GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: John Dupré ile bilimden felsefeye
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > Biyoloji Felsefesi > John Dupré ile bilimden felsefeye
Biyoloji FelsefesiFelsefe

John Dupré ile bilimden felsefeye

Yazar: GazeteBilim Yayın Tarihi: 13 Eylül 2024 14 Dakikalık Okuma
Paylaş
Doğa filozofu artık neredeyse kaybettiğimiz güzel bir terim ve bence Darwin'e çok yakışırdı. (Görsel: Pinterest).

Röportaj: John Dupré, Edit Talpsepp-Randla  

Çeviri: Okan Nurettin Okur

Profesör, bilim felsefesinin bilime katkısı olup olmadığı konusunda pek çok tartışma yapılıyor. Hatta bazı ünlü bilim insanları felsefenin bilime hiçbir katkısı olmadığını iddia ediyor. Bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum.

Sanırım felsefeye yönelik en önemli saldırılar fizikçilerden gelmiştir ve bunlara yanıt vermeyi fizik felsefecilerine bırakacağım. Filozof Thomas Kuhn’un bize öğrettiği gibi (bence haklı olarak) pek çok bilim insanı iyi kurulmuş bir paradigmada nispeten rutin işler yapıyor ve felsefeye çok da ilgi duymuyor. Biyologların da felsefeye çok ilgili olduğunu söyleyemem. Ancak küçük ama etkili bir azınlık, biyoloji felsefesinin kendi bilimleri için önemli olduğunu düşünüyor. Bunlar arasında dikkate değer ve alanın gelişmesi için çok önemli olan isimlerden Ernst Mayr ve Richard Lewontin yer alıyor. 70’li ve 80’li yılların önde gelen biyoloji felsefecilerinin çoğu (ben hariç) Lewontin’in laboratuvarında zaman geçirmiştir. Felsefi konularla ilgilenen ve filozoflarla etkileşim içinde olan diğer önde gelen biyologlar arasında ise Denis Noble, Scott Gilbert ve Ford Doolittle sayılabilir.

Kariyerimin bu aşamasında biyolojinin felsefe için önemini çok gerekli buluyorum. Genel olarak yaşam, özel olarak da insan yaşamı, felsefi ilginin kesinlikle merkezi konularıdır ve bu konularda felsefe ile biyoloji birbirinden faydalanmalıdır. Filozofların biyolojiye ne gibi katkılarda bulunabileceği belki de o kadar açık değildir. Hatta çoğu biyolog felsefi sorulara hiç girmeden işini çok iyi yapabilir.

Kendi deneyimlerime göre, bilim insanlarının profesyonel olarak çok spesifik sorulara derinlemesine bakmaları gerekirken, filozoflar daha sığ olsa da çok daha geniş bir arazide gezinme ayrıcalığına sahiptir. Bu da bazen farklı bilimsel projelerin birbirleriyle daha yakın temas kurması gereken noktaları görmelerini sağlar. Ben kendi çalışmalarımın büyük bir kısmını bu şekilde görüyorum. Kısa bir süre önce, sırasıyla doğa bilimleri, sosyal bilimler ve beşeri bilimler alanlarında Birleşik Krallık’ın önde gelen akademileri olan Royal Society ve British Academy’nin niş inşası, epigenetik ve simbiyoz gibi alanlardaki son araştırmalar ışığında evrim teorisinin durumu üzerine çok heyecan verici bir ortak toplantısının organizasyonunda yer aldım. Eleştirel bir bakış açısıyla, evrimsel psikologların evrim teorisindeki gelişmelere ayak uyduramadıklarını ve bunun da söylediklerinin çoğunu oldukça sorunlu hale getirdiğini savundum. Umarım bu, bilimlerdeki tek bir konuda uzmanlaşma ile beşeri bilimlerdeki daha geniş perspektifte düşünebilmenin bir araya getirilmesinin değerine dikkat çekmiştir.

Teorik bir bilimsel disiplin ile o disiplinin felsefesi arasında keskin bir sınır çizgisi olmadığını düşünüyorum. Örneğin fizik felsefesi ve teorik fizik. Birçok paradigma değişimine yol açan bilimsel keşif, düşünme biçimlerimizi de değiştirmiştir. Belki de bu keşifler bilimsel olduğu kadar metafiziksel olarak da değerlendirilmelidir. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?

Bu iki alanı (eğer sadece iki alan varsa) önemli işbölümleri yapan uzmanlıklar olarak düşünme eğilimindeyim. Bilim insanları ve filozoflar çok farklı eğitimlere ve genellikle çok farklı entelektüel deneyimlere sahiptir. Birbirleriyle konuşmalarının bu kadar değerli olmasının nedenlerinden birinin de bu olduğunu söyleyebilirim. Ancak büyük teorik değişimlerin genellikle ampirik olduğu kadar felsefi de olduğuna kesinlikle katılıyorum.

Kendinizi teorik biyolog olarak adlandırabilir misiniz?

Buna biyologların karar vermesini tercih ederim. Zaman zaman beni böyle tanıtıyorlar ve ben de oldukça memnun oluyorum. Yine de, çalışmalarımın çoğunun kesinlikle felsefe olduğunu söyleyebilirim. Dediğim gibi, bilim insanları ve filozoflar genellikle aynı sorularla ilgilenseler de, bu sorulara getirmeleri gereken muhtemel yaklaşım ve becerilerde önemli farklılıklar var.

Sizce biyolojinin en ünlü ismi Charles Darwin daha çok bir doğa bilimci miydi, doğa filozofu muydu, yoksa her ikisinin bir karışımı mıydı?

Doğa filozofu artık neredeyse kaybettiğimiz güzel bir terim ve bence Darwin’e çok yakışırdı. Yine de, felsefe üzerinde kuşkusuz derin etkileri olan devrimci fikirlere sahip olmasına rağmen, daha çok bilim insanı olduğunu söyleyebilirim. Belki de Türlerin Kökeni ve İnsanın Türeyişi‘ne çok fazla odaklanabiliriz. Bu çalışmalar, filozoflardan ziyade bilim adamlarının özellikleri olan özen, sabır ve deneysel yaratıcılığı gerektiriyor. Ancak tüm bu detaylı bilimsel çalışmaların sonuçları hakkında derinlemesine düşündüğü kesin, bu nedenle önerdiğiniz etiketlerin herhangi birini veya tamamını kullanmaktan mutluluk duyarım.

Biyoloji felsefesindeki birçok konuya önemli katkılarda bulundunuz, ancak özellikle sormak istediğim birkaç konu var. İlk olarak, sizin tarafınızdan desteklenen bir kavram olan karışık gerçekçilik (promiscuous realism). Bize bunun ne olduğunu kısaca anlatabilir misiniz?

Karışık gerçekçilik taksonomi üzerine yaptığım ilk çalışmalarda ortaya çıkan bir fikirdi. Aslında 1970’ler ve 80’lerde çok etkili olan analitik filozof Hilary Putnam’ın bir fikrine yanıt olarak başladı. Putnam, genel terimlerin ve özellikle de doğal tür terimlerinin (doğal bireyler olarak var olan şeyler için kullandığımız kelimeler) referansıyla ilgileniyordu. Günlük dilimizdeki doğal tür terimlerinin (örneğin hayvan ve bitki türleri için kullandığımız isimlerin) gerçek doğal türlere, yani sonunda bilim tarafından keşfedilecek olan şeylerin gerçek doğalarına veya özlerine atıfta bulunmayı amaçladığını öne sürdü. Bu nedenle, bilim insanları sonunda suyun H2O olduğunu keşfetmiş ve bu da ‘su’ teriminin anlamındaki bir tür boşluğu doldurmuştu.

Her neyse, Putnam biyolojide ‘kaplan’ veya ‘limon’ gibi terimlerdeki benzer bir boşluğun eninde sonunda genetik bilgisi tarafından doldurulacağını öne sürdü. Bu bana yanlış geldi, en azından tür terimleri için. Biyolojik türler için kullanılan profesyonel biyolojik terimler ile daha yaygın kullanımda olan ya da bahçıvanlar veya ormancılar gibi bilimsel olmayan uzmanlar tarafından kullanılan terimler arasındaki ilişkiler bana bundan çok daha karmaşık göründü. Gerçekten de biraz detaylı bir araştırma, sadece bilimsel ve bilimsel olmayan kelime dağarcıkları arasındaki uyumsuzluğu değil, aynı zamanda bilim adamı olmayanların doğal dünyayı sınıflandırma biçimleri için genellikle iyi nedenler olduğunu da doğruladı. Bana öyle geliyor ki sınıflandırmalar, sınıflandırmaların amaçları açısından anlaşılmalı, gerekçelendirilmeliydi ve bilim insanlarının (çeşitli) amaçları balıkçıların, ormancıların ya da kürkçülerin amaçlarıyla aynı değildi.

Genel olarak amaca göre sınıflandırma; sınıflandırmanın büyük ölçüde sosyal bir faaliyet olduğu ve dünyaya empoze ettiğimiz bir düzen yarattığı fikriyle paralel gitti. Bana öyle geliyordu ki çeşitli sınıflandırmalar dünyanın gerçek özelliklerini referans alıyordu ve bu özellikler sınıflandırmalarımızı amaçlarımıza uygun ya da uygunsuz kılıyordu. Daha sonra dünyayı düzensiz olarak tanımlamaya başladığımda, düzensizliğin içinde ya da düzensizlikten doğan, üst üste binmiş ve etkileşim halinde olan birçok düzen parçacığı olduğunu da savundum. Bu fikir, elbette, dünyanın yalnızca tek bir benzersiz yasalar dizisine ve bunların yönettiği türler ayrımına yer olduğu yönündeki hala yaygın olan varsayımla güçlü bir tezat oluşturmaktadır. Sonraki felsefi kariyerimin büyük bir kısmı, bu karşıt düşüncemin sonuçlarını takip etmek olarak anlaşılabilir.

Sizce biyologlar ve diğerleri karışık gerçekçiliği benimserse, bu ‘gerçek bilim yapma’ yolunda bir şeyleri etkiler mi?

En doğrudan hitap ettiği bilim dalı olan sistematik üzerinde kesinlikle bir etkisi olabilir. David Hull’un harika kitabı Science as a Process‘i (1990) okuyanların bileceği gibi, farklı taksonomi ekollerinin savunucuları arasındaki tartışmalar hırçın hatta acımasız olabilir. Organizmaları sınıflandırmanın tek bir doğru yolu olmadığı konusunda hemfikir olsalardı, bu şekilde devam edeceklerini hayal etmek zor olacaktı.

Zaman zaman tıp, ekonomi ve psikiyatri de dahil olmak üzere diğer alanlarda karışık gerçekçiliğin uygulanması konusunda bazı tartışmalar olmuştur. Kimya ve astronomi gibi fiziksel bilimlerle ilgili olarak da tartışılmıştır, ancak burada esas olarak filozoflar tarafından tartışılmıştır. Bununla birlikte, bunun bilimin günlük pratiğiyle çok ilgili bir tez olduğundan emin değilim, daha ziyade farklı metodolojilerin potansiyel geçerliliği hakkındaki daha geniş tartışmalara ait.

Bilim felsefesi dışındaki filozoflar hala benzersiz bir dizi doğal tür ve bunların davranışlarını belirleyen yasalar açısından çok fazla düşünme eğilimindedir. Bunun, başta zihin felsefesi olmak üzere felsefenin pek çok alanında zararlı etkileri olabilir.

2018 yılında siz ve Daniel Nicholson editörlüğünde Everything Flows adlı bir kitap yayınlandı: Süreçsel Bir Biyoloji Felsefesine Doğru. Süreç temelli biyoloji nedir ve canlı organizmaları anlamamızı nasıl etkiler?

Süreç biyolojisinin benim için en büyük cazibesi, karışık gerçekçiliğe daha derin bir açıklama getirebilmesidir. Çoğu filozofun varsaydığı şeyler dünyasında (organizmalar gibi büyük şeylerin organlar, hücreler, moleküller ve nihayetinde atom altı parçacıklar gibi küçük şeylerin yapıları olduğu yerde) çoğulculuk sadece olumsal bir olasılıktır. Ancak süreçler dünyasında durum farklıdır. Bildiğimiz sınıflandırmalar statik tanımlamalardır, bir şeyin belirli bir türün üyesi olması halinde sahip olacağı özelliklerin bir listesidir; ancak süreçler dünyasında bu özellikler yalnızca sürekli akış halindeki bir dünyadan anlık bir kesiti yansıtabilir.

Evrimleşen soylar elbette benzersiz ve önceden belirlenmiş bir yörüngesi olmayan süreçlerdir. Bu evrimleşen soyların bileşenleri bireysel organizmalardır. Artık anladığımıza göre, bu organizmaların kendileri de yüksek derecede gelişimsel esneklik sergilerler, yani gelişimlerinde önceden belirlenmiş kesin bir yörüngeyi takip etmezler. Dolayısıyla bir tür, kısmen organizmaların kendi öngörülemeyen faaliyetlerine yanıt olarak öngörülemeyen bir şekilde değişen bir yörüngeye sahip bir süreç oluşturmak için etkileşime giren bir dizi değişken süreçtir. Son olarak (ve çok daha önemlisi) bu soylar birbirlerinden bağımsız olmaktan çok uzaktır. Simbiyozun neredeyse evrensel yapısı, bize soyların diğer soylarla yaşamsal ama gelişen ilişkiler içinde derinlemesine iç içe geçtiğini söyler. Bazen bu süreçlerin iç içe geçmesi, bütünü tek bir süreç olarak değerlendirmemize neden olacak bir noktaya ulaşır. Özetle, sürekli evrim geçiren, sürekli iç içe geçmiş süreçlerden oluşan bir dünya, kendisini oluşturan unsurlara ilişkin tek bir ayrıcalıklı açıklama seti sunacak bir dünya değildir. Çoğulcu ya da karışık gerçekçi bakış açısı, gerçek dünyanın tutarlı bir şekilde anlaşılması için gerekli hale gelir.

Sınıflandırmaya yönelik çoğulcu yaklaşımınız insanları da ilgilendiriyor. Bu, biyoloji felsefesinin neden biyoloji ve felsefe disiplinleri dışında da geçerliliği olduğunu gösteren konulardan biri. Çoğulcu akıl yürütmenin insan kategorilerine ilişkin çıkarımları nelerdir?

İnsan bilimlerindeki tartışmalar (örneğin genetik, evrim ve kültür arasındaki ilişkiler) olguları tanımlamanın tek bir doğru yolu olduğunu varsayma eğiliminden kaçınılabilirse çok daha verimli olabilir. Özellikle açık bir örnek ırk meselesi olabilir. İnsan türünün kültür, genotip ve fenotip açısından birbiriyle örtüşen ve birbirini kesen çok sayıda varyasyon modelini kapsadığı genel olarak kabul edilseydi, bizi kendi temel özelliklerine sahip farklı doğal türlerden oluşuyormuşuz gibi gören herhangi bir ırk fikrini savunmak zor olurdu. Ancak bu vakanın da gösterdiği gibi, karışık gerçekçiliğin birçok yönden bilimi üretenlerden ziyade bilimi tüketenlerle (en azından felsefecilerle!) ilgili olduğunu düşünme eğilimindeyim. Çoğu bilim insanı, kendi sorularına ve ilgi alanlarına göre uyarlanmış bir dizi kategori içinde rahatça çalışır ve muhtemelen bu kategorilerin oldukça farklı kaygılar için iyi bir şekilde uyarlanıp uyarlanmadığı konusunda çok fazla düşünmez.

Ancak, örneğin hastalığa yatkın genetik varyantlar ile coğrafi köken arasındaki korelasyonlar gibi bir konuyla ilgilenen bilim insanlarının, bulgularının genel olarak ırkçı bir fikir çerçevesine destek olarak yorumlanabileceğinin daha fazla farkında olmaları gerekir.

Biyoloji felsefesinin daha geniş sosyal meselelerde nasıl yer bulduğunu gösteren bir konuya daha değinmek istiyorum: evrimsel psikoloji. İnsan davranış özelliklerini açıklarken veya gerekçelendirirken evrim teorisine başvuran oldukça popüler bir akım haline geldi. Bu bağlamda evrimsel açıklamalara ne ölçüde başvurabiliriz ve ne ölçüde şüpheci kalmalıyız?

Genel olarak bu, uzun süredir şüpheciliği teşvik ettiğim bir alan. Bana göre burada çok kötü bir bilim uygulandığını söylemek zorundayım. Uzun yıllardır günümüz insan davranışını Taş Devri’nde evrimleşmiş zihinsel modüller üzerinden anlayan evrimsel psikolojinin, modası geçmiş ve savunulamaz bir evrim görüşüne dayandığını savundum.

Bütün bu tartışmalı konular; organizmaları ve özellikle de insanları sabit bir dizi temel özelliğe sahip şeyler olarak değil, son derece plastik gelişen süreçler olarak gören bir bakış açısıyla çok daha anlaşılır hale gelmektedir. İnsanın gelişim süreci, tüm önemine rağmen genomun özel bir ayrıcalığa sahip olmadığı çok çeşitli faktörlere bağlıdır. Dahası, pek çok hayati dış etki kültürler ve tarihsel dönemler arasında oldukça değişkendir. Kısmen kasıtlı insan eylemlerinin bir sonucu olarak sürekli değişime tabidir. Evrimsel biyolojide giderek daha etkili hale gelen niş oluşturma fikri bu bağlamda çok yardımcı olmaktadır. İnsanlar, nesiller boyu süren yoğun insan faaliyetlerini yansıtan son derece karmaşık bir çevrede (şehirler, okullar, hastaneler ve çok daha fazlası) gelişen en üstün niş kurucularıdır. Bahsettiğiniz türden davranışsal özelliklerin yalnızca uzak bir çağda seçilen genler açısından anlaşılabileceğini varsaymak, bu önemli etkileri göz ardı ederek açıklama girişimlerini büyük ölçüde değersiz kılmaktadır.

Kaynak: https://philosophynow.org/issues/133/John_Dupre (son erişim tarihi: 28.08.2024).

Etiketler: bilim, felsefe, john dupré
GazeteBilim 13 Eylül 2024
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Önceki Yazı Bakteriler hafızalarını aktarabilir mi?
Sonraki Yazı Paleokur: Bülten haberleri

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

Bilim ve sansür

Egemen güçler ve bazen de erkek egemen toplumlar ciddi şekilde bilimsel düşünceye sansür uygulamaktadır.

Bilim Tarihi
30 Eylül 2025

Türk akademisyen öncülüğünde yapay zekâ devrimi

Ekibin lideri olan Türk bilim insanı Prof. Dr. Aydoğan Özcan’a, yaptıkları çalışmanın performans ve enerji kullanımı açısından hangi yenilikleri getirdiğini…

Yapay Zekâ
19 Eylül 2025

Evrimi hızlandıran motor: T7-ORACLE ile geleceğin süper proteinleri

Scripps Research Institute’ta geliştirilen T7-ORACLE, evrimi laboratuvar ortamında 100.000 kat hızlandırıyor!

Biyoloji
19 Ağustos 2025

Minik altın “süper atomlar” bir kuantum devrimini ateşleyebilir!

Altın nanokümeleri artık kuantum performansında hapsedilmiş atomik iyonlara rakip olabilir. Yeni nesil cihazlar için ölçeklenebilir, ayarlanabilir yapı taşları sunar. Kuantum…

Teknoloji
19 Ağustos 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?