Bilişsel evrim ile teknolojik gelişmelerin etkileşiminin, insanların düşünme yetenekleri ve bilgi işleme süreçleri üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğunu görüyoruz.
Yazarlar: Klinik Psk. Derin Kubilay / Doç. Dr. Alişan Burak Yaşar
Taş tekerden dört nala koşulara, kara buharı tüten lokomotiflerden bulutlar üzerindeki demir kuşlara uzanır insanlığın yolculuğu. Dumanla haberleşme, yerini posta güvercinlerine bırakırken bir dönem sonra çevirmeli telefonlar akıllı telefonların ataları haline geldi. Daktilolar klavyelere, odalara sığmayan bilgisayarlar cep çantalarına sığabilen iPad’lere dönüştü. 35. yaşını kutlayan internet ise teknoloji dünyasının henüz genç evlatlarından denilebilir! İnsanlar arasındaki iletişimsel mesafeyi ortadan kaldıran internetin doğuşu ile teknoloji her geçen yıl yeni fikirler üretiyor, icatlar doğuruyor ve sosyal değişimler yaratıyor. Peki, geçmişten beslenip bugünü yoğuran teknoloji geleceği nasıl şekillendiriyor?
Teknoloji sayesinde bilimsel araştırmalarda hız kazanarak tıbbi gelişmelere imza atıyoruz ve hastalıklarla daha büyük bir kuvvetle mücadele ediyoruz. Yedi kıtayı birbirine bağlayarak farklı kültürlerle iletişime geçiyor, ortak projeler yapıyor, kültürel bariyerleri beraber aşıyoruz. Bilişsel evrim, insanların düşünme, problem çözme ve öğrenme yeteneklerinin evrimsel bir perspektifini inceleyen bir alandır. Ancak teknolojik gelişmeler, bu evrimsel süreci tamamen yeni bir boyuta taşıyor. İnsanlar artık bilgiyi hızla paylaşabilir, iletebilir ve depolayabilir hale geldiler. Böylece bilgiye erişim ve öğrenme süreçleri hızla arttı. Teknolojinin bu biyolojik evrimden ayrılmasının en belirgin sonuçlarından biri, insanların hızla büyüyen bir veri havuzuna erişimini ve bu verileri işlemesini sağlamasıdır. Tek bir tıkla saniyeler içerisinde ihtiyaç duyduğumuz bilgiye ulaşıyor, bilginin gerek alıcısı gerek sağlayıcısı olabiliyoruz. Böylece teknolojik evrim, biyolojik evrimin çok ötesine geçerek insanlığın yaşamında devrim niteliğinde bir değişim yaratmış oluyor. Biyolojik evrim, insanların fiziksel özelliklerini binlerce yıl süren bir süreçte değiştirirken, teknolojik evrim, insanın zihinsel yeteneklerini ve toplumsal ilişkilerini aniden dönüştürüyor. Maslow’un hiyerarşisinde fizyolojik ihtiyaçlardan bir sonra gelen güvenlik ve güvende olma ihtiyacı; siber kodlarla, demir kapılarla, hassas alarmlarla karşılanıyor. İnternet, dijital cihazlar ve yapay zekâ, bilgiye erişimdeki bu devrimi tam gaz destekliyor. Bu bağlamda, bilişsel evrim ile teknolojik gelişmelerin etkileşiminin, insanların düşünme yetenekleri ve bilgi işleme süreçleri üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğunu görüyoruz.
İnsanlar artık dünyanın dört bir yanındaki bilimsel makalelere, verilere ve bilgilere hızla erişebiliyorlar. Ekonomik yükselişlerden doğal afetlerin yıkıcı gücüne, insan elinden çıkma hadiselerden magazinsel skandallara dek her bir haber saniyeler içerisinde yayılabiliyor. Tüm dünya elimizde tuttuğumuz 200 gramlık aygıt ile bize ulaşıyor. Eskiden ağzımız açık bir şekilde bilim-kurgu filmlerinde izlediğimiz yapay zekâ ve sanal gerçeklik, son yıllarda bizi epey bir şaşırtarak gelişmeye devam ediyor. 1968 yılında çekilen 2001 Uzay Yolu filminde ismi HAL olan yapay zekânın becerilerine hayran kalmıştık; 2024 yılında ise yapay zekâ bir uzay mekiğinden evlerimize taşınarak günlük işlerimize yardımcı olmaya başladı. Matematik problemlerinden politik görüşlere, yaratıcı yazılardan sıfırdan bir görsel üretmeye değin bilgi ve becerileri her geçen gün daha da artıyor. İnsanlık, gerçeklikten sanal gerçekliğe adım atıyor; metaverse[1] ile kendi kurguladığımız hayatı yaşayabiliyor, sanal gerçeklik gözlükleri ile adeta oyunların içine giriyor, filmlerin bir karakteri olabiliyoruz. Gerçek bir insandan ziyade, oluşturduğumuz bir avatar ile bu dünyayı deneyimliyoruz. Bir diğer yandan, teknolojinin belki de en göz kamaştırıcı kızı olan süslü Sosyal Medya ise adeta psikolojik bir devrim! Aşk mektuplarından ilişki uygulamalarına, mahalle buluşmalarından “arkadaşlık istekleri”ne uzanan ilişkisel bir dönüşümden bahsediyoruz. Lügatımıza bile yeni sözcükler eklendi: Beğen, yorum yap, paylaş! Facebook ile ilkokul sıra arkadaşımızı yeniden bulup hayatındaki son gelişmeleri yakından takip ettik. Twitter bazen herkesin okuyabileceği bir günlük oldu, bazense global olaylar için çıkardığımız ses oldu. Instagram, raflarda tozlanan fotoğraf albümlerini dijital ortamda yeniden canlandırdı. İş başvuruları, yemek siparişleri, kıyafet alışverişleri dijitalleşti; hatta yeni arkadaş ve olası romantik partnerler bile sosyal medyada kendine bir yer buldu. Teknoloji; çevremizdeki dünyayı bu denli etkilerken, içimizdeki dünyaya nasıl dokunuyor?
Son on yıla baktığımızda iş hayatımız ufak adımlarla ofislerden evlere taşınmaya başlamıştı: Öncesinde yalnızca serbest çalışanlar (Freelance) kendilerine kafeleri mesken edip gereken görevleri yerine getiriyordu. Daha sonrasında hayatımıza giren pandemi gerçeği ile beraber çevrimiçi iş ve meslek yelpazesi genişlemeye başladı; öyle ki, fiziken sahada bulunması gerekmeyen herkes tek tek evlerini ofisleştirdi. Çevrimiçi platformlar yeni bir çağ açtı; ister ulusal ister uluslararası müşterilerle yapılan işler için önemli bir araç oldu. Öğrenim sınıf tahtalarından televizyondaki ders kanallarına geçti, psikoterapi klinik odalarından çalışma odalarına taşındı, takım elbiseler yerini pijama takımlarına bıraktı. Akbil sesleri azaldı, yemek sıraları kısaldı, kravat devri bitti. Her ne kadar çevrimiçi çalışmak bireye kolaylık sağlasa da içsel dünyamızda aynı zamanda derin bir izolasyona da yol açtı. Ofis, yalnızca çalışıp para kazandığımız bir yer değil, aynı zamanda iş arkadaşlarımızla konuşup sosyalleştiğimiz de bir mekândır. Kahve araları, sigara molaları, iş çıkışı etkinlikleri aslında paylaşım alanlarıdır. Ekip arkadaşları ile birlikte yapılan ortak projeler, paylaşılarak yükü azaltılan stresli duygulanımlar ve iş dışı keyifli etkinlikler kişilerarası ilişkileri derinleştirerek geliştirir. Çalışanların bir organizasyona aidiyet hissi, meslektaşları ve yöneticileriyle günlük sosyal etkileşimleri gibi kaynaklar aracılığıyla oluşturulur1. Uzaktan çalışmaya geçiş, destek ve geri bildirim de dâhil olmak üzere pek çok sosyal etkileşim fırsatını azaltmıştır2. Bu izolasyonun etkileri, Baumeister ve Leary’nin 1995 yılında önerilen aidiyet hipotezleri üzerine kurularak incelenebilir3. Bu teoriye göre, insanların içsel motivasyonu, kişilerarası ilişkiler kurmak ve sürdürmek için vardır. Sıklıkla diğer insanlarla temas kurmak, aidiyet hissini kolaylaştırmak ve ilişkileri geliştirmek için kullanılır4. Bu yüzden çevrimiçi çalışmanın her ne kadar hayatımızda kolaylaştırıcı etkileri olsa da, uzun vadede ruh sağlığımızı olumsuz etkileyen tarafları olduğu da yadsınamaz.
Günümüzde teknolojinin en büyük etkilerinden biri de hepimizin hayatını bir ağ misali saran sosyal medya platformlarıdır. Bu platformlar, insanların birbirleriyle etkileşime girerek kendi özel hayatlarından kareler paylaştığı, fikirlerini yaydığı, yeni kişilerle tanışarak sosyal ağlarını geliştirdiği yerlerdir. Sosyal medya ile iş dünyasında kişilerin yeni işlere ulaşarak kariyerlerini geliştirmesinden tutun, şirketlerin reklamlarını ve ürün satışlarını gerçekleştirmesine kadar maddi kazançlar elde edilmektedir. Küresel olaylarda politikacıların yazdıkları bir cümle, paylaşılan bir fotoğraf veya çekilen tek bir video bile milyonlarca kişi tarafından okunabiliyor, paylaşılabiliyor ve önemli kararlara yön verebiliyor. Tabii, sosyal medya yaratım getirdiği kadar yıkım da getiriyor. Özellikle ergenlik ve genç yetişkinlik döneminde görülen zorbalık, okullardan sosyal medyaya taşınarak “siber-zorbalık” denilen bir istismara dönüştü. Siber-zorbalık, internet üzerinden kişiye dair zararlı materyaller göndererek ve yayınlayarak çeşitli sosyal saldırganlık biçimleri göstermek ve bu yolla başkalarına karşı acımasız olmak şeklinde tanımlanmıştır5. Amerika’daki Siber-Zorbalık Araştırma Merkezi’nin son 20 yılda 30.000’den fazla öğrenciden topladığı verilere göre 2023 yılında öğrencilerin %54’ü zorbalık veya siber-zorbalığa maruz kalmıştır6. Siber-zorbalığa uğrayan bireylerde depresif belirtiler daha fazla ortaya çıkmaktadır; bunun sebebi bu durumun sosyal ilişkileri olumsuz etkileyerek onları dışlanma ve yalnızlığa itmesidir. Stres, kaygı ve depresif belirtileri arttıran bir diğer olgu da sosyal medyanın hem kendilik hem de beden algımızı olumsuz etkilemesidir7. Sosyal medya aslında bir illüzyondur; hayatlarımızın en pembe, şekerli, gülücüklü taraflarını paylaşırız: En romantik akşam yemekleri, sayısız filtreden geçen pürüzsüz pozlar, yeni geçilen iş pozisyonları, denenen yeni tatlar, gösterişli kutlamalar ve pek çok eğlenceli kare… Halbuki o yemek öncesi edilen küçük tartışmadan iz yoktur, filtresiz pozlar silinmiştir, o pozisyona gelene dek girilen onlarca mülakattan söz edilmez. Bu denli “kusursuz” paylaşımlar girdabında boğulduğumuzda ise kendi hayatımızı kıyaslar ve kendimizi daha eksik, yetersiz, değersiz ve “kusurlu” hissederiz. Kendilik algısına ek olarak, sosyal medyada uzun süre vakit geçiren kadınların daha zayıf olma arzusu, incecik kadınları idealize etmesi, bedenlerinde memnun olmadıkları yerleri değiştirmek istemeleri ve sağlıksız bir diyete başlamaları da beden algılarındaki bozulmalara işarettir8. Bu kadar uzun vakit geçirmek bağımlılığa da sebep olmaktadır; öyle ki, Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (DSM-5) “İnternet Oyun Oynama Bozukluğu” adı altında bu bağımlılığı son baskısına koymuştur. Erkeklerin kadınlara göre 3 kat daha fazla bu davranışsal bağımlılığı gösterdiği göz önüne alındığında gerek sosyal medyanın gerekse gelişen oyun dünyasının ruh sağlığımıza olan etkilerini görebiliriz9. Video oyunlarının bireylerde ortaya çıkardığı öfkeye dayalı pek çok çalışma vardır. Düşünün ki sanal gerçeklik ile oyuncular yalnızca bu görüntüleri görmekle kalmıyor, bu görüntülerin bizzat içine giriyorlar. Oyuncuların bu karakterler ile özdeşleşerek daha düşmancıl düşüncelere kapıldığını ve öfke yoğunluğunun arttığını görüyoruz10. Yapay zekâ ise öğrencilerin çeşitli problemleri çözmek ve ödevlerini yapmak için AI sistemlerine çok bağımlı olarak eleştirel, yaratıcı ve bağımsız düşünme becerileri olumsuz etkileyebiliyor11. Nobel ödüllü Stephen Hawking yapay zekânın geliştirilmesinin insanlık tarihinin en büyük başarısı olduğunu; ancak riskleri görmezden geldiğimiz takdirde son başarısı olacağını söylemiştir.
En başa dönersek; insanlık hangi noktaya ilerliyor? Elbet teknoloji doğru kullanıldığında ekonomik kalkınmalara, çevresel çözümlere, tıbbi gelişmelere, birlik ve beraberliğe bizi götürebilir. Şüphesiz teknolojik evrim biyolojik evrimin önünde giderek insan yaşamını kökten değiştirmiştir. Bu değişim hem büyük fırsatlar hem de yeni zorluklar sunmaktadır. İnsanlık olarak bu teknolojik dönüşümü doğru bir şekilde yönlendirmek ve insanın zihinsel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için daha fazla araştırma ve çaba gerekmektedir. Ancak teknolojiye bağımlı hale geldiğimizde yahut bu aracı zarar verici emeller doğrultusunda kullandığımızda başta ruh sağlığımız olmak üzere pek çok meselede bizi ters istikamete de taşıyabilir. Belki de sorulması gereken asıl soru direksiyonun başında kim olduğudur.
Referanslar
- Golden, T. D., Veiga, J. F., & Dino, R. N. (2008). The impact of professional isolation on teleworker job performance and turnover intentions: Does time spent teleworking, interacting face-to-face, or having access to communication-enhancing technology matter? Journal of Applied Psychology, 93(6), 1412–1421. https://doi.org/http://dx.doi.org/10.1037/a0012722
- Hwang, T., Rabheru, K., Peisah, C., Reichman, W., & Ikeda, M. (2020). Loneliness and social isolation during the COVID-19 pandemic. International Psychogeriatrics, 32(10), 1217–1220. https://doi.org/https://doi.org/10.1017/S1041610220000988
- Baumeister, R. F., & Leary, M. R. (1995). The need to belong: Desire for interpersonal attachments as a fundamental human motivation. Psychological Bulletin, 117(3), 497–529. https://doi.org/https://doi.org/10.1037/0033-2909.117.3.497
- Van Zoonen, W., & Sivunen, A. E. (2022). The impact of remote work and mediated communication frequency on isolation and psychological distress. European Journal of Work and Organizational Psychology, 31(4), 610-621.
- Willard, N. (2007). Educator’s guide to cyberbullying and cyberthreats. Retrieved from http://www.cyberbully.org/ cyberbully/docs/cbcteducator.pdf
- Patchin, J. W. (2023, October 4). Cyberbullying continues to rise among youth in the United States. Cyberbullying Research Center. https://cyberbullying.org/cyberbullying-continues-to-rise-among-youth-in-the-united-states-2023
- Gámez-Guadix, M., Orue, I., Smith, P. K., & Calvete, E. (2013). Longitudinal and reciprocal relations of cyberbullying with depression, substance use, and problematic internet use among adolescents. Journal of adolescent health, 53(4), 446-452.
- Fardouly, J., & Vartanian, L. R. (2016). Social media and body image concerns: Current research and future directions. Current opinion in psychology, 9, 1-5.
- American Psychiatric Association. (2013). Diagnostic and statistical manual of mental disorders (5th ed.). https://doi.org/10.1176/appi.books.9780890425596
- Chang, S. M., Hsieh, G. M., & Lin, S. S. (2018). The mediation effects of gaming motives between game involvement and problematic Internet use: Escapism, advancement and socializing. Computers & Education, 122, 43-53.
- Lavoie, R., Main, K., King, C., & King, D. (2021). Virtual experience, real consequences: the potential negative emotional consequences of virtual reality gameplay. Virtual Reality, 25, 69-81.
- Eastgate Software. (2023, December 15). 10 potential negative effects of AI in education. Eastgate Software. https://eastgate-software.com/10-potential-negative-effects-of-ai-in-education/
[1] Sanal Evren. Sanal ve artırılmış gerçeklik cihazları aracılığıyla kalıcı çevrimiçi 3 boyutlu sanal ortamları destekleyen, İnternet’in varsayımsal bir yinelemesidir.