GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: Bitkileri yeniden düşünmek: Bitki felsefesi
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > Biyoloji Felsefesi > Bitkileri yeniden düşünmek: Bitki felsefesi
Biyoloji Felsefesi

Bitkileri yeniden düşünmek: Bitki felsefesi

Yazar: GazeteBilim Çeviri Yayın Tarihi: 15 Ağustos 2024 27 Dakikalık Okuma
Paylaş
felsefe
Özel olarak bitkiler hakkında düşünmeye adanmış bir felsefe alanı sadece bitki bilimlerindeki araştırmaların metakritik bir analizi değil, aynı zamanda yeniden felsefe yapmak için ondan ilham almaktadır. (Görsel: Pinterest).

Bitkilerin şaşırtıcı derecede karmaşık davranışları, doğa hakkında yeni bir düşünme biçimine yol açtı: bitki felsefesi. Bitki araştırmalarının kimya üzerine yoğunlaşması, bitkiyi bir kromozom sayısına, bir baz çifti dizisine, bir Latin binomuna, bir organelin elektronik görüntüsüne, eğri üzerindeki bir noktaya, bibliyografik bir referansa, bilgisayar belleğindeki bir veriye, santrifüjlenmiş bir kalıntıya ya da deney tüpünün dibindeki bir çökeltiye indirgemesiyle neler kaybetmedik ki?

Stella Sandford

Çeviri: Okan Nurettin Okur, Elif Azra Özay

Bir zamanlar, en azından Batı toplumlarında, bitkileri canlılığın pasif, hareketsiz arka planı ya da sadece hayvan yemi olarak düşünme biçimi yaygındı. Bitkiler elbette kendi başlarına büyüleyici olabilirdi, ancak hayvanları ve insanları ilginç kılan eylemlilik, zeka, biliş, niyet, bilinç, karar verme, kendini tanımlama, sosyallik ve fedakarlık gibi özelliklerin çoğundan yoksundular. Ancak geçen yüzyılın sonundan bu yana bitki bilimlerinde yaşanan çığır açıcı gelişmeler bu görüşü yerle bir etti. Bitkilerin çevreleriyle, birbirleriyle ve diğer canlılarla olan ilişkilerinin olağanüstü karmaşıklığını ve inceliğini yeni yeni görmeye başladık. Bitkilerin şaşırtıcı iç dünyasını anlamamızdaki bu gelişmeleri özellikle yeni bir çalışma alanına borçluyuz: bitki davranışları bilimi.

‘Davranış’ kelimesinin insanlar da dahil olmak üzere hayvanlarla ilişkilendirilmesi göz önüne alındığında, ‘bitki davranışı’ fikri tuhaf görünebilir. Klasik hayvan davranışlarını düşündüğümüzde (dans eden bal arıları, kuyruklarını sallayan köpekler, birbirlerini tımar eden primatlar) bitki yaşamında buna karşılık gelen ne olabileceğini merak edebiliriz.

Hayvan davranışlarının incelenmesinin öneminin ilk savunucularından biri biyolog ve biyoloji filozofu olan E. S. Russell’dır. Russell, 1934 yılında biyolojinin organizmayı bir bütün olarak ele alması gerektiğini savunmuş ve organizmayı bakım, gelişim ve üreme döngülerinden geçen dinamik bir bütünlük olarak düşünmüştür. Bu faaliyetlerin bir amaca yönelik olduğunu ve canlıları cansız nesnelerden ayıran şeyin bu yönlendirici faaliyet olduğunu söylemiştir. Russell’a göre davranış, organizmanın dış çevresiyle olan ilişkileriyle ilgili olan organizmanın genel yönlendirici faaliyetinin biçimidir. Bu, hayvanlar kadar bitkilerin de davranış sergilediği anlamına gelir. Ancak bitkiler sabit oldukları için, davranışlarının hayvanlarda olduğu gibi hareketten ziyade büyüme ve farklılaşmada (embriyonik hücrelerin belirli bitki parçalarına dönüşmesi) sergilenmesi beklenir.

20. yüzyılın sonuna gelindiğinde, bitki davranışlarına ilişkin anlayışımız büyüme ve farklılaşmanın çok ötesine geçmiştir ve genişlemeye devam etmektedir. Bitki davranışı, botanikçi Anthony Trewavas’ın deyimiyle ‘bitkilerin yaptıklarıdır’. Görünüşe göre çok şey yapıyorlar. Yaralanmayı ele alalım. Çoğu bitki, yapraklarındaki hasara uçucu organik bileşikler (VOC) salgılayarak yanıt verir. Bu VOC’ların bazıları abiyotik stresle ilgili genleri aktive eder; bazılarının antibakteriyel ve antifungal özellikleri vardır. Bazı VOC’lar özellikle düşman otçulları kötü tatları veya toksinleri ile uzaklaştırırken bazı bitkiler hangi otçulun saldırdığını belirleyebilir ve buna göre farklı tepkiler üretebilir. Bazı VOC’lar bitkiye saldıran böceklerin avcılarını çeker. Otçul saldırısı ayrıca bitkileri daha fazla nektar üretmeye teşvik ederek böcekleri yapraklardan uzaklaştırabilir.

Bu tepkiler ilk bakışta hemen amaca yönelik davranışlar (kendini koruma ve gelişme) olarak anlaşılabilir. Büyük olasılıkla bitki için adaptif bir avantaja sahiptirler. Ancak VOC’ların salınımı, farklı bir tür olsalar bile, komşu bitkileri de saldırıya uğramadan önce aynı tepkiyi vermeye teşvik edebilir. Bazı deneyler, akrabaları olan (aynı bitkinin tohumlarından yetiştirilen) bitkilere zarar vermediklerini hatta yararına olacak işler yaptığını gösteriyor. Örneğin bir deneyde, Impatiens bitkileri, toprak üstünde ışık ve toprak altında kök alanı için rekabete nasıl tepki verdiklerini incelemek üzere ortak saksılarda yetiştirildi. Araştırmacılar, akraba bitkilerin bulunduğu saksılarda yetiştirilen bitkilerin daha uzun gövdeli ve daha fazla dallı olduğunu, akraba olmayan bitkilerin ise daha fazla yaprak bırakarak diğer bitkilerin ışığa erişimini engellediğini tespit etti. Böylece bitkiler akraba bitkilerle işbirliği yaparken, akraba olmayan bitkilerle rekabet etmeye çalışmışlardır.

Bitkiler, Batı geleneğinde hakim olan bazı normlara meydan okuyor.

Bazı bilim insanları için bu araştırma, bitki bilimlerinde yeni bir paradigma başlatarak ve bitki yaşamına yeni bir bakış açısı getirerek oyunun kurallarını değiştiriyor. Artık pek çok kişi, bu deneysel çalışmanın sonuçlarının, bitkilerin daha önce hayvanlara ve hatta insanlara özgü olduğu düşünülen özelliklere ve kapasitelere sahip olduğunu kabul etmemiz gerektirdiğine inanıyor. Bazıları ise bu terimlere başvurmadan bilimin bize gösterdiklerini anlayamayacağımızı düşünüyor.

Bu olağanüstü gelişmeler filozofların da dikkatini çekmiştir. Bilim felsefesi, disiplin içinde köklü bir alt alandır ve biyoloji felsefesi de bilim felsefesinin köklü bir alt alanıdır. Ancak son zamanlarda yeni gibi görünen bir şeyin ortaya çıktığını görüyoruz: bitki felsefesi.

Özel olarak bitkiler hakkında düşünmeye adanmış bir felsefe alanı sadece bitki bilimlerindeki araştırmaların metakritik bir analizi değil, aynı zamanda yeniden felsefe yapmak için ondan ilham almaktadır.

Yeni bitki felsefesi kısmen bitki bilimlerindeki bu çalışmalara ve özellikle de yeni paradigmaya yanıt olarak ortaya çıkmıştır, çünkü yeni paradigmayı yeni olarak belirleyen bir dizi kavram (faillik, niyet, bilinç vb.) zaten önemli ve uzun süredir devam eden felsefi tartışmaların konusudur. Dikkatler bitkilere odaklanır odaklanmaz, daha geniş meseleler ortaya çıkmaktadır. Çünkü felsefenin bitkilerle ilgilenmesinin tek nedeni bu değildir; bitki yaşamının ya da bitki varlığının özgüllüğünün, Batı geleneğine bin yıl olmasa bile yüzyıllar boyunca hakim olan bazı değerli varsayımlara meydan okuduğunu keşfederiz. Bitki felsefesi bitkilerden daha fazlasıdır. Aynı zamanda bitki yaşamının özelliklerinin bizi kendi varlığımız hakkında yeni bağlamlarda düşünmeye nasıl zorladığıyla da ilgilidir.

Bazılarına bitki felsefesi fikri saçma, yeni çıkmış bir moda gibi gelebilir ve kesinlikle yakın tarihli herhangi bir felsefe sözlüğünde bu konuda bir madde bulamazsınız. Fakat aslında bitkiler ve felsefe arasında neredeyse Batı felsefesinin tarihi kadar eski bir ilişki vardır. Aristoteles, canlıları kendi içlerinde beslenme, büyüme ve çürüme kapasitesine sahip olanlar olarak tanımladığında teorik botaniğin temelini oluşturmuştur. Sadece bazı doğal cisimler yaşam potansiyeline sahiptir ve ruh bu potansiyelin gerçekliğidir. Dolayısıyla canlılar, canlı oldukları ölçüde, bir ruha sahiptir (psuchē, Latinceye çevrildiğinde ‘anima’ olmuştur, canlı ve cansız arasındaki ayrım buradan gelir).

Aristoteles ruha dair üç özellik belirlemiştir: beslenme, duyarlılık ve rasyonellik. Yaşamın temel ilkesi olan beslenme, bitkiler de dahil olmak üzere tüm canlılarda ortaktır. Hayvanlar buna ek olarak ruhun duyarlılık kısmına sahipken, insanlar benzersiz bir şekilde rasyonel kısmına da sahiptir. Aristoteles, ruhun beslenme kısmının işlevinin, hareket veya değişim türü olan oluşuma (daha sonra üreme olarak adlandırılacak olan şeyi) karşılık geldiğini söyler. Bitkiler bile bu tür bir ruha sahip olduğu için bitkisel ya da nebati ruh diye bilinen bir terim vardır (bu yüzden duyum ya da düşünce kapasitesi olmadığı varsayılan hasarlı bir insanın kalıcı bir bitkisel durumda olduğu söylenir).

Aristoteles’in bitkisel ruh fikri 17. yüzyıla kadar botanikte önemli bir rol oynamıştır. Örnek vermek gerekirse, Floransalı filozof Andrea Cesalpino’nun De Plantis (1583) adlı kitabı bitkilerin ilk bilimsel sınıflandırmasının ana hatlarını çizmektedir. Cesalpino, bitkilerin temel doğasının beslenme ve vejetasyon işlevlerinde yattığını, bunun da sahip oldukları tek ruh türünün özü olduğunu savunmuştur. Bitkilerin sınıflandırılması için bir sistem (küresel seyahatler çok sayıda farklı bitki türünü ortaya çıkardıkça giderek daha fazla ihtiyaç duyuluyordu) bitkilerin temel doğasına dayanmalıydı, bu nedenle Cesalpino sınıflandırma sistemini (cins düzeyinde) çeşitli tohum ve meyve üretme yöntemlerine dayandırdı. Alfonso Tornabuoni’ye yazdığı bir mektupta, bu sınıflandırma sistemine ulaşmadaki başarısının botanik uzmanlığını, onsuz hiçbir ilerleme kaydedilemeyecek olan felsefi çalışmalarla birleştirmesine dayandığını yazmıştır.

Botanik tarihi, botaniğin 19. yüzyılda felsefeden “özgürleşmesi”ni bilimsel ilerlemesinde önemli bir faktör olarak görüyor.

Aristoteles’in felsefesine olan bağlılık botanik araştırmalarını da yönlendirmiştir. Aristoteles, canlı varlıkların oluşumu teorisinde erkek ilkeyi, pasif (dişi) maddeye ruh vererek hareket ya da yaşam kazandırma kapasitesiyle özdeşleştirmiştir. Onun oluşum teorisi aslında hayvanların oluşumuna dair bir teori olduğu için, bu erkek gücü çoğunlukla duyarlı ruhu yaratma gücü olarak tanımlanmıştır. Bitkilerin duyarlı bir ruhu olmadığından, bitkilerde erkek ve dişi olamazmış gibi görünür. Ancak Aristoteles’in de düşündüğü gibi, erkek ilke yaşamı ya da daha genel anlamda hareketi veriyorsa, bitkiler canlı olduğuna göre, bitkilerde erkek ve dişi gibi bir şey olmalıdır.

Bu muamma, botanik tarihinde hep tartışılageldi ve araştırmayı engellemekten ziyade ileriye götürdü. Bitki fizyolojisinde hayvanların cinsel organlarına karşılık gelen bariz bir şey olmasa da, araştırmacılar böyle bir şey olması gerektiğini düşündüler, çünkü bitkiler ve hayvanlar nesilden sorumlu bitkisel ruhu paylaşıyordu. Çiçeğin üreme kısımlarını keşfetmesiyle tanınan İngiliz botanikçi Nehemiah Grew, bunu Aristoteles’in canlandırıcı ilkesi olan erkeklik organını (ya da işlevini) aradığı için yapmıştı ve bunu polenle karışık bir şekilde de olsa ilişkilendirmişti.

Günümüzde bitki bilimleri kendilerini felsefeyle hiçbir ilgisi yokmuş gibi görmektedir. Gerçekten de botanik tarihleri, 19. yüzyılda botaniğin felsefeden ‘özgürleşmesini’ bilimsel ilerlemesinde çok önemli bir faktör olarak görür. Ancak bu, en önemli botanik araştırmacılarından bazılarının felsefi taahhütlerinin bilimsel çalışmalarını ne ölçüde şekillendirdiğini göz ardı eder ve bilimin gerçekliğin doğası hakkında bazı temel metafizik varsayımlar olmadan ilerlediğini düşünmek saflıktır.

Bilim felsefesi, disiplin içinde köklü bir alt alandır ve biyoloji felsefesi de bilim felsefesinin köklü bir alt alanıdır. Ancak son zamanlarda yeni gibi görünen bir şeyin ortaya çıktığını görüyoruz: bitki felsefesi. (Görsel: Pinterest)

Botaniği felsefeden ayırma ısrarı, botaniğin geleneksel olarak anladığımız şekliyle felsefe tarihinde oynadığı rolü anlamayı kaçırmamız anlamına da gelmektedir. John Locke (1632-1704) ve Jean-Jacques Rousseau (1712-78) sıkı birer botanikçiydi. Bu filozoflar için botanik sadece felsefi olmayan bir hobi miydi yoksa bitki çalışmaları felsefe yapmalarını etkiledi mi? Bu tür soruları sorarken, hem felsefe ve botaniğin iç içe geçmişliğinin tarihini yazmayı hem de aralarındaki işbirliğini yenilemeyi amaçlayan yeni bitki felsefesine geri dönüyoruz.

Bu çalışmanın 20. yüzyıldaki önde gelen isimlerinden biri, tarihsel ve felsefi çalışmaların modern bilimsel pratiğin bir parçası olması gerektiğini savunan İngiliz botanikçi Agnes Arber’dir (1879-1960). Arber çok sayıda makale ve su bitkileri (1920), tek çenekliler (1925) ve otlar (1934) üzerine yazdığı kitaplarla bitki morfolojisine önemli katkılarda bulunmuştur. Natural Philosophy of Plant Form (1950) adlı kitabında yaklaşımının felsefi temelini açıkça ortaya koymuştur. Arber için bitki morfolojisi (bitki formunun incelenmesi) sadece bitkilerin dış özelliklerinin tanımlanması değil, daha kapsamlı bir şekilde formlarının araştırılmasıydı. Aristoteles’in form (eidos) kavramına geri döndü ve bu kavramdan herhangi bir bireyin tezahürü olduğu içsel doğayı anladı. Aristoteles’in önemli ölçüde ötesine geçerek, bu içsel doğayı, bitkinin boyutundaki ve dış şeklindeki değişiklikler de dahil olmak üzere bir bitkinin tüm yaşam tarihini kapsayacak şekilde ele aldı, böylece biçimi dinamik olarak yeniden tanımladı ve analitik olarak işlevden ayırmayı reddetti. Bu biçim kavramı, Arber’in tamamen analitik bir yaklaşımın gözden kaçırdığına inandığı yönleri görmesini sağlaması açısından çok önemliydi.

Botanik, teratolojinin (doğuştan gelen bozukluklar ya da kusurlar) normal olayların incelenmesindeki önemini gerekçelendirirken Spinoza’nın etkisi de açıktır. Arber, bitki anormalliklerini, genellikle gerçekleşmeyen potansiyellerin açığa çıkmasını, Spinoza’nın ‘bir bedenin neler yapabileceğine’ dair ünlü sözünü hatırlatarak, ‘bir bitkinin neler yapabileceğinin’ bir göstergesi olarak tanımlar. Filiz ve yaprak arasındaki ilişkiye dair teorisi, Spinoza’nın ‘kendi kendine bakım dürtüsü’ne açıkça atıfta bulunur. Arber için bu felsefi kaynaklar, botanik hipotezleri için ilham kaynağı olmuş ve daha sonra bu hipotezleri olağan bilimsel yollarla yakın gözlemden elde ettiği kanıtlarla doğrulamaya (genellikle başarılı bir şekilde) çalışmıştır.

Arber’in botanik için felsefenin önemi konusundaki ısrarı, çağdaş bitki felsefesine katkıda bulunan daha yeni bazı botanikçiler ve ekologlar tarafından da paylaşılmaktadır. Fransız botanikçi Francis Hallé tropik yağmur ormanları ve ağaç mimarisi konusunda uzmanlaşmıştır (bilim insanlarının tropik gölgeliklere erişimini sağlayan yüzen salın ilk mucididir). Hallé, bitki araştırmalarının kimya üzerine yoğunlaşması ve bitkiyi bir kromozom sayısına, bir baz çifti dizisine, bir Latin binomuna, bir organelin elektronik görüntüsüne, eğri üzerindeki bir noktaya, bibliyografik bir referansa, bilgisayar belleğindeki bir veriye, santrifüjlenmiş bir kalıntıya ya da bir test tüpünün dibindeki bir çökeltiye indirgemesiyle neler kaybettiğini merak etmeye başlayan ve sayıları giderek artan bilim insanı ve filozoflardan biridir. Bunun yanı sıra Hallé, In Praise of Plants (1999/2002) adlı kitabında, ‘köklerinden çiçeklerine, toprağına, çağlar boyunca kullanımlarına kadar tüm bitkinin incelenmesine geri dönülmesini savunmaktadır, bu önemlidir, çünkü onu sadece cansız bir şekilde değil, duyularımızla algılamamız gerekir.

Bitki yaşamının ontolojisi üzerine düşünmenin bitkilerin ötesinde sonuçları vardır.

Hallé’ye göre, bitki yaşamına özgü olanın ne olduğu üzerine düşünmek kaçınılmaz olarak felsefi sorulara yol açar ve bu soruların peşine düşmek filozof kadar botanikçinin de görevidir. Eğer hayvan bireyi bir birimse (mercanlar bir istisnadır) ve bitki birimlerin tekrarı yoluyla gelişiyorsa, bitkinin bireyselliğinin doğası nedir? Birey fikri hayvanlar ve bitkiler için aynı mıdır? Bitkileri de kapsamına alabilmek için bireysellik kavramını yeniden tanımlamamız gerekebilir mi?

Fransız ekolog Jacques Tassin de benzer şekilde bitki yaşamının anlaşılması için felsefeye ihtiyaç olduğuna inanmaktadır. À quoi pensent les plantes? (Bitkiler Ne Düşünür?) (2016) adlı kitabı felsefi bir sorudan yola çıkar: Bitki olmak nedir? Tassin’e göre bu soru gereklidir çünkü önlenemez hayvanmerkezciliğimiz dünyayı hayvansal durumumuza göre ölçmemize neden oluyor. Kuşkusuz, hayvan yaşamına dayalı modeller bitkilerin incelenmesinde faydalı olabilir, ancak bitkiyi kendi modellerine göre, kendi varlığına daha yakın bir şekilde ele almanın yollarını bulmaya da ihtiyaç yok mu?

Bitki yaşamının ontolojisi üzerine düşünmenin bitkilerin ötesinde etkileri olduğu açıktır. Hem Batı felsefesinde hem de günlük yaşamda, karşıtlıklar üzerinden düşünme eğilimindeyiz. Düşüncede gerçekliğin yapısal özelliklerine benzer bir şeyi yakaladığı varsayılan bu tür karşıtlık çiftlerinin baskın kümeleri, bazıları tarafından kısaltılmış bir şekilde ‘Batı metafiziği’ olarak adlandırılır. Bunlar arasında iç/dış, madde/biçim, zihin/beden, birey/kolektif, yaşam/ölüm, tek/çok, erkek/kadın çiftleri sayılabilir. Yirminci yüzyıl Batı felsefesinin ve feminist teori gibi ilgili alanların önemli bir kısmı kendisini bu kümelerden bazılarının eleştirel incelemesine ve bazen de biçimsel yapıbozumuna adamıştır, ancak bunlar düşünce ve eylemlerimizin çoğunu yapılandırmaya devam etmektedir. Pek çok bağlamda bunun nedeni, kullanışlı olmaları ve deneyimlerimizin sezgisel özelliklerini tanımlamalarıdır. Kışın evimin içi dışından daha sıcaktır ve ben içerisi/dışarısı ayrımını korumak isterim. Bu ayrımlar günlük kullanımları bağlamında hayatta kalabilir ve liminal durumları (esintili bir odaya açılan açık bir pencere) tolere edebilir. Belli bir belirsizlik söz konusudur.

Ancak bu ayrımların bazı kullanımları, gerçekliğin dokusundaki kesin ayrımlarla karıştırıldığında (metafizik hale geldiklerinde) engelleyici ve hatta baskıcı olabilirler (en azından çiftler genellikle tarihsel olarak kurulmuş bir hiyerarşiye göre işlediğinden, biri diğerinden ayrıcalıklı veya değerli olduğundan). Eğer doğal ve sosyal gerçekliğin bu terimlerle yeterli bir şekilde tanımlanamayan yönleri varsa, bunların varsayılması bu olguları anlamamızı engelleyecektir. Bitki felsefesinin bir başka kolu, bitkilerin varlığının Batı metafiziğinin geleneksel terimleriyle yeterli tanımlamaya ne ölçüde direndiğine odaklanır. Örneğin, bitki yaşamının bireysel/kolektif ayrımının her iki tarafına tahsis edilerek anlaşılabileceğini varsaymak, modüler yapıları veya tekrarlama olgusu hakkında büyüleyici olan şeyi ıskalayabilir. Bu durum, bu tür metafizik ayrımların varsayılan evrenselliğinin yanlış olduğunu göstermektedir. Plant-Thinking: A Philosophy of Vegetal Life (2013) adlı kitabında filozof Michael Marder, bitkilerin sadece var olarak Batı metafiziğini yıktığını söyleyecek kadar ileri gitmektedir.

Eğer bitki denilen varlığın temel özellikleri Batı felsefesinin geleneksel kavramlarıyla tam olarak anlaşılamıyorsa, bu felsefi geleneğin beklenmedik bir özelliği ortaya çıkmaktadır. Felsefenin en yüksek soyutlama seviyelerinde ve tamamen entelektüel bir alanda faaliyet gösterdiğini düşünme eğiliminde olsak da, metafiziğinde aslında sadece bedenlenmiş hayvan yaşamının temel alındığı görülmektedir. Özellikle insan varoluşu hakkında felsefe yapmak, onun sonlu, bedenlenmiş psikososyal varlığının kabulünden başlamalıdır. Peki ama bitkisel varlığı da içeren bir metafizik neye benzemek zorundadır?

Bilimden çok felsefeyle ilişkilendirilen bazı terimlerin (niyetlilik, eylem, amaç gibi) yeniden tanımlanması, bitki davranışının yeni paradigmaya göre yorumlanmasında halihazırda devam etmektedir. Bitki zekası fikri bunun merkezinde yer almaktadır. Eğer zekanın hayvan davranışlarının ayrıcalıklı bir özelliği olduğu, bir beyin ve merkezi sinir sistemi gerektirdiği ya da beyni ve merkezi sinir sistemi olan organizmaların ölçülebilir bir özelliği ya da kapasitesi olduğu varsayımıyla yola çıkarsak, o zaman elbette bitki zekası fikrini reddedeceğiz. Ancak bitki zekâsını savunanlar, bu varsayımın herhangi bir gerekçesi olduğunu reddetme konusunda gerekçelere sahiptirler.

Bitki davranışlarına uygulanabilecek zeka tanımları yapmak elbette mümkündür ve biz bu kelimeyi zaten cansız varlıklar için de kullanıyoruz. Biyolojik bireyler için zeka, genetik olarak belirlenmiş, gelişimsel süreçlerden farklı olarak bireyin yaşam süresi içinde adaptif değişken davranış olarak tanımlanırsa, bitki davranışını zeki olarak tanımlamak mantıklıdır. Bitkiler için tanımı belirlemek daha da mantıklıdır. Trewavas bitki zekasını bireyin yaşamı boyunca adaptif değişken davranışı olarak tanımlamaktadır. Bitkilerdeki bu adaptif değişken davranışa örnek olarak su kaynaklarına doğru kök yönelimi, fototropizm (bir bitkinin ışığa doğru yönelmesi) ve otçul saldırısına yanıt olarak uçucu kimyasalların salınması verilebilir.

Burada kullanılan genel zeka tanımı, bu anlamda zeki olmayan (davranışlarını değişen çevreye uyarlayamayan) herhangi bir organizmanın hayatta kalamayacağını gerektirmektedir. Dolayısıyla bu tanıma göre zeka, hayatta kalabilen organizmaların içsel bir özelliğidir. Bu, bazı bitki davranışlarında fark edilebilecek belirli bir özelliğin tanımı değildir; sanki bu özelliğe sahip olmayan diğer bitki davranışları zeki olmayanlar olarak sınıflandırılabilirmiş gibi. Bunun yerine, zekayı genel olarak bitki davranışlarının araştırılması için aksiyomatik bir başlangıç noktası olarak ele alır. Buradaki tartışma, belirli bir davranışın zeki olup olmadığına dair bir anlaşmazlık olmayacaktır (her iki tarafın da bu davranışın zeka kriterlerini karşılayıp karşılamadığını göstermek için deneysel kanıt toplamaya çalışacağı türden bir anlaşmazlık). Söz konusu olan zekanın tanımının kendisi olacaktır ki bu da felsefi bir sorudur: Zeka nedir? Bitki bilimlerindeki yeni paradigmanın altında kaçınılmaz olarak felsefi bir boyut yatmaktadır. Felsefe bu tür bir bitki biliminin içine işlenmiştir.

Bitkilerin fenotipik plastisitesini anlamak için gerçekten de fail kavramına ihtiyacımız var mı?

Elbette, biyolojik zeka fikri için bitki bilimlerindeki bu yeni paradigmayı (eğer gerçekten buysa) beklemek zorunda değildik. Bu bakımdan, bitki zekası fikri ilk bakışta göründüğü kadar uçuk değildir. Biyolojik zeka üzerine var olan düşünceyi bitkilere genişletmektedir. Neden olmasın ki? Ancak yeni paradigma bundan çok daha öteye gitmektedir. Örneğin, bitki zekasının, bitkileri dış koşullara programlanmış mekanik ve kimyasal tepkilere göre işleyen bir tür canlı otomat olarak değil, aynı zamanda failler ya da faillik gücüne sahip canlı varlıklar olarak düşünmemizi gerektirdiği iddia edilmektedir. Trewavas ve Simon Gilroy’un 2022’de yazdığına göre: Bitkilerin fail olduklarına, amaçlı hareket ettiklerine dair kanıtlar, başta plastisite olmak üzere çok sayıda davranışla gösterilmektedir.

Fail olmak ne anlama gelir? Bitkiler hayvanlarla ya da özellikle insanlarla aynı şekilde failliğe sahip midir? Gilroy ve Trewavas bitkileri gerçek dünya ortamıyla sürekli uzun vadeli etkileşim halindeyken hem dış hem de iç hedeflere veya normlara ulaşmak için kendi davranışlarını yönlendirmek üzere özerk olarak hareket eden failler olarak tanımlamaktadır. Örneğin, bir laboratuvar deneyinde, kuru toprakta ve tam ışıkta yetiştirilen bitkiler daha büyük kök sistemleri (toprak nemine erişimi en üst düzeye çıkaran) ve kalın kütiküllü dar, suyu koruyan yapraklar üretirken; nemli toprakta ve göreceli gölgede yetiştirilen genetik kopyalar ince kütiküllü büyük, geniş yapraklar (fotosentetik yüzeyi en üst düzeye çıkaran) yetiştirmiştir. O halde bitkiler hayatta kalmayı iyileştirmek için fenotiplerini plastik olarak değiştirirler ve bu ayarlama ‘özerk eylem’ olarak nitelendirilir. Ancak bitkilerin fenotipik plastisitesini anlamak ve takdir etmek için gerçekten de fail kavramına ihtiyacımız var mı? Bu kavramı bitkilere uygulamak bize ne kazandırır?

Biyoloji felsefecisi Samir Okasha, failler olarak organizmalar tezi ile fail olarak organizma sezgiselliği arasında kritik bir ayrım yapmaktadır. İlki, organizmaların ne tür şeyler olduğuna dair ontolojik bir iddiada bulunur; Okasha bunu biyolojideki gen merkezli paradigmaya muhalefetle ilişkilendirir. Öte yandan, fail olarak organizma sezgiselliği, bilimsel anlayış amacıyla organizmaları hedefleri olan faillermiş gibi ele alan pragmatik bir yaklaşımdır.

Bu ayrım pratikte her zaman bu kadar net değildir. Örneğin, evrimsel ekolojist Sonia E. Sultan, bitkiler üzerine yaptığı çalışmalarda, bilim insanlarının gen odaklı yaklaşımlardaki bazı açıklayıcı boşlukları ele almasına olanak tanıyan biyolojik eylem perspektifinin açıklayıcı stratejisi olarak adlandırdığı şeyi savunmaktadır. Bu, bitki organizmasının ne olduğuyla ilgili ontolojik bir kaygıdan ziyade bitki failliği varsayımının açıklayıcı verimini vurguladığı için kulağa fail olarak organizma sezgiselliği gibi geliyor. Ancak Sultan aynı zamanda failliğin; biyolojik sistemlerin ampirik bir özelliği, organizmaların ayırt edici bir özelliği, kendilerini oluşturan sistemlerin koşullarına uyarlanabilir şekilde yanıt verme kapasitesi olduğunu ifade etmektedir.

Faillik perspektifi organizmaların fail olduğu gözlemiyle başlar ve bunu kabul etmek nasıl geliştiklerini, işlev gördüklerini ve evrimleştiklerini anlamamıza yardımcı olur.

Ancak fail perspektifi gerçekten bize ne sunuyor ve yeni paradigmanın savunucularının bitki failliği ve bitki zekası fikriyle iletmek istediklerini karşılıyor mu? Bitkilerin varoluşuyla ilgili spesifik bir şey sunabiliyor mu?

Sultan, faillik kavramının gelişimsel ve evrimsel biyolojide gen ifadesi, gelişim, kalıtımın doğası ve adaptasyonun temeli üzerine yeni araştırmalar için birleştirici bir çerçeve sağlayabileceğini öne sürmektedir. Faillik; esasen dikkati genlerden aktif tepki mekanizmalarına, gelişimde kalıtsal olan değişikliklere yol açan mekanizmalara kaydıran bir terimdir. Bu nedenle faillik perspektifi, gen odaklı yaklaşımları tamamlayan bir araştırma programının adı olarak anlaşılabilir ve bitkilere özel bir kapasite atfedilmesini gerektirmez. Dahası, Sultan (neredeyse tüm biyoloji felsefecileri gibi) faillik perspektifinin bitkide herhangi bir bilinçli niyet bir yana, harekete geçme niyetini ima ettiğini bile açıkça reddetmektedir.

Bitkilerin anlaşılmasına yönelik yeni paradigmanın savunucuları sadece yeni bir araştırma programı önermekle kalmıyor, aynı zamanda felsefeden ve diğer disiplinlerden alınan bir dizi kavramla bitki yaşamının yeni bir resmini inşa etmeye çalışıyorlar. Buna bitki savunuculuğu literatürü diyorum çünkü bilimsel temellerine ek olarak, bitkiler için ve bitkiler adına savunuculuk yapıyorlar. Amacı sadece bitki bilimini ilerletmek değil, bitkiler hakkında farklı düşünmemizi sağlamak, bitki yaşamına değer vermek ve ona daha fazla saygı göstermektir.

Bu literatürün çoğu niyet dilinden kaçınmaz ve bitkilerin seçiminden özgürce bahseder. Örneğin Trewavas, kum tepelerindeki klonal bitkilerin kaynak zengini bölgelerde büyüdüğünü ve kaynak fakiri bölgelerden kaçındığını gösteren araştırmaların niyet, akıllı seçim ve elverişli habitatları seçme becerisi sonuçlarından kaçınmayı zorlaştırdığını iddia etmektedir. Kasıtlı habitat seçimi açıktır. Plant Behaviour and Intelligence (2014) adlı kitabında Trewavas, amaç ya da hedefin anlamını niyet ile özdeşleştirmekte ve bitkilerin gerçekten de otçullara karşı koyma ve yerçekimine yanıt verme niyetinde olduğu sonucuna varmaktadır, ancak bu sadece bitkilerin içinde bulundukları koşulların farkında oldukları ve hayatta kalma ve/veya üreme yeteneklerini azaltan ve dolayısıyla zindeliklerini düşüren koşullarla başa çıkmak için harekete geçtikleri anlamına gelmektedir.

Ancak niyet ve seçimin insan-merkezci dili, bitkiler üzerine yapılan daha popüler çalışmalarda da kendine yer buluyor; hatta İtalyan botanikçiler Stefano Mancuso ve Alessandra Viola, bitkilerin sabit bir yaşam tarzını ve parçalanabilir yapılardan oluşmayı tercih ettiğini iddia ediyor. VOC’lar aracılığıyla bitki iletişimi, popüler kitlelere bitkilerin birbirleriyle konuşması olarak sunulmakta ve mikorizalar aracılığıyla yaşlı ağaçlardan genç ağaçlara besin aktarımı, annelerin yavrularını emzirmesi olarak tanımlanmaktadır. Bitkilerin bu şekilde antropomorfize edilmesi, bitki felsefesinin (mümkün olduğunca) bitkileri bitki olarak (hayvan ya da insan terimleriyle değil, bitkisel terimlerle) anlama amacının tam tersini gerçekleştirmektedir.

Gündelik hayatta aramızda yaşayan bitkiler gibi başka türden varlıkları anlamak bizim için ne ifade ediyor?

Bitki felsefesinin önündeki zorluk (ki bu çok büyük bir zorluktur) sadece bitki bilimlerinde faillik ve zekâ gibi kavramların meşru kullanımına ilişkin bir netlik elde etmeye çalışmak değildir. Aynı zamanda, hem gen-determinist bir yaklaşımın ön kabullerinden hem de bazı bitki savunuculuğu literatürünün ve popüler medya formlarının antropo veya zoosentrik yaklaşımından kaçınan bitki davranışlarını kavramsallaştırmanın yollarını bulmaktır. Elbette bu yeniden kavramsallaştırma, mevcut biyoloji felsefesinden içgörüler içerecektir, ancak bunun ötesine de geçmesi gerekecektir.

Biyoloji felsefesi her ne kadar spesifik olursa olsun, prensipte tüm canlı organizmalara ve hepsinde ortak olan evrim gibi süreçlere atıfta bulunmaları anlamında genel biyolojik sorularla ilgilenir. Öte yandan bitki felsefesi, özellikle bitkilerle, bitki yaşamının çoğu hayvandan farklı olarak özgüllüğüyle ve bunun bazı genel felsefi sorular için çıkarımlarıyla ilgilenir. Yinelenen birimlerden oluşan bitkilerden bireyler olarak bahsedebilmek için birey kavramını yeniden düşünmek zorunda mıyız? Biyolojik eylemliliğin genel bir felsefi açıklamasını inşa etme girişimine sonradan dahil etmeye çalışmak yerine bitki davranışıyla başlasaydık, bu yeni bir biyolojik eylemlilik anlayışına yol açar mıydı? Peki günlük hayatımızda aramızda yaşayan hatta aslında bizi hayatta tutan başka türden bu varlıkları anlamak bizim için ne ifade eder?

Çağdaş bitki felsefesi bu sorular üzerine henüz düşünmeye başladı.

Kaynak:

https://aeon.co/essays/what-plant-philosophy-says-about-plant-agency-and-intelligence (son erişim tarihi: 13.08.2024).

Etiketler: bitki felsefesi, felsefe
GazeteBilim Çeviri 15 Ağustos 2024
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Yazar: GazeteBilim Çeviri
GazeteBilim Haber ve Çeviri Birimi gönüllü, kolektif bir topluluktur ve profesyonel nitelikte çeviri katkılarına açıktır. İletişim için gazetebilimceviri@gmail.com.
Önceki Yazı antropoloji Adli antropoloji
Sonraki Yazı arthur Arthur Schopenhauer neden müziğin en iyi sanat formu olduğunu düşünüyordu?

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

Teolojik tarihten modern zamanların tarihine: İnsan özgürlüğü ve kurtuluşu

Özgürleşmek, tarihi anlamak ve inşa etmek için ilk koşulsa, bu önce özgürleşmenin şartlarını ve tanımını yapmayı gerektirecektir.

Felsefe
2 Temmuz 2025

Çağdaş zihin felsefesi kapsamında yapay zekâ

İşte ben, bilgisayar biliminin bir alt dalı olan YZ araştırmaları, bilişsel psikoloji, bilişsel sinirbilim ve bilişsel dilbilim gibi bilişsel bilim…

FelsefeYapay Zekâ
29 Mayıs 2025

Biyoloji felsefesi ve likenler

Canlılık nedir? Bir organizmayı diğerinden ayıran temel özellikler nelerdir? Doğa, yaşamın sınırlarını nasıl çiziyor? Biyoloji felsefesi, bu gibi temel sorulara…

BiyolojiBiyoloji FelsefesiRöportaj
7 Mayıs 2025

Yaşamın hiç bitmeyen devinimi!

Biyoloji, hayranlık uyandıracak kadar tuhaftır. Bir yandan son derece tanıdık, diğer yandan fizik ve kimyadan çarpıcı biçimde farklıdır. Cansız madde…

Biyoloji Felsefesi
30 Nisan 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?