Paleookur’un bu haftaki bülteni Paleontoloji alanındaki güncel gelişmelerle karşınızda!
Emre Çevik
Sorumlu biziz!
Paleolitik Çağ İnsanları Kıbrıs’ta Cüce Su Aygırları ve Fillerin Yok Olmasına Neden Oldu!
Flinders Üniversitesi tarafından yürütülen yeni bir araştırmaya göre, Akdeniz Adası olan Kıbrıs’ta yaşayan avcı-toplayıcı halkın, endemik olan Cüce Su Aygırı (Phanourios minor) ve Cüce Filleri (Palaeoloxodon cypriotes) 1.000 yıldan kısa bir süre içinde avlayarak yok ettiği öğrenildi.
Kıbrıs, yakın zamanda gelen insan popülasyonlarının megafauna türlerini yok etme kapasitesine sahip olup olmadığını test etmek için ideal koşullar sunmaktadır.
İnsanlar adaya ilk geldiklerinde adada bulunan iki büyük tür Phanourios minor (Cüce Su Aygırı) ve Palaeoloxodon cypriotes (Cüce Filler) idi.
Phanourios minor hakkında bahsedecek olursak, Akdeniz bölgesindeki en küçük cüce su aygırıdır ve yetişkinleri 130 kg ağırlığındadır. Yarı sucul türlere kıyasla daha alçak göz çukurları ve burun delikleri vardır. Diş analizleri doğrultusunda yapılan araştırmalar sonucunda büyük ölçüde karasal, gezici bir yaşam tarzına adapte olduğu tespit edilmiştir.
Antik DNA analizleri, Phanourios minor’un yaklaşık 1.4-1.6 milyon yıl önce ortak su aygırından (Hippopotamus amphibius) ayrıldığını göstermektedir.
Diğer büyük Kıbrıs canlısı olan Palaeoloxodon cypriotes, yaklaşık 530 kg ağırlığındaydı ve bu nedenle anakaradaki atasının boyutunun %10’undan daha azdı. Tür muhtemelen Orta ve Geç Pleistosen döneminde Avrupa ve Batı Asya’da yaşamış olan Düz Dişli Filden (Palaeoloxodon antiquus) türediği düşünülmektedir.

Flinders Üniversitesi’nden Profesör Corey Bradshaw ve meslektaşları, bu hayvanların neslinin tükenmesinin ardındaki nedenleri araştırmaya çalışırken Kıbrıs’taki Paleolitik avcı-toplayıcıların önce cüce su aygırlarını, ardından da cüce filleri 1.000 yıldan kısa bir süre içinde yok etmiş olabileceğini buldu.
Bu sonucun bulunmasının önemi, adaya küçük bir insan nüfusunun girişinin bu kadar hızlı bir şekilde bu yok oluşlara neden olamayacağını öne süren önceki iddiaları çürütmesinden kaynaklı önemli bulgular içermektedir.
Araştırmacılar, paleontoloji ve arkeoloji de dahil olmak üzere elde edilen verileri kullanarak matematiksel modeller oluşturdular ve Kıbrıs’taki Paleolitik avcı-toplayıcıların avlanma uygulamaları nedeniyle bu türlerin yok olmasının ana nedeni olduğunu gösterdiler.
İnsan enerji talebi, diyet kompozisyonu, av seçimi ve avlanma verimliliğinin ayrıntılı kullanan model, adada meydana geldiği tahmin edilen 3.000-7.000 avcı-toplayıcının muhtemelen her iki cüce türünün yok olmasından sorumlu olduğunu göstermektedir.
Konu üzerine konuşan Profesör Bradshaw, “Dolayısıyla sonuçlarımız, Kıbrıs’taki Paleolitik halkların Geç Pleistosen ve erken Holosen dönemlerinde megafauna neslinin tükenmesinden en azından kısmen sorumlu olduğuna dair güçlü kanıtlar sunuyor” dedi ve sözlerine devam etti: “Her iki tür için de yok olma riskinin ana belirleyicisi, adadaki ilk insanlara sağladıkları yenilebilir et oranıydı.”
Profesör Bradshaw, konu üzerine sözlerini şu şekilde bitirdi: “Araştırmamız, küçük insan popülasyonlarının yerel ekosistemleri bozma ve düşük teknolojik kapasite döneminde bile büyük yok oluşlara neden olma açısından sahip olabileceği etkinin daha iyi anlaşılması için temel oluşturuyor.”
Dingoların evrimi hakkında
Dingolar, Avustralya’ya endemik ve esrarengiz kökenlere sahip bir yaban köpeği türüdür. Erken Doğu Asya köpek soyundan geriye kalan iki karışmamış popülasyondan biri olmasıyla önemlidir diğeri tür ise Yeni Gine yaylalarındaki yaban köpekleridir. Ancak bu gruplar arasındaki bağlantılar uzun zamandır anlaşılması zor olmuştur. Bu konuyu araştırmak üzere Sydney Üniversitesi’nden ve değişik bölgelerden bilim insanları Avustralya’nın Yeni Güney Galler eyaletinin batısındaki Mungo Gölü ve Milkengay Gölü’nde bulunan antik dingo kalıntılarını incelemeyle başladılar. Elde edilen bulgular, Dingonun Doğu Asya’dan Melanezya yoluyla geldiğini ve Hindistan ya da Tayland’ın “Parya Köpeklerinden” türediği yönündeki önceki iddialara karşı çıktığını gösterdi.
Doğu Asya köpeklerinin genetik akrabaları kurtlar ya da diğer yabani köpeklerden daha yakındır ancak evcil köpeklerde bulunmayan ya da alışılmadık olan yabani köpeklerle karşılaştırılabilir bir dizi özellik sergilerler.
Dingoların popülasyonları insanlara bağımlı olmaksızın yabani olarak sürmektedir. Bu durum, yalnızca Yeni Gine’nin dağlık bölgelerinde bulunan yakın akraba köpekler tarafından paylaşılan benzersiz bir doğallaştırılmış statüdür. Bu nedenle, dingoların bazıları tarafından eskiden evcil olan herhangi bir memelinin en eski doğallaştırılmış popülasyonları arasında olduğu ve kesinlikle “Canis familiaris” için bilinen en eski örnek olduğu düşünülmektedir.
Araştırmanın yürütücüsü olan Sydney Üniversitesi’nden Dr. Loukas Koungoulos, “Avustralya’nın bu tartışmalı yerli hayvanının kökenleri bir asırdan uzun bir süredir yoğun bir şekilde tartışılıyor.” İfadelerini kullandı. Sözlerine devam eden Profesör: “Araştırmamız, dingoların yerel olarak Doğu Asya köpeği benzeri bir atadan evrimleştiğini düşündüren fosil materyaller arasındaki zor bulunan ilk bağlantıları buldu.” Sözlerini kullandı.
Dingo fosillerinin bulunduğu her hakkında da yorum yapan Profesör Dr. Loukas: “Mungo Gölü ve Milkengay Gölü’ndeki arkeolojik alanlar, Avustralya’nın tamamında dingolara ait en eski kanıtlardan bazılarını barındırıyor.” İfadelerini kullandı.
Dr. Koungoulos ve meslektaşları, Yeni Güney Galler’in batısındaki Mungo Gölü ve Milkengay Gölü’nde bulunan antik dingo kalıntılarını analiz etmeleriyle beraber, bazı kalıntıların 3.000 yıldan daha eski olduğunu düşündükleri için radyokarbon tarihleme kullandılar. Böylelikle Erken dönem dingoları ile kuzeydeki akrabaları arasındaki bağlantılara dair ilk kanıtları keşfettiler.
New England Üniversitesi’nden Dr. Melanie Fillios konu hakkında: “Araştırmamız dingoların antikliğini vurgulayarak, dingolar ile Güneydoğu Asya’daki daha yeni köpekgiller arasında ortak bir ataya işaret ediyor” dedi.
Ayrıca Konu uzmanları günümüz dingolarının daha büyük ve daha zayıf olacak şekilde evrimleştiğini, eski atalarının 40-47 cm olan boylarına kıyasla ortalama 54 cm boyunda olduklarını ve Güneydoğu Asya ve Melanezya’daki çağdaş akrabalarına çok daha yakın bir boyutta olduklarını tespit etti.
“Sonuçlarımız, dingo fenotipindeki bölgesel değişkenliğin yalnızca yakın zamandaki evcil köpek melezleşmesinden kaynaklanmadığı, daha eski bir geçmişe sahip olduğu yönündeki önceki tanımlamaları yeniden doğrulamakta ve ayrıca dingo fenotipinin zaman içinde değiştiğini göstermektedir.”
Kehribar fosilinin tuttuğu ışık
Tür sayısı artan Sivrisinek Cinsi: Robsonomyia
Robsonomyia özelinde bahsedecek olursak şimdiye kadar Robsonomyia cinsi iki canlı türüyle temsil ediliyordu: Kuzey Amerika’dan Robsonomyia reducta ve Asya’dan Robsonomyia sciaraeformis. Artık buna ilaveten Paleontologlar, Baltık’da bulunan kehribar parçasında Robsonomyia baltica ve Robsonomyia henningseni adlı iki yeni Robsonomyia fosil türü buldular.
Bulunan fosil yaşlandırma konusunda 40 milyon yıl ile yıllandırıldı ve işin ilginci bu örnek onlarca yıldır Danimarka Doğa Tarihi Müzesi’nin 70.000 parçalık kehribar koleksiyonunda saklanmasıydı. Yakın zamanda çekmecelerden çıkarılmasıyla beraber Ph.D. Alicja Pełczyńska tarafından kapsamlı bir incelemeye tabi tutuldu.
Konu üzerine konuşan Pełczyńska: “Sadece Japonya ve Kuzey Amerika’da yaşadığı düşünülen bu cinse ait bir sivrisinek fosili ilk kez bulunuyor” diyerek sözlerine devam etti. “Bulgular, bu tür sivrisineğin Avrupa’da geçmiş iklimlerde de yaygın olduğunu gösteriyor ve bize sivrisineğin Dünya’daki dağılımı hakkında yeni bilgiler veriyor.”
Danimarka Doğa Tarihi Müzesi küratörü Dr. Lars Vilhelmsen, konu hakkında: “Erkeğin penisinin yanında, çiftleşme sırasında dişi sivrisineği kavramak için kullandığı uzantılar veya forsepsler var. Tanımlamak için bu forsepsin şeklini kullandık.” Sözlerini söyledi.
Bilim adamları bu konu hakkında, antik sivrisineklerin, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki nadir ve hala yaşayan iki akrabasını birbirine bağlayan bir tür kayıp halka olduğuna inanıyor.
Pełczyńska, “Şimdiye kadar bu sivrisinek cinsinin dağılımı, türler arasındaki binlerce kilometrelik mesafe nedeniyle tuhaftı” dedi. Ve ekledi: “Bu nedenle onu Japonya ile Kuzey Amerika’nın yaklaşık yarısı kadar olan Avrupa’da bulmuş olmak mantıklı.” İfadeleriyle sözlerini bitirdi.
Aramızda bir katılımcı var
Paleontologlar, Meksika’nın Coahuila eyaletinde bulunan kısmi bir iskelete dayanarak, Tyrannosaurid dinozor cinsinde yeni bir türün keşfedildiğini duyurdu: Labocania aguillonae
Yeni keşfedilen canlı, yaklaşık 72,5 milyon yıl önce, Kretase Dönemi’nin Campanian Çağında, günümüz Meksika’sında yaşıyordu.
Labocania aguillonae, olarak adlandırılan yırtıcı türün en az 6,3 m uzunluğunda olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla bu standartlara göre nispeten küçük bir tiranozor olduğunu belirtmek gerek.
Museo del Desierto’dan Dr. Héctor Rivera-Sylva ve Bath Üniversitesi’nden Dr. Nicholas Longrich tiranozorlar üzerine şu sözleri söylediler: “Tyrannosaurlar, Batı Kuzey Amerika’nın Geç Kretase’sinde apeks yırtıcılardı.” İfadeleriyle beraber, Tiranozorların evrimine dair de birkaç cümle söylediler: “Tiranozorlar, Cenomanian ve Turonian çağlarında (100 ila 89 milyon yıl önce), tiranozorlar nispeten küçük, uzmanlaşmamış ve çeşitlilik açısından düşüktü. Ancak Campanian çağında (83 milyon yıl önce), çeşitlenerek ve daha büyük, daha uzmanlaşmış formlar üreterek büyük bir değişim geçirdiler.”
Ayrıca tür özelinde de çarpıcı açıklamalarda da bulunan ekip: “Labocania kladı, Kuzeyin Daspletosaurinler ve Albertosaurinler tarafından domine edildiği bir zamanda Güney’e hakim oldular” ifadesini kullandı.

Paleontologlar tür ilişkişi benzerliğine dayanarakta: “Labocania aguillonae, Labocania anomala, Bistahieversor sealeyi ve Teratophoneus curriei ile yakından ilişkilidir. Ayrıca tür Cerro del Pueblo Formasyonu’nun çeşitliliğine katkıda bulunuyor ve Geç Kampaniyen’de tiranozorlar arasında endemikliğin var olduğunu, Kuzey Büyük Ovalarında ve Güney Amerika’nın farklı bölgelerinde türlerin ve kladların yaşadığını gösteriyor.” Sözlerinde bulundular.
Endemiklik üzerine yeniden vurgu yapan paleontologlar: “Türler arasındaki rekabet muhtemelen dinozorlar arasında endemizmi güçlendirmeye yardımcı oldu. Büyük dinozorların modern memelilere kıyasla neden bu kadar alışılmadık derecede yüksek endemizm seviyelerine sahip olduğu belirsizliğini korumaktadır.” Açıklamaları ile konuşmalarını bitirdiler.
Yeni büyük dinozorumuz ile tanışın!
Arjantin’in Patagonya bölgesinde 2009 yılında bulunan fosilleşmiş kalıntılar, Rebbachisauridae adı verilen bir gruba ait yeni bir bitki yiyen dinozor cinsi ve türü bulundu.
Yeni keşfedilen dinozor türü 99 ila 96 milyon yıl önce yani Geç Kretase Dönemi’nde Patagonya’da yaşamıştır. Campananeyen fragilissimus olarak adlandırılan Sauropod, Erken ve Geç Kretase dönemleri arasında esas olarak Gondwana süperkıtasında çeşitlenen bir Diplodokoid Sauropodların erken bir üyesiydi.
Fundación Azara – Universidad Maimónides ve CONICET’te Paleontolog olan Dr. Lucas Lerzo ve meslektaşları dinozor cinsi üzerine: “Rebbachisauridae, Diplodocoidea’nın en bazal grubu olarak keşfedildi” ifadelerini kullandı.
Diplodokoid dinozorlar üzerine de yorumlarda bulunan Paleontolog Dr. Lerzo: “Diplodokoid sauropodların kökeni Geç Alt ila Erken Orta Jura’da olsa da, Rebbachisaurid sauropodlar fosil kayıtlarında Alt Kretase’ye kadar görülmez ve Erken Üst Kretase’de ailenin tarihinin sonunda çeşitlilik zirveye ulaşır.” Sözlerini kullandı.
Familya üzerine de vurgu da bulunan Paleontolog Dr. Lerzo: “Rebbachisauridae, aksiyal iskeleti ve pelvik kuşağı derinlemesine istila eden oldukça pnömatize bir iskelet ile karakterize edilir. Sırt omurlarında başka hiçbir sauropodda rapor edilmemiş yeni özellikler sunarlar.” Dedi.
Son olarak filogenisi üzerine konuşan araştırmacılar: “Son olarak filogenetik analiz, Rebbachisauridae’nin Güney Amerika kökenli olduğunu ve daha önce önerildiği gibi Barremian-Aptian tarafından Afrika ve Avrupa’ya erken bir çeşitlenme olduğunu destekliyor.” İfadelerini kullandı.
Kaynak
Bradshaw, C.J.A. Saltré, F. Crabtree, S.A. Reepmeyer, C. Moutsiou, T. “Small populations of Palaeolithic humans in Cyprus hunted endemic megafauna to extinction”. Proc. R. Soc. B 291 (2031): 20240967; doi: 10.1098/rspb.2024.0967.
Koungoulos, L.G. Hulme-Beaman, A. Fillios, M. “Phenotypic diversity in early Australian dingoes revealed by traditional and 3D geometric morphometric analysis.” Sci Rep. September 18, 2024; doi: 10.1038/s41598-024-65729-3.
Pełczyńska, A. Krzemiński, W. Blagoderovet, V. Vilhelmsen, L. Soszyńska, A. “Eocene amber provides the first fossil record and bridges distributional gap in the rare genus Robsonomyia (Diptera: Keroplatidae).” Sci Rep. April 22, 2024. 14, 9252; doi: 10.1038/s41598-024-59448-y.
Rivera-Sylva, H.E. Longrich, N.R. “A New Tyrant Dinosaur from the Late Campanian of Mexico Reveals a Tribe of Southern Tyrannosaurs.” Foss. Stud, 2024. 2 (4): 245-272; doi: 10.3390/fossils2040012
Lerzo, L.N. Fernández-Baldoret, F. T. Canale, J. I. Whitlock, J.A. Otero, A. Gallina, P.A. “They all floated in the cretaceous: new rebbachisaurid (Sauropoda, Diplodocoidea) with a highly pneumatized skeleton from the Upper Cretaceous (lower Cenomanian) of Patagonia, Argentina.” Historical Biology. August 13, 2024; doi: 10.1080/08912963.2024.2383708.