Savaşlar, insanlık tarihinin en korkunç olaylarıdır. Binlerce, hatta milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan bu arbede, gerisinde büyük bir yıkım bırakmaktadır. Ancak çoğu zaman göz ardı edilen bir gerçek vardır. Savaşın kazananı yoktur, sadece daha az kaybedeni ve daha çok kaybedeni vardır. Peki, kayıplarını en aza indiren taraf bunu nasıl başarır: Elbette ki strateji bilerek ve düşmanından daha bilgili olarak. Galip olan, bilime ve çağının teknolojisine hâkim olan taraftır. Böylece rakibinin hamlelerini boşa çıkartarak zaferi garantiler.
Amine Zeynep Çekiç
Günümüzde ve geçmişte savaşlara bakıldığında, daha az kaybın ve daha fazla kazancın bilim insanlarına sahip olan tarafa ait olduğu net bir gerçektir. Bilime ve bilim insanlarına önem veren taraf, savaşta daha az zarar görendir. Bu nedenle bilim ve savaş arasında doğrudan bir ilişki vardır.
Bilim savaşları kazandırır; savaşlar ise bilime yapılan yatırımları artırarak bilimi geliştirir. Bundandır ki, kendinden söz ettiren tarihî figürler arkasına bilimi dayamıştır. Ne kadar kanlı bir amaca hizmet etmiş olsa da günümüz modern insanı, savaş teknolojileri sayesinde bugünlere gelmiştir.
Günümüzde ve geçmişte savaşlara bakıldığında, daha az kaybın ve daha fazla kazancın bilim insanlarına sahip olan tarafa ait olduğu net bir gerçektir.
Pek çoğunun hayatını alan savaş, sağlık sektörünü geliştirdi
Savaş yalnızca silahlarla kazanılmaz. Aynı zamanda, askeri sağlıklı olan taraf kazanır. Sağlık alanındaki pek çok gelişme de yine savaş dönemlerinde yapılmıştır.
1928 yılında Alexander Fleming, penisilini keşfetti. Bu keşif uzun yıllar göz ardı edilse de I. Dünya Savaşı sırasında, ABD ve İngiltere öncelikli olmak üzere askerleri korumak için penisilin üretimine yatırım yapıldı. Böylece günümüz antibiyotiklerinin temeli atılmış oldu.
Doktorlar, savaşta ölen insanların cesetlerini kadavra olarak kullanabilmişlerdir.
Rönesans döneminden itibaren savaş alanındaki cesetler kadavra olarak kullanıldı. Bu durum, insan anatomisi hakkında pek çok bilgiye erişmemizi sağladı.
Özellikle II. Dünya Savaşı, tarihin belki de en karanlık ama aynı zamanda bilimsel gelişmelerin en hızlı yaşandığı dönemidir.
Aynı zamanda askerleri, dönemin viral hastalıklarından ve ciddi yaralanmalardan korumak gerekmektedir. Aşıların temelleri de aynı şekilde savaş dönemlerinde ve büyük komutanların destekleriyle atılmıştır.
1796’da Edward Jenner, çiçek aşısını geliştirdi. Bu sayede Napolyon tarafından ödüllendirilmiştir. Tarihte ilk kez zorunlu aşılama burada yapıldı. 19. yy sonlarında Pasteur, kuduz aşısı geliştirerek hem askerî hem de sivil pek çok insanın hayatını kurtardı. Avrupa’nın sömürgeci askerî yapısı bu aşı sayesinde başarıya ulaştı.
Kısacası, savaş dönemlerinde ortaya çıkan tıbbi ihtiyaçlar, bilimi harekete geçirdi. Bugün hâlâ kullandığımız pek çok tedavi ve koruma yönteminin temelini oluşturdu.
Öldürmek için kullanılan bilim
Savaş, yıkım ve acı dolu sonuçlarının yanında, bilimin yönünü ve hızını radikal biçimde değiştiren dönemlerden biri olmuştur.
Özellikle II. Dünya Savaşı, tarihin belki de en karanlık ama aynı zamanda bilimsel gelişmelerin en hızlı yaşandığı dönemidir. Hitler’in emriyle geliştirilen V-2 roketleri, Londra’ya saldırı amacıyla üretilmiş olsa da savaş sonrasında bu teknolojiler geliştirilerek NASA’nın roket sistemlerinin temeline dönüştü. Böylece uzay, insanlık için yalnızca bir hayal olmaktan çıktı ve Soğuk Savaş’ın doğurduğu uzay yarışları, Ay’a ayak basılması gibi çığır açıcı gelişmelere zemin hazırladı.
Ne kadar kanlı bir amaca hizmet etmiş olsa da günümüz modern insanı, savaş teknolojileri sayesinde bugünlere gelmiştir.
Savaş sırasında hız kazanan nükleer silah yarışı ise atom bombasının yıkıcılığıyla sonuçlanmış; ancak nükleer teknolojinin barışçıl kullanımına dair bilimsel altyapıyı da oluşturmuştur.
Soğuk Savaş döneminde ise ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki bilimsel rekabet, yalnızca savunma teknolojilerinde değil; bilgisayar, uydu iletişimi, tıp ve malzeme bilimi gibi birçok alanda bugünkü teknolojilerin temelini atan buluşları beraberinde getirmiştir. Tüm bu ilerlemeler, savaşın kendisinin değil; onun doğurduğu zorunlulukların ve korkunun bilimi nasıl itici bir güce dönüştürdüğünün kanıtıdır.
Çünkü bilimsel gelişim, artık yalnızca kalkınmanın değil, ulusal güvenliğin de temel taşıdır.
Bugün gelişmiş ülkeler, toplumlarını korumak ve savaş riskini en aza indirmek için askerî gücün ötesine geçerek bilime, teknolojiye ve Ar-Ge’ye büyük yatırımlar yapmaktadır. Çünkü artık savaşın seyri, savunma sistemleri, yapay zekâ algoritmaları, siber güvenlik teknolojileri ve ileri mühendislik çözümleriyle şekillenmektedir. Günümüzde yaşanan İran-İsrail gerilimi, bu gerçekliği bir kez daha acı bir şekilde gözler önüne sermektedir. İsrail’in İranlı nükleer fizikçilere yönelik suikastları, yalnızca bir ülkenin bilim insanlarını hedef almakla kalmamış; aynı zamanda o ülkenin bilimsel ilerlemesini, teknolojik kapasitesini ve stratejik bağımsızlığını da doğrudan hedef almıştır. Çünkü bilimsel gelişim, artık yalnızca kalkınmanın değil, ulusal güvenliğin de temel taşıdır. Bu nedenle, bizlerin de güçlü ve bağımsız bir ülke olabilmesi, ancak bilim insanlarına değer veren, özgür araştırma ortamı sağlayan ve bilime sistematik yatırım yapan bir topluma dönüşmemizle mümkündür.
Kaynakça
[14/7 12:59] Zeynep: Kristen D. Burton, PhD. “II. Dünya Savaşı’nın Bilimsel ve Teknolojik Gelişmeleri” https://www.nationalww2museum.org/war/articles/scientific-and-technological-advances-world-war-ii
[14/7 13:03] Zeynep: Altuntaş, M. (2023). Savaşların teknolojik gelişmelere etkisi: Antik dönemden günümüze bir bakış. TESAM Akademi Dergisi, 10(1), 195–212. https://doi.org/10.5281/zenodo.7967087
[14/7 13:06] Zeynep: Kemiksiz, N. N. (2022). İkinci Dünya Savaşı’nda bilimsel ve teknolojik istihbarat. TESAM Akademi Dergisi, 9(2), 621–647. https://doi.org/10.30626/tesamakademi.1164131
[14/7 13:09] Zeynep: Da Mota Gomes, M. (2021). Louis Pasteur and Dom Pedro II engaged in rabies vaccine development. Journal of Preventive Medicine and Hygiene, 62(1), E231–E236. https://doi.org/10.15167/2421-4248/jpmh2021.62.1.1631

