GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: Din, felsefe ve ahlakın inşası
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > Felsefe > Din, felsefe ve ahlakın inşası
Felsefe

Din, felsefe ve ahlakın inşası

Yazar: Doğan Göçmen Yayın Tarihi: 13 Eylül 2024 17 Dakikalık Okuma
Paylaş
Elbette formel eşitlik insanın insan olarak kurtuluşunun ön koşuludur. Yasal eşitlik ve bu eşitliğin sağlanması ancak akıl yoluyla mümkündür. (Görsel: Pixabay)

Ahlaklılığın felsefi olarak temellendirilmeye ihtiyacı vardır. Fakat dini taşıyıcıya ihtiyacı yoktur.

İçindekiler
Francis Hutcheson ve René Descartes: Felsefe ahlakı bilimsel olarak temellendirirAristoteles ve yaşamın anlamı ve amacıSpinoza ve modern filozofların yaşamın amacını yeniden belirlemesiHegel ve modernlerin kapsamlı kavramı olarak özgürlükKant, modernleşme projesi ve ahlaklılığın inşası

Anlamadan eyledik
Yunus Emre

Ahlaklılığın ve erdemliliğin temellendirilmesi ve geçerliliğinin garantisi söz konusu olduğunda günlük hayatımızda ilk akla gelen genellikle din ve dini inançtır. Buna göre ahlaklılığın ve erdemliliğin garantisi dini bakımdan inançlı olmaya bağlanmıştır. Buna uygun olarak günlük anlayışta dini bir inanca sahip olmayanlara retorik olarak ‘insan değil misin, neden inanmıyorsun?’ diye sorulur. Burada inanmak, insan olma mertebesine erdirir ki, insan olmak bu bağlamda ahlaklı ve erdemli olmak anlamında da alınmaktadır. Bu bakımdan günlük anlayışta bir kurum ve inanç olarak din, ahlaklılığın temeli ve erdemliliğin garantisi olarak görülür. Din, insanı Tanrı inancına ve böylece de Tanrıya ve mutluluğa erdirmek ister. Fakat yolu ve yöntemi, temel aldığı ilke ve başvurduğu araçlar dininkilerden çok farklı olmasına karşın felsefe de yani daha tam olarak ahlak felsefesi de ahlaklılığı ve erdemliliği temellendirmeyi amaçlamaktadır.

Ahlaklılığın felsefi olarak temellendirilmeye ihtiyacı vardır. Fakat dini taşıyıcıya ihtiyacı yoktur. Bu görüşü bilebildiğim kadarıyla ilk olarak felsefe tarihinde daha çok Shaftesbury adıyla bilinen fakat gerçek adı Anthony Ashley Cooper olan İngiliz filozofu dile getirmiştir.

Shaftesbury 17. yüzyılın ortalarında ahlakın din dolayısıyla temellendirilmeye ihtiyacı olmadığını ileri sürer. Onun bu konudaki kanaati modern filozofların ortak kanaati olarak alınabilir. Buna göre dini bir inanca sahip olmak veya dindar olmak ahlaklı olmanın garantisi değildir. Diğer taraftan ahlaklı olanın ahlaklı olduğunun garantisi olarak ayrıca dindar olmasına gerek duyulmaz. Shaftesbury bunu bir gözleme dayanarak şöyle açıklar: Bir insanın dindar veya dini inanca sahip birisi olduğunu öğrenirsek, bunu onun ahlaklılığının garantisi olarak almayız ve ayrıca onun ahlaklı olup olmadığını sormak zorunda kalırız. Fakat birinin ahlaki değerlere sadık bir insan olduğu söylenirse, onun ahlaklılığının garantisi olarak ayrıca dini bakımdan inançlı olup olmadığını sormayız. Bu gözlem Shaftesbury açısından ahlakın dinden bağımsız olduğunun ve ahlakın kendi kendisini taşıyabildiğinin, varlığı ve geçerliliği için dinin yardımına ihtiyacı olmadığının en iyi kanıtıdır.

Aşağıdaki kısa yazı Shaftesbury’nin yukarıda betimlediğim kanaatinin nasıl gerçeklik olduğunun felsefi tarihini ana hatlarıyla ortaya koymayı amaçlıyor.

Francis Hutcheson ve René Descartes: Felsefe ahlakı bilimsel olarak temellendirir

Felsefe tarihi boyunca ahlak felsefesi felsefi sistemin üst uğrağı olarak kavranmıştır. Eş deyişle felsefe sistemi sonunda ahlakı temellendirmek için vardır. Bu, antiklerde olduğu gibi modernlerde de böyledir. İskoç Aydınlanmacılığının kurucusu İrlanda kökenli Francis Hutcheson bunu çok isabetli bir şekilde şu tümcesinde ifade eder: “Felsefenin, insanın doğasının ve onun farklı yetilerinin ve şekillenimlerinin doğru bir bilgisi olan bölümünden daha önemli bir bölümü yoktur.” Hutcheson büyük bir sentezci filozoftur. Onun sentezciliği hem tüm düşünce ve felsefe tarihinin hem de modern felsefede oluşan empirizm-rasyonalizm yarılmasının aşılmasıyla ilgilidir. Bu bütünlükçü bakış ona Stoacılardan kalan bir mirastır. Ama Hutcheson Stoacı olduğu kadar Epikürosçudur da. Bu nedenle bütünlüğü çokluğun birliği olarak kavrar. İnsanın doğasına ve yetilerine dair bilgi her şeyden önce ahlak felsefesinin konusudur ve ahlak felsefesi de tüm felsefi sistemi taçlandırır. Hutcheson, 1726’da yayınlanan Güzellik ve Erdem İdelerimizin Kökenine Dair Bir İnceleme adlı eserine yazdığı “Önsöz”de şöyle devam eder:

“Son zamanlarda yapılan incelemeler oldukça derinlemesine anlama yetimizle ve gerçeği bulmaya dair çeşitli yöntemlerle ilgilenmişlerdir. Fakat genel olarak teslim ederiz ki, bir gerçeğin yararı, insanları mutlu etme veya onlara büyük ve kalıcı zevk sağlama yönünde itici veya etkili olmasından başka bir şey değildir; ve bilgelik yalnızca bu amaca en iyi araçlarla ulaşmanın becerisidir.”

Hutcheson bu belirlemesiyle felsefe tarihinde oluşmuş olan praksisçi büyük geleneği sürdürmektedir. Modern felsefenin kurucularından Fransız filozofu René Descartes Felsefenin İlkeleri adlı eserini Latinceden Fransızcaya çeviren Abbot Claude Picot’a yazdığı mektupta bir modern bilimler sistemi önerir. Descartes’ın modern felsefe ve bilimler için önerdiği bu sistemin girişinde mantık vardır, temeline metafizik yerleştirilmiştir ve doruk noktasını ahlak felsefesi (la morale) oluşturmaktadır. onun önermiş olduğu felsefe ve bilimler sistemi bir bütün olarak ahlak felsefesini temellendirmek ve taşımak üzere geliştirilmiştir. Ahlak deyince, Descartes bundan “en yüce” ve “en mükemmel” bilimi anlamaktadır. Bu bilim diğer tüm bilimlerin bilgisini şart koşmaktadır ve tüm bilgeliğin en üst aşamasını temsil etmektedir. Teorisi ve pratiğiyle ahlakı en yüce bilgelik olarak tanımladığı bu önerisini sunarken Descartes elbette tüm felsefe tarihinin oluşturmuş olduğu ortak bir kanıyı dile getirmektedir. Ahlakın Descartes tarafından tüm bilimler dolayısıyla en yüce bilgelik olarak tanımlanmasının nedeni, ahlaklılığın insan özgürlüğünün en yüce seviyesini temsil ve teşekkül etmesidir.

Aristoteles ve yaşamın anlamı ve amacı

Aristoteles insanı toplumsal bir varlık olarak tanımlar. Ona göre insanın insan olarak toplumun dışında varolması mümkün değildir. Toplum ise, Aristoteles’e göre, ilişkiler ve eylemler bütünüdür. Nikomakhos’a Etik adlı eserinin birinci kitabının hemen ilk bölümünde (1094a 20) insan toplumunu bir eylemler ve erekler bütünü olarak ele alır ve bir toplumda gerek bireysel gerekse toplumsal bağlamda tüm ereklerin sonunda bütünleştirici yani hepsine ortak bir anlam katan bir ereğe sahip olması gerektiğinden hareket eder. Eş deyişle Aristoteles’e göre ereklerin çokluğunun birliği ereklerimize bir içerik ve anlam katmaktadır ve bu da yaşamı anlamlı kılmaktadır. Biraz ileride beşinci bölümün sonunda (1097b 20) söz konusu bütünleştirici ereğin mutluluk olduğuna işaret eder. Şöyle der Aristoteles ilgili pasajda: “Öyleyse mutluluk tamamlanmış ve kendi kendisine yetendir, çünkü mutluluk tüm eylemlerin nihai ereğidir.” Burada “mutluluk olarak çevrilen kavram εὐδαιμονία (eudaimonia) kavramıdır. Aristoteles “nihai erek” (Τελικός στόχος/telikos stokos) ile “en yüce iyi” (τὸ ἀγαθόν/to agathon) kavramını eş anlamda kullanır. Şöyle devam ediyor Aristoteles:

“Daha yüksek anlamda nihai erek, bizim için bir başkası için amaç edinilen karşısında kendisi için amaç edinilen anlamına gelir ve hem bunun için hem de kendisi için amaç edinilenin karşısında hiçbir zaman başka bir şey için istenmeyen, dolayısıyla kesin nihai erek olarak ve mutlak olarak tamamlanmış, tüm zamanlar kendisi için istenen ve hiçbir zaman bir başkası için istenmeyendir (1097a 30).“

Parantez içinde verdiğimiz sayfa sayıları Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik adlı eserine gönderme yapmaktadır. Aristoteles’e göre her şeyin bir başka şey için istenmesi durumunda ereklerin yalnızca çokluğu oluşacaktır ve bu anlamsız bir erekler çoğunluğunu beraberinde getirecektir. Ereklerin çokluğuna anlam ancak erekler arasında sistematik bir iç bütünlük ve ilişkisellik sağlanmasıyla gelecektir. Aristoteles’e göre, gerek birey olarak gerekse de toplum olarak tüm eylemlerimize ve ereklerimize genel içerik ve anlam kazandıran mutluluktur. Bu bakımdan yaşamın nihai amacı veya Latinlerin tabiriyle summum bonum mutluluktur.

Spinoza ve modern filozofların yaşamın amacını yeniden belirlemesi

Aristoteles’in düşünme tarzını belirleyen, modernlerde olduğu gibi bir Ortaçağ deneyimi bulunmamaktadır. Bu nedenle yaşamın amacını mutluluk olarak belirlerken yapmış olduğu belirlemenin ideolojik kaygılar nedeniyle manipülasyona maruz kalıp kalmayacağını araştırmaz. Aristoteles daha çok mutluluğun gerçekleşmesini dış koşullar, entelektüel ve bedensel yetiler ve beceriler bakımından araştırır. Aristoteles’e iç ve dış koşullar düalizmi yabancıdır. Bu daha çok modernlere, özellikle de 20. yüzyıl modernlerine has olan bir bakıştır. Aristoteles maddi ve toplumsal koşulları insanın mutluluğu için zorunlu dış koşullar olarak belirlerken, aynı zamanda onun mutluluğunun iç koşulları olarak entelektüel ve bedensel koşullara da dikkat çeker.

Fakat modernlerin artık bir Ortaçağ deneyimi vardır ve Ortaçağda en yüce erdem inanmaktır. Ortaçağa has insan tasavvuruna göre insan, örneğin Aristoteles’te olduğu gibi doğası gereği bilmek değil, inanmak ister veya daha çok mutluluğa ermek için kilisenin ve başka kurumlaşmış dini yapıların öngördüğü tanrıya inanmak zorundadır. İnsanlığa çok pahalıya patlayan bu tarihsel deneyim nedeniyle modernler Aristoteles gibi artık mutluluğu koşulsuz bir şekilde insan yaşamının amacı olarak belirlemez. Zira Ortaçağda, Eskiçağda Aristoteles’te olduğu gibi erek mutluluk olarak belirlenmiştir. Fakat bilgi dolayısıyla değil, mutluluk arayışının bastırılmasına götüren inanç dolayısıyla temellendirilmiştir. Bu deneyim neyi göstermiştir? Ahlak inanç dolayısıyla temellendirilirse hem inanmayanlar ahlaklılık kapsamından dışlanmaktadırlar ve bu nedenle sanki insan değillermiş gibi muamele görmektedirler hem de bu durumda ahlakın evrenselliği yok olmaktadır, çünkü inananların hepsi aynı Tanrı’ya ve dine inanmamaktadır. Bu nedenle modernler ahlakın temeline Aristoteles’te olduğu gibi yeniden bilgiyi ve felsefeyi koymuşlardır. Bu durumda tüm felsefe sistemi dini sistemin yerini almaktadır. İkisinin de üst uğrağı ahlaktır. Dini sistem çerçevesinde temellendirilen ahlak, inanç dolayısıyla temellendirilmiştir. Felsefi sistem dolayısıyla temellendirilen ahlak, bilgi dolayısıyla temellendirilmiştir. Ahlakın bilgi dolayısıyla temellendirilmesi durumunda inanan da inanmayan da aynı şekilde kendisini yadsımak zorunda kalmadan ahlaklılık çerçevesinde kapsanabilmektedir.

Modernler doğru yaşamın ne olduğunu belirlerken de birçok bakımdan Aristoteles’e dönerler. Fakat onlar Aristoteles’e ve Klasik Atina Felsefesine, merkezinde birey olan Helenist dönemin felsefesinin penceresinden bakarlar. Alman filozofu Hegel’in Tarih Felsefesi ve Felsefe Tarihi Üzerine Dersler‘inde işaret ettiği gibi antik ve modern felsefe arasındaki önemli farklardan birisi, modern felsefenin Helenist dönemin felsefesinde olduğu gibi merkezine bireyi almış olmasıdır. Descartes Felsefenin İlkeleri adlı eserinin çevirmenine yazdığı mektupta Aristotelesçilerin Aristoteles’in felsefesini tanınmayacak şekilde çarpıttıklarını belirtiyor. Mektuplarında Stoacılığı ve Epikürosçuluğu temel alarak özellikle Aristoteles’e baktığını belirtiyor, çünkü Aristoteles toplumu eylemler bütünü olarak kavramıştır. Fakat bireyin felsefi düşünümün merkezine konması ancak Helenist dönemde gerçekleşir ve modern çağda bu tam olarak anlamına kavuşur. Aristoteles mutluluğun dış maddi ve toplumsal ve iç entelektüel ve bedensel koşullarının olduğuna dikkat çekmişti. Özellikle Rönesans ile, açıkça Spinoza’dan sonra modern felsefe bireyi merkeze alarak Aristoteles’in bu ilkesine döner. Spinoza Anlama Yetisinin İyileştirilmesi Üzerine Deneme adlı ne yazık ki tamamlanamamış olan eserinde, Aristoteles’i andırırcasına, doğru yaşamın insanın tüm kapasitelerini geliştirip gerçekleştireceği yaşam biçimi olduğunu belirtir. Spinoza mutlu yaşamın dış koşullarını Teolojik-Politik Denemesi‘nde, özellikle devlet konusunu incelediği 16. bölümde ele alır.

Hegel ve modernlerin kapsamlı kavramı olarak özgürlük

Fakat bu konuda modernlerin duruşunu 18. yüzyıl Fransız filozofları tam olarak belirler. Modernlerin yükünden kurtulmak zorunda olduğu bir Ortaçağ mirası vardır. Buna göre insan ilkesel olarak kötü ve günahkardır. Kendi coğrafyamızda da yaygın olan insana dair bu karamsar ve kötümser bakış açısı tutarlı bir şekilde takip edilecek olursa ‘bu dünyada’ ahlakın mümkün olmadığından hareket etmek zorunda kalacağız. Fakat bilindiği gibi modernler Ortaçağa has olan iki dünyalı kainat tasavvurundan tek dünyalı kainat tasarımına geçmişlerdir ve ahlakı bu dünyada temellendirmekten başka bir seçenekleri kalmamıştır. 18. yüzyıl Fransız filozoflarına göre, insanın doğası ne iyidir ne de kötü. İnsanı iyi de yapan kötü de yapan onu çevreleyen dış koşullarıdır. İnsanın dış koşulları iyiyse insan iyi olur ve insanın dış koşulları kötüyse insan kötü olur. Öyleyse insanın iyi olması için dış koşullarının iyileştirilmesi gerekecekti. Bu fikir tüm Fransız Ansiklopedistlerinin ortak fikridir ve ütopik sosyalistlerden Robert Owen’e kadar etkisini sürdürür. Robert Owen’in neredeyse tüm ömrü, modern toplumun bir eleştirisi olarak, insanın dış koşullarının iyileşmesi durumunda iyi bir varlık olabileceğini göstermek için ütopik yerleşim yerleri kurmak ile geçmiştir.

Modern filozofların Ortaçağ deneyimine dayanan çıkarımları ve toplum kuramında bu yeni yönelimi bütün felsefi düşünmenin çerçevesini de komple yeniden kurgulamaya götürmüştür. Antik filozoflardan farklı olarak modernler artık basit bir şekilde mutluluğu en kapsamlı kavram olarak almaz. Ortaçağ deneyimi insanlığa mutluluğun da ancak özgürlük kavramı çerçevesine taşınmasıyla mümkün olabileceğini göstermiştir. Bu nedenle modernlerin en kapsamlı kavramı mutluluk değil, özgürlüktür. Mutluluk da ancak özgürlük koşulunu yerine getirebildiği oranda gerçek anlamda mutluluk olabilecektir. Bu nedenle modernlerin ahlak kavramı, antiklerden farklı olarak mutluluk kavramına değil, özgürlük kavramına dayandırılmıştır.

Elbette modernlerin özgürlük kavramının kaynağı yalnızca Ortaçağ deneyimi değildir. Gelişen bilimler ve felsefe modernlerin dünya görüşünü yavaş yavaş köklü bir şekilde değiştirmiştir. Bu bakımdan da aslında antiklere bir geri dönüş vardır. Antikler büyük diyalektikçiler olarak tüm evreni sürekli hareket halinde, değişime ve dönüşüme tabi olarak kavramışlardır. Fakat modernler Kopernicus ve Galileo ile birlikte hareketin sürekliliğini matematiksel olarak da kanıtlamışlardır. Bu nedenle modernler özgürlüğü varlıkta temellendirmiş olarak kavramışlardır. Bu konuda en iyi örnek, Thomas Hobbes’un özgürlük kuramıdır. Hobbes hareket halinde olan her şeyi, kendi doğal hareketliliğine uygun olarak hareket edebildiği sürece özgür olarak kavrar. Dolayısıyla her hareket eden kendi doğallığında engellenmeden hareket edebildiği oranda doğanın kendisine oluşumunda bahşettiği özgürlüğe uygun hareket edebilecektir.

Bu konuda son büyük temellendirme Hegel tarafından yapılmıştır. Hegel, eğer insanın özgürlüğü dolayısıyla ahlaklılığı varlıkta temellendirilecekse, varlığın hareket kaynağının kendisinde olduğunu, Kopernicus ve Galileo’nun bilimsel kanıtlarından sonra mantıksal olarak da kanıtlamaya girişir. Hegel Mantık Bilimi adlı eserinde varlığı kendi başına olabilen, kendi başına hareket edebilen ve kendi başına oluşabilen olarak alır ve bunu mantıksal olarak ortaya koyar. Böylece insanın özgürlüğünün ve ahlaklılığının, herhangi bir yabancı belirlenim olmadan temellendirilebildiği ve böylelikle mümkün olduğu mantıksal olarak da kanıtlanmıştır. Bundan böyle artık, Kant’ın ne olduğunu bilmesek bile amaçlamak zorundayız dediği özgürlüğün tarihsel olarak da gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

Kant, modernleşme projesi ve ahlaklılığın inşası

Modernleşme bir değişim ve dönüşüm projesidir. Halkın gerçek anlamda kendi kaderinin öznesi olarak belirlenmesi sürecini başlatan bir programdır modernleşme. Geleneksel feodal toplumun aksine modern toplum kendi içinde dinamik bir bütünlük oluşturmayı amaçlamaktadır. Buna karşın geleneksel toplum kendi içinde sayısız topluluklardan oluşan fragmanlı bir toplumdur. Fakat modern toplum kendisini tüm özellikleriyle göstermeye başlayınca insanlığın arzuladığı bütünlüklü dinamik toplumun henüz ön aşamasında olduğu anlaşılmıştır. Örneğin modern toplum kadının özgürlük koşullarını oluşturmuş, fakat özgürleştirememiştir. İşçinin ve emekçinin özgürleşmesinin koşulunu oluşturmuş, fakat onları özgürleştirememiştir.

Modern toplum yurttaşlığı ve eşit yurttaşlık haklarını temel alır. Buna karşın geleneksel feodal toplum sayısız unvan ve imtiyaz sahibi hiyerarşik tabaklardan oluşmaktadır. Modern toplum uzun zaman süren mücadeleler sonucu da olsa aşama aşama yurttaşlık haklarını yasalar karşısında herkese eşit olarak vermiştir. Fakat Günter Grass’ın dikkat çektiği gibi, modern yurttaşlık formel eşitlik koşularını oluşturmaktan ileri gidememiştir. Hak ve adalet aramanın kendisi çok pahalıdır ve bu nedenle ekonomik eşitsizlikler sürdüğü sürece yasalar karşısında eşit olan yurttaşlar arasında ekonomik durumlarına göre ikinci, hatta üçüncü sınıf yurttaşlar kümesi oluşmaktadır.

Elbette formel eşitlik insanın insan olarak kurtuluşunun ön koşuludur. Yasal eşitlik ve bu eşitliğin sağlanması ancak akıl yoluyla mümkündür. Bu nedenle feodal geleneksel toplumdan modern topluma geçiş aynı zamanda inançtan akla dayalı düşünmeye geçiştir. Kant’ın tabiriyle modern toplumla aydınlanma süreci başlamıştır, fakat insanlık henüz aydınlanmış çağdan çok uzaktır. Aydınlanmış çağ Kant’a göre ahlakın geçerlilik kazandığı çağ olacaktır. Ahlak ancak gönüllülük temelinde inşa edilebilir. Bu ise ancak gerçek ve kapsamlı anlamda özgürlüğün inşasıyla mümkündür. Dinler ahlaklılığa telkin ederken zora ve korkuya başvurmaktadır. Fakat zorla veya korkuyla yapılanın ahlaki bir sorumluluk konusu yapılabilmesi mümkün değildir.

Kant’a göre modern toplum rasyonalite ve disiplin çağıdır. Modern çağ, insanın eğitim yoluyla insanlık için disipline edilmek zorunda olduğu çağdır. Fakat rasyonalite şimdi insanın ahlaklılık çerçevesinde duygu dünyasının da özgürleştirilmesi için gerekli koşulları oluşturmalıdır. Böylece insan hem düşüncesiyle hem de duygularıyla; hem ruhuyla hem de bedeniyle özgürleşmiş olacaktır. Bu ise tüm yabancı belirlenimden arındırılmış, zora, şiddete, tehdide ve korkuya dayanmayan bir eylemler ve erekler sistemini mümkün kılacaktır. İşte o zaman insanlığın gönüllülüğe dayanan bir ahlaklılık çağının eşiğinde olduğunu söyleyebiliriz.

Etiketler: ahlak, din, felsefe
Doğan Göçmen 13 Eylül 2024
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Yazar: Doğan Göçmen
Takip Et
Prof. Dr., Hamburg Üniversitesi’nde felsefe ve sosyal bilimler okudu. Dünyanın önde gelen üniversitelerinden olan Edinburg Üniversitesi’nde mülkiyet ve siyaset ilişkisini inceleyen bir yüksek lisans ve ahlak ve iktisat ilişkisini inceleyen bir doktora tezi yazdı. Türkçe, İngilizce, Almanca ve Rusça akademik yazıları yayınlanmış olan Doğan Göçmen’in Adam Smith üzerine bir İngilizce kitabının yanında “Modern Felsefe, Adam Smith, Hegel ve Karl Marx” adlı bir Türkçe kitabı yayınlanmıştır. Yakında yeni bir Türkçe kitabı daha yayınlanacak olan Göçmen evli ve iki çocuk babasıdır. Doğan Göçmen, 2012 yılından beri Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde felsefe dersleri vermektedir. Özellikle modern felsefe, pratik felsefe, Aristoteles, Adam Smith, Klasik Alman Felsefesi, Karl Marx, Husserl ve Wittgenstein çalışmaktadır.
Önceki Yazı Paleokur: Bülten haberleri
Sonraki Yazı darwin Ahlakın ve sosyalliğin biyolojik kökenleri

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

Yapay Zekâ işleri kolaylaştırıyor ama ahlâki çizgileri bulandırıyor mu?

Yapay zekâ bize hız, verimlilik ve kolaylık sunuyor. Ama aynı zamanda insan ile eylemleri arasına görünmez bir perde çekerek ahlâki…

HaberYapay Zekâ
1 Ekim 2025

İki tarz-ı iktisat: Oikonomikos ve Katalaksi

Yerleşik iktisat, bütün matematiksel ya da teknik görünümüne karşın, “bilim” kisvesi altında aldatma işlevini ya da Engels’in deyişiyle “yanlış bilinci”…

İktisadın Geçmişi ve Bugün
11 Ağustos 2025

Karl Marx, ulusların özgür halklar olarak kuruluşu ve insanlığın kurtuluşu

Modern dünyada insanlık ulusları ortaya çıkarmış; bu, insanlığın nihai kurtuluşu yolunda zorunlu bir adımdır; fakat egemen devletler olarak örgütlenmiş uluslar…

Felsefe
19 Temmuz 2025

Açlıkla büyüyen estetik

Dayatılan toplumsal güzellik normları sağlıklı bir kadın bedenini değil; metalaştırılmış, hem ruhsal hem fiziksel olarak tüketilmiş bir kadın bedenini vurguluyor.

FelsefePsikiyatriPsikoloji
2 Temmuz 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?