Mathis Bitton felsefe ilerliyor iddiasını üç başlıkta inceliyor.
Yazan: Mathis Bitton
Çeviren: Okan Nurettin Okur
Felsefenin bilimin aksine bilgiyi biriktiremediği, dolayısıyla ilerleyen bir alan olmadığı çok sık söylenir. Fakat ilerlemenin sadece keşiflerin biraraya gelmesi olarak anlaşılması yanlıştır. Bilimde bile ilerleme, teorilerin lineer olarak birbirine eklenmesiyle değil; tartışmalar, yeniden tanımlamalar ve devrimlerle devam eden bir süreçtir. Ayrıca insan bilimleri de lineer ilerleme fikrine karşı çıkar. Durkheim’dan Weber’e, Saussure’den Chomsky’ye sosyoloji, dilbilim hatta psikanalizde ilerleme ne lineer ne de yığılmacı bir seyir izler. Daha çok analitik tekniklerin, yorumların ve düşüncelerin geliştirilmesi şeklinde kendini gösterir. Benzer bir durum felsefe için de geçerli olabilir. Felsefe önceki düşüncelerin geçersiz olduğunu hatta birgün geçersiz olabileceğini dahi düşünmez. Hâlâ Tanrı kavramı üzerine felsefe yapılır fakat önceki filozoflar gibi değil. Bu iki durumu göstermektedir: Felsefî soruşturmalar tarih ötesidir ve aynı zamanda sürekli güncellenmektedir. Felsefî ilerlemenin üç farklı yolundan söz edilebilir. Felsefe dışı gereklilikler bağlamında felsefî ilerleme, toplama ve biriktirme yoluyla felsefî ilerleme, diyalektik içselleştirme ve dışsallaştırma yoluyla felsefî ilerleme. Bu üç düşünceyi de kısaca anlatmak istiyorum.
1. Felsefe dışı gereklilikler bağlamında felsefî ilerleme
Felsefî ilerlemeyi inkâr etmenin ilk yolu bilimin ve tarihsel gelişmelerin felsefeyi etkilemediği düşüncesidir. Fakat etkilerler. Henri Bergson felsefî çıkarım ve metafizik düalizm arasında bir benzetme yapar: Felsefenin bedeni ve ruhu vardır. Bedeni, bir dizi fikrin formülasyonu, tarihsel etkiden, bağlamdan, dönemden hatta dilden oluşur. Ruhu veya ideanın kendisi ise Gilles Deleuze’ün deyimiyle ilkel bir sezginin tezahürüdür. Yani bambaşka bir zamanda ya da mekânda da aynı fikrin, farklı bir tarzda da olsa dile getirilebileceğini düşünür. Felsefenin tarih ötesi olduğunu savunan bu görüş felsefî ilerlemeyi mümkün görmeyecektir. Fakat bu durumda Bergson ve Deleuze iç benliği aynı kabul ederken; bağlamı, benliği çevreleyen kültürel değişimi ihmal etmektedir. Bu durum felsefenin ulaşmak istediği gerçeğin geçici, yerel veya yanıltıcı olduğu anlamına gelmez. Felsefe evrensel olana yönelir fakat bunu tarih içinde ve tarih boyunca yapar. Böylece felsefe dışı alanlardaki gelişmelerin felsefeyi etkilediği kabul edildiğinde paralel bir ilerleme söz konusu olacaktır. Şimdi iki filozofun insanlığın durumunu merak ettiğini varsayalım. Birisi dünyayı dolaşıp bilimsel bir bakış açısı kazanmış, diğeri ise üniversitenin felsefe bölümünden dışarı hiç çıkmamış olsun. Diğer bütün şartlar eşit olduğunda ilk örneğin daha yararlı teoriler geliştireceği rahatlıkla söylenebilir. Zira deneyim aracılığıyla daha fazla bilgi edinmiş ve belki sosyal ve kültürel etkileri daha derinlikli olarak anlayabilir. Daha geniş bir bilgi temelinin, daha iyi fikirlerin geliştirilmesiyle sonuçlanması gerekmez, fakat felsefî problemlerin ifade edilmesini sağlayabilir. Jean-Paul Sartre’ın İkinci Dünya Savaşı sonrası yazıları 1939 öncesindekilerden çok farklıdır. Çünkü bu savaş filozofun hayata, olgulara bakışını tamamen etkilemiş, yeni sorgulamalar yapmasına sebep olmuştur.
Bilimsel, sosyal, politik her türlü devrime felsefî bir gelişme eşlik eder. Kopernik insanın evrendeki yerine ilişkin algımızı değiştirirken Darwin insanın doğadaki yerini, Einstein uzay ve zaman kavrayışımızı etkiledi. Elbette tarihsel evrim felsefî ilerleme anlamına gelmez. Daha ziyade kolektif deneyimlerimiz bilgi ve düşüncelerimizi şekillendirir, bu da felsefî ilerleme için felsefî olmayan bir motivasyon sağlar.
Sanayi Devrimi Marksizmi yaratmamıştır ya da Marksizmle sonuçlanmamıştır, fakat bu doktrinin daha önce ortaya çıkması imkân dâhilinde değildi. Dolayısıyla Sanayi Devrimi sosyal ilişkileri değiştirmiş olsa da aynı zamanda filozofların bakış açılarını, sorunları ele alış biçimlerini de etkilemiştir. Bu durum İsviçreli psikolog Jean Piaget’in felsefî ilerlemenin bilimsel ve tarihsel ilerlemeye bağlı olduğu gerekçesiyle ilerleme olarak değerlendirilemeyeceği iddiasını da geçersiz kılmaktadır. Piaget iddiasında Descartes’ın epifiz bezi teorisini kullanır (epifiz bezi Descartes’a göre zihinle bedenin bağlantı yeridir). Bu teorinin tarihsel önemi olmakla beraber artık felsefî ve bilimsel olarak hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Fakat bu teori yakından incelendiğinde aslında felsefî bir tez olmadığı, beden ruh ilişkisine dair felsefî bir teoriyi desteklemeye yönelik fizyolojik bir teori olduğu görülecektir. Dolayısıyla bu fizyolojik teorinin bilimsel gelişmelerle beraber çürütülmüş olsa da, ruh-beden düalizmini soruşturan felsefî teoriyi ancak felsefî düşünüş ile çürütmek mümkündür. Felsefî problemlerin, düşüncelerin tarihsel, kültürel bağlamda meydana geldikleri için bilimsel, tarihsel gelişimden etkilendikleri açıktır. Dolayısıyla felsefe dışındaki alanlarda meydana gelen gelişmeler felsefî bağlamda mevcut felsefî çerçeve içinde çözülemez toplumsal, metafizik, epistemolojik gerilimlere yol açar. Bu yüzden kaçınılmaz olarak felsefî ilerleme söz konusudur. Çünkü filozofların sorduğu sorular içinde yaşadıkları sürekli gelişen kültürün bir ürünüdür.
2. Toplama ve biriktirme yoluyla felsefî ilerleme
Felsefe sadece toplumsal ve entelektüel çevresiyle ilişki hâlinde değil, aynı zamanda kendisiyle de ilişki içindedir. Felsefe kendi tarihini de sorunsallaştırır. O halde felsefenin kendini sorunsallaştırıp bilgi kaynağı haline getirmesi dahi kademeli bir ilerlemedir. Felsefenin tarihiyle temel bir ilişkisi olduğu tezi Hegel tarafından Tinin Fenomenolojisi‘nde (1807) savunulmuştur. Bu tarih sadece doktrinlerin ardışık olarak geldiği bir süreç değil, teorilerin birbirine karşı çıktığı, daha sonra bir üçüncü teorinin oluşturulup ilerlemenin sürdüğü diyalektik bir süreçtir. Hatta Hegel ilerlemenin felsefe için yapısal bir özellik olduğunu, kendi kendine var olan aşkın Logos’a itaat eden akıl zincirinin bir parçası olduğunu ileri sürmüştür. Hegel’in rayonellik tanrısı fikrini kabul etmemiz gerekmiyor fakat onun felsefe vizyonu çok önemli bir paradoksu ortaya koyuyor. Paradoks genelleştirilebilir. Felsefe tarihinin bir mantığı, yönelimi ve zorunluluğu vardır. Ancak hiçbir filozof bu özellikleri, bizzat kendisi de o tarihin içinde olduğundan tanımlayamaz. Bu sorun Sartre tarafından Diyalektik Aklın Eleştirisi‘nde (1960) ele alınır. Ona göre tarih, önceden yaşanılanların bir toplamı olduğundan tarihin yönünü tahmin etmek imkânsızdır. Çünkü bu tahmin başkaları tarafından bütün hâlinde toplanacak, sonra da onların tahminleri başkaları tarafından toplanacaktır. Dolayısıyla tarihin yönü bireyler tarafından belirlenir (çoğunlukla bütünlükten arındırma veya yapısöküm süreciyle). Öyle ki sizin tarihi inşâ etme süreciniz başkalarının inşâ sürecine karışır ve bunlar sonra yeniden bütünleşir. Bütün bunlar göstermektedir ki felsefe tarihinin kesin bir yönü olduğu tamamen keyfi bir varsayımdır. Yani felsefî ilerleme herhangi bir özel hedefe doğru ilerliyor denilemez. Bununla birlikte biriktirilmiş bilgi olarak tanımlanabilir. Bu anlamda ilerleme felsefenin elbette bir parçasıdır.
3. Diyalektik içselleştirme ve dışsallaştırma yoluyla felsefî ilerleme
Felsefî ilerlemenin son biçimi felsefî fikirlerin daha ayrıntılı olarak ele alınmasıdır. Felsefî ilerleme sadece yığılmacı değil aynı zamanda diyalektik yani yeni ve eskinin sentezidir. Bu bakımdan felsefe tarihi geçmişin sürekli sindirilmesidir. Geçmiş filozoflar ve düşünceleri üzerine yorumlar yaptığımızda, onları yeniden şekillendirip içselleştiririz. Dolayısıyla ilerleme geçmiş teorilerin yeniden ortaya konduğu bir süreçtir. En kötü ihtimalle kendi başına bir şey üretemeyen, sadece geçmişi yorumlayan bir yorumcular kuşağında dahi ilerleme görmek mümkündür. Dolayısıyla önceki felsefeler ister kabul ister reddedilsin, ilerleme önceki çözümlerin yeniden sorunsallaştırılmasıyla mümkün olacaktır. Felsefenin cevaplarını sorunsallaştırıp yeniden gerilim oluşturmak her zaman mümkün olduğu için ilerleme de olacaktır. Bu durum felsefî cevapları yok sayıp her seferinde döngüsel olarak yeniden soruşturma yapmak anlamına gelmez. Descartes’ın ”Düşünüyorum o halde varım” sözünü yeniden soruşturmaya gerek yoktur. Fakat Descartes’ın felsefesindeki eksik, hatalı, keşfedilmemiş yönleri bulmak sonraki filozoflar için gereklidir. Örneğin ”Ben”in ifadedeki yerinin tam olarak ne olduğunun incelenmesi mümkündür. Böylece felsefe sürekli ilerlemektedir. İçselleştirilmiş tezlerin geçmişle derin bir analiz kurulup dışsallaştırılması yoluyla devam eden bir süreçtir.
Sonuç
Felsefî ilerlemenin bu üç yolla mümkün olduğu gösterilirken, felsefenin belirli bir noktaya yaklaşan ilerlemeler toplamı olmadığı da gösterilmiştir. Peki felsefe gerçekten değerli mi? Filozof hakikatin herhangi bir biçimini elde etme olanağından yoksun bırakılacaksa diyalektiği geliştirmenin ne anlamı vardır? Cevap Platon’un Mağara Alegorisinde yatmaktadır. Zincirlerini kırıp ışığa yürüyen mahkûm gibi insanlık da mutlak bilinçsizlikten mutlak öz-bilince doğru ilerleyen uzun ve maceralı bir yolculuktadır. Dolayısıyla felsefî ilerleme bilinçsiz durgunluğa ve eleştirel pasifliğe karşı son derece gereklidir.
Kaynak: https://philosophynow.org/issues/158/Is_Progress_Possible_In_Philosophy

