Castellio’nun mirası, Calvin’in iktidarıyla şekillenen dünyada bile varlığını sürdürür; zorbalığa, diktatörlüğe, dogmaya direnç gösteren insan ruhunun bir sembolü haline gelir. Tarihin farklı dönemlerinde Zweig’ın sözleriyle, “Her Calvin’e karşı daima bir Castellio ayağa kalkar.”
Yasemin Yeşilyaprak*
Stefan Zweig, Castellio Calvin’e Karşı ya da Bir Vicdan Zorbalığa Karşı (İletişim Yayınları) adlı eserinde, tarihin farklı dönemlerinde ve koşullarında, farklı rollerle ön plana çıkan kişilerin etrafında benzer meselelerin nasıl tekerrür ettiğinin hikâyesini, tozlu sayfaların arasından günümüze taşıyor. Bunu yaparken bir tarihsel anlatının ya da olay örgüsünün dar alanına sıkışmıyor, bir zorbanın mutlak güce ulaşma hikâyesini ve onun karşısına cesurca dikilen bir vicdanın mücadelesini bu iki zıt kutbun kişilikleri, fikirleri ve idealleri çerçevesinde, gelecekte benzer durumlarla karşılaşabileceklere ahlaki bir örnek teşkil edecek şekilde sunuyor. Eserin benim hayatımda derin ve anlamlı karşılıklar bulmasının nedeni ise kendi kişisel tarihimde karşılaştığım bir zorbayla olan mücadele ve yüzleşme sürecime eşlik etmiş olması. Kitabın ilk sayfasında karşılaştığım Castellio’nun 1952 yılında kaleme aldığı: “Gelecek nesiller, ortalık çoktan aydınlanmışken, bizim bir kez daha böylesi koyu bir karanlık içinde yaşamak zorunda kalmamızı kavrayamayacaklar.” şeklindeki ifadelerini “gelecek nesiller” olarak henüz aydınlanmamış bir karanlığın içerisinden okuyor olmak ister istemez beni umutsuzluğa sevk ediyor olsa da henüz gelmemiş olan sonraki nesiller için hâlâ mümkün olabilecek o aydınlığı umut ederken buluyorum kendimi.
Zweig eserine Montaigne’den yaptığı bir alıntı ile giriş yapıyor: “En cesurlar, genellikle en talihsiz olanlardır. Dolayısıyla zaferlerden daha fazla imrenilecek muzaffer yenilgiler vardır.” Bu söz aynı zamanda, Zweig’ın anlatımındaki temel odağı yansıtıyor: Yenilginin gücü, yenilenlerin üstünlüğü. Castellio’nun Calvin’e karşı yazdığı polemiğin üzerine düştüğü notta, mücadelesinde kaçınılmaz olan yenilgiyi en başından kabullenmiş olduğunun bir yansımasıyla karşılaşıyoruz: “Sivrisinek file karşı.” Calvin’in zalimliğinin, en doğrusunu ben bilirimci tavrının ve sahip olduğu gücün boyutu göz önünde bulundurulduğunda Castellio kendisini böyle tarif etmektedir, fil karşısındaki sivrisinek… Öte yandan Castellio’nun vicdanı, giriştiği mücadelenin umutsuzluğuna rağmen Calvin’in Tanrı’nın şanı adına yaptığını iddia ettiği kıyımlar -Servet’in katledilmesi- karşısında onu karşı konulmaz bir kuvvetle zorbalığa zorbalık, cinayete cinayet demeye çağırır. Her kesimden insanın —aydınların, bilim insanlarının ve toplumun— belki korkudan, belki kendi çıkarlarını koruma isteğinden, belki de zalimce uygulamaları ve zorbanın otoritesini meşru görmelerinden dolayı sessiz kaldığı ve insanlık dışı uygulamaları seyretmekle yetindiği bir dönemde, Castellio en derin insani duygularıyla Calvin’e karşı sessiz kalmayan tek kişi olarak tek başına herkes için mücadele eder. Bu mücadelede Castellio’nun yanında ne devletin ne de orduların gücü ne de onu destekleyen bir kalabalık vardır. O, cesaretini yalnızca boyun eğmez ruhunun ve vicdanının gücünden alırken Calvin mutlak güce ulaşma hırsıyla attığı her adımda yalnızca kendi taraftarlarına değil, tarafsız olanlara da kendi dogmalarını dayatmayı şiar edinir. Calvin için kendi görüşlerini yalnızca yandaşlarına benimsetmek yetmez, gücünün ve otoritesinin sarsılmaz kılınması için özgürlerin özgürlüğü ve bağımsız fikirlerin tehlikesi de ortadan kaldırılmalıdır.
Castellio en derin insani duygularıyla Calvin’e karşı sessiz kalmayan tek kişi olarak tek başına herkes için mücadele eder.
Zweig, bir fikir insanı kendi düşüncelerinin içsel gücüne olan inancını yitirdiğinde, bu kişi Calvin gibi her türlü bağımsız fikri tehdit olarak algılayan bir zorba ise, kendi fikirlerini zorla yaymak ve diğer fikirleri baskılamak için teröre başvuracağını söyler. İşte o andan itibaren, bu kişinin fikirleri artık idealler değil, vahşettir. Protestanlığın yalnızca üstün güç değil aynı zamanda tek güç olduğu Cenevre’de Calvin açısından “onun lehinde ya da ona karşı tüm orta yolcu duygular yararsızdır. Tek bir seçenek söz konusudur: Onu reddetmek veya ona tabii olmak.”

Bu eser Calvin’in fikirlerinin mutlak güce ulaşmanın hırsıyla nasıl vahşete dönüştüğünün, böyle bir liderin önderliğinde bir fikre, düşünceye, ideale gözünü farklı bütün fikirler, özgürlükler ve inançlara kapatarak körü körüne bağlanmanın, yargılara ve inançlara fanatik şekilde kapılmanın bir toplumu hangi sonuçlar ile karşı karşıya getireceğinin ibret verici bir örneğidir. Unutulmamalıdır ki “Şiddet yoluyla dayatılan fikirler, ruha karşı işlenmiş bir günahtır.” Castellio’nun mücadelesinin odağı da burasıdır: “Hiçbir dünya görüşü insanlara dayatılamaz ve hiçbir fani güç insanların vicdanlarına baskı uygulayamaz.” Ancak, farklı hiçbir fikre tahammülü olmayan ve kendi düşüncelerini kabul ettirmek için teröre başvurmakta sakınca görmeyen Calvin, elbette Castellio’nun vicdanının sesine yanıt vermez, onunla tartışmaya girmez, sadece onu susturmaya çalışır. Bunu Castellio’nun kalemine engel olmak, kitaplarını yasaklamak ve eserlerini yaktırmak suretiyle gerçekleştirir. Castellio tüm bu yasaklar, tehditler ve baskılar altında yazamaz hale geldiğinde Calvin durur mu? Elbette hayır; çünkü o farklı ses, artık zorba için en büyük düşmandır ve sadece susturulması asla yeterli değildir, saldırılarını bir adım ileriye taşır ve iftiralarla onu itibarsızlaştırmaya, sözlerini değersizleştirmeye çalışır.
Sapkınlığınızda ısrar ederseniz, aynı sonu paylaşırsınız!
Calvin’in kutsal yazılar okutmanlığı (İncil hocası) görevine getirilmesi Cenevre Kent Meclisine göre önemsiz bir memur atamasından başka bir şey değildir. Ataması yapılmadan önce Calvin’in eserlerini okumuş olsalardı böyle düşünürler miydi, bilinmez. Zira Calvin kilise vaizlerinin hangi kuvvetlerle donatılmış olması gerektiğinin tekrar yazılmasını önermiş ve Tanrı kelamının idarecisi ve müjdecisi vaizlerin her riski göze alarak bu dünyanın tüm güç ve iktidarlarını yüce Tanrı karşısında eğilmeye ve hizmete zorlayabileceğine ilişkin görüşlerini açıkça belirtmiştir. Onun “Vaizler en tepedekinden en alttakine kadar herkese emredebilirler” sözleri, sahip olmak istediği iktidarın sınırlarının uçsuz bucaksız olduğunun açık fakat meclis üyelerince gözden kaçırılan bir kanıtıdır. Calvin tarafından katledilen Servet’in suçu ise, dünyada Calvin gibi yanılmaz ve cesur bir Tanrı kelamı temsilcisi dururken, Kutsal Kitap hakkında farklı bir yorum yazmış olmasıdır. Yüce Calvin, Servet’e bu “sapkınlığı” karşısında özveriyle doğru yolu göstermek ister ancak Servet, “sapkınca tezleri” üzerinde ısrarcı olur, yani kendi doğrularından vazgeçmez. Böylece Servet, Calvin’e başka bir seçenek bırakmamış olur; artık bu iflah olmaz sapkın, sapkınca tezleri yüzünden yakalanır yakalanmaz, yazmaları ile birlikte yakılmayı hak etmektedir. Cezasının hafifletilmesi ise ancak tek bir koşulla mümkündür: Fikirlerinden vazgeçmesi. Fakat Servet ısrarcı olmaya devam eder, fikirlerinden vazgeçmez ve el yazmaları ile birlikte canlı canlı yakılmaya mahkûm edilir -tek bir sebeple: Fikirlerinden vazgeçmediği için.
Öte yandan bu insanlık dışı cezanın amacı yalnızca Servet’in sapkınlığını cezalandırmak değildir. Farklı seslerin yükselme ihtimalini ortadan kaldırmaya ve karşıtlarına korku salmaya çalışan her zorba gibi Calvin de bu cezanın Servet gibi “sapkınca” bir suç işlemeye, fikirlerini özgürce ifade etmeye, kendisine karşı çıkmaya yeltenecek herkese ibret olmasını amaçlamaktadır. Zweig’ın Luther’den yaptığı şu alıntı bu fikrin ne kadar ürkütücü ve insanlık dışı olduğunu özetlemektedir: “Hak edilmiş olsalar bile ölüm kararlarını pek sevmem ve beni bu konuda ürküten şey, onunla verilmek istenen ibret dersidir.” Bu fikrin çarpıklığını ve barındırdığı vahşeti tüm çıplaklığıyla gören Castellio, “Gerçeği aramak ve insanların onu düşündükleri biçimde dile getirmesi asla suç oluşturmaz. Hiç kimse bir inancı kabul etmeye zorlanamaz. İnanç özgürdür” der. Castellio’nun bu şekilde kendi görüşlerini dile getirmesi ve Calvin’in Servet’in katlinden sorumlu olduğunu, bunun bir cinayet olduğunu, bir insanın fikirlerinden dolayı suçlanamayacağını dile getirmesi onu da tıpkı Servet gibi Calvin’in düşmanı haline getirir.

Baskı ve zorbalığın hüküm sürdüğü böyle bir ortamda, neden sadece Castellio’nun sesi çıkmaktadır diye düşünmeden edemiyor insan. Öte yandan dönemin diğer aydınları seslerini yükseltip Servet’in katlinin ikiyüzlü bir eylem olduğunu dile getirseler, onların da sapkın ilan edileceğini bilirler ve bu korkuyla sessiz kalmayı tercih ederler. Zorbalığın hâkim olduğu her dönemde olduğu gibi, bu dönemde de sessizlik insanlık dışı uygulamaların onaylandığı ya da görmezden gelindiği izlenimini verse de altında yatan asıl sebep korkudur. Herkes bilir ki zorba için tek bir sapkını cezalandırmak asla yeterli değildir; bir sapkına verilen ceza, onu savunan veya mazur göstermeye çalışanlar için de bir uyarıdır. Bu sessizliğin üzerini örten karanlığın içinden Calvin’in tehdit dolu sesi yankılanır: “Sapkınlığınızda ısrar ederseniz, aynı sonu paylaşırsınız!” Öte yandan bu sessizlik akla başka bir soruyu daha getirmektedir: Zorbalığın dayatmalarını, insanlık dışı uygulamalarını kabul etmeyenlerin bir araya gelmesi ve seslerini yükseltmesi için fikirlerinin ortak olması gerekir mi? Zweig’ın bu soruya yanıtının çok kıymetli olduğunu düşünüyorum: “Teolojik sorunlarda ortaklaşmasalar da insancıl doğalar, dostça fikir alışverişinde insani biçimde bir araya gelmek için dünya görüşünde asla tepeden tırnağa sistematik bir aynılığa ihtiyaç duymazlar. Mezheplerle ortak hareket etmeyen, dogmatik teröre karşı duran, konferanslarda nutuk çekmeyen bu insanları sessiz bir kardeşlik içinde birbirine bağlayan sadece zihinler üzerindeki kışla intizamına ve düzenlemelere karşı duydukları üzüntüdür.” Cenevre’de yaşananlar karşısında pek çok bağımsız düşünür, zorbalığın seviyesinin ulaştığı noktadan endişe duymaya başlamış ve vaktin geldiğini anlamıştır. Böyle devam ederse Avrupa’da özgür düşünce tahtından edilecek, zorbalık da hukuk haline gelecektir. “Ancak bir kez aydınlandıktan sonra, Reformasyon dünyada vicdan özgürlüğünü teşvik ettikten sonra tekrar karanlığa dönülebilir mi gerçekten?” Fakat bu farkındalık bile onların hiçbir zaman Calvin’in terörü altında Castellio gibi düşüncelerini açıkça ortaya koymaya cesaret etmelerini sağlamaz. Sapkınlar tatbikata uğramalı mıdır? Sapkınlara ölüm cezası verilmesi kabul edilebilir mi? Tanrı’nın kelamını korumak için Servet’i yakmak zorunda olduğunu söyleyen Calvin’e şu sorunun sorulması gerekmez mi: Tanrı kelamını korumanın bir insanı yakarak mümkün olduğu İncil’de mi yazmaktadır? İnançsız veya sapkın birinin yakılarak cezalandırılması gerektiğini İsa mı öğretmiştir? Hangi kutsal kitap ya da ahlaki öğreti böylesi bir hoşgörüsüzlük ve vahşeti talep eder? Bu soruların tek bir cevabı vardır ve bu cevabı dile getiren de yine Castellio’nun vicdanının sesi olur: “Bir insanı öldürmek asla bir öğretiyi savunmak değildir, bilakis: Bir insanı öldürmektir. Hiçbir öğreti daha yüksek sesle söylendiğinde daha doğru, hiçbir gerçek uğruna insanlar yakıldığında daha gerçek kılınmaz. Ancak içsel düşünceleri yüzünden direnç gösteren insanları takibat altına alarak bir öğreti, bir dünya görüşü çok daha az gerçek olur.” Calvin’e sorar: “Neden kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başkalarına yapıyorsun? Burada inançlar üzerine bir tartışma yapıyoruz, neden ağzımızı kapatıyorsun?”
Ne yazık ki, terörle savunulan fikirler karşısında ne hukuk ne de adalet ayakta kalabilir. Şiddetin egemen olduğu böyle bir ortamda, Castellio’nun en başından itibaren direnişinin yenilgiye mahkûm olduğunu kabul etmesi de bundandır; çünkü mağlup olanlara hiçbir temyiz hakkı verilmez. Böyle bir direniş karşısında zorbanın tek sığınağı daha fazla acımasızlık ve daha zalimce şiddettir. Calvin de bu yolu izler, Kent Meclisinin her toplantısında, maddi ve manevi olarak ona bağımlı olan Protestan göçmenler Cenevre vatandaşı yapılır, tüm resmi görevlere, ona koşulsuz itaat edecek kişiler getirilir ve böylece Meclisin havası ve fikirleri yavaş yavaş tamamen Calvin’in keyfine göre şekillenir. Bu gidişat, vaktiyle Cenevre’nin bağımsızlığı için mücadele eden demokratlar ve yurtsever Cenevreliler tarafından geç de olsa anlaşılır ve şehirde huzursuzluklar baş gösterir. Sokaklarda yerlilerle göçmenler arasında çatışmalar yaşanır. İşte bu kaos ortamı tam da Calvin’in ihtiyaç duyduğu durumdur. Huzursuzluklar bizzat Calvin tarafından kışkırtılır ve büyütülür. Bu bahanelerle Cumhuriyetçi kanadın liderleri tutuklanır, acımasızca işkencelere maruz bırakılırlar. Sonunda, Calvin’e en ufak itirazda bulunanlar bile Cenevre’den kaçmayı başaramazsa idam edilir. Tek bir gecede, Calvin’in istediği gibi, Cenevre’de Calvincilerden başka kimse kalmaz.
Kutupların birbirine teması
Calvin’in iftiraları, saldırıları ve sapkınlık suçlamalarına rağmen Castellio ise son ana kadar çalışmaya devam eder. Ancak bu çaba, artık çaresiz bir direnişe dönüşmüştür. Zayıf düşmüş bedeni ve tükenmiş ruhuyla kırk sekiz yaşında hayata veda ederken, başucundaki bir dostu onun Tanrı’nın yardımıyla düşmanlarının pençelerinden kurtulduğunu söyler. Bu, onun için fiziki bedeninin eşlik ettiği mücadelenin sonu olsa da hayatı bu yenilgiyle, belki de tam da bu şekilde trajik bir zafer kazanır. Çünkü fiziksel varlığı sona erse de Calvin’in zorbalığına karşı sergilediği ahlâki ve entelektüel direniş, zamanın ötesine geçer. Castellio’nun ölümünden sonra Calvin’in iktidarı ve fikirleri İsviçre sınırlarını aşar, Calvinci öğreti Avrupa’da hızla yayılır. Ancak Avrupa kendisinin disipline sokulmasına, Cenevreleştirilmesine izin vermez. Calvinci istila yalnızca Avrupa’nın küçük bir kesiminde egemen olur. Çok kısa süre içerisinde de Calvin’in amansız disiplini gerçekliğin direnişi karşısında yumuşar ve insanileşir, öğretilerine olan katı bağlılığı gevşer. Zweig’ın ifadesiyle, bu insanileşmenin en dikkat çekici yansıması, kutupların birbirine temas etmesidir. “Nerede Calvin’in dini kanun haline gelmişse, orada Castellio’nun fikirleri de gerçeklik haline gelmiştir. Çünkü sonunda birbirine en fazla temas edenler, her zaman birbirine tamamen karşıt olanlardır.”
Castellio’nun düşünceleri kendi zamanını aşarak geleceğe uzanır; zira gerçek zafer, yalnızca bedensel bir varoluşla sınırlı kalmaz. Asıl zafer, inançla sürdürülen bir mücadelenin ardında bıraktığı derin yankıdır. Castellio’nun mirası, Calvin’in iktidarıyla şekillenen dünyada bile varlığını sürdürür; zorbalığa, diktatörlüğe, dogmaya direnç gösteren insan ruhunun bir sembolü haline gelir. Tarihin farklı dönemlerinde Zweig’ın sözleriyle, “Her Calvin’e karşı daima bir Castellio ayağa kalkar.” Kıvanç Koçak’ın da belirttiği gibi “ve her Castellio’yu hatırlayacak hatırlatacak birileri mutlaka çıkar.”
*Özgeçmiş
Yeşilyaprak, lisans eğitimini Haliç Üniversitesi Psikoloji Bölümünde burslu olarak 2009 yılında tamamladı. 2015 yılında İstanbul Üniversitesi Gelişim Psikolojisi Anabilim Dalından yüksek
lisans ve 2022 yılında doktora derecesini aldı. 2013-2022 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü Gelişim Psikolojisi Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak çalıştı. Bilişsel gelişim, üstbilişsel beceriler, bilişsel esneklik, faillik hissi, kendilik, bilinç gibi konular üzerine çalışmalar yürüten Yeşilyaprak şu anda Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Kaynaklar
Zweig, S. (2021). Castellio Calvin’e Karşı ya da Bir Vicdan Zorbalığa Karşı (2. Baskı). (M. Topal ve K. Koçak, Çev.). İletişim Yayınları.