Berkeley Üniversitesi’nden emekli ünlü sosyolog Michael Burawoy 3 Şubat Pazartesi günü hız limitini aşan bir aracın çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Genelde sosyal bilimler ve özelde sosyoloji açısından kuşkusuz büyük bir kayıp! Amacı endüstriyel emek üzerine yeni bir kuramsal perspektif geliştirmekti ve bu konuda gerçekten çığır açıcı bir sosyolog olduğu konusunda şüpheye yer yoktur.
Prof. Dr. İbrahim Kaya
Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
Berkeley Üniversitesi’nden emekli ünlü sosyolog Michael Burawoy 3 Şubat Pazartesi günü hız limitini aşan bir aracın çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Genelde sosyal bilimler ve özelde sosyoloji açısından kuşkusuz büyük bir kayıp! İşçiler üzerine araştırmalarını yaparken, ilkesel olarak onlarla aynı koşullarda çalışmayı benimseyen Burawoy, doktorasını yaptığı 1970’lerde Şikago’da bir fabrikada on ay kadar makine operatörü olarak çalıştı. Daha sonra Macaristan’daki Lenin Steel Works isimli devlet fabrikasında fırın operatörü olarak çalıştı. Rusya’da ise bir fabrikada işçi olarak çalıştı. Amacı endüstriyel emek üzerine yeni bir kuramsal perspektif geliştirmekti ve bu konuda gerçekten çığır açıcı bir sosyolog olduğu konusunda şüpheye yer yoktur.
Burawoy “kamusal bir sosyoloji” için en önemli tartışmaları gerçekleştiren sosyolog olarak da öne çıktı. Sosyolojinin akademik çevrelerin sınırları içine hapsedilmemesi gerektiğini, halka ulaşmasının bir zorunluluk olduğunu tartışan Burawoy, sosyoloğun işçi hareketleriyle, insan hakları örgütleriyle, inanç topluluklarıyla doğrudan ilişki içinde olması gerektiğini salık verdi.
Yukarıda kısaca özetlediğimiz yönünün yanı sıra Burawoy “kamusal bir sosyoloji” için en önemli tartışmaları gerçekleştiren sosyolog olarak da öne çıktı. Sosyolojinin akademik çevrelerin sınırları içine hapsedilmemesi gerektiğini, halka ulaşmasının bir zorunluluk olduğunu tartışan Burawoy, sosyoloğun işçi hareketleriyle, insan hakları örgütleriyle, inanç topluluklarıyla doğrudan ilişki içinde olması gerektiğini salık verdi. Sosyologlar dolayısıyla ona göre işçi sendikalarına, işçi örgütlerine, emekle ilgili bütün çalışmalara, kısacası halkın gündelik yaşamına katılmalıdırlar. Sosyolojik bilginin profesyonelliğe hapsedilmesinin sorunsallığına dikkat çekerek sosyologların kamuda seslerini duyurması gerektiğini tartışan Burawoy demek ki kamusal bir sosyoloji çağrısında da çok önemli bir sosyolog olarak yerini aldı.
Sosyalizmin fiili olarak çöktüğü ve akademide gerilediği dönemde Burawoy gerçeğin Marksist çalışmalarla açığa çıkarılabileceği inancından vazgeçmedi.
1980’lerden itibaren, bilindiği üzere, Marksizm akademide önemli ölçüde güç kaybetti, geri çekildi. Bu dönemde yani sosyalizmin fiili olarak çöktüğü ve akademide gerilediği dönemde Burawoy gerçeğin Marksist çalışmalarla açığa çıkarılabileceği inancından vazgeçmedi. Yeni liberal kapitalizmin geliştiği ve sosyalist anlayışların ehemmiyetini yitirdiği bir dönemde bir sosyoloğun kendi doğrularında ısrar etmesi ve fikrini savunması muhakkak takdir edilmeyi gerektirir. Bu yönü oldukça iyi bilinmektedir ve ben bu noktada onun “akademik dünyadaki aykırılığına” daha ziyade Filistin Sorunu üzerinden değinmek istiyorum.
Jürgen Habermas, kendisini “eleştirel bir teorisyen” olarak takip edenleri İsrail’den yana taraf olduğunu deklare ederek hayal kırıklığına uğrattı. Eleştirel teorinin içinden bakan bir büyük düşünürün İsrail faşizmiyle hemfikir olması gerçekten de hepimizi dumura uğratmıştı. Neyse ki bu konuda entelektüel, düşünür veya sosyolog olarak nasıl ahlaki bir tavır sergileneceğini gösteren de Burawoy oldu. Geçtiğimiz yıl Critical Sociology dergisinde yayımlanan kısa bir makalesi bu konuda yol gösterici oldu. “Sociology Faces the Question of Palestine” başlığıyla yayımlanan makalesinde Burawoy, Filistin Sorununun Amerikan Sosyoloji Derneği Konseyinde her zaman bir meseleyi teşkil ettiğini vurgulamaktadır.
Amerikan Sosyoloji Derneği’nin ulusal ve uluslararası pek çok meselede bir dizi karara imza attığını belirten Burawoy, 1967 yılında Vietnam Savaşı’nın durdurulması yönündeki oylamada konseyin (dernek yönetiminin) hayır oyu kullandığını ve üyelerin de bu yönde oy kullandığını belirtmektedir. 2003’te Irak’a karşı savaşın son bulması yönündeki oylamada konseyin yine hayır yönünde karar aldığını ama üyelerin üçte ikilik çoğunluğunun evet oyu verdiğini belirtmektedir. Demek ki Amerikan Sosyoloji Derneği politik konularda sık sık oylamalar yapmaktadır ve bu oylamalar genelde üyelerle konseyi – yönetimi – karşı karşıya getirmektedir.
Marx’ı eşitlik ve özgürlük değerlerinin yönlendirdiğini, Durkheim’ı dayanışma ve fırsat eşitliği değerlerinin yönlendirdiğini ve Weber’i liberal demokrasi ve bireysel özerklik değerlerinin yönlendirdiğini tartışan Burawoy, sosyolojinin esasta ahlaki bir disiplin olduğunu ifade etmektedir.
Derneğin kamusal meselelere ilgi göstermesinin önemine dikkat çeken Burawoy, çoğumuzu sosyolojiye çeken, sosyolojide çalışmamızı sağlayan ahlaki ilkeler olduğunu ve bu ilkeler için Filistin Meselesinde ayağa kalkma zamanının çoktan geldiğini söylemektedir. Örneğin, Marx’ı eşitlik ve özgürlük değerlerinin yönlendirdiğini, Durkheim’ı dayanışma ve fırsat eşitliği değerlerinin yönlendirdiğini ve Weber’i liberal demokrasi ve bireysel özerklik değerlerinin yönlendirdiğini tartışan Burawoy, sosyolojinin esasta ahlaki bir disiplin olduğunu ifade etmektedir. Yani sosyoloji en başından ahlaki değerler üzerine inşa edilmiş bir bilimdir ve sosyolog bu değerler için konuşmalıdır, sesini yükseltmelidir. Bu konuda Howard Becker’in yıllar önce “biz kimin tarafındayız?” sorusuna “biz sosyologlar elbette taraf tutarız ve çoğunlukla zayıfın tarafını tutarız” yanıtını verdiğini ve bu yanıtın bugün de sosyoloğun ahlakiliği açısından temel oluşturduğunu tartışmaktadır.

Derneğin yönetiminin – konseyin – Filistin için bir çağrıda bulunulmasına karşı çıktığını ve bu karşı çıkışın duygusuz ve anlamsız olduğunu belirten Burawoy aslında konseyin böyle yaparak bizzat sosyolojiye de karşı çıktığını tartışıyor. Ona göre Filistinli öğrencilerin ve öğretim üyelerinin akademik özgürlüğünün ihlal edildiği ve hatta bu insanların öldürüldüğü bir zaman diliminde derneğin nasıl böylesine bir duyarsızlık içinde olduğunun sorulması elzemdir. Acil ve kalıcı ateşkes çağrısının elzem olduğunu, bu ateşkesin sadece Filistinliler için değil aynı zamanda dünyanın değişik yerlerinde antisemitizmle karşılaşma riski bulunan Yahudiler için de önem taşıdığını belirten Burawoy Gazze’de derhal ve kalıcı bir ateşkes için oluşturulacak koroya sosyologların katılması gerektiğini belirtiyor.
Acil ve kalıcı ateşkes çağrısının elzem olduğunu, bu ateşkesin sadece Filistinliler için değil aynı zamanda dünyanın değişik yerlerinde antisemitizmle karşılaşma riski bulunan Yahudiler için de önem taşıdığını belirten Burawoy Gazze’de derhal ve kalıcı bir ateşkes için oluşturulacak koroya sosyologların katılması gerektiğini belirtiyor.
Sorunun temelinde yerleşimci sömürgeciliğin bulunduğunu ve emek sömürüsüne ve toprak gaspına dayandığını belirten Burawoy’un konuya ilişkin ikinci ve daha uzun makalesi henüz yayımlanmadı. Yakında “The Sociological Review” dergisinde “Why and how should sociologists speak out on Palestine?” başlığıyla yayımlanacak olan makalesinde sosyologların Filistin’in tarafında yer alması gerektiğini daha ayrıntılı olarak tartışıyor. Bu amaçla tarihsel bir perspektifin gerekliliğinden bahsediyor.
Sonuç olarak, Burawoy’un akademi dünyasındaki “aykırılığını” Filistin Sorununa dair tavrı üzerinden kısaca ele aldık. Genel anlamda çok başarılı bir sosyoloğun kamusal bir sosyoloji çağrısı çerçevesinde Filistin tarafında yer alması bugünün baskıcı ortamında muhakkak örnek alınması, saygıyla karşılanması ve alkışlanması gereken bir eylemdir.