DergiPark yeni konu sınıflamasında felsefeyi din bilimleriyle bir araya getirerek, felsefenin İslamileştirilmesi projesine mi hizmet ediyor? GazeteBilim Yayın Kurulu Üyesi Prof. Dr. Hasan Aydın’la DergiPark’ın yeni konu sınıflaması üzerinden felsefenin dinin hizmetine sokulmak istenmesi projesini konuştuk. Bu metin Sayın Aydın’la yapılan görüntülü röportajın tarafımızca yazıya geçirilmiş halidir.
Röportaj: Emrah Maraşo
DergiPark yeni bir uygulama başlattı daha doğrusu var olan uygulamayı güncelledi. Siz de kendi sosyal medya hesabınızda yazdınız bunu ve bir eleştiri yönelttiniz. Dediniz ki, felsefeyi Felsefe ve Din Bilimleri adı altında toplamış ve üstelik onunla da yetinmemiş ve farklı alanları, onunla çok da ilgilisi olmayan alanları buraya dâhil etmiş. Buradaki amaç ne? Felsefe dine veya ilahiyata sığar mı?
İstersen bilmeyen arkadaşlar için DergiParkla ilgili kısa bilgiler vereyim, neyi amaçlıyorlar, niçin yapmışlar? Sonra da kendi görüşlerimi aktarayım.
DergiPark’ın işlevi
Biliyorsunuz TÜBİTAK ULAKBİM çatısı altında Türkiye’de yayınlanan akademik hakemli dergiler için elektronik ortamda barındırma ve editöryal süreç yönetimi için hizmet sunan bir portal. DergiPark ulusal hakemlli dergilerin standartlarına uygun olarak varlık kazanmasını ve uluslararası görünürlüğünü artırmasını amaçlıyor. DergiPark bu yüzden dergilerin işleyişine, yönetimine ve içeriğine karışmıyor. Çıkar çatışmaları ve etik ihlaller durumunda da taraf olmuyor ancak altyapı sistemi sunuyor ve teknik destek sağlıyor. Yazarlar yayınları hakkında her türlü konuyla ilgili derginin editörüyle DergiPark üzerinden iletişime geçiyorlar ve bütün hakemlik süreçleri DergiPark üzerinden gerçekleştiriliyor. Amaç genelde şu: Akademik süreli yayıncılığın Türkiye’de kaliteli ve standartlara uygun olarak gelişmesini sağlamak, ulusal akademik dergilerin tüm dünyada görünürlüğünü ve kullanımını artırmak, dergilerin elektronik ortamda yönetilmesini sağlayan bir sistemin yaygın ve ileri düzeyde kullanılmasına olanak tanımak, TR Dizin ve ulusal atıf dizini için ölçülebilir, temiz veri sağlamak…
Amaç genelde şu: Akademik süreli yayıncılığın Türkiye’de kaliteli ve standartlara uygun olarak gelişmesini sağlamak.
DergiPark uzun süredir iyi hizmetler görüyor. Gerçekten Türkiye’de akademik dergiciliğin belli bir standarda ulaşabilmesi için önemli bir altyapı hizmeti sunduğu ortada, bunu teslim etmek gerekir.
Tarım tarihi felsefe ve din bilimlerinin altında
Dün tesadüfen bir arkadaş geldi, ona DergiPark’tan bir şey göstermek istiyordum ve şöyle bir yazıyla karşılaştım: “DergiPark’ta dergi, makale ve kullanıcı profili sayfalarında kullanılan konu listesi değiştirilmiştir. Yeni konu listesiyle küresel ve geleneksel ihtiyaçların karşılanması, isabetli hakem seçiminin sağlanması ve bibliyometrik analizlerin elde edilmesi hedeflenmiştir. Daha önce, fen ve sosyal bilimler olmak üzere iki ana başlık altında toplanan konular yeni yaklaşım ile 22 ana başlık altında, iki kırılımlı ağaç yapısı şeklinde, İngilizce ve Türkçe olarak hazırlanmıştır. 2022 sonunda ilgili çalışma duyurularak taslak liste tüm kullanıcılarla paylaşılmıştır. Kullanılan ilk liste 2023 sürümüdür. Listeye ekleme ve düzeltme önerileri yıl sonuna kadar değerlendirilecek, 2024 sürümü devreye geçecektir. Her yıl gerçekleştirilecek bu işlem için geri bildirim sağlanması talep” ediliyor. Yapılan konu seçimleri isabetli hakem atamalarına, ulusal ve uluslararası işbirliğine, demin söylediğim bibliyometrik analizler ve DergiPark’ın istatistiksel verilerinin katkı sağlayacağı söyleniyor. Ben de kendi sayfama girdiğimde şöyle bir şeyle karşılaştım. Konu alanlarının, benim önceden seçtiğim konu alanları vardı alanımla ilgili ve bunların güncellenmesini ve varsa yanlışlık değiştirilmesini talep ediyordu. Ben sistemin içerisine girdim ve sonra konu başlıkları karşıma çıktı. 22 alt konu başlığı oluşturulmuş: Bilgi ve bilgi işleme bilimleri, biyoloji, biyomedikal ve klinik bilimler, dil iletişim ve kültür, ekonomi, eğitim, felsefe ve din bilimleri, fizik, hukuk ve yasal çalışmalar, kimya, matematik, mimari ve tasarım, mühendislik, psikoloj, sanat ve edebiyat, sağlık bilimleri, tarih, miras ve arkeoloji, ticaret yönetimi, turizm ve hizmetler, yer bilimi, ziraat, veterinerlik ve gıda bilimleri, çevre bilimleri ve insan toplumu diye… Ben doğal olarak kendi alanımla ilgili, önce felsefe ve din bilimlerine girdim felsefeyi ayrı göremeyince… Biliyorsunuz İlahiyat Fakültelerinde Felsefe ve Din Bilimleri diye ayrı bir anabilim dalı var. Ben dedim ki bu herhalde onun başlığı. Sonra tıkladığımda altta şöyle bir taksonomi çıktı: Din araştırmaları, felsefe, spesifik alanların tarihi ve felsefesi, temel İslam bilimleri ve uygulamalı etik. Sonra altına bastığımda bu dînî araştırmalar sahasında din, toplum ve kültür, dînî gelenek çatışması, doğu dinleri ve gelenek araştırmaları, Hıristiyanlık araştırmaları, karşılaştırmalı dînî araştırmalar, Yahudilik araştırmaları, ilahiyat ve diğer dînî araştırmalar… Felsefenin altına bastığımda, bu felsefe ve din bilimlerinin içerisine öbeklenmiş, belirli kültürlerin felsefesi, bilgi felsefesi, bilim felsefesi, biliş felsefesi, cinsiyet felsefesi, devlet felsefesi, din felsefesi, eleştirel kuram, eskiçağ felsefesi, eğitim felsefesi, fenomenoloji, karar teorisi, metafizik, ontoloji, yapısalcılık, postyapısalcılık, Türk-İslam felsefesi, tarih felsefesi gibi şeyler çıktı. Bir alttakine bastığımda, yine felsefe ve din bilimleri, spesifik alanların felsefesi ve tarihi… Burada da çok ilginç bir şeyle karşılaştım. Beşerî bilimlerin tarihi ve felsefesi, bilim tarihi ve felsefesi, ekonomi tarihi spesifik alanların tarihi ve felsefesine sokulmuş. Fikirler tarihi, felsefe tarihi, hukuk ve adalet tarihi ve felsefesi, kitap tarihi (bu çok ilgimi çekti), mühendislik ve teknoloji tarihi ve felsefesi, peyzaj mimarlığı tarihi ve kuramı, sinema tarihi yine felsefe ve din bilimleri içerisinde. Türk-İslam sanatı, tıp tarihi ve felsefesi, iletişim tarihi, şehircilik tarihi… Burada çok komiğime giden tarım tarihi bunun içerisinde spesifik alanların felsefesi, tarihi ve diğer diye… Bu altta temel İslam bilimlerine bastığınızda Arap dili, hadis, kelâm, Kur’an-ı Kerim kıraati, tasavvuf, tefsir, İslam hukuku, mezhepler tarihi, temel İslam bilimleri diyor. Uygulamlı etikte de biyoetik, kamu yönetiminde etik, muhasebe etiği, pazarlama etiği, profesyonel etik, tıp etiği, yasal etik, yeni teknolojinin etik kullanımı, iletişim etiği, insan hakları ve adalet sorunu, iş etiği ve uygulamalı etik…
Felsefe din bilimlerinin içine sokulmuş
Şimdi taksonomide gördüğün gibi sorunlu alanları insan dinlerken bile farkediyor. Tarım tarihinin ne işi var orada diye sorabilirsiniz, kitap tarihinin ne işi var diye sorabilirsiniz. Spesifik alanların tarihi ve felsefesi başlığı açmış. Şöyle olsaydı belki bilmiyorum ne olurdu? Tarım tarihi ve felsefesi olsaydı belki ama yine de tarım tarihi ve felsefesi diye bir alan yok. Ama daha da ilginci (taksonominin başına geldiğinizde tuhaf olan o, belki bütün felsefeciler şaşıracaklardır) 22 kategori oluşturulmuş, bunlardan bir tanesi felsefe ve din bilimleri ve felsefe bunun içerisine sokulmuş.
Sorunlu alanları insan dinlerken bile farkediyor. Tarım tarihinin ne işi var orada diye sorabilirsiniz, kitap tarihinin ne işi var diye sorabilirsiniz.
Aslında taksonomi oluşturmak şu: Takson düzen demek biliyorsunuz. Düzenleme, Antik Yunanca bir sözcük. Bir düzenleme oluşturursunuz. Düzenin de epistemik ve ontik bir temeli vardır. Geçmişte biliyorsunuz bilimlerle ilgili yapılmış taksonomiler var, sen de bilirsin. İşte nedir? Doğa bilimleri, bizde fen bilimleri de diyorlar, sosyal bilimler vardır bir de uygulamalı bilimler vardır. Sosyal bilimlerin altına toplumla ilgili, kültürle ilgili araştırma yapanları ve doğa bilimlerinin altına da bütün doğa bilimlerini açarsınız. Biyoloji açarsınız genetik, mikrobiyoloji vs devam eder taksonlar. Kimyayı açarsınız alt taksonlar çıkar. Aslında takson oluşturma 22 tane kök değil, kök ne kadar azaltılırsa o kadar verimlidir. Darwin’in evrim ağacını düşünün, o da güzel bir taksonomi örneğidir, ana gövdeyi gösterirsiniz. Bilimler çok ilginç bir biçimde iki ana gövde üzerine kuruludur. Hadi diyelim ki biraz esnek düşünelim, şöyle düşünelim dörde çıkarabilirim en çok. Diyebilirim ki doğa bilimleri, sosyal, beşerî, kültür bilimi neyse sosyal bilimler hangisini kabul ediyorsanız kültür bilimleri de diyebilirsiniz. İki; ideal bilimler, gerçeklikle uğraşmayan. Ne doğal ne sosyal gerçeklikle uğraşmayan ama ideal düşünce ilişkileriyle uğraşan, matematik ve mantık gibi, bunun içerisine belki düşünce ilişkileri ve yapay zekâyla uğraşılıyor ya, bu tür şeyleri de sokabiliriz ama onu uygulamalı bilimler altına da sokabiliriz. Uygulamalı bilimler dersiniz işte tıptır, diş hekimliğidir vd gibi mühendisliklerdir. Her birini açtığınızda, taksonu, kökleri mümkün olduğu kadar azaltmak… Benim tuhafıma giden şey şu: Sosyal bilimler ya da beşeri ya da kültür bilimler, insan ya da kültür bilimler deseydi felsefeyi, ilahiyatı, tarihi tıkladığımızda altında tarihle ilgili disiplinler, felsefeyi ya da sosyolojiyi tıkladığımızda altında sosyolojiyle ilgili disiplinler, psikoloji altında psikolojiyle ilgili disiplinler… Böyle bir şey yok.

Felsefenin İslamileştirilmesi projesi
Ontik ve epistemik bir temeli yok. Birinci iddiam bu. İkinci ve en büyük iddiam da şu sanırım: felsefe ve din bilimleri demin de söylediğim gibi ilahiyatta bir anabilim dalı, bu anabilim dalını çekerek koymuşlar ve felsefenin otonom varlığı ortadan kalkmış. Şöyle denilebilir: Felsefe ve din bilimleri diye iki şeyi biraraya getirip “ve” bağlacıyla bağlamışlar. Bu “ve” bağlacı Ali, Ahmet ve Mehmet dersen birbiriyle bağlantılı şeylermiş gibi düşünülür. Bu açıkçası felsefeyle din bilimleri birbiriyle bağlantılı bir etkinlik olarak düşünülüyor anlamına geliyor. Ben bunun aslında geçmişten beri, uzun süredir uygulanan, bilginin, değerlerin ve eğitimin İslamileşetirilmesi projesinin, uzun süredir Türkiye’de devam eden felsefenin İslamileştirilmesi projesinin bir uzantısı olduğunu düşünüyorum. Kafalarının gerisindekini tahmin ediyorum. İslam’da din-dünya ayrımı da yok biliyorsunuz. Dün Yeni Şafak gazetesinin bir yazarı yazmıştı: ‘Bize mühendislik şu bu lazım değil, bizim ilahiyat ve felsefe alanında yetişmiş elemana daha çok ihtiyacımız var’ türünden bir yazı yazmıştı. Çok ilginç, orada da dikkatimi çekmişti: Felsefe din ve felsefe, ilahiyat ve felsefe alanında. Bu kastettikleri felsefe, İslamileştirilmiş. Naturalist bir felsefe değil. Bunun Türkiye’de çeşitli şekillerde öncülüğünü yapan, felsefenin İslamileştirilmesiyle ilgili teorik çerçeveler oluşturan yazılarla karşılaşabilirsiniz açıkçası. Bu düşünce dünyasının Türkiye’deki bir yansıması olduğunu düşünüyorum ve bunun çok ilginç bir şekilde, eleştirel bir etkinlik ve dogmatik bir etkinliğin biraraya getirilmesi olarak düşünüyorum. Felsefe bu tür dünya görüşünde neye hizmet eder? Şuna: Dînî argümanların felsefeyle desteklenmesine. Buna biz teoloji diyoruz. Yani bir tür, dinin hizmetinde olan bir felsefe.
En büyük iddiam da şu sanırım: felsefe ve din bilimleri demin de söylediğim gibi ilahiyatta bir anabilim dalı, bu anabilim dalını çekerek koymuşlar ve felsefenin otonom varlığı ortadan kalkmış.
Felsefeyi dinin güdümüne sokmak
Oysa felsefe doğası gereği karşıt kültürü temsil eder, eleştiriyi temsil eder. Dolayısıyla bu eleştirel disiplini hizaya sokmak için dinle biraraya getirip onu dinin güdümüne sokmak gibi bir amaç görüyorum zihinlerinin gerisine gittiğimde, bilerek ya da bilmeyerek… Bu kafa yapısının gerisinde felsefenin otonom bir alan olmadığı, felsefenin ancak ilahiyatın yardımcısı bir disiplin olduğu fikri var ki asıl itiraz edilmesi gereken fikir bu. Felsefenin otonom varlığı ortadan kaldırılmış. Ben taksonominin tümüne itiraz ettim. Evrensel taksonomiler kullanılabilir bilimlerin tasnifinde ve dediğim gibi her dalın altını açtığınızda sosyolojinin altta sosyolojiyle ilgili birimler çıkar. Elbette kesişen alanlar çıkacaktır, interdisipliner alanlar çıkacaktır ve bu interndisipliner alanları karar vereceksiniz işte diyelim ki biyokimya. Biyo başta olduğu için biyolojinin altında taksonomi içine sokmanız daha doğru olabilir.
Felsefenin İslamileştirilmesi projesinden bahsettiniz hocam. Bu üzerinde durulmayı hakeden bir mesele. İlahiyat fakültelerinde felsefe dersleri önemli oranda biçilmişti. Bu söz konusu projede önemli bir durak mıdır ve bu projenin ana hatları nelerdir? Biraz daha açar mısınız?
Bilginin İslamileştirilmesi projesi 90’lı yıllardan sonra çok tartışıldı. Türkiye’de de bir sürü şey bulabilirsiniz. Antropolojinin İslamileştirilmesi, sosyolojinin İslamileştirilmesi, psikolojinin İslamileştirilmesi. Bunlarla iligi çok şey yazılıp çizildi ben de yazdım biliyorsunuz, eleştirel yazılar yazdım hatta bir ara bisikletin İslami teknolojisi, bisikletin İslamileştirilmesi gibi uçuk şeylerle karşılaştık.

Amaç: Naturalist bilimi dışlamak
Bu proje şu: İslam, din ve dünya ayrımı gözetmez. İslam dünyasında bir bilim kuracaksanız bu bilimin ilkesi tevhid olmalıdır yani birlik ilkesi. ‘Ve Kur’an’ın ana çerçeve çizdiği, Kur’an onu nasıl yorumluyorlarsa, Kur’an’dan çıkarsadığımız ana ilkeler doğrultusunda bilimleri dizayn etmeliyiz.’ Ana çıkış noktası bu. Batı bilimi materyalisttir, naturalisttir. Batı bilimi metafiziği dışlamıştır, oysa metafizik bir arka planı olmaksızın bir bilim temellendirilemez, bu metafizik arka plan beşeri bilimlerle olacak bir iş değildir, ‘biz Müslüman topluluklar olarak bunun arkasında ilahi bir metafizik görüyoruz, kainata baktığımızda kainatı insanların bir müstemlekesi olarak değil de tanrının bir yaratığı olarak görüyoruz ve evrene baktığımızda tanrının âyetlerini işaretlerini görüyoruz. Aslında evreni keşfetmek tanrının ayetlerini okumak, keşfetmektir.’ Dolayısıyla böyle bir metafizik arkaplan oluşturma ve batıdaki naturalist bilim eğilimini, tecrübeci bilim eğilimini bir parça dışlamak… Bu uzun süredir işleniyor. Aslında çok da eleştirildi. Fazlurrahman bu projeye önceden çok olumlu bakmasına rağmen bir Müslüman olarak, sonradan bu projenin sakat bir proje olduğunu kendi yazdığı yazılarla da göstermeye çalıştı. Ama Farukî gibi Nasırî gibi pekçok batılı, Amerika’da yetişmiştir bu insanların çoğu, okursanız onların geliştirdiği bir harekettir. Pakistan’da, Endonezya’da, İran’da, Suudi Arabistan’da hâlâ revaçta ve bizde tarihte kalmış bir şey olması gerekirken… Yani seküler bir devrim, aydınlanma devrimi yaşamış bir ülkeyiz, dinle bilimi, dinle felsefeyi ayırmasını becermiş bir ülkeydik ama gittikçe bunlar ortadan kayboluyor diye düşünüyorum.
İslam, din ve dünya ayrımı gözetmez. İslam dünyasında bir bilim kuracaksanız bu bilimin ilkesi tevhid olmalıdır yani birlik ilkesi.
Hocam eskiden bilim düşmanlığı çok açıktan yapılıyordu. Doğrudan bilime kaba saba saldırılar yöneltiliyordu, özellikle evrim teorisine… Ama son yıllarda bilimin itibarının artması, pandemi gibi süreçlerle toplumsal sorunlara yanıt vermesi ve toplumun gitgide bunu kavraması nedeniyle bilime yönelik saldırılar bilimin içinde yapılıyor ve bilimcilik kisvesiyle, bu maske takılarak yürütülüyor. Bu durumu felsefeye uyarlayabilir miyiz? Yani felsefenin din ve teolojinin hizmetine sokulmak istenmesinde bazı felsefecilerin veya felsefe çevrelerinin özel bir rolü var mı sizce?
Benim İslam Kültüründe Felsefenin Krizi ve Aydınlanma Sorunu diye bir kitabım var biliyorsun. İslam dünyasındaki felsefenin yaşadığı problemleri ele alan bir kitap bu ve son bölümü modern Türkiye’ye geliyor. Osmanlı’dan modern Türkiye’ye felsefenin inşası ve ideolojik çatışmalar diye. Burada özellikle Türk felsefecileri arasında yapılan tartışmaları, sorun alanlarını çıkartmaya çalıştım ben. Çatışma alanları var. Bir çatışma alanı olarak laiklik var. Bir çatışma alanı olarak din-felsefe ilişkisi var. Bir çatışma alanı olarak Türk felsefesinin kökeni sorunu var. Bir çatışma alanı olarak orijinallik ve yaratıcılık sorunu, bir çatışma alanı olarak Türkçenin yeterliliği sorunu var. Türk felsefesinde bu sorun alanlarının varlığını sürdürdüğünü görüyorum ama ben burada bir şey daha saptamaya çalıştım.
Türk felsefesindeki ikili yapı
Türkiye’de özellikle Hilmi Ziya Ülken’in (felsefe alanına büyük katkıları var, onu anmam gerekir) 1960 İhtilali sonucu İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’ndeki görevinden alınması hepimizin bildiği bir süreç ve daha sonra hata yaptık denilerek iade edilmiştir ama aynı zamanda Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde de dersler veriyordu Hilmi Ziya Ülken. Hilmi Ziya Ülken’in geri dönmemesi ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde kalmasından sonra ilahiyat fakültelerinde felsefe ve din bilimleri alanının temelini teşkil eden bir yapının oluştuğunu görüyoruz. Bu yapı daha sonra mantık anabilim dalı, felsefe tarihi anabilim dalı, din felsefesi anabilim dalı, İslam felsefesi anabilim dalı, bunun yanına felsefe ve din bilimleri olduğu için din sosyolojisi, din psikolojisi, dinler tarihi gibi alanların ilahiyat fakültesinin bünyesine dâhil edilmesine yol açtı. Türkiye’de Hilmi Ziya Ülken’le başlayan, bu dediğim süreçle başlayan ilahiyat fakültelerinde bir felsefe ve din bilimleri yaklaşım tarzının gündeme getirildiği ve orada felsefe tarihi anabilim dalı, mantık anabilim dalı, İslam felsefesi anabilim dalı, din felsefesi anabilim dalı gibi anabilim dallarının kurulması ve bunların yüksek lisans ve doktora düzeyinde diploma vermesi… Bunlar genelde ilahiyat çıkışlı öğrencilere daha çok hizmet veriyor. Bir de felsefe bölümlerimizde felsefe bölümünün kendi sistematiği var. Şu anda bakarsan Türkiye’de felsefe bölümlerinin içerisine sistematik felsefe ve mantık anabilim dalı, felsefe tarihi anabilim dalı, bilim tarihi anabilim dalı ki bu Aydın Sayılı-Ankara Üniversitesi geleneğinden geliyor, bir de 12 Eylül darbesinden sonra Türk-İslam Felsefesi Anabilim Dalı. Böyle bir yapılanma var. Türkiye’de organik olarak bakarsanız felsefeci ünvanı veren iki yapı var. Bunlardan birisi felsefe bölümlerinin çeşitli anabilim dallarında yüksek lisans ve doktora yapan öğrenciler, bir de ilahiyatın felsefe ve din bilimleri alanında yapan… Mesela Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden felsefe tarihi doktoru olarak mezun olabilirsiniz, mantık doktoru olarak mezun olabilirsiniz, Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde aynı şey geçerli. İlahiyat disiplininin içerisinde böyle bir yapılanma var. Bu yapılanma Hilmi Ziya Ülken’e kadar geriye gidiyor. Türk felsefesinde, Türkiye’de ikili bir yapılanma vardı, uzun süre ikili bir yapı vardı. Senin dediğin bir süreç vardı, bir ara felsefe derslerini ilahiyat fakültelerinden azaltmak. Evet böyle bir süreç yaşandı ve ben o sürede yazı da yazdım hatta kelâmı bile düşürmeye çalıştılar, İslam teolojisini bile düşürmeye çalıştılar.

İslami İlimler’de felsefe yok
Biliyorsun İlahiyat Fakültelerinin adını İslâmî İlimler Fakültesi’ne çevirdiler. İlahiyat biliyorsun metafiziğin birebir Arapçaya çevirisidir. Yani Antik Yunandaki metafizik teriminin Arapçaya iki çevirisi vardır, birisi Mâ Ba’de’t Tabîa’dır yani fizik ötesi demek, Türkçeye çevirirseniz tabiat ötesi, bir diğeri İbni Sina’yı açtığınızda İlahiyat kitabıyla karşılaşırsınız. İlahiyat tamamıyla metafizik sorunları tartışır. Orada varlık kavramıyla tartışırsınız, orada töz kavramıyla tartıştığını görürsünüz, neden kavramını, nedensellik bağıntısını tartıştığını görürsünüz. Bunun yanında sonuna doğru tanrı kavramını da, ilk neden, nedenler nedeni, Vacibü’l Vücud gibi bu kavramlar ışığında tartıştığını görürsünüz. İbn-i Sina metafiziği felsefi bir disiplin olarak görür, Farabi de öyledir, İbn-i Rüşd de öyledir. Felsefenin bir disiplinidir ama Cumhuriyet döneminde İlahiyat Fakültesi ismi tercih edilmiştir. Bu ilahiyat isminden uzun süre rahatsız oldular. İslami Bilimlerin içerisinde felsefe yok, İslami Bilimlerin içerisinde din sosyolojisi din psikolojisi gibi dersler de yok, dinler tarihi de yok. Bunlar batılı disiplinler. Dolayısıyla bunları yok etmeye çalıştılar ama baktı ki olmuyor. Yani klasik medreseye dönme çabasıydı, olmuyor. Bu süreç içerisinde orada örgütlenmiş bir yapı var, felsefe ve din bilimleri. Orada felsefe profesörü var ilahiyatta, mantık profesörü var, din sosyolojisi, dinler tarihi profesörü, öğretim üyeleri var. Bunlar eleştiri yönelttiler, ben de eleştirdim. Nedeni şuydu: İlahiyat Fakültesinden bunları çıkartırsak modern düşünceyle bağ kuracak, ilahiyatçıların modern düşünceyle bağ kuracakları bir alan bırakmamış oluyoruz diye. Ben buna karşı çıktım.
İslami Bilimlerin içerisinde din sosyolojisi din psikolojisi gibi dersler de yok, dinler tarihi de yok. Bunlar batılı disiplinler. Dolayısıyla bunları yok etmeye çalıştılar ama baktı ki olmuyor.
Yeni açılan felsefe bölümlerinin çoğu ilahiyatlı
Bu dönem içerisinde şöyle bir şey de oldu. Bir ideolojik yapı içerisinde mesela bazı üniversiteler felsefe ve din bilimlerinde mesela felsefe tercihi alanında 30 kişi aldı, din felsefesi alanında yüksek lisansa 20 kişi aldı, İslam felsefesine 20-30 kişi aldı. Müthiş bir şişirme vardı, bir yanda din sosyolojisine, din psikolojisine çok fazla insan alma… Bir yandan bunları ilahiyattan kaldırıyorlar, azaltıyorlar yani bir yandan da bir sürü uzman yetiştirmeye çalışıyorlar. Sonra baktım ki yeni açılan üniversitelerde felsefe bölümleri, sosyoloji bölümleri, yeni açılan psikoloji bölümleri, tarih bölümleri ilahiyatçıların istihdam edildiği bir alana doğru dönüştü Türkiye’de. Mesela son dönemde açılan üniversitelere bakın, sekiz on kişi kadarı içerisinde bir iki tane felsefeci. Diğerlerinin hepsi ilahiyat kökenli. İslam felsefesi, din felsefesi vb alanda yetişmiş insanlar olduğunu görürsünüz. Bunların aldıkları formasyon genelde ilahiyat temelli olduğu için ve felsefeyi, sosyolojiyi, psikolojiyi ilahiyatın destekçisi olarak gördükleri için, bağımsız otonom disiplinler olarak görmedikleri için ben Türkiye’de bilginin İslamileştirilmesi ve bilimlerin İslamileştirilmesi projesi adı altında bunun yürütüldüğünü söyledim ve yazılar yazdım. Milli Eğitimde de felsefe müfredatını değiştirdiklerinde çok ilginç bir biçimde teolojik problemlerin çoğunu felsefe müfredatının içerisine dâhil ettiler. Dolayısıyla ilginç bir şekilde bu süreç içerisinde işleyen bir yapı. Felsefe bölümlerinde de şöyle bir şey var: Mesela bizim Ondokuz Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne baktığınızda üç ilahiyatçı arkadaş var. 14 kişiyiz biz, diğerleri felsefeci. Yani bir felsefe bölümünde İslam felsefesi uzmanı, din felsefesi uzmanı istihdam edebilirsiniz. İki üç kişi olmalı, buna hayır demek olanaksız. Sorun şu: Çoğunu ilahiyatlılardan oluşturup, iki üç garnitür felsefeci koymak…

Türkiye’de yeni kurulan bölümlerde böyle bir sorunla karşılaşıyorsunuz. Yoksa din felsefesi bilen bir adamın hem ilahiyat biliyor olması ve felsefe biliyor olması gerekir. Felsefenin multidisipliner alan olduğuna karşı çıkmıyorum. Fizik felsefesi yapan birisinin, fizik alanında okumuş lisans öğrencisinin felsefeden yüksek lisans ve doktora yapması fizik felsefesi alanında çok büyük bir kazançtır. Yani fiziği bilmeden fiziğin felsefesini yapamayız. Biyoloji bilmeden biyolojinin felsefesini yapamayız. Tarih bilmeden, din bilmeden yapamayız. Arapça bilmeden, Latince bilmeden İslam felsefesi çalışamayız. Yani bu uzmanlıkların kendi alanlarına saygı duymasıyla ilgili bir şey. Ben hep şunu söyledim: İki saat din felsefesi varsa, din felsefesi uzmanının girmesi yararlıdır. İki saat tarih felsefesi varsa, tarih felsefesi alanında yüksek lisans ve doktora yapmış insanların girmesi gerekir. Yani üniversiteler uzmanlıkların esas alındığı yerlerdir. Ama Türkiye’de bu tam tersine demin söylediğim gibi bilginin, sosyolojinin, psikolojinin, tarihin, felsefenin İslamileştirilmesi gibi tuhaf bir alana doğru kaymaya yol açtı. Bunun temelinde bir daha söylüyorum ikili bir yapı var: İkili bir felsefeci, ikili bir sosyolog… Şimdi siz din sosyoloğu olan adama sosyolog değilsiniz diyemezsiniz. Sosyoloji bilmeden din sosyologluğu yapılmaz. Dolayısıyla sosyoloji disipliniyle bağı var. Yani bir adam bir dalla çalışıyorsa o dalın kökü vardır, kökünü biliyor olmalı. Yani sosyoloji bilmeden din sosyolojisi, psikoloji bilmeden din psikolojisi olmaz. Türkiye’de bu alanların maalesef tamamıyla ilahiyat fakültesinde örgütlenmesi sağlandı ve felsefenin başına gelen de bu. İkili bir yapı var. Ben buna defalarca itiraz ettim. Dedim ki Türkiye’de yüksek lisans ve doktora programlarını kim verir? Mesela felsefe diplomasını neresi veriyor? Felsefe yüksek lisans diplomasını kim vermeli? Felsefe doktora diplomasını kim vermeli? Maalesef Türkiye’de ikili bir yapı devam ediyor, bu ikili yapı burada felsefe ve din bilimlerinin birleştirilmesine yol açtı gördüğün gibi. Yani ilginç bir biçimde oraya doğru gidiyor. Ben bu konuları çok tartışmış biriyim yazılarımla vs. ama görüyordum, söylüyordum, söylediğimle de karşılaşınca şaşırıp kaldım. Mesela değerler eğitim alanı… Değer felsefenin bir alanıdır. Varlık, bilgi ve değer… Tamamıyla ilahiyatların eline geçti. Biliyorsunuz, ilahiyatlarda aynı zamanda çok ilginç bir biçimde din eğitimi anabilim dalı diye bir anabilim dalı var. Bu anabilim dalının içerisinde eğitim ve değerler eğitimi, ahlak eğitimi çalışan insanlar var. O alan da tümüyle dinin altına girdi. 12 Eylül askeri darbesi din kültürü ve ahlak bilgisi diye dersi birleştirince o da oradan kaynaklandı. Ahlak, değer, değer eğitimi gibi konular dinin güdümünde kaldı ve devam ediyor.
Sorun şu: Çoğunu ilahiyatlılardan oluşturup, iki üç garnitür felsefeci koymak…
Bu sorun nasıl çözülür? Felsefe, din ve teoloji arasındaki ilişki nasıl sağlıklı bir zemine oturur? Ne yapmak gerekiyor?
Benim önerim şu: Evrensel taksonomileri benimserseniz, ismini ne verirseniz verin, doğa bilimleri mi fen bilimleri mi ne veriyorsanız verin, bir alan bu var. İkinci alan insan bilimleri diyebilirsiniz, Alman geleneğine gidip kültür bilimleri diyebilirsiniz farketmiyor ya da Amerikan geleneğini benimseyip sosyal bilimler ya da beşerî bilimler diyebilirsiniz. Ne derseniz deyin, iki bu alan var. Üç, ideal bilimler alanı dediği bir alan var benim. Matematik bir doğa bilimi değildir, doğa bilimlerinin kullandığı bir dildir sadece, mantık da öyle. Sosyal bilimlerin ve doğa bilimlerinin kullandığı bir dildir aynı zamanda mantık. Yapay Zekâ’nın da dilidir dolayısıyla bir ideal bilimler alanı var düşünce ilişkileri üzerinde duran. Dört, uygulamalı bilimler dediğim bir alan var.
Türkiye’de bilimler ilahiyatlaştırılıyor
Eğer böyle bir alan tasnifi olsaydı ilahiyat sosyal bilimler alanının içerisine girmiş olacaktı. İlahiyatı tıkladığımızda altında şunlar çıkacaktı: Tefsir, hadis, dinler tarihi, mezhepler tarihi vb gibi. Böylelikle bunları sosyal ve beşerî bilimlerin yöntemiyle çalışan bir bilim statüsüne kavuşturacaktık. Türkiye’de tam tersine bilimler ilahiyatlaştırıldığı için, ilahiyatın yöntemi neyse o yöntem, bilimsel bir yöntem değil biliyorsun, onun altına sokulmaya çalışılıyor. Tam tersine teolojik ve dînî sorunlara, tarihsel bir perspektifte bakan ki batıda var mitoloji alanı büyük, önemli bir alandır. Dinler tarihi alanı önemli bir alandır. Bir de şunu ekleyeyim: Dinler tarihi ilahiyatı da ilgilendirmez. Dinler tarihi kültür bilimlerinin doğrudan doğası içerisindedir, mitoloji tarihi vs. İslam felsefesi ilahiyatın bir konusu değildir. İslam felsefesi felsefe tarihinin bir alanıdır. İslam tarihi diye bir alan ayırmışsanız, ortaçağ islam tarihi, Selçuklu tarihi mesela ortaçağ İslam tarihinin içerisine giriyor tarih disiplininin içerisindedir, ilahiyatın değildir.
İslam felsefesi ilahiyatın bir konusu değildir. İslam felsefesi felsefe tarihinin bir alanıdır.
Sorun şu: Eğer sosyal ve beşerî bilimler ya da kültür bilimleri neyse, onun adı altında adam gibi tasnif yaparsak bu sefer disiplinlerin bilimsel hiyerarşisinde yerini belirlemiş oluruz. Türkiye’de benim gödüğüm şu: Evrensel taksonomiler dikkate alınarak yeniden sınıflandırılması gerekir bilimlerin ve ilahiyatın. Ayrı bir alan değil, ilahiyatın kültür bilimleri içerisinde, insan bilimleri içerisinde, beşerî bilimler içerisinde bir alan olması ve bu alan içerisinde yetişen insanların kültür bilimleri yani beşeri bilimler, sosyal bilimler metodolojisiyle yetiştirilmeleri gerekir. O zaman dine sosyolojik açıdan, tarihsel açıdan, felsefi açıdan, psikolojik açıdan, düşünce tarihi açısından yaklaşan akademisyenler yetişmiş olacak. İlahiyat Fakültesi olsa olsa Türkiye’de sosyal ve beşerî bilimlerin altında bir bölüm olmalıydı. Mitoloji gibi bir bölüm haline getirilmeliydi. Türkiye’de maalesef bu böyle işlemiyor. Türkiye’de o yüzden ilahiyat fakülteleri çok fazla eleman istihdam ediyor fakülte olduğu için. Çok fazla insan var içerisinde ve ayrı bir metodoloji olarak da bilimsel metodolojiden farklılar. Bence ilahiyat bir sosyal bilimdir. Şunu kastediyorum, demin de söylediğim gibi ilahiyatın altında din sosyolojisi, din psikolojisi, din felsefesi, bu disiplinler olabilir. İslam söz konusuysa hermeneutik, yorumbilim, tefsir diyorlar ya. İşte metin analizi, Kur’an ve hadislerin analiz edilmesi, inanç tarihi… Bunlar sosyal bilimlerin metodoloji içinde irdelenecek şeylere dönüştürülmeli diyorum. Aksi takdirde bu mümkün değil. Gördüğüm bu taksonomiler tamamıyla farklı bir yere bizi götürüyor. Şimdi siz alıyorsunuz dil, iletişim ve kültür diye ayrı bir disiplin oluştuyorsunuz, dil aynı zamanda felsefi de bir sorun, iletişim felsefi de bir sorun, kültür felsefi de bir sorun yani ilahiyat da bir dil kullanıyor. Dolayısıyla iyi düşünmek gerekir, taksonomi bir düzen oluşturmak demektir, düzensizlik değil. Ağaç diyorum ya, o ağaçta ana kökle dallar arasındaki bağlantılar net kurulmalıdır. Bu kurulamadığı sürece, Türkiye’de üniversitelerin yapısı da saçma sapan, mantıksız bir yapı içerisinde gidecek diye düşünüyorum.
Buna ben itiraz ettim. Sanırım Türkiye’deki felsefeci arkadaşlar da kendi felsefe disiplinlerinin dini bilimlerle, felsefe ve dini bilimlerle birleştirilmesinden huzursuzluk duyacaklardır. Bunu deklare etmeleri ve DergiPark’ta bunun doğru olmadığını belirtmeleri gerekir diye düşünüyorum.
Çok teşekkür ederim sayın hocam.
Ben teşekkür ederim.
GazeteBilim’in notu: Röportajımız yapıldıktan sonra Prof. Dr. Hasan Aydın’ın DergiPark’a attığı e-postaya konula ilgili gelen yanıtı nesnellik gereği yayınlıyoruz:
Sayın Hasan Aydın,
Görüşünüzü paylaştığınız için teşekkürler. YÖK ve ÜAK konu sınıflaması yetersiz kaldığı için daha kapsamlı ve ayrıntılı konu çalışması yapılmıştır. Yurt dışında da din bilimleri ve felsefe atynı başlık altında toplandığı yaklaşımlar bulunduğu için kullanılmıştır. Ancak ülkemizde bu durum eleştiri aldığından yeniden düzenleme yapılacaktır.
Bilginize.

