Mağara sanatçısının sırf seks yapmak için kız ya da erkek arkadaşını cılız bir meşale ışığı ile yerin bu kadar derinliklerindeki soğuk ve rutubetli bir ortama götürdüğünü hayal etmek zor: “Gel ve çizimlerimi gör. Yerin bir km altındalar.”
Jonathan Jones
Çeviren: Batuhan Akgündüz
Avustralya Mona’da (the Museum of Old and New Art) açılan bir sergi, sanatın ilk olarak eşi cezbetmek, tehlikelere karşı işaret etmek ya da doğayı taklit etmek için yapıldığını öne sürüyor. Ancak bu, gizemli bir dürtüyü biyolojik bir güdüye indirgiyor.

İnsanlık neden sanatı icat etti? Neden sanat yaparız? Neden bir sanat eserine bakarız? Niçin sanata saygı duyarız? Neden sanata hâkim olmak isteriz?
Sanat yalnızca eşini etkilemek ve Charles Darwin tarafından tanımlanan biyolojik zorunlulukları yerine getirmek için yapılan bir gösteriş türü müdür? Bu fikri akla yatkın bulmamıza yarayacak, sanatçılara dair birkaç esprili hikâye var. Bu sanatçılar, 15. yüzyıl Floransa’sında resmini yaparken baştan çıkardığı bir rahibeyle kaçan rahip ve din adamı Fra Filippo Lippi’den, cinsel partner bulma konusunda çok iyi olan Lucian Freud’a kadar uzanır. Her şey bir yana, ne de olsa, pek çok insan randevulaşmak için sanat galerilerini tercih eder.

Ancak sanat ve eşini etkileme arasındaki ilişkiye dair düşünce sorunlu görünüyor. Sanatın neden ortaya çıktığı konusunda yorum üretirken öncelikle sanatın ne zaman ortaya çıktığına karar vermek gerekir. Sanat evrimin içinde ne kadar geriye gider? Homo sapiens türünün ortaya çıkışından önce yapılmış olan el baltalarının simetrisini sanat olarak görmeli miyiz, hatta British Museum’un şu anki “Güney Afrika: Bir Ulusun Sanatı” sergisinde önerdiği gibi, bir Australopithecus tarafından kazınan ve yüzü andıran bir taş sanat olarak değerlendirilebilir mi?

Sanatın bu tür kıpırdanışları kayda değerdir. Yine de benim için ilk gerçek sanat, mağara resimleridir. El baltalarının heykelsi niteliklere sahip olduğunu kabul etsek bile, buzul çağında homo sapiens türünün bugünkü İspanya ve Fransa sınırları içinde yer alan mağaralardaki duvarlara hayvan çizimleri yapmaları ve çizdikleri hayvanları boyamalarıyla yaşanan sıçrama hayret vericidir ve bu örnekler, mağara sanatının ne tarz bir cinsel gösteriş türü olduğunu anlamamızı zorlaştırmaktadır. Yakın zamanda Pireneler’deki Niaux mağarasında gördüğüm kömürle yapılma görkemli bizon portreleri yerin çok altında, geniş bir doğal mahzende yer alıyor. Bu örnekten yola çıkarak bir mağara sanatçısının sırf seks yapmak için kız ya da erkek arkadaşını cılız bir meşale ışığı ile yerin bu kadar derinliklerindeki soğuk ve rutubetli bir ortama götürdüğünü hayal etmek zor: “Gel ve çizimlerimi gör. Yerin bir km altındalar.”
Tam tersine. Mağara resimlerinin kasıtlı gizemi ve uzak yeraltı konumu, sanatın kökenlerinin cinsellikten ziyade dinle ilişkili olduğunu göstermektedir.
Cinsel gösteriş teorisi, Mona sergisinin dört küratöründen biri olan psikolog Geoffrey Miller tarafından ileri sürülmüştür. Diğer bilim insanı-küratörler de sanatın ortaya çıkışı için benzer şekilde cüretkâr açıklamalar öne sürmüşlerdir. The Blank Slate gibi kitapların yazarı olan Steven Pinker, katı Darwinci bir bakış açısı sunmaktadır. Pinker’ın öne sürdüğüne göre sanat, bariz tüketim alışkanlığı da dâhil olmak üzere diğer insan becerilerinin ve ihtiyaçlarının bir yan ürünü olarak evrimleşmiş ve estetik haz “dünyadaki anlaşılabilir, güvenli, üretken, besleyici veya verimli şeylere dair ipuçlarını” pratik olarak takdir etmemizden kaynaklanmıştır. Brian Boyd, Miller gibi, sanatın hayvanların çiftleşme ve tehlikeden kaçınma sırasında kullandıkları sinyal sistemlerinden doğduğunu düşünürken, Mark Changizi ise sanatın doğayı taklit etme kabiliyetimizi yansıttığını öne sürmektedir.

Bunlar büyüleyici şeyler, ancak bu tür teorilerin sanatın gerçekte nasıl ve ne zaman evrimleştiğine dair sağlam bir tarihe dayandırılması gerekiyor. Bunu netleştirebilmek adına bazı önemli gelişmeler Tazmanya’dan çok uzakta, British Museum’un Güney Afrika sergisinde görülebilir. El baltaları aracılığıyla insan türünün çok erken dönemlerinde evrimleştiğini gösterdiği süsleme içgüdüsünü ve hatta güzellik duygusunu, bildiğimiz anlamda sanat olan daha yüksek, daha karmaşık faaliyetlerle karıştırmak tehlikelidir. Bununla birlikte Niaux’daki gibi buzul çağı mağaralarındaki sanat, Rembrandt, Da Vinci ve Picasso’nun sanatıyla aynı niteliklere sahiptir ve bunları basit bir biyolojik güdüye ya da bariz bir evrimsel ihtiyaca indirgemek de bir o kadar zordur. Yeryüzünün derinliklerindeki karanlık mağaralarda ortaya çıkan sanat esrarengiz, şiirsel, derin ve rüya gibidir. Doğuştan yücedir. Mark Rothko’nun eserlerini açıklayana kadar mağara resimlerini açıklayabilmemiz mümkün gözükmemektedir.
Darwin’in yatak odasında Raphael baskıları vardı. Ancak Darwin’in bu baskıları arı kovanlarındaki bal petekleri kadar mantığa yatkın bulduğundan şüpheliyim.
Kaynak
https://www.theguardian.com/artanddesign/jonathanjonesblog/2016/nov/03/on-the-origins-of-art-exhibition-tasmania-why-did-humans-start-making-art-comment (son erişim tarihi: 15.05.2023) adresindeki makalenin bir kısmının çevirisidir.