Elizabeth Laidlaw çok orijinal bir araştırmaya imza atıp modern beyin araştırmaları ile Platon’un ruh tanımı arasındaki benzerlikleri araştırıyor.
Dr. Elizabeth Laidlaw
Çeviren: Emine Öykü Güner
Platon, ruhu kişinin nasıl davranacağına karar veren güç, kişinin özü olarak tanımlarken, nörobiyolojideki son gelişmeler Platon’un ruh anlayışıyla pek çok paralellik gösteren bir beyin açıklaması sunuyor.
Platon’un ahlak teorisinin kendi ruh anlayışı üzerine inşa edildiğini göz önüne alırsak, bu benzetme ile beyne dair bilgimize dayanan bir ahlak teorisi geliştirebilmemiz acaba mümkün müdür?
Bu noktada soracağımız en kritik sorulardan biri, bu durumun (beynin modern açıklaması ile Platon’un ruh tanımı arasındaki paralellik) filozofların belirli ahlaki konularda anlaşmaya varmalarına nasıl yardımcı olabileceğidir. Örneğin, on beş yaşında bir gencin bir polis memurunu sırtından vurduğunu hayal edin. İşte kritik soru karşımızda beliriyor: “Bu olay bağlamında ahlak olgusunu nasıl değerlendirmemiz gerekir?”
Üçlü beyin
Howard Gardner’ın ‘çoklu zekâ’ teorisi gibi sinir bilimci Paul MacLean’in ‘üçlü beyin’ fikri de nöbetler ve aşırı duygularla beliren sinirsel bozukluğa sahip vakaların gözlemlenmesi ile ortaya çıktı. Gardner’in çoklu zekâ teorisi ile benzerliği olduğu için burada bir soluk almalıyız. Gardner’ın çoklu zekâ teorisi nedir, kısaca bu soruyu cevaplayalım. Gardner’ın bu teorisinde asıl hedefi; zekânın tek bir yapıdan meydana gelmediğini, insanların birbirinden bağımsız en az yedi ayrı zekâya sahip olduğunu ve bunların zaman içinde geliştirilebileceğini insanlara kanıtlamaktır. Bu teorisi ile zekâyı tek ve baskın bir yetenek olarak görmekten ziyade, çeşitli ve özel boyutlardan oluştuğunu öneren bir model olarak karşımıza çıkar.
MacLean’e geri dönecek olursak, üçlü beyin yapısı anoreksiya nervoza gibi zihinsel hastalıklarla ilgili bilimsel çalışmaların ilerleyişini kolaylaştırdı. Üçlü beyin tanımı birbirinin içine yerleşmiş üç beyin yapısından oluşur. En içteki kısım, evrimleşen ilk kısımdıryani hayatta kalma beyni olarak tarif edebiliriz; alternatif olarak sürüngen beyni veya beyin sapı olarak da adlandırılır. Beynin bu kısmı solunum, üreme gibi temel işlevleri ve diğer reflekse bağlı içgüdüsel işlevleri kontrol eder. Orta beyin başka bir tabirle limbik sistem veya duygusal beyin, sürüngen beyninden sonra neokorteksten (beynin bir bölümü, düşünme merkezi) önce evrimleşmiştir. Orta beyin kendisine gelen bilgileri zevkli veya acı verici (alternatif olarak da umut verici veya tehdit edici) olarak sınıflandırır. Duygu, beynin bu kısmından (orta, limbik beyin) meydana gelir. Amacı bizi harekete geçmemiz için zorlamaktır. Büyümemizle beraber beynimizin üçüncü kısmı, rasyonel beyin veya neokorteks, duygu yüklü beyin aktivitesini yönetme işini üstlenir. Beynin bu kısmı planları, alternatifleri tartar. Bunlara ek olarak kararlar alır ve duygusal dürtüleri düzene sokar.
Diğer iki beyin kısmının (sürüngen, hayatta kalma beyni ve orta, limbik beyin) ve kendisinin (rasyonel beyin) farkındalığını yaratan beynin tek kısmıdır. Sinirbilim araştırmalarına göre, bebekler oldukça iyi gelişmiş sürüngen (hayatta kalma) ve duygusal beyinler ile beraber doğarlar. Fakat rasyonel beynin fiziksel ve işlevsel olarak tam olarak gelişimi yıllar alır. Psikologlar, beynin büyümesindeki bu özelliğin, gençlerin duyguyu yeterince düzenleme ve alternatifleri tartma yeteneğindeki eksikliğini açıkladığını ve bu durumun da dürtüselliğe yol açtığını belirtiyor.
Beynin üç bölümü birbirleriyle iletişim halindedir. Ancak bu iletişim sürekli değil arada sırada olur. Howard Bath, hayatta kalma ve duygusal beyinlerden rasyonel beyine giden yolun, rasyonel bölümden duygusal ve hayatta kalma bölümlerine giden yoldan çok daha erken geliştiğini söyler. İşte bu sebepten ötürü, yaşamımızın ilk yirmi yılında, çoğunlukla hayatta kalma beyni ve duygusal beyin aracılığıyla karar veririz. Olgunlaşmak için, beynin duygusal ve rasyonel kısımlarındaki sinir yollarının geliştirilmesi gerekir. Bu gelişim, diğer beyinlerle (yani diğer insanlarla) etkileşimden ileri gelir. O nedenle diyebiliriz ki en temel düzeyde bile, birbirimize ihtiyacımız vardır. Daha spesifik olarak, etkileşime en çok gençken, beyinlerimiz gelişirken ihtiyaç duyulur. Bu ihtiyaca ithafen Bath şunları tavsiye eder: “Ebeveynlerin, öğretmenlerin, danışmanların ve akıl hocalarının görevlerinin büyük bir kısmı, gençlerin beyinlerindeki bağlantıları tamamlamalarına yardımcı olmaktır. Olumlu bir beyin gelişimi üzerindeki en güçlü etki, olumlu, şefkatli yetişkinler ve akranlarla olan bağlantılardan ileri gelir.”
Yaşamımızın ilk bir buçuk yılındaki sürekli ve olumlu etkileşim, ahlaki gelişim adına kritik öneme sahiptir. Çünkü erken zamanda kazanılan deneyimler bizi çevremize öngörülebilir şekilde tepki vermeye programlamaktadır. Başka bir açıdan şöyle diyebiliriz, eğer yaşamımızın erken dönemindeki ilişkilerimiz olumsuzsa, bizi sosyal olmayan, bazen de şiddet barındıran eylemlere (yani ilkel eylemlere) yönlendiren sinir yollarımızın gelişmesine neden olur. Erken dönemde ilişkilerimiz yok ise, beynimiz sosyal dünyayla ilişki kurabilmemiz adına gerekli olan nöronları tam anlamıyla üretmeyecektir.
Louis Cozolino, çocukken istismara uğramış yetişkinler hakkında şunları gözlemler: “Bu çocukların beyinleri hayatta kalmak üzere şekillendirilmiştir, fakat barış üzerine anlaşabilmek adına donanımları yetersizdir.” İstismar gibi durumlara maruz kalan kişilerin rasyonel beyindeki kişisel farkındalık kapasitesinin ortaya çıkmasına yardımcı olarak beynin diğer iki kısmıyla (sürüngen, hayatta kalma beyni ve orta, limbik beyin) olan iletişim yollarını daha da geliştirerek buradan gelen dürtülere aracılık etmeye başlayabilmesi için kişinin bir psikoterapistin uzmanlığına ihtiyacı olduğunu savunur. Başarı vücudun kendi biyolojisi tarafından engellenebilir çünkü beynin hayatta kalma ve duygusal yönlerinden gelen bilinçdışı dürtüler, rasyonel beynin işleyebileceğinden altı kat daha hızlı bir oranda gelişir. Cozolino devam eder, “Danışanlarımızın, beynin eski bölgelerinden kaynaklanan bilinçdışı, mantıksız dürtülerin farkına varmalarına yardımcı olarak kendileri hakkında daha bilinçli bir biçimde daha açık görüşlü olmalarına yardımcı olabiliriz.”
Cozolino’nun bu sözleri, Elizabeth Laidlaw’a Sokrates’in bir kişinin düşüncesindeki gerçek dışılığı ortadan kaldırarak Formları kavratma fikrini getirdi. Bunun üzerine Laidlaw beynin üçlü haritasının ve Cozolino’nun reçetesinin, Platon’un Devlet isimli kitabında ortaya koyduğu ruh kavramı ve ahlaki teoriyle ne kadar yakından örtüştüğünü fark ederek bunu düşünmeye başladı.
Platon’un ruh ve üçlü beyin anlayışı
Planton’un Devlet’inde pysckhe (zihin veya ruh) işlev açısından tanımlanır. Sokrates pysckhe kavramının üç bölümden oluştuğunu belirtir: akıl, ruh ve iştah.
Platon ruhu; siyah ve beyaz iki at ve bir sürücüden oluşan uçan, kanatlı bir arabaya benzetir. Hırçın, iştahlı davranışlarıyla arzuyu temsil eden siyah at arabayı yeryüzüne düşürmeye çalışırken, iradeyi temsil eden beyaz at (cesur, heyecanlı, yüce ruhlu koruyucu bölüm) arabayı yolunda tutmaya çalışmaktadır. Sürücü ise aklı, bilgeliği (rasyonel) temsil etmekte olup dengeyi sağlamaya çalışmaktadır.
Rasyonel bölümün işlevi bilge olmak, yani tüm ruhun iç yüzünü anlayarak hükmetmektir. Cesur, yüce ruhlu koruyucu bölüm, rasyonel bölüme tabidir ancak onun müttefikidir. Hırçın, iştahlı bölüm diğer ikisi tarafından yönetilir. Bunları üçlü beyin kavramıyla karşılaştırın. Platonik ruhun ‘akıl’ bölümünün rasyonel beyindeki neokorteks ile eşdeğer olduğu söylenebilir; ruhun ‘heyecanlı, şevkli’ bölümü duygusal beyin veya limbik sistemle; ve zihnin temel, ‘iştahlı’ kısmı, beynin hayatta kalma veya sürüngen kısmıyla ilintili olduğu belirtilebilir. Bu benzetmenin yakın bir uyum sağladığını görebiliriz.
Louis Cozolino, başarılı bir psikoterapist için üçlü beyin modelinin önemini savunur. Platon’un ruhu analiz etmesine benzer şekilde, Cozolino üç beyni ”kendine özgü davranış biçimleri ve faaliyet alanları” olarak tanımlar. Yönetici kararlar her seviyede alınır ve bu kararlar sıklıkla birbirine zıttır. Örneğin, beynin rasyonel kısmı sigarayı bırakmayı düşünebilirken, beynin duygusal kısmı sigara içmeye devam etmeyi arzular.
Platon’un Devlet kitabında ortaya koyduğu ahlaki teori, bir kişinin adalet, güzellik, iyilik gibi şeylerin Formlarını bilmeyi arzulaması gerektiğidir. Böylelikle bu bilgiyi kendisini adil bir şekilde düzenlemek için kullanabilir. Yine de Platon’un Devlet’indeki mağara metaforu, yalnızca belirli koşullarda Formları görmek için bir tür epistemik bulanıklıktan geçebileceğimizi öne sürer. Mağara alegorisinden alınan ders, bir kişinin yanlış inançlarından kurtulmak için eğitilmesi gerekli olduğudur. Ancak bu şekilde Formların soyutlamalarına açık olabilir, İyinin formunu kavradıktan sonra bu kez Formların bilgisiyle veya nihai hakikat bilgisiyle silahlanmış, donanmış olarak mağaraya geri döner. Burada çok şey tehlikededir. Platon, varsayımsal Devlet’inin yıkılmasını insanların haksız, yanlış inançlara göre hareket etmesinin bir sonucu olacağını düşünür. Örnek verecek olursak varlık veya onurun her şeyden daha önemli oluşu diyebiliriz. Eğitim yanlış inançları ortadan kaldırmaya çalışırken ne yazık ki Platon’a göre yetişkinlerin çoğu, Formların bilgisi olan gerçek veya nihai bilgiyi edinebilecek kadar entelektüel değildir. Platon’a göre, yalnızca Formların bilgisiyle insanların yanlış inançlarından arınmaları için teşvik edilebilir. Dahası, Devlet’in hayatta kalabilmesi için daha derin bir gerçekliğin bilgisiyle devlete hükmedebilecek bir filozof kralın da ortaya çıkması gerekir.
Beynin anlatılan bu üç bölümü arasında hayatta kalmamızı sağlayan kısım son derece güçlü ve baskındır. Bu yapı her halükârda gelişir, çoğu bedensel eylemi kontrol eder ve doğumdan itibaren hayatta kalmamızı sağlar. Ancak duygusal ve rasyonel beyin “sadece erken dönemdeki ilişkilerde başarılı olunursa” gelişir. Eğer bu erken dönemdeki ilişkiler beyin gelişimini engellerse veya yanlış yönetilirse, ilkel ve duygusal beyinden kaynaklanan bozuklukların yeniden düzenlenmesi için deneyimli bir psikoterapistin becerisi gerekir. Gençlerin sorunlarını kurşunlar ve bıçaklar aracılığıyla çözme fikrinin temeli genellikle bu derinlere kök salmış ilkel hayatta kalma modelinden ileri gelmektedir. Dolayısıyla, Platon sinirbilimin son bulgularıyla aydınlansaydı, belki de bizi, akıl yetisinin gelişimini desteklemek için bebeklik ve erken çocukluk döneminde çocuklarla kaliteli ilişkiler geliştirmeye teşvik ederdi. İyi muhakeme yeteneği, iyi yargılamak için gereklidir. Bu sebeple ki iyi koruyucuların ve filozof-kralların atanması için de iyi muhakeme yeteneği gereklidir. Erken çocukluk döneminde bu şekilde kaliteli ilişkilerle beslenmesi kişinin ruhunun iyi bir düzene kavuşana kadar ki sürecinde önemlidir. Platon’un üçüncü emri, kendi tabiri ile ruhun bakımını sağlamak için iyi düzenlenmiş bir akıl sağlığı sistemi kurmak gerekliliğidir.
Belki de bu beyin temelli sonuçlara karşı en bariz felsefi itiraz, nörobilimi etiğe rehberlik etmesi için kullanırken, Nöro-Ahlak Teorisinin doğal yanılgıya düşmesidir. Bu noktada şu soruyu sorabiliriz: Hayatta kalma içgüdülerimiz ve gelişme ihtiyacımız bize ahlaki olarak ne yapmamız gerektiğini söyleyebilir mi? Dünyanın nasıl olması gerektiğiyle ilgili sonuçları yalnızca dünyanın nasıl olduğuyla ilgili olgusal iddialardan çıkarmanın bir yanılgı olup olmadığı konusundaki tartışma üç yüzyıl önce David Hume ile başladı. Hume, bu düşüncenin mantıksal zorluğu hakkında uyardı ve bir argümanın öncüllerinde yer almayan hiçbir şeyin aynı şekilde sonucunda da yer alamayacağını belirtti. Öyleyse nörobilimin deneysel sonuçlarından çocukları nasıl yetiştirmemiz ve yargılamamız gerektiğini mantıksal olarak çıkarmak mümkün müdür? Bu sorunun cevabı: Evet, mümkündür. Nöro-Ahlak Teorisi, insan biyolojisinin kısıtlamalarını ciddiye alır ve ne yapmamız gerektiğini olan şeylerden çıkarma yanılgısına düşmek yerine, ‘gerekeni, yapabilecek olanı ima eden’ felsefi bilgelik tarafından desteklenir. Yani, ahlaki olarak yapmakla yükümlü olduğumuz şey kavrayışımız dahilinde olmalıdır. Bütün bu bağlamlar ışığında Elizabeth Laidlaw çocukların eğitimi ve onlara ilişkin ahlaki değerlendirmeler hakkındaki kararları yönlendirmek için nörobilimin derslerinin kullanılması gerekli olduğunu öneriyor. Laidlaw, Platon gibi ahlaklı olmanın iyi düşünmeyi ve Platon’un aksine bu durumun iyi bir beyin gelişimi gerektirdiğini söylüyor.
Kaynak:

