İlerleyen yaşlarında sanatsal yaratıcılığında duraklama evresine giren Henri Matisse’in yaşamı bu dönemde aldığı büyüleyici bir siparişle tamamen değişti, değişen sadece onun yaşamı değil aynı zamanda sanat tarihiydi de.
Diane Bernard
Çeviren: Erdem Ergen
20. yüzyıl sanatının büyük ustalarından Henri Matisse’in yaratıcılığı, 1930’larda tıkanma noktasına geldi. Altmış yaşındaki ressam, avangart çevrenin haşarı çocuğu olarak bilindiği Paris’te geçirdiği yılların ardından, son on üç yılını Nice kentinde sürdürüyordu. Matisse, Paris’in resim ortamının gürültüsünden uzakta, Akdeniz ışığıyla aydınlanan iç mekân stüdyolarında, canlı mankenler ve parlak renkler kullanarak çekici kadın modelleri tasvir ediyordu. Biçimsel açıdan tekrara düştüğünde, kendi kendine yaptığı eleştiriler de dahil olmak üzere, yapılan eleştirilerde radikal sanatçının üstünlüğü sorgulanır hâle gelmişti. Kızı Marguerite’ye 1929 yılında yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Birkaç kez resim yapmak niyetiyle oturdum. Ancak tuvalin başına geçtiğimde aklıma hiçbir şey gelmiyor.”
Philadelphia Sanat Müzesi’nde geçen sene bu zamanlarda düzenlenen gözlerimizi kamaştıran ve o kadar da kışkırtıcı sergi, Matisse’in 1920’lerin sonlarında ressam olarak içine girdiği tıkanıklıktan nasıl kurtulduğunu ve 1930’larda yeniden hayat bulmuş etkileyici bir sanatçıya dönüştüğünü gösteriyor. Matisse’in 1930s isimli sergi, ressamın uzun, yaratıcı yaşamının bu evresindeki evrimini inceleyen ilk büyük sergidir. 143 eserin sunulduğu sergi, Matisse’in üretiminin düşüş sürecini keşfetmemiz için bizlere eşsiz bir fırsat sunuyor. Covid-19 salgını sırasında izolasyon sürecinden geçen ve yaratıcılığı felce uğrayan birçok sanatçı olduğunu da göz önüne alırsak, sergi aslında bugün de geçerli derslerle dolu.
Küratörlüğünü Philadelphia Sanat Müzesi’nden Matthew Affron, Musée de l’Orangerie (Paris)’ten Cécile Debray ve Musée Matisse Claudine (Nice)den Grammont’un üstlendiği sergi, sanatçının yaratıcılığının tıkandığı zorlu bir sürecin ardından nasıl hızla ilerleyebileceğini sorguluyor. Yaratıcı dürtüyü bir ömür sürdürmek için ne yapmak gerek? Yakın zamanda 20.000 sanatçı arasında yapılan bir anket, katılanların %64’ünün Covid pandemisi sürecinde üretimlerinin düştüğünü gösteriyor. Katılımcıların yarısından fazlası bu düşüşün sebebi olarak, dünyanın içinde bulunduğu durumdan ötürü yaşadıkları, kaygı, stres ve depresyona işaret etti. Matisse’in yaratıcı resim üretimi, dünya çapındaki ekonomik buhran, Avrupa’da faşizmin yükselişi ve daha da önemlisi, şövale resminin krize girdiğine ilişkin kişisel algısı sebeplerinden ötürü düştü.

Kronolojik olarak düzenlenen Matisse 1930s, sanatçının Nice döneminde ürettiği Odalisque with Grey Trousers (1927) adlı eserle başlıyor. Harem pantolonlu baştan çıkartıcı bir modelin, parlak kırmızı ve sarı duvar desenleriyle çevrelenmiş yeşil bir yatağın üzerinde yatışı resmediliyor. Mihenk taşı olan bu tablo, bölümün diğer eserleri gibi oldukça çarpıcı. Ancak birbiri ardına hoş çıplaklarla dolu odadan ayrıldıktan sonra, bir takıntı olduğunu görüyoruz. Görünen o ki Matisse, Paris’in gürültülü sanat dünyasının dışında, kariyerinin sonlarında hâlinden memnun şekilde içine dönmüş, iç stüdyo ortamını çarpıcı Akdeniz güneşiyle aydınlatılmış geleneksel bir perspektifte resmetmişti.
Görünüşe göre Matisse eleştirmenlerin söylediklerini içselleştirmişti: İlkelerinden sapmış bir ressam olarak geçirdiği en iyi yılları geride kalmıştı.
Yale Üniversitesi profesörü ve yaratıcılık uzmanı, Creativity in Large-Scale Contexts başlıklı kitabın yazarı Jonathan S Feinstein, “Takıntı, yaratıcı blokajlarda rol üstlenebilir” diyor. Feinstein, BBC Culture’ye, yaratıcı bir kişi için takıntının, sanatçının belirli bir zihniyeti, aracı, temayı veya tarzı kullanması ve daha sonra dünyayı bu şekilde görme ve yaratma biçimiyle sabitlenmesi anlamına geldiğini belirterek ekliyor: Bu takıntıyı kırmak psikolojik olarak zor olabilir çünkü bu düşünce biçimi, Matisse örneğinde olduğu gibi, onun resme yaklaşımı hakkında yıllarca düşünerek zihninizde pekiştirilmiştir.

Eleştirmenler o dönemde bunu fark ettiler. Sergi kataloğunda, 1927 yılına geldiğimizde eleştirmenlerin Matisse’yi, cariyelerin yaşlanan ressamı olarak gördüklerini yazıyor. André Breton’a göreyse; iç karartıcı ve bezgin bir yaşlı aslan. Dahası, şövale üstündeki üretimi yavaşladı. 1928 ile 1929 yılları arasında tuval üzerine sadece birkaç yağlıboya eser üretti, yine de çizim yapıyor ve heykel çalışıyordu. Matisse eleştirmenlerin söylediklerini içselleştirmiş gibi görünüyordu: Kaçak bir ressam olarak geçen en iyi yılları geride kalmıştı.
1992’de yayımlanan The Artist’s Way başlıklı kitabın yazarı olan, dünya çapında binlerce sanatçının yaşadıkları tıkanmanın ardından yaratıcılıklarını tekrardan günyüzüne çıkartarak sürdürmelerine yardım eden yaratıcılık uzmanı Julia Cameron, Matisse gibi ünlü sanatçıların bile eleştirileri içselleştirip bir durgunluğa girebileceğini belirtiyor. BBC Culture’ye, “Geçmişte harika değerlendirmeler almış olsak bile bu doğru” diyerek ifade ediyor.
Dünyanın en tanınmış çağdaş sanatçılarından birisi, bir süre önce Londra’daki Hyde Park’ta küresel mültecileri desteklemek amacıyla sanat eserlerini bağışlayan Çinli muhalif Ai Weiwei, 1993 yılında ABD’den Çin’e geri döndüğünde, Matisse’in karşılaştığı değerlendirmelerdeki kadar olmasa da benzer bir yaratıcı tıkanıklığı yaşadığını söylüyor. New York’ta sanat okurken 10 yıl boyunca kayda değer fotoğraflar ürettikten sonra, 1993’te taşındıktan sonraki durumu, BBC Culture’ye şöyle anlattı: “Kafam çok karıştı çünkü Çin kültürüne hem aşina hem de yabancı olmama rağmen onunla aramda uygun bir ilişki kuramıyordum. Aslında ondan uzak durmak istedim ama nasıl yapacağımı bilemedim.”

Ai’nin tıkanıklığı aşması için Çin’de kalması gerekiyordu. Ancak 1920’lerin sonunda Matisse, yaratıcılığını yeniden canlandırması gerektiğini anladığında önce Tahiti’ye, sonra da ABD’ye seyahat etti. 1970’lerde resme başladığında Matisse’den büyük ölçüde etkilenen ABD’li soyut enstalasyon sanatçısı Judy Pfaff, kendisi gibi birçok sanatçının tıkandıklarında yaratıcılığı yeniden canlandırmalarına seyahatin yardımcı olduğunu ifade ediyor. MacArthur Vakfı Ödülü sahibi BBC Culture’ye “Seyahat ilerlememi sağladı” diyor. “ster Hindistan isterse de Çin, ne zaman yeni bir yer de olsam, bu işimle de kesişiyor.” diyor.
Yeni bir tarz bulmak
Matisse, ABD’yi trenle dolaştıktan sonra, 1930 sonbaharında,
şehrin banliyölerinden birinde bulunan bir eğitim vakfına, vakfın sahibi koleksiyoner Albert Barnes’la buluşmak üzere gelir. Orada, Barnes, yaşlı ressamla hafifçe zıtlaştı. Şimdilerde Philadelphia’nın merkezindeki Barnes Vakfı’ndan Doçent Cynthia Carolan’a göre, [bunun sebebi, ressamın] Nice resimlerinin duyusal ve çekici, ancak önceki çalışmalara kıyasla biraz hafif olduğu yönündeki görüşünden kaynaklandı. Barnes, Matisse’den yeni galerisindeki pencerelerin üzerindeki devasa kemerlere sığacak bir tablo yapmasını sipariş etti.
Matisse siparişi kabul etti, ardından çok büyük bir zorlukla karşılaştı. Carolan notlarında ilk olarak, [ressamın] hiçbir zaman bu kadar büyük bir şey yapmadığını belirtiyor: Müze duvarının resim alanı yaklaşık 45 ft (13,7 m) genişliğindeydi ve üç pencerenin üzerine sığması için üç ayrı tuval gerekiyordu. İkincisi, hiçbir zaman bir tabloyu mimari açıdan doğru oranlara uydurmak zorunda kalmamıştı ki bu, portatif bir tuvale resim yapmaktan çok daha karmaşıktı.
Matisse, projeye başlamadan önce, 1909’da yaptığı Dance I adlı eseriyle ilişkili olan, Dance II adlı tabloya baktı. İlk dans tablosu, Matisse’in çizgi, renk ve biçim gibi temel unsurları kullanarak resme daha basit bir yaklaşıma doğru ilk dönüşlerinin temsilcisiydi. Ayrıntıları bir ressamın yapabileceğinden çok daha gerçekçi bir şekilde aktarabilen fotoğrafın ortaya çıkışına tepki olan The Dance I, fotoğrafın gerçekliği tam olarak tasvir etme yeteneğiyle rekabet etmek yerine, temel görseller yoluyla duyguları aktarmaya yönelik bir resim çabasını sergiliyordu.
Matisse yıkıcı tavırlarda değişik yöntemler kullandı.
Ai Weiwei
Matisse’in bu zorluklarla nasıl başa çıktığıysa, sergideki fotoğraflar, planlar ve ön çizimlerin meydana getirdiği ayrıntılardadır. Duvar resmini yapmak için, büyük tuvaller üzerinde çalışabilecek kadar büyük bir garaj kiraladı. Parçada hareket istediğinden, 1906 tarihli The Joy of Life tablosunu temel aldı ve buradaki bir grup dansçıyı yeniden yaratarak onları The Dance II‘nin temeline koydu. Önce küçük bir çizim yaptı ve onu tuvale sığacak biçimde büyüttü. Ancak, Carolan’a göre oranların yanlıştı. Büyük tuval üzerine çizim yaparken, değişiklik yapması gerektiğinde, çizimini silmesi veya üzerine boya sürerek kapatması zor olacağından başka bir yolunu bulmalıydı.
Matisse sonrasında, yağlı boya ve fırça gibi normal araçların, vizyonunu hayata geçirmesine yetmediğini fark etti ve yeni araçlar buldu. Kalemin ucuna bağladığı bambu çubuklarını, dansçıların taslaklarını çizmek için bir araç olarak kullandı. Daha sonra, renklendirilmeden önce büyük parçalar halinde kestiği kağıtları iğneleyerek, bu parçaların oranlarının ayarlanmasında yardımcı olması için kullandı. Makası ilk kez bir sanat aracı olarak kullanan kişi olan Matisse, ünlü cut-out çağını başlattı. Ayrıca, ilerleyişini belgelemek amacıyla kamera kullanmaya başladı, bu şekilde günden güne olan değişmeleri de karşılaştırabilecekti.

Matisse, The Dance‘ye üç yılını verdi. Bu süreçte modernist bir stile dönerek, sonunda pembe ve mavi tarlaların oluşturduğu soyut bir alanda karşıya atlayan bedenlerin tasvir edildiği dinamik bir kompozisyon yarattı. Ai Weiwei, [onun için] “Belirli bir ortam ve araç üzerinden yaratıcı eserini dönüştürmeyi başardı” diyor. [Weiwei], çoğu sanatçının genellikle tersi yönde çalıştığını ve farklı konularda bilindik teknikleri kullandığına işaret ediyor. Ai ekliyor: “Matisse yıkıcı biçimlerde çeşitli yöntemler kullandı.” Bu yöntemlerde ustalaşma sürecinde, Fransız ustanın nispeten özgürce yaratıcılık geliştirmesine imkân veren sanatsal bir dil ortaya çıktı.
Matisse, saf duyguları uyandırmayı amaçlayan cansız doğa ve model resimlerine geri döndü. Artık olumsuz eleştiriler ve saplantılardan uzakta olacaktı.
Serginin son bölümleri; Matisse’in resmi, saf çizgilere ve cesur renklere indirgeyen yeni tarzını gösteriyor. Örneğin, 1937 tarihli Yellow Odalisque tablosu, Matisse’in zihninin artık perspektif fikirleri ve içsel bir gerçekliği tasvir etmeye hapsolmaktan kurtulduğunu gösterir. Bunun yerine, resimde parlak sarı, gri ve kırmızı blokların içinde olduğu siyah taramayla düz bir kompozisyon yer alıyor. 1937 tarihli, parlak, dekoratif Woman in Blue da Matisse’in yalın çizgilerle desen hareketi arasındaki sakin dengeye odaklanan yeni sanatsal dilini yansıtır. Matisse, yeni stüdyo asistanı ve modeli Lydia Delectorskaya’yla artık canlanmıştı ve perspektiften çok, uzayın nesneler ve desenler arasındaki etkileşimiyle ilgiliydi. Olumsuz eleştirilerden ve saplantılardan uzakta, saf duyguları uyandırmayı amaçlayan natürmort ve model resimlerine geri döndü.

Tuval üzerine resim yapmaktan, The Dance‘de önceden boyanmış kâğıt parçalarını kullanmaya geçişiyle, Romare Bearden’dan Robert Motherwell ve Pfaff’a kadar birçok çağdaş sanatçıyı derinden etkiledi. Sonuç olarak sergi, Matisse’in kendine ait meşhur sözüne göre yaşadığını kanıtlıyor: “Bir sanatçı asla kendisinin, tarzın, şöhretinin ya da başarının tutsağı olmamalıdır.”
Ai Weiwei, 2011’de Çin makamları tarafından yaklaşık üç ay boyunca gözaltında tutulduğunda, sanat yapmanın hiçbir yolu olmadığını söylüyor. BBC Culture’ye verdiği demeçte; bunun yerine zihnini, kendisini hapseden insanları ve altında çalıştıkları sistemi anlamak için zorladığını söylüyor. “Benim için hapislik, bir dil için özel bir eğitim, özgürlüğün kısıtlanması olarak anlaşılan şeyin aksine yeni bir konuşma biçimidir.”
Kaynak:
https://www.bbc.com/culture/article/20230118-matisses-the-dance-the-masterpiece-that-changed-history (son erişim tarihi: 27.07.2024).