Obezite hastalığının izlemi, diğer birçok hastalıkta olduğu gibi sorun çıktığında devreye girmeyi değil, proaktif yaklaşımı gerekli kılar; çünkü işler bozulduktan sonra düzeltmek çok daha zor olmaktadır.
Dr. Görkem Özgen
Obezite hastalığı ile mücadelede gerek hastaların gerekse bu konuda onlara yardımcı olan profesyonellerin ağırlıkla odaklandığı konu, fazla kiloların nasıl verileceği ile ilgili yapılması gerekenlerdir. Bu yanlış değildir; oluşturulacak çözümün önemli bir bölümünü oluştursa da tamamını kapsamaz.
Fazla kiloları vermek elbette ki önemlidir ancak inilen ağırlık düzeyinde kalabilmek, işin başarısızlığa uğradığı noktadır. Yöntemden bağımsız olarak, belirli bir süre çaba gösteren, başka bir deyişle “dişini sıkan” kişilerin kilo verme konusundaki başarı oranları hiç de düşük değildir. Ama aynı oran hesabını kiloyu koruma olasılığı üzerinden yaparsanız oldukça umut kırıcı sonuçlarla karşılaşılabilir.
Eldeki bilimsel verilere göre, obezite hastalığı ile boğuşan bir insanın salt beslenme önlemleriyle, yani diyetlerle kalıcı kilo verme oranı %3’tür ki bu oran da hayat boyunca bu bilinçle yapılan ilk iki diyet için geçerlidir. Üçüncü ve sonraki diyetlerde ise hüsran kesindir. Zaten özellikle morbid obezite hastalarında cerrahi çözümün tercih edilmesinin tek nedeni, cerrahi ile azımsanamayacak bir oranda uzun dönemli başarı sağlanabilmesidir. Mide balonu ile de kalıcı başarı oranı düşüktür. Son dönemde kullanıma giren çağdaş zayıflama ilaçları ile ilgili çalışmaların odak noktası da büyük oranda uzun dönemdeki başarıya kaymış durumdadır. İlaçların kilo verdirdiği gerçeği artık yadsınamaz ancak “Verilen kilo nasıl korunabilir?”, “İlaçların uzun dönem kullanımı nasıl sonuç veriyor?” gibi sorular yanıtlanmayı beklemektedir.
Kilo korumada uzun dönemde başarılı olmanın ana koşulu, öncelikle bu işin ömür boyu emek verilmesi gereken bir konu olduğunun anlaşılmasıdır. Hedef kiloya ulaşıldıktan sonra önemli bir aşama geçilmiş olmasına rağmen halen yürünmesi gereken uzun bir yol vardır ve bu gerçekliğin baştan özümsenmesi başarı elde etmenin en önemli anahtarıdır. İnsanların azımsanamayacak bir kısmının (obezite hastalığı olanları kastetmiyorum) sağlıklı vücut ağırlığı konusunu sadece yaz öncesi ulaşılacak bir hedef gibi görmesi, kırılması gereken en önemli toplumsal kabuldür. Bu kabul eksik olunca, başlangıçta sadece estetik kaygılara neden olan fazla kilolar, yaş arttıkça sağlık sorunlarının üzerine bindiği bir temel haline gelir.
Hayatımızın büyük kısmını yönlendiren sistem: Bilinçaltı
Bir önceki paragrafta bahsedilen gerçeğin kabul edilmesi de insan bilinci ve bilinçaltı ile doğrudan ilgilidir. Günümüzde bilinç ve bilinçaltının etkileşimi ve bu etkileşimin insan davranışı üzerindeki etkileri oldukça güncel araştırma konularıdır.
İnsan davranışı ve kişiliği, bebeklikten itibaren çevreden aldığı uyaranlar ve bunu kendi içinde anlamlandırmasıyla oluşur. Bilinç, insanın günlük hayatta karşısına çıkan güncel sorunlara çözüm bulmak için yaratıcı zekâ oluştururken; bilinçaltı, yaşamın günlük rutin işleyişini sağlar ve bunu yaparken zekâ kullanmaz, tekrarlarla ilerler. Öğrenmesi de aynı şekilde yinelemelerle olur, neden-sonuç ilişkisi kurarak değil.
Her sabah kullanılan rota ile işe giderken, yolculuk bittiğinde yolla ilgili hiçbir ayrıntı hatırlanmadığı halde güvenle yolculuğun tamamlanmış olduğu durumlar kimseye yabancı değildir. Zihin başka bir şey üzerine düşünürken ya da yoğun bir sohbet ile meşgulken bilinçaltı bu alışılageldik süreci yönetir. Bu, defalarca yapılan yolculuğun kazandırdığı bir yetidir ve yaşamın her alanına uygulanabilir.

Bilinçaltı, yaşamın her alanıyla ilgili verileri özellikle ömrümüzün ilk yıllarında toplar, her duruma ilişkin davranış biçimleri geliştirir ve bu düzenine yeni veri almadıkça şaşmaz. Yeni veriler de ancak yeterli süre ve tutarlılıkla geldiği sürece temel davranış biçimlerine etki eder. Yani bilinçaltımızdaki temel bir kodu değiştirmek istiyorsak, tabiri caizse “aynı aptala anlatır gibi” bıkmadan usanmadan defalarca söylemek gerekir. Bilinçaltı, neden-sonuç ilişkisi kurarak öğrenen yaratıcı zekaya sahip değildir; sadece tekrarla öğrenir ve öğrendiğini sürekli uygular.
“Kafayı değiştirmek lazım” sözü, kilo sorunu ile ilgili sohbet eden hemen herkesin birbirine söylediği ve kabul ettiği bir kuraldır. Burada “kafa” terimi ile bilincin konuyu kavramasının kastedildiğini söyleyebiliriz. Peki gerçekten kafayı mı değiştirmek lazım, yoksa davranışları mı? Eğer yanıt davranışlarsa, değiştirmek için kafa yani bilinç yeterli olur mu? Bu sorunun yanıtı bir üst paragrafta açıklanan çerçevede ele alınırsa “hayır” olur; çünkü “kafayı değiştirme” çabası bilinç gayreti ile olur ancak yaşamımızın büyük bir kısmında işleyişi bilinçaltı yönlendirdiği için doğru davranma konusunda sürekli fire verilir. Çalışmanın bilinçaltını hedef alması gerekir. Obezite sorunu ile uğraşıp gerek ameliyatla gerekse diğer yöntemlerle kilo verdikten sonra onu koruyabilmek, temel davranış değişikliklerini zorunlu kıldığı için bu ilkeye bağlı kalmanın önemi anlaşılacaktır.
Bilincin zaman içinde değişen öncelikleri
Peki bu nasıl olacak? Nasıl bir yol haritası izlenmeli? Tüp mide ameliyatı sürecini ele alalım. Ameliyat sonrası kilo vermemek diye bir olasılık yok. Daha önce birçok yöntem deneyip bazen başarılı, bazen de başarısız olmuş insanlar için böyle bir güvencenin varlığı gerçekten çok önemli ve değerlidir. Çünkü en azından bir süre için kendi sorumluluklarını ameliyatın üzerine yükleyebiliyorlar, tartı baskısı olmadan yapısal dönüşümlerine yoğunlaşma olanakları oluyor. Bunu yaparken de kendileri için belki de rüya gibi olarak nitelendirebilecekleri, yaşamlarında hiç deneyimlemedikleri bir dönem yaşıyorlar.
Karşılaştıkları her kişi tarafından övgüler yapılıyor, başardıkları iş nedeni ile toplum tarafından yoğun bir takdir görüyorlar. Bu, insanın ayaklarını yerden kesecek bir durum ve onlar için yepyeni bir gerçeklik oluşuyor: Artık kilo sorunları yok. Bulundukları her ortamda bir biçimde konu buraya geldiği için başarı hikayeleri soruluyor ve bilinçleri sürekli bu konuyla meşgul; kilo ile ilgili konular gündemlerinden hiç çıkmıyor.
Elbette ki yaptıklarından dolayı çok mutlular, gurur duyuyorlar ve duymalılar; ancak bu durum beraberinde bu kazanımlarını kaybetme korkusunu da kaçınılmaz olarak getiriyor. Bu kötü bir şey değildir, hayatta kalma içgüdüsü gibidir ve kişinin bilincini uyanık tutarak özdenetimini hiç elden bırakmamasına olanak tanır.
İş, aradan belli bir süre geçtikten sonra biraz karmaşıklaşmaya başlıyor çünkü hayat akmaya devam ediyor. Kimse ne kendisinin ne de çevresindeki kimsenin odak noktasının sürekli tek bir konuya yönelmesini bekleyemez. Zaman içinde kilo vererek elde edilen görünüme kişinin kendisi de çevresi de alışıyor. Alışılageldik iltifatlar seyrekleşiyor ve kayboluyor; kişi de kendisi ile ilgili hissettiği gururu daha nadir hissediyor. Yani artık zayıf olmak sıradanlaşıyor, zaten hep böyleymiş gibi bir algı gelişiyor.
Bununla birlikte geri kilo alma korkusu da uzaklaşıyor, bulanıklaşıyor. Bu da özdenetimin gevşemesini kolaylaştırıyor, mevcut durumun korunması daha zor hale geliyor. Çünkü o zamana kadar sıkı sıkıya bağlı kalınan disiplinin nedeni olan göz önündeki tehlike, artık arka sıradaki koltuklara itilmiş durumda.
Hayat durmuyor, yeni gündemler sonsuz. Hal böyle iken, kişiyi kurtulmak için çok uğraştığı obeziteye doğru sürükleyen dönemin bilinçaltı kodları hiç değişmediği için, bilincin gündemi obeziteden uzaklaştıkça bu konuyla ilgili davranış biçimlerinin kontrolünü yeniden bilinçaltı devralıyor. “Bir tanecik yiyivereyim canım ne olacak?”, “Bugün spor yapmasam ne olur ki?”, “Kırk yılda bir çıkıyorum, sürekli mi tatil yapıyorum, o kadar da olur” düşünceleri ile yapılan pazarlıklarda el artık ilk dönemlerdeki kadar güçlü değil. Ödünler zaman içinde artıyor ve bir bakılmış ki yine istenmeyen bir yola girilmiş, neden olduğu anlaşılamamış bile.

Kilo koruma aşamasında tutarlılığı sağlamak için ne yapılmalı?
“Bu gidişat nasıl değiştirilebilir?” sorusunun iki yanıtı var aslında. İlk yöntem; bu konuyu sürekli gündemde tutarak kaybetme korkusunu canlı tutmak ki her türlü çabaya rağmen sürdürülmesi zordur, çünkü hayatın akışı ile tam uyumlu bir durum değildir. Gelgelelim uygulaması daha kolaydır.
Diğer yöntem ise bilinçaltı kodlarının değiştirilmesine yönelik çaba göstermektir ki bu konu bırakın bir yazıyı, kitaplar dolusu tartışmayı hak edecek düzeyde ayrıntılı ve bilinmeyenleri olan bir konudur. Kısaca özetleyecek olursak; bilinçaltının yaratıcı zekadan ziyade tekrarlarla ve neden-sonuç ilişkisi kurmadan öğrendiği gerçeğinden hareket etmek gereklidir.
Bunun için önerilen çok çeşitli yöntemler var ve en etkili olan hangisidir; bu satırların yazarının bu konuda yeterli bilgisi yok ama üzerinde çalışılırsa sonuç almanın akla çok yakın geldiğini söyleyebilirim. Anlamsız gibi gelse de sonuç beklemeden bazı davranışların tekrarı, yüksek sesle kendi kendine bıkmadan yapılacak telkinler bunlar arasında sayılabilir.
Daha çok bilinmeyeni içeren bilinçaltı ile ilgili yaklaşımın dışında, bilincin farkındalığını canlı tutmak bu konuda yararlı olacaktır. Bunun günlük hayata yansıması da obezite nedeni ile tedavi gören insanların tedavi gördükleri merkezlerle iletişimlerini hiç kesmemeleri; sorun olduğunda değil, hatta sorun hiç olmadığında düzenli ya da plansız ziyaretler yapmalarıdır.
Orada yapacakları sosyal sohbette dahi konu mutlaka obeziteye gelecek, başka insanların hikayeleri paylaşılacak, farklı dönemlerde obezite sorunu ile boğuşmuş insanların iletişime geçmeleri mümkün olacaktır. Arka koltuklara itilmiş olan obezite konusu tekrar ön sıralardaki yerini alacak; eski kötü günlerin anılarının canlanması, yeni güzel günlerin tadının çıkarılması gerektiğini insanın hatırına getirecektir. Bunun dışında profesyonel bakış açısı ile kişinin farkında olmadığı sorunlar da o anda saptanıp çözüme yönelmek hızlandırılabilir.
Obezite hastalığının izlemi, diğer birçok hastalıkta olduğu gibi sorun çıktığında devreye girmeyi değil, proaktif yaklaşımı gerekli kılar; çünkü işler bozulduktan sonra düzeltmek çok daha zor olmaktadır. Bu gerçek, obezite ile mücadelenin temelidir.
Asla tekrar obez olunmayan günler dileğiyle.

