GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: İnsanlık hâli ve çağdaş felsefenin ödevleri
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > Dosya > Cumhuriyet 100 Yaşında > İnsanlık hâli ve çağdaş felsefenin ödevleri
Cumhuriyet 100 YaşındaFelsefe

İnsanlık hâli ve çağdaş felsefenin ödevleri

Yazar: Doğan Göçmen Yayın Tarihi: 29 Ekim 2023 27 Dakikalık Okuma
Paylaş
insanlık, kriz
Bugün insanlık genel bir kriz içerisindedir; genel bir anlam, etik ve estetik değerler krizi ile karşı karşıya bulunmaktadır. (Pexels)

Felsefe veya filozof insanlığa, hizmet etmekten, yani bir bütün olarak insanlığa hizmet etmekten bir an için vazgeçerse felsefenin alanını artık terk etmeye başlamış demektir.

İçindekiler
İnsanlık genel bir anlam ve değerler krizi ile karşı karşıyadırÇağımızda felsefe ne durumdadır ve bilimler ne yapar?Filozofların insanlığa karşı görevi nedir?Bütüncül bakışın anlamı nedir?Sıkı bir bilim olarak felsefe projesinin çağımız için anlamı

Çağımız büyük, baş döndürücü, insanlık tarihinde görülmemiş gelişmelere ve değişikliklere sahne oluyor. Sadece bu büyük değişikliklere bakarak insanlığın kendisini yeniden inşâ etme problemi olduğu sonucuna varabiliriz. Yeniçağ ile birlikte kurulmaya başlayan ve 20. yüzyılda sömürgeciliğin yıkılmasıyla ve emperyalizmin ortaya çıkmasıyla tüm özellikleri ortaya çıkan modern dünya sistemi, insanlığın bugün karşı karşıya olduğu sorunlara yanıt vermekten çok uzaktır. Diğer taraftan Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamaya hazırlanıyoruz ve Cumhuriyetimizin kazanımlarına ve ortaya çıkardığı kurumlarına dair son 40 yıldır yürütülen yıpratıcı ve yıkıcı girişimlerden sonra Cumhuriyetin basit bir şekilde, 20. Yüzyılın başlarında atılan temellerde restorasyonu hiçbir şekilde mümkün olmayacaktır. Yeniden bir kuruluş hem insanlık bakımından hem de Cumhuriyetimiz açısından kaçınılmaz görünmektedir.

Cumhuriyetimizin kazanımlarına ve ortaya çıkardığı kurumlarına dair son 40 yıldır yürütülen yıpratıcı ve yıkıcı girişimlerden sonra Cumhuriyetin basit bir şekilde, 20. Yüzyılın başlarında atılan temellerde restorasyonu hiçbir şekilde mümkün olmayacaktır.

Yüzyılımızda, dünyada 8 milyar insanın her birinin yaşamı her birinin yaşamıyla ayrılmaz bir şekilde bağlanmıştır. Bugün bu bağıntı o kadar sıkı ve yoğun ki, dünyanın bir ucundaki insan, elini uzatsa sanki dünyanın öbür ucundaki insana değecek gibi. Felsefî açıdan bu durum yalnızca çağımıza has görünümleri bakımından yenidir. Kıbrıslı Zenon’un M.Ö. 3./4. yüzyılda insanlığın tek bir toplum olduğuna ve bu nedenle tek bir anayasaya sahip olması gerektiğine dair önerilerini hatırlayalım. Filozoflar açısından bunda şaşılacak bir şey de yoktur. Zira onlar evrensel olanda tikeli, tikel olanda evrenseli keşfedip temellendirmeye çalışırlar. Bu nedenle derinlikli düşünebilen filozoflar açısından nerdeyse 2 bin 5 yüz yıldır mâlum olan, artık herkes için açıkça görünür olmaya başlamıştır. Günlük bilinç için bile çağımızda felsefe artık ancak bir bütün olarak ‘dünya toplumu’nu temel alan bir ‘insanlık felsefesi’ olabilir. Bundan böyle artık tek bir ulusu, tek bir kültürü, tek bir bölgeyi veya kıtayı gözeten bir fesefî kuram ortaya koymak mümkün değildir. Evrenselleşmeye açık olmayan tikellik, eş deyişle, genelleştirerek söyleyecek olursak felsefede düalist yaklaşım artık mümkün olmayan bir tutumdur.

Rotterdamlı Erasmus’un Barışın Şikâyeti’nde, 16. yüzyılın başlarında Yeniçağı ‘insanlık çağı’ olarak ilan edişinin üzerinden 5 yüzyıl geçti. Avrupa’da 1450’lerde takriben yalnızca 55 milyon insan yaşıyordu. Renaissance çağında, yani 16. yüzyılın başlarında dünyada yarım milyardan daha az, 440 milyon insanın yaşadığı tahmin ediliyor. Bu sayı yüz yıl içinde 120 milyon civarında artarak 17. yüzyılın başlarında tahminen 560 milyona ulaşmıştır. John Locke’un Hükümet Üzerine İkinci Deneme’de 18. yüzyıla yaklaşırken üretim bakımından tüm insanlığın kaderinin ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlandığını duyurmasının üzerinden 350 yıldan daha az bir zaman geçti. Locke’un zamanında dünyada tahminen sadece 600 milyon insan yaşıyordu. Bu gelişmelere tarihsel bakan stoacı Adam Smith, Ulusların Zenginliği’nde felsefenin konusunu belirlemek için 18. yüzyılın ortalarında “büyük insanlık toplumu” kavramını geliştirmiştir. Bugün bu kavram nesnel olarak gerçek olmuştur, öznel olarak da geçerli olmalıdır. Bu, felsefenin kendisini çağımızın felsefesi ile mümkün olabilecektir.

Hegel, değişik eserlerinde felsefeyi “çağını düşüncede kavramak” olarak tanımlamıştır. Örneğin Hukuk Felsefesi’ne yazdığı “Önsöz”de belirttiği gibi felsefenin kendisini her bir çağda kendi çağını düşüncede kavrayan özgürlük bilimi olarak yeniden kurması gerekmektedir. Felsefe böylece insanlığın önünü açarak büyük insanlık toplumunun tesis edilmesi için gereki kavramsal bir perspektif sunabilsin. Çağımızda kurmakla yüklümlü olduğumuz felsefe, hâlihazırda birçok ibaresi görünür olan modern ötesi toplumun genel niteliklerinin felsefesi olmak zorundadır. Bu bakımdan bu felsefe birçok bakımdan geçiş toplumunun da felsefesi olmak zorudadır. Ben buna “gerçekliğin ve geleceğin” felsefesi diyorum.

Felsefenin yeniden kuruluşu için girişilecek eylem elbette Hegel’i ve Hegel ile birlikte modern felsefenin tüm kuruluş sürecini çıkış noktası olarak almak zorundadır.

Modern felsefe René Descartes ve Thomas Hobbes’un kurucu eylemiyle başlamış ve Hegel’in “bilim sistemi”nde mümkün doruk noktasına ulaşmıştır. Bu felsefeyi restore etmek, Karl Marx’ın ve Friedrich Nietzsche’nin 19. yüzyılda giriştiği yıkıcı eylemden ve Marx’ın gerçekliğin ve geleceğin felsefesinin kuruluşuna dair Das Kapital’de uygulamada temellerini attığı yeniden inşâ girişiminden sonra artık mümkün değildir. Bu nedenle felsefenin yeniden kuruluşu için girişilecek eylem elbette Hegel’i ve Hegel ile birlikte modern felsefenin tüm kuruluş sürecini çıkış noktası olarak almak zorundadır. Diğer taraftan gerçekliğin ve geleceğin felsefesinin inşası konusunda 20. yüzyılda Edmund Husserl’in felsefenin yeniden inşasının önkoşullarına dair araştırmalarının ve Ludwig Wittgenstein’in gerçekliğin ve geleceğin felsefesinin kuruluşunda özellikle dilin sistematik yerine dair girişmiş olduğu devasa akıl emeğini gözardı etmek mümkün değildir. Burada Husserl’in bir belirlemesini kendi kelimelerimle yenilemek istiyorum. Felsefe bugün de filozofların kendilerini ‘insanlığın emekçileri’ olarak tanımlamalarıyla mümkün olabilir. Bundan dolayı bu konuda Husserl’in ve Wittgenstein’ın çalışmalarından, kendi dönemine ilişkin çalışmalarından, bizim dönemimize ilişkin, bir ön çalışma olarak görebileceğimiz çalışmalarından yararlanarak bugün için birtakım sonuçlar çıkarmak gerekmektedir. 20. yüzyılda gerçekliğin ve geleceğin felsefesini kurma konusunda György Lukács’ın aklın yıkımı ve inşâsı ve toplumsal varlığın ontolojisine ve estetiğe, Enst Bloch’un toplumsal erekselliğin ve Hans Heinz Holz’un felsefe sisteminin bir bütün olarak yeniden inşâsına dair sunmuş olduğu kurucu akıl emeğinin temel alınması gerekmektedir. Gerçek anlamda felsefe yapmak, özellikle bugün de kendisini bir bütün olarak insanlığa adamakla mümkün olur. Bu yazımızda ancak Husserl’in konuya dair çalışmasına kısmen yer verebiliyoruz.

İnsanlık genel bir anlam ve değerler krizi ile karşı karşıyadır

Bugün insanlık genel bir kriz içerisindedir; genel bir anlam, etik ve estetik değerler krizi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Anlam krizi, yani bununla kastettiğim tam olarak şudur: İnsanlık bugün sürmüş olduğu yaşama tarzına bir anlam verememektedir. Teker teker insanlar bağlamında düşündüğümüzde, insanlar yaşamlarında, yaşam tarzlarında, yaşam biçimlerinde, yaşama dair amaçlarında, kendilerine sunulan yaşamın içeriğinde bir anlam ve değer görememektedir. Bunun temelinde elbette büyük ekonomik kriz ve politik çıkışsızlıklar yatmaktadır. Ekonomik kriz, sadece bugün güncel yaşanan bir ekonomik kriz değildir, en az yarım asırdan beri süreğen olarak yaşanan bir krizler birikimidir. Politik kriz de en az 1970’lerden beri insanlığı farklı biçimlerde uğraştıran, sürekli derinleşen süreğen bir krizdir. Dünya çapında yaşanan krizler ve savaşlar artık her geçen gün daha büyük diplomatik ve politik krizlere neden olmaktadır ve artık insanlık, atom ve nükleer silahların da kullanılacağı yeni bir “küresel savaş” ile tehdit edilmektedir.

Modern toplumda günlük hayatta az da olsa insanca yaşamayı mümkün kılan tüm ahlâki değerler çökmüştür. Herkesin her tarafta algıladığı ve gözlemlediği, kötüye ve çirkine imrendirilen çok derin bir ahlâki ve estetik değerler krizi ile karşı karşıyayız. Bütün bunların sonucu olarak derin, genel bir anlam ve değerler krizi yaşıyoruz. Bu pekâlâ şöyle de dile getirilebilir: Modern çağda, modern çağın inşâsıyla birlikte estetiği her ne kadar felsefî bir disiplin olarak, bir bilim olarak kurma çabaları olmuşsa da aslında modern toplum bir estetik değerler bütünü veya sistemi oluşturamamıştır. Bu bakımdan modern toplum aslında bir estetik değerler sisteminden de (estetik bir kuramdan ve felsefesinden değil) estetik değerler kıstasından da yoksundur. İnsanlık bugün özellikle yaşamış olduğumuz pandemi kriziyle birlikte tarihinde belki de ilk defa bu kadar derin bir şekilde görmüş olduğu büyük bir “var olma” kriziyle karşı karşıyadır. Yani herkes bizzat kendi ensesinde “ölmek ve kalmak” sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Pandemi buna neden olmamıştır, tersine bunu açıkça görünür kılmıştır. Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin savaşı krizin boyutlarını ve derinliğini çok daha açık bir şekilde gün ışığına çıkarmıştır.

Teker teker insanlar bağlamında düşündüğümüzde, insanlar yaşamlarında, yaşam tarzlarında, yaşam biçimlerinde, yaşama dair amaçlarında, kendilerine sunulan yaşamın içeriğinde bir anlam ve değer görememektedir. (Unsplash)

Bu bütün insanlığı ilgilendiren bir meseledir ve insanlık bunu belki de çıkış yolu olarak görebilir. İnsanlık, tarihinde ilk defa bu derin krizi, bu kadar derin bir şekilde tüm insanlık çapında yaşadığının farkına varması ile birlikte aynı zamanda bütün bir insanlık çapında da yani bir bütün olarak, bir kader birliği içinde olduğunu, dünyanın en ücra köşesinde yaşayan, en son insanların bile kaderlerinin birbirine ayrılmaz bir şekilde bağlandığını görmüştür.  Bu kavrayış bir çıkış olabilir. Tüm insanlığın tarihinde, tüm insanların ilk defa kaderlerinin bu kadar sıkı şekilde birbirine bağlı olduğunu görmüş olması bir şanstır ve kanımca bu şansın her yanıyla görülebilmesini sağlamak en başta doğrudan felsefenin görevidir. Bunu hiçbir bilim, hiçbir disiplin felsefenin yardımına başvurmadan yerine getiremez. Ama felsefe bunu eğer hakkını vererek yapabilirse, yani kendisini bugün yeniden büyük insanlık toplumunun bir özgürlük bilimi olarak kurabilirse, günlük hayatın bir parçası durumuna gelen krizi insanlığa tüm göstermeye ve bundan bir çıkış perspektifi sunmaya aday bir bilimdir, felsefe doğası gereği tek evrensel bilimdir.

Çağımızda felsefe ne durumdadır ve bilimler ne yapar?

Şimdi, “peki felsefenin durumu nedir?”, diye sormak gerekiyor. Bugün aslında Husserl’in zamanında olduğuna benzer bir şekilde felsefe bütünlüğünü yitirmiştir. Her ne kadar tarihsel bir bilim ve disiplin olarak felsefeden bahsetsek de, felsefe bütünlüğünü yitirdiği için, bütünlüklü bir disiplin olarak, bütünlüklü bir bilim olarak felsefenin sistematik bütünlüğünün varlığından bahsetmemiz mümkün değildir. Husserl, felsefenin ve bilimlerin krizini Avrupalı insanlığın bir kültür krizi olarak almamızı salık verir. Felsefenin ve bilimlerin krizi ancak bu açıdan tam olarak kavranabilir. Elbette Husserl “Avrupalı insanlık” kavramı ile Avrupamerkezci bir yaklaşım sergilemez. Husserl bu kavram ile Avrupa’da ortaya çıkan ve bir dünya sistemi haline gelen modern toplumu ve bilimleri kasteder. Bu bakımdan sorumuzu bugün artık ‘insanlığın karşı karşıya olduğu durum nedir?’ şeklinde sormak daha uygun olacaktır.

Bugün durum tam olarak şöyledir: İnsanlık bir yerde kendi kendisini yeniden inşâ etme, kendi kendisini yeniden kurma, etik ve estetik değerler üzerine, gerçek anlamda insancıl, estetik ve ahlâki değerler üzerine, dayanışmacı, kârı değil, gereksinimi ölçü alan ekonomik-politik değerler üzerine kendi kendisini yeniden kurma görevi ile karşı karşıyadır. İnsanlık söz konusu yeniden kuruluş görevini yerine getirebilmek için, kendisine bu konuda yol gösterecek olan felsefeyi de kurmakla karşı karşıyadır, çünkü insanlık kendisini artık, ancak felsefî olarak yeniden kurabilir. Yani görevimiz karşılıklıdır. İnsanlığın felsefeyi kurma ve gerçekleştirme diye bir sorunu var. Ama insanlığın da dünyaya felsefî, yani bir filozofun gözüyle bakmasını öğrenmesi gerekiyor. Burada dünyaya felsefeyle bakabilen insanların özellikle felsefeyi kurup, felsefenin iç bütünlüğünü sağlayıp insanlığın hizmetine sunması gerekiyor.

Şimdi neden felsefeye bu ayrıcalıklı görevi veriyoruz? Felsefenin bu ayrıcalıklı görevini yerine getirebilmesi için tarihsel olarak en azından bir iki soruna işaret ederek dersler çıkarabiliriz. Modern felsefenin kurucularından olan Descartes’la birlikte pekâlâ şunu söyleyebiliriz: Tüm bilimlerin, yani felsefe de dâhil olmak üzere tüm bilimlerin aslında konusu gerçektir. Hegel, Descartes’tan 200 yıl sonra felsefenin ödevini aklın temellendirilmesi, şimdiki zamanda mevcut olanın ve hakikatin kavranması olarak tanımlamıştır. Bu bakımdan felsefe kendisini yalnızca hakikatin kavramını edinmekle sınırlayamaz. Felsefenin tamamlayıcı görevi kavramın gerçekleştirilmesinde ortaya çıkar.

Tüm bilimlerin, yani felsefe de dâhil olmak üzere tüm bilimlerin aslında konusu gerçektir.

Her bilim kendi açısından gerçeği bir bütün olarak arar. Bugün üniversitelerimizde bölümlerin parça parça kurulu olması, birer bilim olarak bizim gerçeği parça parça aradığımız anlamına gelmiyor. Gerçek bütündür, parçalanamaz. Alan bilimlerinin her biri kendi başına kendi açısından gerçeği bütün olarak arar, çünkü işaret ettiğim gibi gerçek, ancak bütün olarak aranabilir. Gerçeğin bütün olarak aranması ve bilinmesi ne anlama geliyor? Herhangi bir alanda bir “şeyin” bilgisinin elde edilmesi diğer bütün alanların, toplumsal yaşam da dâhil olmak üzere diğer bütün alanların da beraber aydınlatılması anlamına gelmektedir.

Bilimler neyi araştırıyorlar? Bilimler bir bütün olarak dünyayı, yani doğayı, toplumu ve düşünceyi araştırıyorlar. Dünyayı, yani aslında bütün bir evreni açıklamak ve böylece insanın evrendeki yerini belirlemek istiyorlar. Bu bakımdan evreni açıklamak, Kant’ın işaret ettiği gibi iki boyutuyla araştırılabilir. Birincisi, evreni araştırmak bir bakıma insanı evrende herhangi bir varlık olarak araştırmak demektir. Bu, insanı evrende tüm varolanlar ile özsel olarak ilişkilendirmeyi amaçlar. İkincisi, evreni araştırmak, insanın evrendeki özel konumunu ahlâki bir varlık olarak araştırmak anlamına gelmektedir.

Peki, bilimler bununla ne yapmak istiyor? Bilimler teker teker kendi alanlarının bilgisine ulaşarak, eş deyişle bilimler tarihsel olarak mümkün olanın bilgisine ulaşarak ne yapmak istiyor? Bilimlerin amacı insanı aydınlatmaktır. Bilimler, Kant’ın yukarıda aktardığım iki alanı araştırarak insanı neden aydınlatmak istiyor? Şundan dolayı: Ancak aydınlanmış insan önünü görebilen insandır. Ancak aydınlanmış insan bir sonraki adımda ne yapması gerektiğini, yani kısa, orta ve uzun erimli olarak ne yapması gerektiğini bilen insandır. Minimalist açıdan, aydınlanmış insan en azından içinde bulunduğu mevcut durumda ne yapması gerektiği üzerine düşünme kapasitesine sahip olan insan demektir. Bu bakımdan felsefe de dâhil olmak üzere, bütün bilimler aslında insanı aydınlatmak, böylelikle insanın eylemliliğinde doğru pratiğinin önünü açmak için vardırlar.

Belki de burada Kant’ın Aydınlanmacılık üzerine olan ünlü makalesindeki ünlü deyişini hatırlatmak gerekir. Aydınlanmak, bir insanlık hakkıdır ve bunu engellemek insanlığa karşı olan işlenmiş bir suçtur. Diğer bir deyişle Aydınlanmak, bilgilenmek ve doğru bilgi ışığında doğru eyleyebilmek yetisine sahip olmak bir insanlık hakkıdır. Bunu engellemeye kalkmak, bunu herhangi bir biçimde engellemek, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Bu bakımdan örneğin bu pandemi sürecinde yaygın bir şekilde mâruz kaldığımız gibi, ne kadar bilinçli dezenformasyon ve kirli bilgi yayılması varsa, bu ister teker teker kişiler tarafından olsun, isterse kurumlar tarafından yapılmış olsun, bu kirli bilginin yayılması bir bütün olarak insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.

kant
Kant’ın Aydınlanmacılık üzerine olan ünlü makalesindeki ünlü deyişini hatırlatmak gerekir. Aydınlanmak, bir insanlık hakkıdır ve bunu engellemek insanlığa karşı olan işlenmiş bir suçtur.

Şimdi daha somut olarak felsefeye dönecek olursak, burada Hegel’in bir sözünü hatırlatmak yerinde olabilir. Aktaracağım sözleri Hegel kendi döneminde modern toplumun içinde bulunduğu durumu hatırlatmak için söylüyor. Metafiziğini yitirmiş olan bir halkın veya toplumun bireyleri birbirlerine canlı nesne gibi çarpıp dururlar. Bugün artık “toplum” dediğimiz şey bütün bir insanlığı kapsamaktadır. Bugün toplum artık gerçek anlamda bütün bir insanlıktır. Toplum ile bugün artık teker teker herhangi bir ulusu, ulusal toplumu, bir halkı kastedemeyiz. Bugün bütün bir insanlık, elbette kendi içinde farklılıkları barındırmakla birlikte bir halk durumuna gelmiştir. Bir halk metafiziğini yitirmişse, o halkın bireyleri sanki birer bilardo topuymuş gibi birbirlerine çarpmaktan, eş deyişle birbirlerine şiddet uygulamaktan başka bir şey yapamazlar. Birbirleriyle empati veya daha doğrusu sempati geliştiremezler, diğerinin gereksiniminin ne olduğunu bilemezler. Metafiziği yitirmek, düşünme kapasitesini yitirmek anlamına gelmektedir. Düşünme kapasitesini yitirmiş bir toplumun bireyleri dolayımsal düşünemez, diğerini dâhil edemez.  Dolayısıyla birbirleri için aslında birer potansiyel “bomba” durumuna gelirler, birbirlerine sürekli şiddet uygulamaktan başka bir şey yapmazlar. Hegel, felsefesi olmayan bir toplum için bu belirlemeyi yapıyor. Bizim toplumumuza bakalım, başka toplumlara bakalım. Şiddet her gün toplumun her alanına yayılmakta, yaşamın her alanına, yani en son hücrelerimize kadar nüfuz etmektedir. İşte bu durum bugün felsefenin bütünlüğünün kaybolmasından ve felsefenin toplumsal yaşamdan dışlanmış olmasından kaynaklanıyor.

Filozofların insanlığa karşı görevi nedir?

Bu durum belki de filozofların bu konuda görevlerini ihmal etmelerinden veya görevlerinin altından kalkamamalarından kaynaklanıyor olabilir. Ama bundan da daha önemlisi filozofların önünün açılmamasından, toplumda felsefenin çökertilmesinden, felsefeyi başka şeylerle ikâme etmeye çalışmaktan kaynaklanıyor. Şu gözlem ilginç olabilir. Bugün her üniversitede ilahiyat fakültesi veya benzer bir akademik kurum var, tıp fakültesi var, eğitim fakültesi, mühendislik ve iktisat fakültesi var. Kısacası hemen hemen her şeyin fakültesi var ama felsefenin fakültesi yoktur. Modern bilimler, modern üniversiteler kurulurken veya modern çağda 16. yüzyıldan itibaren üniversiteler açılırken hemen her üniversitede felsefe fakülteleri vardı. Üniversitelerde felsefe fakültesi kurucu bir fakülte idi. Bugün ise bakın felsefe fakülteleri birer bölüme dönüşmüş durumda ve istihdam edilen hoca sayısı çoğu kez 10 felsefeciyi geçmiyor. Birçok üniversitede kendi kendimize şiddet uygularcasına felsefe bölümlerini anabilim dallarına dönüştürmüş, indirgemiş bulunuyoruz. Zamanla felsefe fakültelerinin ortadan kalkması yetmiyormuş gibi, kendimiz kendimizi sınırlayan girişimlerde buunduk. Neden? Bu, felsefenin durumuna ama aynı zamanda felsefenin toplumdaki statüsüne de işaret ediyor. Bu durumun muhakkak değişmesi gerekmektedir.

Hemen hemen her şeyin fakültesi var ama felsefenin fakültesi yoktur. Modern bilimler, modern üniversiteler kurulurken veya modern çağda 16. yüzyıldan itibaren üniversiteler açılırken hemen her üniversitede felsefe fakülteleri vardı.

Yukarıda felsefenin toplumda etkisinin gerilemesine ters orantılı olarak toplumda yaygın bir şekilde yaşanan şiddet olgusuna işaret etmiştik. Yaşamış olduğumuz tüm sorunlardan, en sıradan sorunlardan en karmaşık sorunlara kadar; örneğin sıradan bir komşu kavgasından karşı karşıya olduğumuz bir atom bombalarının kullanıldığı savaş tehlikesinden dolayı tüm insanlığın yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olmasına kadar; ciddi bir felsefi düşünme olmadan içinden çıkılması mümkün değildir. Elbette felsefe tek başına her derde deva olabilecek bir ilaç değildir. Fakat felsefî bir bakış olmadan da hiçbir sorunun çözümüne dair ciddi bir girişimin olması mümkün değildir.

Yukarıda Descartes’ın anmış olduğum tüm bilimlerin aslında kendi başına gerçeği bir bütün olarak aramakla yükümlü olduğu sözlerine işaret etmiştim. Filozof olmanın insanlığa karşı yüklediği ödevlerden, felsefenin ne olduğundan bahsettim. Şimdi, filozofun kim ve felsefenin ne olduğuna işaret etmek için Francis Bacon’a dönmek ve onun kendisi için yapmış olduğu kişisel bir tespitini kendi cümlelerimle hatırlatmak istiyorum. Bacon, ben kendimi insanlığa hizmetçi olarak, hizmet etmek üzere doğmuş olduğumu sanıyorum, kendimin insanlığa hizmet etmek üzere doğduğuma inanıyorum, diyordu. Zira, diyordu, derinlemesine baktığım zaman dünya insanlığın ortak varlığı, insanlığın ortak mülkiyetidir. Dünya da insanlığın (Humanity) ortak varlığı, insanlığın ortak mülkiyetidir. Dünya tüm insanlığın ortak varlığı, ortak mülkiyeti olduğu için, her bir insan aslında insanlığa hizmet etmek üzere doğmuştur. Ama özellikle de filozoflar insanlığa hizmet etmek üzere doğmuşlardır Bacon’a göre. Peki, bu durumda insanlar insanlığa nasıl hizmet edebilir, sorusunu sormak gerekir? Ben insanlığa nasıl hizmet edebilirim? İnsanlık bugün ne tür sorunlarla karşı karşıyadır? Bu sorunların çözümü için filozoflar yol ve yöntem araştırarak insanlığa hizmet edebilir. Bacon’a göre insanlığın karşı karşıya bulunduğu sorunların çözümünü araştırmak, insanlığın her bakımdan ilerlemesinin önünü açmak için çaba göstermek demektir.

Öyleyse bugün filozofların, içinde bulunduğu sorunlar karşısında insanlığa nasıl hizmet edebileceğini sorması gerekiyor. Her bir filozofun bu soruyu kendine sorması gerekiyor. Evet, bugün yaşayan filozoflar olarak belki insanlığa hizmet etmek üzere dünyaya geldiğimize inanmayabiliriz, ama her filozof şu soruyu kendi zihninde açıkça yanıtlamak zorundadır. Filozof olmak demek, insanlığa hizmet etmek için çalışıyor olmak demektir. Felsefe veya filozof insanlığa, hizmet etmekten, yani bir bütün olarak insanlığa hizmet etmekten bir an için vazgeçerse felsefenin alanını artık terk etmeye başlamış demektir.

Öyleyse bugün filozofların, içinde bulunduğu sorunlar karşısında insanlığa nasıl hizmet edebileceğini sorması gerekiyor. (Unsplash)

Bütüncül bakışın anlamı nedir?

Aristoteles, büyük kahramanımız, Antikçağın en büyük filozoflarından birisidir hiç kuşkusuz. Fakat örneğin kadın-erkek ilişkisi söz konusu olduğunda erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyetini gerekçelendirmek için şöyle der: Erkek kadından üstündür, çünkü erkek çocuğu annenin karnında sağ tarafta, kız çocuğu ise annenin karnında sol tarafta büyür. Bu durumda sol tarafta büyüyen daha düşük değerde olmuş oluyor. Öyleyse, Aristoteles’e göre, kadın annesinin karnında sol tarafta büyüdüğü ve erkek sağ tarafta büyüdüğü için kadın doğal olarak ikinci sınıf insan olarak, erkek ise hâkim cins olarak dünyaya gelmektedir. İşte Bacon’ın eleştirisi tam da bununla ilgilidir. İnsanlığa hizmet edebilmek için tüm insanlığa bütüncül bakmak gerekmektedir. Aristoteles genel felsefesinde bütüncül bakışı temel alsa da kadın-erkek ilişkisi söz konusu olduğunda bütüncül bakmıyor, bölük pörçük, parçalı bakmayı tercih ediyor. Bir parçayı görürken bütünü oluşturan diğer parçayı görmezden geliyor. Bütünü görmezden geldiği için, yani bütüne bakışı kaybettiği anda ne yapmak zorunda kalıyor Aristoteles? Kelimenin gerçek anlamında uydurmak zorunda kalıyor.

İşte tam da bununla ilgilidir büyük soru: Bütünü göremeyen, bütüncül olmayan felsefe sonunda ne yapmak zorunda kalıyor? Uydurmak zorunda kalıyor. Kendi görevini, eş deyişle insanlığı aydınlatma dediğimiz görevinin tam tersi bir işlev üstlenmiş oluyor.  O halde, bu tarihsel olgudan nasıl bir ders çıkarmak gerekiyor? Tabii ki çağımız ne yazık ki toplumun bütünlüklü olduğu bir çağ değildir. Çağımız toplumun bölük pörçük olduğu, çıkar kavgalarının yaşandığı bir çağdır. Yani herkesin herkese hükmetmeye çalıştığı bir çağda yaşıyoruz. Kanımca Hobbes haklıdır. Çağımız herkesin herkese karşı bir savaş içinde olduğu bir çağdır.

Bütünü göremeyen, bütüncül olmayan felsefe sonunda ne yapmak zorunda kalıyor? Uydurmak zorunda kalıyor.

Bu durumda Hegel bize şöyle yöntemsel bir çıkış yolu öneriyor: Bütün bu çelişkilere, çıkar çatışmalarına, kavgalarına rağmen filozofça yaklaşım sayesinde bütüncül bakışı yakalayabiliriz. Bütüncül bakışı bir yerde felsefenin araçlarıyla tüm bu çelişkilerden soyutlayarak, sanki insanlık bütünmüş gibi düşünürsek, sanki insanlık içerisinde çıkar birliği, çıkar bütünlüğü, ereksel birlik bütünlük varmış gibi düşünürsek, o zaman içinde bulunmuş olduğumuz durumda politik olarak da bir çıkış yolu bulabiliriz.

Sıkı bir bilim olarak felsefe projesinin çağımız için anlamı

Yukarıda Husserl’e özellikle dikkat çekmek istediğimi belirtmiştim. Konuya dair daha kapsamlı bir çalışmayı başka bir yazıya bırakıyorum. Husserl’in Avrupa Bilimlerinin ve İnsanlığının Krizi yazısı 1936 yılında Almanya’da faşizm tehlikesi karşısında kaleme alınmıştır. Tüm Avrupa’da yaşanan faşizm tehlikesi karşısında, Hitler’in iktidara gelişinden üç yıl sonra ve İkinci Dünya Savaşı başlamadan üç yıl önce kaleme alınmış bir metindir bu. O zamanlar ‘Avrupa insanlığının krizi’ aslında bütün bir insanlığın krizi demektir. Eş deyişle Avrupa insanlığının krizi, tüm modern uygarlığın krizi demektir. Husserl, bu koşullarda felsefe yapmak, insanlığa hizmet etmektir, diyor. Eş deyişle, felsefe yapmak insanlık için çalışmaktır, diyor. Durum nedir? Bilimler bir bilimsellik krizi içindedir. Bu kriz nereden kaynaklanmaktadır? Şüphecilikten. Söz konusu olan Descartes’ın yöntemsel şüpheciliği değildir. Söz konusu olan şüphecilik bilginin olanaklılığını reddeden ilkesel bir şüpheciliktir. Bu şüpheciliğin kaynağı nedir ve bu ne anlama gelmektedir? İlkesel şüphecilik, insanlık durumunun iyileşebileceğine ilişkin, felsefenin bir bütün olarak kendisini inşâ edebileceğine ilişkin, bilginin mümkün olduğuna ilişkin, insanın daha iyi, daha güzel bir varlık olabileceğine ilişkin ilkesel şüpheciliktir. Bu elbette irrasyonel sonuçlara, yani akıl dışı mistisizme ve saçmalığa götürmektedir.

Bütün bunlar hem felsefenin varlığını hem de tüm insanlığın varlığını tehdit ediyor. Bu durumdan çıkış, tam da o şüpheciliğe karşı metafiziğin yani ‘İlk Felsefenin’, bugünkü tabirle söyleyecek olursak, ontolojinin mümkün olduğunu, tüm bilimlerin temelde olan bilimin mümkün olduğunu göstermekle mümkün olacaktır. Bugün en çok gerekli olan aklın ışığında ontolojinin inşâsıdır. Sorunlara akıl ile yaklaşmadan ne dünyanın anlamı ne tarihin anlamı anlaşılabilir ne de insanlığın özgürlüğünün mümkün olduğu görülebilir. O halde, bu koşullarda, felsefe kendisini yeniden inşâ etme görevi ile karşı karşıya bulunduğu koşullarda, kendisini yeniden kurma yükümlülüğü ile karşı karşıya olduğu bu koşullarda, insanlığın kendisini kendi küllerinden yeniden yaratma ödevi ile karşı karşıya olduğu koşullarda filozoflar insanlık için çalışanlardır Husserl’e göre. Filozoflar felsefe yaptıkları için insanlığa hizmet ediyorlar, etmek zorundalar. Filozoflar uğraşları gereği kendilerini insanlığa adamakla yükümlüdürler. Eğer gerçek anlamda felsefe yapmak bu anlama geliyorsa, filozofların özgürlük ve eşitlik şartına dayalı olarak yaptıkları her şey, aynı zamanda bütün bir insanlığın daha iyiye, daha güzele doğru ilerlemesi için, insanlığın ilerlemesinin önünü açmak için çaba göstermek anlamına geliyor demektir.

Bugün en çok gerekli olan aklın ışığında ontolojinin inşâsıdır. Sorunlara akıl ile yaklaşmadan ne dünyanın anlamı ne tarihin anlamı anlaşılabilir ne de insanlığın özgürlüğünün mümkün olduğu görülebilir.

Bugün Husserl’den yüz yıl sonra 21. yüzyılda felsefe yapmak ne anlama gelmektedir? Bugün de felsefe yapmak, kendisini bir bütün olarak insanlığa adamakla mümkün olabilir. Husserl’in sözlerini tekrar hatırlayalım: Bugün felsefe yapmak, insanlık için çalışmakla mümkün olabilir. Kant, insanlığın iç barışının sağlanması için ülkelerin cumhuriyet yönetimi ile yönetilmek zorunda olduğuna işaret etmişti. Cumhuriyetin yönetim biçimi demokrasidir. Bu durumda filozoflar insanlığa hizmet koşulunu yerine getirebildiği oranda ancak felsefe yapabilir. Zira kendisini insanlığa adamamış olan bir “felsefe” felsefe olamaz ve kendisini insanlığa adamamış olan bir filozof, insanlık için çalışmayan bir filozof da felsefenin alanını çoktan terk etmiştir.

Etiketler: anlam, aristoteles, bacon, bilim, bilimler, felsefe, felsefe ne yapmalı, filozoflar, huserll, husserl, insanlık, insanlık hali, marx, nietzsche
Doğan Göçmen 29 Ekim 2023
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Yazar: Doğan Göçmen
Takip Et
Prof. Dr., Hamburg Üniversitesi’nde felsefe ve sosyal bilimler okudu. Dünyanın önde gelen üniversitelerinden olan Edinburg Üniversitesi’nde mülkiyet ve siyaset ilişkisini inceleyen bir yüksek lisans ve ahlak ve iktisat ilişkisini inceleyen bir doktora tezi yazdı. Türkçe, İngilizce, Almanca ve Rusça akademik yazıları yayınlanmış olan Doğan Göçmen’in Adam Smith üzerine bir İngilizce kitabının yanında “Modern Felsefe, Adam Smith, Hegel ve Karl Marx” adlı bir Türkçe kitabı yayınlanmıştır. Yakında yeni bir Türkçe kitabı daha yayınlanacak olan Göçmen evli ve iki çocuk babasıdır. Doğan Göçmen, 2012 yılından beri Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde felsefe dersleri vermektedir. Özellikle modern felsefe, pratik felsefe, Aristoteles, Adam Smith, Klasik Alman Felsefesi, Karl Marx, Husserl ve Wittgenstein çalışmaktadır.
Önceki Yazı Çin’den 40. TÜYAP Kitap Fuarı’na güçlü katılım
Sonraki Yazı Edebiyatımızda Cumhuriyet ışığı

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

“İnsanlığın orta malı” para: Ricardo, Keynes, Marx

Paranın işlevlerindeki değişmenin, kapitalizmin ve iktisadi düşüncenin tarihinde ne tür değişmeler yarattığına bakmakta yarar var.

İktisadın Geçmişi ve Bugün
9 Ekim 2025

Bilim ve sansür

Egemen güçler ve bazen de erkek egemen toplumlar ciddi şekilde bilimsel düşünceye sansür uygulamaktadır.

Bilim Tarihi
30 Eylül 2025

Türk akademisyen öncülüğünde yapay zekâ devrimi

Ekibin lideri olan Türk bilim insanı Prof. Dr. Aydoğan Özcan’a, yaptıkları çalışmanın performans ve enerji kullanımı açısından hangi yenilikleri getirdiğini…

Yapay Zekâ
19 Eylül 2025

David Ricardo: Kapitalist sermaye birikimi

Ricardo’nun bugün de hâlâ yaşayan düşüncesi, kapitalist sermaye birikiminin sorunsuz bir biçimde işleyemeyeceği, özellikle sınıf mücadelesi yüzünden eninde sonunda yavaşlayıp…

İktisadın Geçmişi ve Bugün
10 Eylül 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?