Önemli olan soru şu; ard arda gelen birçok olay, köpeklerin katledilmesi, bir kız çocuğunun öldürülmesine önce ailesinin, onlarla bir köyün, giderek bir ülkenin susması, genç bir erkeğin surlarda işlediği korkunç cinayet, şimdi bebek katilliği… bunlar neyin semptomu?
Dr. Cemal Dindar
Psikiyatrist
Röportaj: Okan Nurettin Okur
GazeteBilim Haber ve Çeviri Birimi Editörü
Öncelikle hepimizin gündeminde olan özel hastanelerin yenidoğan yoğunbakım birimlerinde yaşanan skandalı sormak istiyorum. Bebek katliamı söz konusu ve bu cinayeti hazza çeviren caniler var. İşin en korkunç tarafı toplum olarak birçok şeyi kanıksadığımız için olsa gerek, tepki vermiyoruz artık. Bu cinayeti ve toplumsal çöküşümüzü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Her şeyden önce, bu kişilerin suçları ortaya çıkana değin güç tanziminde muteber kişiler oldukları anlaşılıyor. Liderleri olduğu söylenen kişinin fotoğraf albümünde yer alanların büyük çoğunluğunun yanına bu halkın yüzde doksan beşi ceketini düğmeleyerek de yanaşamaz. Söylemek istediğim elbette sözü edilen kişilerin suçu bilerek bu fotoğraflara durdukları değil. Fakat toplumsal sistemimizde güç tanzimi bu çete ve benzerlerine belli ki bir zemin sunuyor.
Bebeklerin yaşamın başındaki temel acizlikleri, onların ailelerinin acıları, bu bebeklerin bir halkın geleceğini temsil ediyor olmaları… bu insani boyutlarla hiçbir bağ kurmamaları ve nerdeyse bebeklerin ölü bedenlerinin başında şölen vermekten söz etmeleri, bu sadistik tutum ise dehşet boyutu. Yasanın ötesine düşen ve orada yasanın kendisine erişemeyeceğini, zaten keyfiliği hak ettiğini düşünen her kim ise gerçekliği inkâr etmesiyle, sapkınlığın evrenindedir. Önemli olan soru şu; ard arda gelen birçok olay, köpeklerin katledilmesi, bir kız çocuğunun öldürülmesine önce ailesinin, onlarla bir köyün, giderek bir ülkenin susması, genç bir erkeğin surlarda işlediği korkunç cinayet, şimdi bebek katilliği… bunlar neyin semptomu? Toplumsal bağlarımız dehşetli biçimde dağılıyor.

Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi, bu özelleştirme süreciyle birlikte sağlıkta dönüşüm programı bence bu halka büyük bir kötülüktü. Sağlıkta dönüşüm yasasının merkezine performans sistemi yerleştirildi; hekim ne kadar hasta görürse, ne kadar tahlil isterse, ne kadar tıbbi işlem yaparsa o kadar para kazanıyor. Hekimlerin hali bu sistem içinde, Modern Zamanlar’daki Charlie Chaplin’i hatırlatıyor. Dişliler arasında kaybolan ve otomat biçimde çalışan, kendine ve dünyaya yabancılaşmış, insanı da makina gibi gören bir insan tipi. Hekimlerin mevcut sağlık sisteminde yaptıkları işe yabancılaşmaları ile bu cinayetlerin gözden kaçışı arasında da bir bağ olsa gerek. Hastalar önce müşteri oldular, sonra da özellikle özel kurumlarda belli ki devletin sağlık sistemini istismar etmenin araçlarına dönüştüler. Özelleştirmelerle tıp ve sağlık sisteminden insani değerler kovuldu.

Toplum olarak son zamanlarda sürekli karşımıza çıkan cinayetler, şiddet olayları bir cinnet geçirdiğimizi mi gösteriyor yoksa bu tür olayların sadece görünürlüğü mü arttı?
Cinnet geçirmek deyimi ne toplum ruhsallığında ne de birey ruhsallığında açıklama gücü olan bir deyim. Bu suçların görünür hale gelmesinin olanakları artmış olabilir, herkesin elinde her an cep telefonu ve kamuya seslenme olanağı var. Fakat bunun tüm gerçeği açıkladığını sanmıyorum. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada en temel yasaların aşınmasından söz edebiliriz. Cinselliği ve saldırganlığı düzenleyen yasaları kast ediyorum. Bunlar, toplumda gücü olanın keyfine göre yok sayıldığında tüm toplumda kadınlara yönelik suçlarda görüldüğü gibi cinsler arası, köpeklerin katledilmesinde görüldüğü gibi türler arası, bebeklerin katledilmesi ve çocuklara yönelik suçlarda görüldüğü gibi kuşaklararası, emekçilere reva görülen yaşama ve çalışma koşullarında görüldüğü gibi kuşak içi şiddet artıyor. Unutmayalım ki, herkesin güçlü olduğu bir yaşam alanı vardır ve oraya çekilip aynı şeyi bu kez o uyguluyor, sistem bu olunca…

Yaşanan bu olayların Türkiye’nin ekonomi-politik atmosferiyle ilişkisi var mıdır?
Elbette kopmazca ve dolaysızca var. Türkiye’de bir yoksullaşmadan değil, yoksullaştırmadan söz etmeliyiz. Halk bunu görüyor, örgütsüz olduğu için de buna duyduğu öfkeyi yönlendirebileceği haklarından da mahrum olarak gündelik yaşamı sürdürüyor. Epey bir kişi de mikroiktidar alanlarında daha zayıf gördüğü kişilere, kadınlara, çocuklara, gruplara yönlendiriyor şiddetini. Örneğin mültecilere… Öte yandan çok uzun zamandır öfkenin baskın olduğu bir siyasi kültürümüz var ve nezaket güçsüzlük gibi görülüyor. Yani bu da üretilen bir çerçeve.

