Kitabın eksenini özgürlük ve zorunluluk arasındaki gerilim belirliyor.
Nobel ödüllü Çinli yazar Mo Yan, Elveda Cariyem kitabı vesilesiyle Türk okurlarıyla yeniden buluştu. Kırmızı Kedi’den çıkan ve Çinceden sonra ilk kez Türkçeye çevrilen kitabın bir tiyatro oyunu olması, eserle aranıza mesafe koymasın çünkü kitap çok temel bir sorunu gündeme getiriyor: İktidar ve aşk ilişkisi.
Tarihsel malzeme
Mo Yan bu eserini Çin tarihinin en eski yazılı kaynaklarından birine, “Tarihçinin Kayıtları”ndaki bir hikâye olan Qin Hanedanı’ndaki iki isyancı lider Xiang Yu(Şiang Yü) ve Liu Bang arasındaki mücadeleye dayanarak kaleme almış. Gerçek olaylardan yola çıkan hikâye, Pekin Operasında sahnelenmesinin yanı sıra romana ve sinemaya da uyarlanmış ve tiyatro uyarlamasını yapmak deyim yerindeyse Mo Yan’a nasip olmuş. Dolayısıyla Çin kültür atmosferi hikâyeye yabancı değil ancak Mo Yan, karakterler ve onların diyalogları üzerinden bazı yeniliklere de imza atıyor ve tarihi, bir malzeme olarak kullandığını açık yüreklilikle belirtiyor. Kitabın sonunda kendisiyle yapılan iki söyleşide Mo Yan’ın bakış açısını öğrenmek, onunla düşünsel bir diyaloğa hatta tartışmaya girmek mümkün.
Aşk kitabı mı?
Oyun, her ne kadar dışarıdan bir aşk kitabı olarak görülse de aslında öyle değil. Kitabın eksenini özgürlük ve zorunluluk arasındaki gerilim belirliyor. Sayfaları çevirirken her seferinde bu gerilimin tempolu bir şekilde yükseldiğine ve tartışmanın derinleştiğine tanık oluyorsunuz. Yazar; özgürlük ve zorunluluğu, karakterlere aşk ve iktidar üzerinden tartıştırıyor. Genel olarak sınıflı toplumun, özel olarak yönetici hâkim sınıfın tutumlarını, onların etrafını kuşatmış olan koşullar belirliyor fakat sadece bunu söylemek eksik kalır: Koşulların zorlandığı yerde ütopya dünyasına, idealar evrenine veya azizleştirmeye gönderme yapılıyor ve aşkın sınırsızlığı düşte çiziliyor; şu sorular gündeme geliyor:
Ölümlü dünyada aşkı; iktidar fırsatıyla, nimetleriyle ve iktidarın düşürdüğü gölge ve kirlenmeyle dolu dizgin yaşamak mı?
Yoksa iktidarın ve sınıflı toplumun kirine rağmen ölümü göze alarak saf aşkla ölümsüzleşmek mi?
Kaplanın sırtı
Batı Chu Beyliği’nin hükümdarı Xiang Yu’nün karısı Yu Ji(Yü Ci) ve Xiang Yu’ye âşık olan düşmanın eşi Lü Zhi(Lü Cır) iktidar sorununu aşk üzerinden tartışıyor(Eserdeki bütün diyaloglar bu hat üzerinden ilerliyor fakat bu yazıda sadece onlarınkine değiniyoruz). Sevimsiz gerçekleri dile getiren Lü Zhi, ilk başta Yu Ji tarafından tepkiyle karşılansa da daha sonra Yu Ji ona kulak vermek zorunda kalıyor. Kendi beyliğinden, kendi kendine yeten saflık ve istikrar dünyasından bir anda “bin yıllık imparatorluk” hedefini içeren siyasal savaş alanına girmek zorunda kalıyor Yu Ji ve Lü Zhi onu uyarıyor: “Kaplanın sırtına bindin mi bunun geri dönüşü yoktur artık, anlamıyor musun?”
Kaplanın sırtına binen vahşeti, acımasızlığı, sadakatsizliği, fethi, sahtekârlığı ve alçaklığı göze almalıdır. “İşte bu yüzden” Xiang Yu’nün düşmanı Liu Bang, karısı Lü Zhi’ın deyimiyle “imparator olacak”tır. Feodal sınıflı toplumun eşitsizliklerinin ve paylaşım kavgalarının yol açtığı savaşın vahşet dünyasında, Xiang Yu’nün “Toprakları bölüştürürüm, herkes mutluluğu paylaşır” özlemine yer olup olmadığı, her şeye rağmen kitabın son sayfasına kadar kafanızda büyük bir soru işareti olarak yer alıyor.
Hasreti çekilen hayat…
Böyle bir ortamda Xiang Yu’nün betimlediği gibi “dut ağaçları altında sazdan bir kulübede, erkeğin dışarıda çift sürdüğü, kadının nakış işlediği” ütopyaya yer var mıdır? Sadece Bey ve Hanım için değil, orduya asker olarak alınan çiftçi ve onun yolunu gözleyen endişeli eşi ve çocukları için de nefes alınacak bir düzen mümkün müdür? Yoksa bunun için sınıfsız toplumun şafağını müjdeleyen ve her türlü yabancılaşmanın, dolayısıyla “bin yıllık imparatorluk safsatası”nın maddi temellerini ortadan kaldıracak olan bilimsel sosyalist örgütlenmeyi mi beklemek gerekecektir? Bu da yazara bizim sorumuz olsun…

