İnsanoğlu her sene bir önceki seneye göre çok daha iyi işler yapmaya devam ediyorken bu senenin başlarında bilim camiasının gündemi Peru olmuştu. Mars gibi gezegenlerde yaşam ararken daha kendi gezegenindeki yaşamı çözemeyen insanoğlu, sıradışı keşifle 2024’ün son günlerinde 27 canlı türünü literatüre eklemeyi başardı. Habere geçmeden önce, tür nedir ve nasıl keşfedilir buna bakalım.
Emre Çevik
İnsanoğlu her sene bir önceki seneye göre çok daha iyi işler yapmaya devam ediyorken bu senenin başlarında bilim camiasının gündemi Peru olmuştu. Mars gibi gezegenlerde yaşam ararken daha kendi gezegenindeki yaşamı çözemeyen insanoğlu, sıradışı keşifle 2024’ün son günlerinde 27 canlı türünü literatüre eklemeyi başardı. Habere geçmeden önce, tür nedir ve nasıl keşfedilir buna bakalım.
Tür, biyolojide hâlen tartışılan bir konudur. Lisede hepimize öğretilen “Ortak özellikler taşıyan ve çiftleştiğinde verimli döller verebilen canlılar aynı türdür” ifadesini duymayanımız yoktur. Bu tür dediğimiz kavramı tanımlamak için yeterli midir? Aslına bakarsak evet, bu bir tür kavramıdır ama sadece biyolojik tür kavramıdır. Tür denilen bu geniş havuz birçok farklı ifade ile tanımlanabilecek kapsama sahiptir. Örneğin, paleontolojik tür, evrimsel tür, filogenetik tür gibi çeşitlerce tür kavramı yapılabiliyorken bize öğretilen sadece biyolojik tür kavramı olan ifade olmuştur. Aslında bu yöntemler her ne kadar bu şekilde çok farklı isimlerde gözükselerde, birbirlerine oldukça yakın yöntemlerdir. Sadece, “tür” kavramını ele alışları farklıdır.
Peki gelelim bir tür nasıl keşfedilir?
Yeni bir türü resmen tanımlamak uzun bir süreçtir. Bilim insanları organizmanın detaylı bir çalışmasını yaparlar. Organizmanın boyutunu ve şeklini ölçer ve bilinen diğer türlerle karşılaştırırlar. Birçok durumda bilim insanları, yeni önerilen türün DNA’sını, kendisiyle akraba olabilecek bilinen türlerden genetik olarak farklı olup olmadığını görmek için dizilerler (tür içi farklılaşma -varyasyon- olup olmadığını öğrenmek için). Bilim insanları organizmanın yeterince farklı olduğuna karar verirse, onu yeni bir tür olarak öneren bir bilimsel makale yazmaya başlayacaklardır. Ve organizma için Latince binominal nomenklatür dediğimiz ikili adlandırma yöntemini kullanarak bilimsel bir isim önereceklerdir (insanın Homo sapiens olduğu gibi). Bir sonraki adım ise daha fazla bilim insanının önerilen tür hakkındaki makaleyi incelemesidir. Bu incelemeyi gerçekleştiren bilim insanları bulgularla hemfikir olursa, makale yayımlanacaktır. Ve sonunda yeni tür artık resmen tanımlanmış olarak literatüre eklenecektir!
Yeni bir türü resmen tanımlamak uzun bir süreçtir. Bilim insanları organizmanın detaylı bir çalışmasını yaparlar. Organizmanın boyutunu ve şeklini ölçer ve bilinen diğer türlerle karşılaştırırlar.
Gördüğünüz gibi türü ifade etmek gibi türün yeni olup olmadığını öğrenmekte uzun bir süreç gerektirmektedir. Peki neden hâlâ tür keşfetmeye devam ediyoruz?
Bu soru aslında cevabı birkaç madde ile belirtilebilecek kadar nettir. Maddeleri şöyle sıralayabiliriz.
1- Keşfedilmemiş Bölgeler: Dünya üzerindeki bazı bölgeler, özellikle derin denizler, tropikal yağmur ormanları ve dağlık alanlar hâlâ tam anlamıyla araştırılmamış durumdadır. Bu bölgeler, yaşamın çeşitliliği açısından hiç azımsanmayacak kadar büyük bir potansiyele sahip olan bölgelerdir.
2- Gelişen Teknoloji: DNA analizi, gelişmiş kameralar ve diğer bilimsel araçlar sayesinde, daha önce gözden kaçan türler tespit edilebiliyor. Ayrıca, bazı türler birbirine çok benzediği için ayrım yapmak geçmişte çok daha zorken gelişen genetik incelemeler bu farkları ortaya çıkarabiliyor ve daha önce tür olarak değerlendirilmeyen ya da bir türün altında yer alan alt türler yepyeni türler olarak karşımıza çıkabiliyor.
3- Küçük ve Gizlenmiş Türler: Keşfedilen birçok yeni tür genellikle çok küçük (böcekler, mikroorganizmalar gibi) veya gözle görülmesi zor canlılardır. Bu türler doğal ortamlarında saklanarak insan dikkatinden kaçabiliyor ve keşfedilmesi uzun yıllar sürebiliyor ya da hiç keşfedilmiyor.
4- Çevresel Değişimler: İklim değişikliği ve insan faaliyetleri, bazı türlerin davranışlarını ve yaşam alanlarını değiştirebilir, bu da bilim insanlarının o canlıları keşfetmesine ve yeni türlerin bulunmasına olanak tanır. Ama bazen bu çevresel değişimler biz daha yeni türler keşfetmeden o türlerin yok olmasını da sağlayabileceğini unutmamak gerekir.
5- Araştırmalardaki Yoğunluk Artışı: Bilim insanları ve biyologlar, özellikle son yıllarda yeni türler bulmaya daha fazla odaklanıyor. Çeşitli projeler ve fonlar sayesinde keşif çalışmaları hız kazanıyor ve ulaşılamayan bölgelere yapılan yolculuklar sayesinde daha fazla tür literatüre kazandırılmaya çalışılıyor.
Biyoçeşitlilik sadece orada bulunan çeşitli canlıları ifade etmez. Orada bulunan aynı tür içerisindeki bireylerin farklılığını (genetik çeşitlilik) da ifade eder.
Habere geçmeden önce 27 türlük büyük bir biyoçeşitlilik hazinesinden bahsediyorken sahi biyoçeşitlilik ne demek onu düşündük mü hiç? Aslında düz mantık canlılığın çeşitliliğini ifade eden sözcüğe biz biyologlar “biyoçeşitlilik” diyoruz ama işte yine tür kavramında olduğu gibi böyle tek bir ifade ile kestirip atılamayacak cümlelerdir bunlar. Çünkü biyoçeşitlilik sadece orada bulunan çeşitli canlıları ifade etmez. Orada bulunan aynı tür içerisindeki bireylerin farklılığını (genetik çeşitlilik) da ifade eder. Sadece bu da değil biyoçeşitlilik aynı zamanda dünya üzerindeki farklı ekosistemleri vurgulayarak (ekosistem çeşitliliği) tek başına bir kavram olmaktan çıkmaktadır. Bir sürü yan dalları ve alt dalları olan biyolojinin sevilmesinin sebeplerinden biri de budur belki, istisnalar ve dallanıp budaklanması!

Öneminden sıklıkla bahsedilen ve bu yazıda da bahsettiğim bir ifade olan “Ekosistem” ne olduğunu biliyor muyuz ya da ne kadar iyi biliyoruz? Ekosistem sözcüğü biyoçeşitlilikte olduğu gibi basit bir tabirle anlamak belki zor olabilir ama en kaba ve net tabir, bir bölgede yaşayan tüm canlıların (en büyüğünden en küçüğüne kadar) ve cansız çevresel faktörlerin (hava, su, ışık, sıcaklık vb) bir araya gelerek oluşturduğu bir etkileşim ağına verilen isimdir. Sürekli haberlerde gördüğümüz ve tehlikede olduğu belirtilen ekosistemler gerçektende hassas bir terazi gibidir. En ufak eklenti ya da çıkarılma bu hassas terazinin dengesini alt üst edebilecek derecede etkileyecektir. Yağmur ormanlarında da bu ekosistem son derece iyi korunaklıdır ve oldukça hassastır. Ayrıca bir sürü balta girmemiş ormanlarla doludur. Bunu merak eden ve yeni türler peşinde ilerleyen ABD merkezli, kar amacı gütmeyen “Conservation International” adlı kuruluşun önderliğinde Global Earth’ten Perulu bilim insanları ve Alto Mayo Awajun Toplulukları Yerel Bölge Federasyonu’ndan geleneksel bilgiye sahip yerel uzmanların katılmasıyla Peru’nun yağmur ormanlarında 38 günlük Alto Mayo Landscape keşif gezisi düzenlenmişti.
Bu keşif Haziran-Temmuz 2022’de gerçekleştirilirken geziler sırasında çeşitli çalışmalar gerçekleştiren araştırmacılar bölgede, 4 memeli, 8 balık, 3 amfibi ve 10 kelebek dahil 27 yeni tür keşfettiklerini 2024’ün sonlarında açıkladılar.
Bu keşif Haziran-Temmuz 2022’de gerçekleştirilirken geziler sırasında çeşitli çalışmalar gerçekleştiren araştırmacılar bölgede, 4 memeli, 8 balık, 3 amfibi ve 10 kelebek dahil 27 yeni tür keşfettiklerini 2024’ün sonlarında açıkladılar. Ayrıca araştırma kapsamında bulunan 48 canlı türünün de yeni tür olup olmadığına dair analizlerin devam ettiği belirtildi. Bununla yetinmeyen ekip, Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin (IUCN) kırmızı listesinde yer alan ve nesli kritik seviyede tehlike altında olan 49 tür de araştırma kapsamında belgelendi. Proje kapsamında olmasada ek olarak araştırmacılar bu bölgede keşif esnasında 2 binden fazla yaban hayatı ve bitki türü kaydetmeyi başardılar.

Projenin yürütücülüğünü yapan Conservation International’ın Hızlı Değerlendirme Programı (RAP) direktörü Trond Larsen, 2024 saha çalışmaları tamamlandıktan sonra, yeni türlerin keşfini doğrulamak ve bunlar için koruma planları geliştirmek amacıyla aylar süren karmaşık veri analizlerinin yapıldığını ifade ediyor. Araştırmacılar toplamda 151 memeli türü keşfetti ve bunlardan dördü bilim dünyası için yeni türlerdi. Bunlar arasında bir yarasa ve bir dikenli fare yer alması dikkatli üzerlerine çekti. Bu türlerden en az 12’si nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olmasıda ekosistemin ne kadar hassas olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Konu hakkında açıklama yapan Trond Larsen, “Bir keşif gezisinde yeni bir memeli türü bulmak bile olağanüstüdür. Ancak dört yeni memeli, sekiz balık ve üç amfibi türü keşfetmek gerçekten inanılmaz” ifadelerini kullanarak ne denli önemli bir çalışma yapıldığını vurguladı.
Trond Larsen, “Bir keşif gezisinde yeni bir memeli türü bulmak bile olağanüstüdür. Ancak dört yeni memeli, sekiz balık ve üç amfibi türü keşfetmek gerçekten inanılmaz.”
Ayrıca ekip 68 balık türü keşfetti ve bunlardan sekizi bilim için yeni türlerdi. Bu türler arasında başı şişkin bir balık da yer alması şaşırttı çünkü bu balığın ne amaçla evrimleştiği henüz bilinmiyor. Bu balığın özelinde de açıklamalarda bulunan Larsen, sucul canlılara olan kişisel tutkusundan ötürü balığın keşfinden’’en çok heyecanlanan’’ kişinin kendisi olduğunu belirtiyor.
Son derece nadir bir amfibi fare keşfini de ‘’heyecan verici’’ bulan Larsen, ‘’Bu yeni tür, alan çalışmasında karşılaşması son derece zor ve nadir bilinen yarı sucul etçil kemirgenler grubuna ait’’ sözleriyle kemirgene de atıfta bulunuyor. Ayrıca araştırmacılar memeli ve balık dışında da 45 sürüngen ve amfibi türü keşfettiklerini de belirtiyor. Bunlar arasında ise üçünün bilim için yeni türler olduğunu da ekliyorlar.
Arazi çalışmaları sırasında da toplamda kaydedilen 289 böcek türü arasında bilim için yeni 12 tür bulunması da araştırmacıları memnun etmekle beraber buna ek olarak, 536 kuş türü ve yalnızca bu bölgede bulunan nadir orkide ve diğer bitki türlerinden oluşan 955 bitki türünü içeren geniş bir flora kaydını da yapmış olduklarını belirtiyorlar. Ayrıca araştırmacılar arazideki türler hakkında, toplam olarak inanılmaz denilebilecek bir sayıya ulaşarak 2.046 farklı tür kaydettiklerini belirtiyorlar. Bunlardan en az 34’ünün yalnızca Peru’nun San Martin bölgesindeki Alto Mayo Peyzajında yaşadığı da tespit eden araştırmacılar, bölgenin son derece endemik (sadece o bölgede yaşayan) bir zenginliğe sahip olduğunu ifade ediyorlar.
Larsen, hayvanları, suya bıraktıkları DNA’ya dayanarak tanımlamak için otomatik kamera tuzakları, biyosensörler ve çevresel DNA (eDNA) gibi teknolojiler kullandıklarını belirtiyor.
Bununla beraber ekip keşfedilen, bitki ve hayvanları incelemek için yalnızca geleneksel yöntemler kullanmadıklarını belirtiyor. Konu hakkında açıklamalarda bulunan Larsen, hayvanları, suya bıraktıkları DNA’ya dayanarak tanımlamak için otomatik kamera tuzakları, biyosensörler ve çevresel DNA (eDNA) gibi teknolojiler kullandıklarını belirtiyor. “Bu keşif gezisi, muhtemelen şimdiye kadar gerçekleştirdiğimiz en karmaşık ve büyük ölçekli Hızlı Değerlendirme Programı (RAP) oldu.” diyen Larsen, ekibin bu zorlu görevi tamamlamak için aralıksız ve yoğun bir şekilde çalıştığını vurguluyor. Bununla birlikte, Larsen tropik yağmur ormanlarında bir çadırda yaşamanın “ev gibi hissettirdiğini” dile getirirken bu tür saha çalışmaları genellikle sağlık açısından ciddi riskler barındırdığını da ifade ediyor. Larsen, bu son Alto Mayo RAP gezisinden yara almadan dönse de, geçmişte sıtma (malarya), leishmaniasis (parazit aracılığıyla bulaşan bir hastalık), sürünen erüpsiyon (deri altında yaşayan parazit solucanlardan kaynaklanan hastalık), botfly kurtçukları ve çok sayıda bağırsak paraziti gibi hastalıklarla mücadele ettiğini paylaşmakla kalmayıp kendisi hakkında da binlerce kene ısırığı nedeniyle “alfa gal sendromu” geliştirdiğini ve şu anda kırmızı et veya süt ürünlerine karşı ölümcül bir alerji taşıdığını söylüyor.

Merak edilen bir başka soru olan yeni türlere nasıl isim verecekleri konusunda da açıklamalarda bulunan Trond Larsen, araştırmacıların keşfettikleri türlere, blob kafalı balıkta olduğu gibi, genellikle en belirgin ve sıra dışı özelliklerine dayanarak bir isim verdiklerini açıklıyor. Bununla birlikte, “ortak isimler bazen, aynı cinsteki diğer türlerle bağlantı kurarak, mantar dilli semender gibi, hayvanın ait olduğu tür grubunu da yansıtabilir” ifadelerini kullanıyor. Ayrıca isimlendirme konusunda da bilim adamlarının farklı yollarda tercih ettiğini belirten Larsen, diğer saygın saha araştırmacılarının adlarının yeni keşiflere verilebileceğini de söylüyor. Konuya örnek olarakta Larsen, kendi adıyla anılan 10 böcek türü bulunduğunu belirterek bu konuda kişisel bir deneyime sahip olduğunu vurguluyor.
Hala keşfedilecek çok fazla şeyin olduğu Dünya’mızda gizemler hala devam etmekte ve çözülmeyi beklemekte.
Türlere kendi isminin verilmesi hakkında da konuşan Larsen, şu sözlerle kendi minnettarlığını açıklıyor: “Sıkı çalışmamı, adanmışlığımı ve tropikal ekolojiye olan tutkumu, keşfettikleri türlere adımı vererek ödüllendiren bilim insanları tarafından tanınmaktan ve onurlandırılmaktan büyük bir minnet ve alçakgönüllülük duyuyorum.” ayrıca bu sözlerine ekleme yapan Larsen, “Yeni yerler keşfetmek, doğayla bütünleşmek ve yaşamın inanılmaz çeşitliliğini öğrenmek, beni en çok motive eden ve en mutlu hissettiren şey.” sözleriyle hem gezi hem de gezi sonrası hakkındaki açıklamalarını tamamlıyor.
Doğal yaşamın ne kadar zengin ve karmaşık olduğunu bu sefer Peru’nun gözlerinden bir kez daha görmüş bulunmaktayız. Hala keşfedilecek çok fazla şeyin olduğu Dünya’mızda gizemler hala devam etmekte ve çözülmeyi beklemekte. Sadece canlılığın var olduğunu bildiğimiz tek gezegen olan dünyamıza daha yakından ve daha dikkatli bakmalıyız.
Kaynakça
https://www.theguardian.com/environment/2024/dec/20/blob-headed-fish-and-amphibious-mouse-among-27-new-species-found-in-thrilling-peru expedition#:~:text=Researchers%20in%20the%20Alto%20Mayo,species%20of%20wildlife%20and%20plants.
https://www.bbc.com/news/articles/c3vrnx2gvpko
https://www.conservation.org/press-releases/2024/12/20/27-new-species-including-four-mammals-discovered-in-human-dominated-peruvian-rainforest

