Ege Denizi’nde, Santorini Adası açıklarında devam eden deprem fırtınasının sebebi üç farklı şekilde açıklanabilir. Deprem fırtınası, çok kısa sürede ve dar bir bölgede meydana gelen fazla sayıda depremleri ifade eder. Normal bir depremden farklı olarak, büyük bir depremin ardından artçı depremler şeklinde değil, küçük ölçekli ancak sık aralıklarla meydana gelen depremler şeklinde gerçekleşir. Bu süreçte, önce küçük depremler artar, ardından orta büyüklükte bir deprem meydana gelir ve sonrasında aktivite yavaş yavaş azalarak sona erer.
Prof. Dr. Şerif Barış
Ege Denizi’nde, Santorini Adası açıklarında devam eden deprem fırtınasının sebebi üç farklı şekilde açıklanabilir. Deprem fırtınası, çok kısa sürede ve dar bir bölgede meydana gelen fazla sayıda depremleri ifade eder. Normal bir depremden farklı olarak, büyük bir depremin ardından artçı depremler şeklinde değil, küçük ölçekli ancak sık aralıklarla meydana gelen depremler şeklinde gerçekleşir. Bu süreçte, önce küçük depremler artar, ardından orta büyüklükte bir deprem meydana gelir ve sonrasında aktivite yavaş yavaş azalarak sona erer.
Bu süreçte, önce küçük depremler artar, ardından orta büyüklükte bir deprem meydana gelir ve sonrasında aktivite yavaş yavaş azalarak sona erer.
Deprem fırtınasının üç temel nedeni olabilir:
Tektonik Kırılmalar: Küçük ölçekli fay kırılmalarının meydana gelmesi.
Magmanın Yer Kabuğuna Sokulması: Sıcak ve akışkan magmanın yer kabuğunu kırarak yukarı doğru ilerlemesi.
Yer Altı Sularının Etkisi: Yer kabuğundaki çatlaklara nüfuz eden yer altı sularının kristalleşme ve ayrımlaşma süreciyle boşluk suyu basıncını artırarak depremleri tetiklemesi.
Ancak, sismologlar olarak bu üç faktörden hangisinin bu deprem fırtınasını oluşturduğunu kesin olarak bilmiyoruz. Depremlerin tektonik mi yoksa volkanik kökenli mi olduğunu anlamak için deprem istasyonlarından elde edilen yüksek kaliteli sayısal verilerin analiz edilmesi gerekmektedir.
Bu depremlerin volkanik bir patlamaya yol açacağını söylemek, bilimsel verilere dayanmayan bir spekülasyon olacaktır.
Eğer gerçekten bir magma sokulumu varsa, magmanın yer kabuğu içinde hangi derinliklere kadar geldiği ve yüzeye yakın olup olmadığı, ancak deprem tomografisi veya sismik tomografi yöntemleriyle belirlenebilir. Ancak, bu deprem fırtınasına dair böyle bir analiz veya tomografi çalışması yapılmış değildir. Bu nedenle, bu depremlerin volkanik bir patlamaya yol açacağını söylemek, bilimsel verilere dayanmayan bir spekülasyon olacaktır.
Benzer Deprem Fırtınaları ve Büyük Deprem İhtimali
Bu tür depremler bizim dikkatimizi çekse de, aslında Türkiye’de de benzer olaylar yaşanmaktadır. Örneğin, Yalova-Armutlu bölgesinde yürüttüğümüz çalışmalar kapsamında, Bursa-Yalova-İstanbul’u kapsayan deprem ağı içinde, Yalova-Termal bölgesinde jeotermal kökenli küçük depremlerden oluşan deprem fırtınaları kaydedilmiştir. Bir ay içinde yüzlerce ultra mikro deprem dediğimiz, insanların hissedemeyeceği kadar küçük depremler meydana gelebilir.
Sanılanın aksine, bu tür deprem fırtınaları her zaman büyük bir depremle sonuçlanmaz. Örneğin, 1956 yılında Santorini’de meydana gelen büyük deprem, bölgede ağır hasara yol açmıştı. Ancak, aynı büyüklükte bir depremin bu kadar kısa sürede tekrar yaşanması pek olası değildir. Çünkü kırılan fayın tekrar iyileşmesi ve gerilme biriktirmesi, bölgedeki tektonik gerilmelerin yıllık dağılımları ve kayma hızlarıyla doğrudan ilişkilidir.
Bu Depremin Türkiye Üzerindeki Etkisi ve Tsunami Riski
Depremin olduğu bölgeye bakıldığında:
En yakın kıyı 140 km,
Muğla il merkezine 180 km,
İzmir il merkezine 250 km uzaklıktadır.
Bu mesafelerde, büyük bir deprem meydana gelse bile depremin enerjisi uzaklıkla birlikte azalır. Özellikle 200-250 km uzaklıktaki büyük şehirlerde, yapı kalitesi yüksek olduğu sürece ciddi yapısal hasar beklenmemektedir.
Ancak, bu tür depremler tsunami riski taşıyabilir. Eğer insanlar 20-30 saniye veya daha uzun süreli sarsıntılar hissederse, tsunami ihtimaline karşı en yakın yüksek alanlara (tepe, dağ, apartman) 15-20 dakika içinde çıkmaları önerilir.
Afet Bilincinin Önemi ve Toplumsal Hazırlık
Ne yazık ki, Türkiye’de afetleri genellikle ancak başımıza geldiğinde ciddiye alıyoruz. Oysa Türkiye, bir afet ülkesidir ve afet bilincinin toplumun her kesiminde yerleşmesi gerekmektedir. AFAD’ın 2018 yılında yayımladığı “Doğa Kaynaklı Afet İstatistikleri” adlı kitapta Türkiye, “Bir Afetler Ülkesi” olarak tanımlanmıştır.
Bu nedenle her bireyin ve kurumun afetlere yönelik bir planı olmalıdır:
Aileler için: Aile Afet Planı.
İş yerleri için: Afet ve Acil Durum Planı.
Kamu kurumları ve belediyeler için: Afet Yönetim Planı.
Toplumsal hafıza oluşturulmazsa, geçmiş afetlerden ders alınmazsa, her yıl binlerce insanımızı ve milyarlarca dolarlık ekonomik kaynağımızı kaybetmeye devam ederiz.
Bunlar yalnızca yazılı dokümanlar olarak kalmamalı, düzenli tatbikatlarla desteklenmelidir. Tatbikatları ciddiyetle gerçekleştirmediğimiz sürece, alınan eğitimlerin etkinliği sınırlı kalacaktır.
Afetlere Hazırlık Uzun Vadeli Bir Süreçtir
Gelişmiş toplumlarda afetler önlenemez, ancak hazırlıklar, önlemler ve bilinçlendirme çalışmaları ile zararları azaltılabilir. Türkiye de Birleşmiş Milletler’in Sendai Çerçeve Anlaşması kapsamında afet zararlarını azaltma taahhüdünde bulunmuştur. Ancak, bu tür uluslararası planlara imza atmak yeterli değildir; afet yönetimi kısa vadeli değil, uzun vadeli bir devlet politikası olmalıdır.
Toplumsal hafıza oluşturulmazsa, geçmiş afetlerden ders alınmazsa, her yıl binlerce insanımızı ve milyarlarca dolarlık ekonomik kaynağımızı kaybetmeye devam ederiz.
Sonuç
Afet bilinci, yalnızca bir yıllık eğitim kampanyalarıyla ya da afet yılı ilan edilerek sağlanamaz. Bunun yerine, 10 yıllık bir afet seferberliği ile toplumun her kesimine yayılmalı, her yaş grubuna uygun eğitim programları ve tatbikatlar düzenlenmelidir. Türkiye’nin uzun vadeli afet hazırlıkları konusunda daha kapsamlı ve sürdürülebilir planlara ihtiyacı vardır.