Yapılan bazı araştırmalar, 2050 yılı civarında şu anda mevcut canlı türlerinin 1/3’i ya da 1/2’sinin yok olacağını öngörüyor.
Küresel iklim değişikliğiyle ilgili çalışmaların kısa tarihçesi, bize konuyla ilgili farkındalıkların 1800’lü yıllarda başladığını gösteriyor.
1824’de ilk kez Joseph Fourier “sera etkisi” kavramını tanımladı.
1861 John Tyndall, su buharı ve diğer bazı gazların atmosferde birleşerek sera etkisini nasıl yarattığını gösterdi.
1896 Svante Arrhenius, kömür ve petrol gibi fosil yakıtları kullanmanın atmosferdeki sera etkisini artıracağnı öne sürerek, böylece ortaya çıkacak insan yapısı sera etkisinin olası boyutları için modellemeler yaptı.
1938 Guy Callendar, dünyanın değişik bölgelerindeki meteoroloji istasyonlarından topladığı verilere göre insanların fosil yakıt kullanmasıyla oluşan karbondioksit gazı konsantrasyonundaki artışla, dünyanın ortalama sıcaklığındaki artışın arasında bir bağlantı olduğunu gösterdi.
1956 Mihail İvanoviç Budyko, Dünya yüzeyinde Isı Dengesi’ne dayalı olarak gösterdiği yeni fiziksel yöntemlerle iklimbilimi (klimatoloji) nitel bir bilimden, nicel bir bilime dönüştürdü ve fiziki klimatoloji biliminin temellerini attı.
1970, Mihail İvanoviç Budyko, insan faaliyetlerinin küresel sıcaklık artışlarındaki rolünü gösterdi.
1957 Roger Revelle insanların atmosfere saldığı karbondioksitin atmosferde uzun süre kalarak ilave sera etkisi oluşturduğunu buldu.
1958’de Charles David Keeling, bir sera gazı olan karbondioksit gazının atmosferdeki konsantrasyonunun endüstriyel büyümeye paralel olarak sürekli arttığını gösterdi. Buna göre, 1958’de konsantrasyon 315 ppm’dir (2005’deki konsantrasyon 380 ppm’dir).
1963’te Mihail İvanoviç Budyko, Dünya’nın ısı dengesinin bileşenlerini gösteren bir atlas derlemesini yönetti.
1970, Mihail İvanoviç Budyko, insan faaliyetlerinin küresel sıcaklık artışlarındaki rolünü gösterdi ve küresel ısınmanın giderek dünya üzerindeki yaşamı tehdit edebilebileceğini belirterek, bunu önlemek için stratosfere güneş ışığını yansıtan küçük zerrelerin fırlatılabileceğini, böylece küresel ısınmanın yavaşlatılabileceğini ileri sürdü. Bu fikir, günümüzde de bazı çevrelerce önerilen jeo mühendislik-geo engineering yöntemlerinin geliştirilmesine öncülük etti.
1972’de ilk Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı Stockholm’de toplandı.
1985 Kutuplar üzerinde belirlenen ozon tabakasındaki incelmenin çok ilerlemiş olduğu belirlenerek buna yol açan Kloroflorokarbon (CFC) gazlarının üretimi, denetimi ve yönetimi konusunda Viyana Anlaşması imzalandı.
1987 Viyana Anlaşması, Montreal Protokolü ile tamamlandı ve CFC kullanımının 2030’a kadar tamamen durdurulması konusu karara bağlanmış oldu. Böylece ozon tabakasının 2050 yılında eski haline dönmesi hedeflenmiş oldu.
Sonraki yıllarda küresel iklim değişikliği hakkındaki bilimsel çalışmalar, farklı alanlarda ve çok sayıda devam etti.
Küresel iklim değişikliğinin başat aktörlerinden olan fosil yakıtlar; keşfedilmesi ve kullanılması çok uzun yıllar önceye dayanan kömür, linyit oluşumlarıyla, keşfedilmesi ve kullanılması çok daha yakın zamanlara tarihlenen petrol ve petrol türevleri.
Texas’daki Spindletop Tepe’sinde bir sondaj çalışmasında bulunan petrol, daha önce doğada sınırlı miktarda olduğu sanılan petrolün bol miktarda olduğunu kanıtladı ve bu buluş “Petrol Çağı”nın başlangıcı oldu. O zamana kadar dar alanlarda ve az miktarda petrol bulunduğu sanılıyordu. Örneğin Rusya’da günde en fazla 5.000 varil petrol üretiliyordu. Oysa Spindletop sondajı, aynı miktarı sadece bir saattte üretmeye başladı.
Petrol Çağı ekonomisinde önce İran 1951’de kendi topraklarında faaliyet gösteren İngiliz şirketini millileştirdi. Ardından 1961’de OPEC’i kurmak için bir araya gelen bölgedeki diğer ülkeler de sırasıyla aynısını yaptı.
Texas’ın petrol yataklarından sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin Oklahoma gibi diğer bölgelerinde de geniş petrol yatakları bulundu. Ardından Venezuela, Meksika ve Rusya’da diğer yataklar bulundu. Daha sonra Avrupalı güçler Orta Doğu’ya odaklandı ve İngilizlerin BP’si İran’daki, Hollandalıların Shell’i Irak’taki yatakları aldı. Amerikan şirketleri Suudi Arabistan’da Aramco’yu kurdu.
Petrol Çağı ile birlikte tüm ekonomi değişti. Kömürle mümkün olamayan pek çok endüstriyel süreç petrolle mümkün hale geldi, petrol ürünlerinin en yaygın kullanımının olduğu otomobiller ortaya çıktı.
Petrol Çağı ekonomisinde önce İran 1951’de kendi topraklarında faaliyet gösteren İngiliz şirketini millileştirdi. Ardından 1961’de OPEC’i kurmak için bir araya gelen bölgedeki diğer ülkeler de sırasıyla aynısını yaptı. Orta Doğu’da dünya petrolünün yarısından fazlası bulunduğu için böylece batılı petrol şirketlerine mevcudun yarısından azı kalmış oldu (OPEC dışı petrol).
Dünya’da petrol veya gaz üretmeye uygun özelliklere sahip sadece 600 sistem var. Bu sistemlerden 400 tanesi keşfedilmiş. Kalan 200 sistem okyanusların dibinde ya da Kuzey Kutbu’nda bulunuyor. Zaten 1961’den itibaren giderek daha az yatak keşfedilmeye başlandı. Yani yeni teknolojilerin geliştirilmiş olmasına rağmen her yıl, bir önceki yıla göre daha az petrol bulunuyor. 1995’den bu yana Dünya’da yılda en az 24.000 milyon varil petrol tüketiliyor ancak yalnızca 9.000 milyon varil yeni petrol keşfediliyor. Yani insan nüfusu hızla, koşut olarak tüketim de hızla artarken, üretim aynı oranda artmıyor.

Küresel iklim değişikliğinde sıcaklık artışını tetikleyen ana aktör olan karbondioksitin kökeninde bir dolu insan faaliyeti var. Örneğin havayı kirleten şeyler olarak bildiğimiz, bir araba motorunda veya bir termik santral bacasında yakıt yandığında ortaya çıkan şeyler. Burada enerji, karbondioksit ve gaz olarak 3 şey açığa çıkıyor. İşlemin nihai amacı enerji olsa da beraberinde karbondioksit ve gaz da açığa çıkıyor. Karbondioksit atmosfere salındığında güneş ısısının dışarı çıkmasına izin vermeyerek dünyayı devasa bir seraya dönüştürüyor. Gazlarsa, havayı kirletiyor, ancak karbondioksitin tersi bir etkiye sahip. Gaz emisyonu, özellikle büyük şehirlerde güneş ışınlarını uzaya doğru yansıtan ve karbondioksitin sebep olduğu ısınmayı telafi ederek soğumaya neden olan devasa bir ayna işlevi görmeye başlayan kirli hava bulutlarının ortaya çıkmasına neden oluyor.
2009’da yayınlanan bir araştırma, iklim değişikliğinin karbondioksit emisyonları tamamen kesildikten sonra bile 1000 yıl kadar süreceğini öne sürüyor. Karbondioksit emisyonunda kritik noktanın 400 veya 450 ppm olduğu ifade ediliyor. Karbondioksit emisyonunu bugün durdursak dahi, yoğunlaşmanın yılda 1.5 ppm olarak devam edeceği ve 2100 yılına kadar 450 ppm seviyesine ulaşacağı görülüyor.
Dünyanın jeolojik geçmişinde, günümüzde yaşadığımız insan kaynaklı iklim değişikliğine en benzer olay; dünyada insanın olmadığı 56 milyon yıl önce Paleosen/Eosen (PE) devrelerinin geçişi döneminde de yaşanmış.
Jeolojik zamandaki toplu yokolmaların mekanizması da günümüzdeki iklim değişiklikleri hakkında ipuçları barındırıyor. Örneğin, mevcut hayvanların % 95’inin silinmesiyle Birinci Zaman (Paleozoyik) sonunu belirleyen Permiyen büyük toplu yokolması üzerinde yapılan çalışmalar, karbon izotoplarında değişiklikler olduğunu, karbon döngüsünde ve biyosferde de müthiş terslikler yaşandığını gösteriyor. Bu dönem atmosferdeki ani sera gazı artışıyla aynı zamana denk geliyor. Sıcaklıklar 60C artmış, dünya aniden kuraklaşmış, çöller Avrupa’nın ve Amerika Birleşik Devletleri’nin güney kesimlerini tamamen kaplamış, deniz seviyesi de 20 metre yükselmiş.
Dünyanın jeolojik geçmişinde, günümüzde yaşadığımız insan kaynaklı iklim değişikliğine en benzer olay; dünyada insanın olmadığı 56 milyon yıl önce Paleosen/Eosen (PE) devrelerinin geçişi döneminde de yaşanmış. Bilim insanları dünyanın farklı bölgelerindeki Paleosen/Eosen geçiş lokasyonlarında, o dönemde çok ani bir karbon artışı olduğunu tesbit etmişler. Bunun nedeni ve sonuçları üzerinde yapılmış birçok araştırma mevcut. Burada tedirginlik uyandıran nokta, Paleosen/Eosen geçişindeki ani karbon artış hızının günümüzdeki artışın 20’de biri bile olmayışı. Bu dönemi izleyen ilk 20 bin yıl içinde yer, ortalama 60 ısınmış. Havadaki karbonun geri tutulması ise 150 bin yıl sürmüş. Bu süre içinde bitki örtüsü ve hayvan çeşitliliği köklü değişime uğramış. Tropikal canlılar gezegenin kutuplarına kadar yayılmış.
Boston MIT araştırmacılarının geliştirdiği en güncel iklim modellerinden “Integrated Global System Model” (MIT-IGSM) ile yapılan hesaplamalar, eğer karbon salımı durmadan böyle devam ederse 1861-2100 arasında 5.10 artış öngörüyor. Böylece; insanoğlunun geçmişte (P/E geçişi) 20 bin yıl süren ısı değişimini sadece son 200 yıla sıkıştırdığını göreceğiz. Yeryüzündeki canlıların bu kadar kısa bir sürede, böylesine hızlı bir ısınmaya uyum sağlayabilmesi ise mümkün değil. İnsan dahil pek çok cins ve tür için yokolma kaçınılmaz olacak!
Ağaçlar karbondioksitin doğal süngeri olduğundan daha az ağacın daha az karbondioksit emilimi anlamına geldiği de unutulmamalı!
Paleoklimatik çalışmalar, Pliyosen devrindeki (5.3-2.5 milyon yıl önce) karbondioksit seviyelerinin bugünkü gibi 380 ppm civarındayken dünyanın ısısının 30C daha sıcak olduğunu gösteriyor.
Günümüzde küresel gidişat karbondioksit emisyonlarını daha da artırmak yönünde ilerliyor. Mevcut hızda ilerlenirse 2100’e kadar karbondioksit yoğunlaşmasının 1.100 ppm’e ulaşacağı öngörülüyor. Ortalama sıcaklıktaki 40C’lik artış buharlaşmayı daha hızlandırıyor. Bu durum da dengeyi bozarak ekvatoryal yağmur ormanlarını giderek çöle dönüştürecek. Ormanların yokoluşu, atmosfere ani bir karbondioksit salınımı anlamına gelecek ve bu da sera etkisini güçlendirecek. Ayrıca, ağaçlar karbondioksitin doğal süngeri olduğundan daha az ağacın daha az karbondioksit emilimi anlamına geldiği de unutulmamalı!
Keza, karbondioksitten 20 kat daha güçlü bir sera gazı olan metan gazı gizli bir tehlike olarak her an patlamaya hazır durumda. Sıcaklık yükselirse, metanı serbest bırakan ve onu atmosfere taşıyan bir süreç tetiklenmiş olacak ve metan salındığında atmosferin ısısı katlanarak artacak. Aynı durumun, jeolojik zamanda 50 milyon yıl önceki Paleojen döneminde de gerçekleştiği, okyanuslarda hiçbir canlının kalmadığı denizlerdeki yokoluş sırasında gerçekleşmiş olduğu düşünülüyor.
Yapılan bazı araştırmalar, 2050 yılı civarında şu anda mevcut canlı türlerinin 1/3’i ya da 1/2’sinin yok olacağını öngörüyor. Bu süreci durdurmak zorundayız!