce ontolojik bakımdan tikel olanda evrensel olanı kavramanın bir zorunluluk olduğunu göstermeye çalışır. Varlığın anlamı hareket ve dolayısıyla sürekli oluşum, yokolma ve yeniden oluşumdur. Evrensel oluşum (evrensel olan değil) tikeli vücuda getirir. Sonra Hegel tikel olanda evrensel olanın bir oluşum, varolma ve yokolma olarak kavranmasının ancak nesneler ve özneler arasılık olarak düşünülebileceğini göstermiştir ve bunu kavramların oluşumuna ve tarihsel ilişkilerine uyarlamıştır. Nesnelerin tikel olarak kavranması, onların ancak ilişkileri içinde düşünülmesi ile mümkündür. Aynı şekilde insanları kavramak, onları bağlamları ve ilişkileri içinde almakla mümkün olacaktır. Aynı şekilde kavramların ve kategorilerin kavranması, onların ilişkileri içinde bütüncül olarak alınmasıyla mümkündür.
Böylece Hegel tikelde evrenselin hem maddi dünyada, hakikatte tüm ilişkilerde hem de düşüncede kavramlar arası ilişkide ve yargıda kavranabileceğini göstermiştir. Marx’ın özgün katkısı tikelin özgürleştirilmesinin ve özgürleşmesinin olanağını göstermiş olmasında yatar- ki bu, tüm felsefeyi yeniden kurgulamayı, yani felsefede devrim yapmayı şart koşar.

İnsanlık tarihinin düşüncede yöntemsel-bilimsel olarak ulaştığı doruk noktası budur. Düşünce ve felsefe tarihine dair bu kısa bakış bile evrenseli yok sayan ‘yerli ve milli’ olanı kuramlaştırma çabasının ne felsefede bilimsel olarak ne de mitolojik dinî düşüncede tarihsel olarak herhangi bir dayanağının olmadığını göstermektedir.
Bu çaba olsa olsa kısa erimli politik amaçların teorik temeli varmış gibi gösterilme çabasının bir ürünü olabilir. Bu da bilimsel olarak mümkün değildir. Politika teoriye dayanır. Önceden belirlenmiş politik amaçların kuramsallaştırılması mümkün değildir. Fakat yine de ısrar edilirse ortaya çıkan, kavramın negatif anlamında boş ideolojiden başka bir şey olamaz.
Bilimsel olarak her bakımdan yanlış olan bu yöntemde ısrar edilirse hakikate, hakikatin içerdiği her şeye, yanlışta ısrar edenin kendisine de kendisi tarafından, şiddet uygulamaktan başka bir şey yapılmamış olur. Siyaset, ereğin belirlenmesi, taktiklerin düşünülmesi de zorunlu olarak bilimsel olmak zorundadır. Bilim ve felsefe ise her tikel bağlamında evrenseldir.

