GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Çağdaş Epistemoloji Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • İnsan Felsefesi Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Kuantum Mekaniği ve Yorumları Dersleri
    • Marx Dersleri
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: Karl Marx, ulusların özgür halklar olarak kuruluşu ve insanlığın kurtuluşu
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Çağdaş Epistemoloji Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • İnsan Felsefesi Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Kuantum Mekaniği ve Yorumları Dersleri
    • Marx Dersleri
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > Felsefe > Karl Marx, ulusların özgür halklar olarak kuruluşu ve insanlığın kurtuluşu
Felsefe

Karl Marx, ulusların özgür halklar olarak kuruluşu ve insanlığın kurtuluşu

Yazar: Doğan Göçmen Yayın Tarihi: 19 Temmuz 2025 17 Dakikalık Okuma
Paylaş
marx, uluslar
Marx’ın (ve Engels’in) bugüne kadar derinlemesine analiz edilmesi ve onların bugüne kadar yeterince kavranamamış olan ‘işçilerin vatanı yoktur’ şiarını derinlemesine analiz edilmesi gerekmektedir.

Modern dünyada insanlık ulusları ortaya çıkarmış; bu, insanlığın nihai kurtuluşu yolunda zorunlu bir adımdır; fakat egemen devletler olarak örgütlenmiş uluslar birbirleriyle sürekli bir savaş halindedir. Bu karşılıklı yadsıma durumu ulusları özgürleştirmediği gibi, insanlığı da kurtaramaz. Öyleyse uluslar kendilerini birer özgür halk olarak nasıl kuracak ve bunun sonunda insanlık içinde bulunduğu cendereden nasıl kurtulacaktır?

İçindekiler
Marx’ın anlaşılması neden zorlaşıyor?Modern dünyada ulusların inşasıModern çağda ulusların birbiriyle ilişkisiThomas Hobbes ve Marx’ın hareket noktasıHegel ve özgür halkların ferdi olarak insan bireyi olmanın koşuluİşçilerin vatanı var mıdır?Emperyalist yayılmacılık ve işçilerİşçiler ve insanlığın geleceğiİşçilerin yurtseverliğinin anlamı ve sosyalizm ülküsü


Karl Marx’ın ulusal meseleler konusunda fazla bir şey söylemediği, hatta sömürgeciliği savunduğu gibi gerçeği yansıtmayan, bilgiye dayanmayan savlar çok konuşuldu. Onun ulusal meseleyi toplumsal-sınıfsal meselelerle ilişkilendirmiş olması eleştirildi, çünkü iddiaya göre ulus sınıflar üstü bir problemdir ve bu anlamda da kavranması gerekmektedir. Gerçekten öyle mi? Ulusların kendilerini özgür haklar olarak kurması gerçekten sınıflar üstü bir problem midir? Fakat öyle görünüyor ki, Marx’ın bu konuda söyledikleri bugüne kadar güncelliğini korumakla kalmıyor, tersine, onun bu konuda söyledikleri özellikle bugün daha da güncel olmuş ve geçerlilik kazanmıştır denebilir.

Nasıl yani, ne demek bu diye, şaşıranlarımız, hayıflananlarımız olacaktır. Ağırlıklı olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında yazmış olan Marx’ın ölümünün üzerinden onlarca yıl geçmişken, artık bir sanal dünya, internet ve sosyal medya çağında yaşıyorken, dijitalleşme tam hızıyla ilerlerken, “evrensel akıl” olarak yapay zekâ her şeyin yerini alırken, hala Marx’ın görüşlerinin geçerliliğinden bahsetmek saçma değil midir? Hayır, tersine Marx’ın (ve Engels’in) bugüne kadar derinlemesine analiz edilmesi ve onların bugüne kadar yeterince kavranamamış olan ‘işçilerin vatanı yoktur’ şiarını derinlemesine analiz edilmesi gerekmektedir.

Marx’ın ulusal meseleye nasıl yaklaştığı, fikirlerini neye dayandırdığı, nasıl bir dünya tasavvur ettiği ve bu dünyayı nasıl kurmak istediği, mevcut dünyadan amaçlanan mümkün dünyaya geçişin öznesinin kim olacağı sorusuna verdiği yanıtlar bugüne kadar yeterince anlaşılmamıştır. Marx’ı bugün 20. yüzyılda yaşanan deneyimlerin sunduğu tarihsel bilginin ve derinleşen Marx araştırmalarının ve empirik olarak gözlemlenen uluslararası göçlerin sonuçları gibi yeni verilerin ışığında yeniden okumak gerekmektedir.

Marx’ın anlaşılması neden zorlaşıyor?

Marx’ın bu konuda yeterince anlaşılmamasının en önemli nedenlerinden birisi, bizim bugün hâlâ Marx’ın aşmak amacıyla eleştirdiği modern dünyanın ulusları inşa ediş biçimi ve ulusların birbiriyle bugünkü hâkim ilişkilendirme tarzının çerçevesinde düşünüyor olmamızdır.
Marx eleştirisinde mevcut dünyanın karşısında mümkün daha özgürlükçü yeni bir dünyaya dair bir perspektif kazanmak için mevcut olanının en gelişmiş olan formundan hareket eder. Fakat onun eleştirdiği en gelişmiş olan form, onun eleştirisinden onlarca yıl sonra gelişimini hâlâ sürdürebilir. Biz onun eleştirisinin bu yöntemsel yanını dikkate almadığımız ve hakikate yalnız mevcut olan açısından, sadece “fenomenolojik” açıdan yüzeysel olarak baktığımız, mevcut olanı mümkün potansiyelleri açısından yeterince kavramlaştırmadığımız için Marx’ın görüşleri son derece anlamsız, gerçeklikle ilişkisi yokmuş gibi gelebilir. Ama Marx’ın Das Kapital adlı eserinin birinci baskısının “Önsöz”ünde Latin şairi Horatius aktararak belirttiği ‘anlatılan senin hikâyendir’ deyişi tam içeriğine ve anlamına bu bağlamda kavuşmaktadır.

Modern dünya ulusları özgürleştiremedi, çünkü uluslara bir devlet örgütlenmesi çerçevesinde egemenlik olanağı sunsa da insanlığa vaat ettiği kurtuluşu gerçekleştirememiştir -gerçekleştiremediği gibi bu ilk emelinden de çoktan vazgeçmiştir.

Modern dünya, ulusları büyük kanlı mücadelelerle de olsa ve hâlâ sayısız problemler bulunsa da büyük imparatorlukların tahakkümünden kurtardı, onlara kendilerini inşa edebilecekleri ve üzerinde “egemen” oldukları bir alan da sunmuştur. Ama modern dünya ulusları özgürleştiremedi, çünkü uluslara bir devlet örgütlenmesi çerçevesinde egemenlik olanağı sunsa da insanlığa vaat ettiği kurtuluşu gerçekleştirememiştir -gerçekleştiremediği gibi bu ilk emelinden de çoktan vazgeçmiştir. Oysa modern dünyanın feodal dünyaya karşı zaferini getiren en önemli gerekçelerden birisi buydu: İnsanlığın kurtuluşu. Bu nedenle modern dünya artık ulusların devletleşmesi bakımından tüm potansiyellerini tüketmiştir. Bu konuda hâkim kesimlerin uygulamalarında gözlemlediğimiz güncel gelişmeler, modern dünyayı altyapıya dokunmadan gerici bir şekilde yeniden örgütleme çabasından başka bir şey değildir. Bu nedenle her şey teknolojiye indirgeniyor ve tüm kültür dinselleştirilmeye çalışılmaktadır.

Modern dünyada ulusların inşası

Marx’ın eleştirdiği modern dünyada uluslar kendilerini nasıl inşa etmiştir? Uluslar, bir kara parçasının üzerinde, kendi başlarına egemen olduğu modern dünyada birbirleriyle olan ilişkisini neye göre ve nasıl şekillendirmiştir? Neredeyse tüm ulusların kendilerini inşa ederken perspektiflerine yerleştirdikleri insanlıkla bütünleşme arzusundan vazgeçip insanlığın geri kalan kesimiyle sürekli bir rekabet içinde olmaları ne anlama gelmektedir?

Hegel’in “Hukuk Felsefesi”nin sonunda son yargı mercisi olarak tanımladığı dünya tarihinin gidişine dair sunduğu son derece epik-dramatik sahne hepimiz için korku vericidir. İlgili paragrafları, onlarda sunulan büyük insanlık dramını bütün ruhumuz sarsılmadan, tüm bedenimiz tir tir titremeden okuyamayız. İnsanlık sanki önceden programlanmış bir makine gibi ilerliyor ve ilerlerken önüne ne çıkarsa, haklı veya haksız, iyi veya kötü, güzel veya çirkin, doğru veya yanlış ne çıkarsa ezip geçiyor. Ama yine de bu gidişin sonunda insanlığın nihayet özgürlüğe, ebedi iç barışa ereceği umut ediliyor.

tarih
Hegel’in “Hukuk Felsefesi”nin sonunda son yargı mercisi olarak tanımladığı dünya tarihinin gidişine dair sunduğu son derece epik-dramatik sahne hepimiz için korku vericidir. İlgili paragrafları, onlarda sunulan büyük insanlık dramını bütün ruhumuz sarsılmadan, tüm bedenimiz tir tir titremeden okuyamayız.

Modern çağ insanın insan olarak özgürleşmesinin başladığı çağdır. Teker teker uluslar, birbirleriyle rekabet halinde bile olsa kendi egemenliklerini kurdukları oranda yeni bir hamleyle bir bütün olarak insanlığın özgürleşmesinin koşullarını da hazırlamaktadırlar. İnsanları din ve inanç temelli mutlak olarak ayrıştırmak yerine ulus ve insan olarak birleştirmiştir. Burada düşünme tarzı olarak dinden felsefeye geçilmiştir. Dinler doğaları gereği mutlak fark ilkesi üzerine kuruludur. Bu nedenle en azından tek tanrılı dinlerde insan kavramı bulunmamaktadır. Buna karşın felsefe inanç yerine akla ve bilgiye dayandığı için birleştirmektedir.

Modern çağda ulusların birbiriyle ilişkisi

İnsanlık tarihinin gidişi kendi içinde şiddet dolu kanlı bir ilerlemedir. Bundan ve elbette kendi özgür tarih araştırmalarından Marx’ın Das Kapital adlı eserinde insanlık tarihi kanın ve ateşin, istilanın ve ele geçirmenin, köleleştirmenin şiddet dolu harfleri ile yazılmıştır diye sonuç çıkarması son derece doğaldır. İnsanlık tarihi de insanlık durumu da güllük gülistanlık olmaktan başka her şeye benzemektedir. Bu nedenle insanlık hali barışçıl olmaktan başka her şeydir. Fakat insanlığın en çok ihtiyaç duyduğu tam da ebedi barıştan başkası değildir. Buna karşı ‘yurtta barış, dünyada barı!’ şiarı bugün her zamankinden çok daha yüksek bir sesle haykırılmalıdır.

Immanuel Kant’ın gösterdiği gibi uluslar kendi içişlerinde ebedi barışın koşullarını sağlamadan birbirleriyle olan ilişkilerinde kalıcı bir barışın sağlanması konusunda çok fazla ileri gidemezler. Lozan Antlaşması’nın dahi yeniden tartışılır olması, Lenin’in emperyalizm koşullarında yapılan hiçbir barış sözleşmesinin kalıcı geçerliliğinin olmadığına dair belirlemesinin geçerli gerçek olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Lenin’e göre emperyalizm koşullarında yapılan her barış anlaşması mevcut güçler dengesinin bir ifadesidir ve söz konusu güçler dengesi değişince mevcut geçerli sözleşme de her taraftan yapılan saldırıların sonucunda geçerliliğini yitirir.

emperyalizm
Lenin’e göre emperyalizm koşullarında yapılan her barış anlaşması mevcut güçler dengesinin bir ifadesidir ve söz konusu güçler dengesi değişince mevcut geçerli sözleşme de her taraftan yapılan saldırıların sonucunda geçerliliğini yitirir.

Modern dünyada insanlık ulusları ortaya çıkarmış; bu, hâlihazırda belirttiğim gibi insanlığın nihai kurtuluşu yolunda zorunlu bir adımdır; fakat egemen devletler olarak örgütlenmiş uluslar birbirleriyle sürekli bir savaş halindedir. Bu karşılıklı yadsıma durumu ulusları özgürleştirmediği gibi, insanlığı da kurtaramaz. Öyleyse uluslar kendilerini birer özgür halk olarak nasıl kuracak ve bunun sonunda insanlık içinde bulunduğu cendereden nasıl kurtulacaktır?

Thomas Hobbes ve Marx’ın hareket noktası

Thomas Hobbes, modern toplumu kıtlıktan kaynaklanan rekabet nedeniyle herkesin herkese karşı sürekli bir savaş hali olarak betimlediği gibi; insanlık halini de birbirinden bağımsız egemen devletlerin birbiriyle rekabet eden sürekli savaşı olarak betimler. Uluslar birbirleriyle aktüel olarak sıcak bir içinde bulunmasa da savaşa hazır olma çabası, savaş niyetinin varlığını yeterince kanıtlamaktadır.
Hobbes insanlığın bu sürekli savaş durumundan çıkışı, insanlığın kıtlıktan çıkışına bağlar, çünkü rekabetin nedeni kıtlıktır. Kıtlığın aşılıp zenginliğin oluşmasıyla kıtlıktan kaynaklanan savaş durumun nedeni de ortadan kalkacaktır. Böylece insanlık onun tabiri ile “ölümsüz barış” koşullarını oluşturmanın potansiyellerini de yaratmış olacaktır. Bu argüman o kadar güçlüdür ki, Marx bile 19. yüzyılda ‘sosyalizm ancak zenginlik durumunda kurulabilir’ demiştir. Marx bunu derken elbette modern toplumun yalnızca nicel zenginlik biriktiriyor olmasını da eleştirir. Örneğin kültür, sanat, ahlâk, bilgi ve bilim, düşünme tarzı bakımından nitel bir zenginlik durumuna dönüştürülemeyen zenginlik hali sonunda paylaşım savaşlarına ve çürümeye, en kötü durumda da çöküşe neden olacaktır.

Marx’ın ulusların kendilerini nasıl özgürce inşa edebileceğine ve insanlığın nasıl kurtulabileceğine ilişkin geliştirdiği düşünceleri açısından bu son derece gerçekçi Hobbesçu-Hegelci insanlık hali betimlemesi temel hareket noktasıdır.

Fakat Marx açısından aynı derecede önemli olan Kant’ın sunduğu ‘halkların birliği’ ve ‘ebedi barış’ perspektifidir. Kant, ebedi barışın öznesi olarak egemen devletleri belirlerken Hegel ebedi barışın öznesi olarak halkları belirler. Marx ise, hâlihazırda Hobbes’un belirttiği gibi çok soyut olan “halk” kavramının yerine üretim ilişkilerinin somut sosyalleşme süreçlerinin ürünü olan ve üretim araçlarına sahip olmadığı için çıkar birliği oluşturma potansiyellerine sahip olduğu için “işçi sınıfını” özne olarak belirlemeyi daha anlamlı bulmaktadır. Marx’a göre filozoflar bu konuda toplum-birey karşıtlığının ötesine geçememişlerdir.

Hegel ve özgür halkların ferdi olarak insan bireyi olmanın koşulu

Hobbes’tan Kant’a ve Hegel’e kadar olan akıl emeği, ulusların özgür inşasını insanlığın kurtuluşu perspektifiyle birleştirir ve bunu aynı zamanda bir program çerçevesinde modern dünyadan çıkış olarak belirler. Bu bakımdan modern felsefe modern dünyanın yalnızca bir savunusu değil, aynı zamanda ondan bir çıkış perspektifi içeren ütopyaya da sahiptir: Ölümsüz veya ebedi barış ütopyası. Marx’ın ‘işçilerin vatanı yoktur’ sözünün geriplanını anlamak için Hegel’in Tinin Fenomenolojisi’nde geliştirdiği bir insan bireyi olmanın ne demek olduğuna dair bugün bile ilham verici görüşlerini de kısaca buraya aktarılması gerekmektedir.

Hegel’e göre insanın gerçek anlamda bir insan bireyi olması için bir ulusun ferdi olması tek başına yeterli değildir. Bir ulusun bir ferdi olarak bir insanın insan bireyi olabilmesi için tüm ulusları, yani tüm kültürleri, diğer bir deyişle tüm dünyanın tüm doğal dünyasını ve bir bütün olarak tüm insanlığı deneyimlemiş olması gerekir.

Tüm insanlığı deneyimlemek aynı zamanda teker teker tüm ulusların, yani tüm insanlığın tarihini, kültürünü ve geliştirmiş oldukları bilimsel ve felsefi bilgiyi de edinmesini gerektirir. Hegel’e göre ancak buna dayalı olarak bir Türk ‘ben Türküm’, bir Alman ‘ben Almanım’, bir Fransız ‘ben Fransızım’, bir Kürt ‘ben Kürdüm’ vs. diyebilir örneğin. Sıkça sorulan ‘ben kimim?’ sorusuna verilebilecek en iyi yanıt budur. Bu anlamda evrenselleşmeyen ulusal kimlik eksik ve kendinde her zaman bağnazlaşma potansiyellerini barındıran bir ulusal kimliktir.

İşçilerin vatanı var mıdır?

Marx’ın hareket ettiği bu düşünsel geriplanın yanında elbette reel politik gelişmeleri, uluslararası ekonomi politiği, dünya sömürgecilik sistemini ve aynı zamanda 19. yüzyılda bile tüm şiddetiyle süren ulusal kurtuluş mücadelelerini de dikkate almak gerekmektedir. Marx’ın ve Engels’in kendi dönemlerinde yaptıkları konuya dair analizlerini, bugün açısından bazen yanlış sonuçlara da ulaşmış olsalar, kendi başına değerli olan bu analizlerini dikkate almak gerekir.
Biraz uzun da olsa zorunlu olan bu geriplan bilgisinden sonra bir bütün olarak Marx’a dönebiliriz. Marx’ın uluslar hakkında görüşleri tartışıldığı zaman ilk akla gelen, yukarıda da aktardığım onun ve Engels’in Komünist Manifesto’da ifade ettikleri ‘işçilerin vatanı yoktur’ sözleridir. Bu sözler genellikle onların işçi sınıfını sanki mekân ve dolayısıyla zaman bağlamından kopuk olarak ele aldıklarına dair bir izlenime yol açmıştır. Bu görüş sanki Marx’ta bir “köksüzler” teorisinin savunulduğuna dair bir yaklaşım olarak alınmıştır.

Fakat bu bağlamda sıklıkla unutulan, onların aynı zaman ‘işçilerin kazanacakları bir dünya vardır’ demiş olmalarıdır. İşçiler kazanacakları dünya için mücadelelerine kendi ülkelerinden başlamak zorundadırlar. İşçi sınıfını mekân ve zaman bağlamından soyutlanmış olarak düşünmek onun çoklu zengin yapısının birliğini göz ardı etmeye ve işçileri sınıf bağlamından kopuk bireyler olarak almaya kadar gidebilir. İşçi sınıfının uluslararası dayanışması, mekân ve zaman bağlamı dikkate alındığı oranda mümkün olabilir. Mekân ve zamandan kopuk işçi birliği çağrısı, bugün bile iyice iç içe geçmiş dünyada dahi mümkün olmayan bir birliktir.

Emperyalist yayılmacılık ve işçiler

Modern dünyada birbirleriyle sürekli savaş halinde olan, birbirlerini yadsıyan bağnaz devlet milliyetçilikleri karşısında Marx ve Engels ‘işçilerin vatanı yoktur’ diyor. Marx ve Engels’in bu sözleri, emperyalist yayılmacı politikaların taşıyıcısı olarak işçilerin vatanı yoktur anlamında alınmalıdır. İşçiler elbette emperyalist işgal karşısında kendi vatanlarını, tüm dünyayı vatanları olarak savunurlar. Fakat işçiler bunu bağnaz bir şekilde diğer ulusların varlığını ahlaki bakımdan eşitliğini aşağılayarak yapmaz, yapamaz.

Marx ve Engels’e göre işçiler, yayılmacı emperyalist devlet politikaları ile barış arzusuyla yanıp tutuşan halkların amaçları arasındaki büyük farkı görür. İşçiler hangi nedenle olursa olsun hiçbir şekilde başka halkları yerinden yurdundan eden emperyalist yayılmacı politikaların aracı ve taşıyıcısı olamazlar. Bu anlamda işçilerin vatanı yoktur, ama tüm dünya emekçilerinin kazanacağı bir dünya, yani özgürleştireceği halklar ve büyük insanlık vardır.

Aynı zamanda tüm halkların eşitliğini tanıyan ve özgürlüklerine saygı duyan, dolayısıyla bütün dünyayı yurt olarak edinmeyen bir ulus, ulusal kurtuluşunu ve inşasını tamamlayamamış bir ulustur. Modern dünyanın ötesinde sosyalist dünyada uluslar kendilerini tüm insanlığın ortak kurucu unsurları olarak kavrayabildikleri oranda teker teker uluslar olarak da kurabilir ve kurtulabilirler.

İşçiler ve insanlığın geleceği

Modern dünyanın hâkim taşıyıcı güçlerinin sunabileceği rekabet, yayılmacılık ve savaştır. Modern dünya kuruluş aşamasında perspektifinde olan insanlık perspektifini ve hümanizmi yük olarak görüp artık tamamıyla bir tarafa atmıştır. İnsanlığın kurtuluşu artık ancak herhangi bir yurdun aktüel olarak sahipleri olmadıkları için tüm dünyayı insanlığın ortak yurdu olarak kavrama potansiyellerine sahip işçilerin eseri olabilir. İşçiler artık yoktur, işçi sınıfı diye bir şey yoktur gibi iddialar bir safsatadan başka bir şey değildir; çünkü üretim karşılığında emek gücünü satmak zorunda olan son işçi bile olsa, varolduğu sürece içiler ve işçi sınıfı vardır. Ancak tüm dünyanın işçileri hep beraber kendilerini ve aynı zamanda insanlığı kurtarabildikleri oranda modern ulus devletlerin kurulmasıyla yarım kalan ulusların kendilerini özgür halklar olarak inşasını tamamlayabilirler.

İşçilerin yurtseverliğinin anlamı ve sosyalizm ülküsü

Tüm dünyayı hep beraber kazanmış ve halkları özgür uluslar olarak kurmuş olan işçiler bireylerini aynı zamanda insan bireyi olarak yetiştirmenin ortak koşullarını da yaratmış olurlar. Böylece tüm dünya işçilerinin yurdu sadece üzerinde ulus devletlerin kurulduğu kara parçası olamaz. Bugün uluslararası göçler nedeniyle oluşan yeni durumda tüm ulusların ortak istinadı bir kara parçası olmaktan çıkıyor, bütün dünya olmaya başlıyor. Be nedenle bir kara parçasıyla ilişkili ortak toprak birliği uluslar için bağlayıcılığını giderek yitiriyor, insanlığın içinde ortak tarih, kültür, edebiyat ve sanat, ortak hafıza ve dil daha bağlayıcı olmaya başlıyor. Bu bakımdan işçilerin yurtseverliği emperyalist işgale, talana, yağmaya ve istilaya karşı savundukları bir toprak parçasıyla sınırlı olamaz. İşçilerin yurtseverliği tüm dünyayı ve tüm insanlığı sahiplenen bir yurtseverlik olmak zorundadır.
İşçilerin ortak yurdu aynı zamanda tüm dünyadır. Sosyalizm, bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki tahakkümü, bir ulusun diğer bir ulus üzerindeki sömürüsü ve baskısı, erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyeti ve nihayetinde bireyin birey tarafından sömürüsü son bulduğu oranda mümkün olacaktır.
Burada sosyalizmi yukarıda betimlediğim anlamda özgür halkların hep beraber oluşturdukları özgür insanlığı olarak, özgür halkların ortak örgütlenmiş hali olarak kavramak gerekiyor.

Etiketler: halk, işçiler, marx, ulus, vatan
Doğan Göçmen 19 Temmuz 2025
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Yazar: Doğan Göçmen
Takip Et
Prof. Dr., Hamburg Üniversitesi’nde felsefe ve sosyal bilimler okudu. Dünyanın önde gelen üniversitelerinden olan Edinburg Üniversitesi’nde mülkiyet ve siyaset ilişkisini inceleyen bir yüksek lisans ve ahlak ve iktisat ilişkisini inceleyen bir doktora tezi yazdı. Türkçe, İngilizce, Almanca ve Rusça akademik yazıları yayınlanmış olan Doğan Göçmen’in Adam Smith üzerine bir İngilizce kitabının yanında “Modern Felsefe, Adam Smith, Hegel ve Karl Marx” adlı bir Türkçe kitabı yayınlanmıştır. Yakında yeni bir Türkçe kitabı daha yayınlanacak olan Göçmen evli ve iki çocuk babasıdır. Doğan Göçmen, 2012 yılından beri Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde felsefe dersleri vermektedir. Özellikle modern felsefe, pratik felsefe, Aristoteles, Adam Smith, Klasik Alman Felsefesi, Karl Marx, Husserl ve Wittgenstein çalışmaktadır.
Önceki Yazı Organ naklinin geleceği laboratuvarlarda mı?
Sonraki Yazı Mendel’in yeniden keşfi: Hugo de Vries

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

“İnsanlığın orta malı” para: Ricardo, Keynes, Marx

Paranın işlevlerindeki değişmenin, kapitalizmin ve iktisadi düşüncenin tarihinde ne tür değişmeler yarattığına bakmakta yarar var.

İktisadın Geçmişi ve Bugün
9 Ekim 2025

David Ricardo: Kapitalist sermaye birikimi

Ricardo’nun bugün de hâlâ yaşayan düşüncesi, kapitalist sermaye birikiminin sorunsuz bir biçimde işleyemeyeceği, özellikle sınıf mücadelesi yüzünden eninde sonunda yavaşlayıp…

İktisadın Geçmişi ve Bugün
10 Eylül 2025

İki tarz-ı iktisat: Oikonomikos ve Katalaksi

Yerleşik iktisat, bütün matematiksel ya da teknik görünümüne karşın, “bilim” kisvesi altında aldatma işlevini ya da Engels’in deyişiyle “yanlış bilinci”…

İktisadın Geçmişi ve Bugün
11 Ağustos 2025

Açlıkla büyüyen estetik

Dayatılan toplumsal güzellik normları sağlıklı bir kadın bedenini değil; metalaştırılmış, hem ruhsal hem fiziksel olarak tüketilmiş bir kadın bedenini vurguluyor.

FelsefePsikiyatriPsikoloji
2 Temmuz 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?