GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: İki tarz-ı iktisat: Oikonomikos ve Katalaksi
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > İktisat > İktisadın Geçmişi ve Bugün > İki tarz-ı iktisat: Oikonomikos ve Katalaksi
İktisadın Geçmişi ve Bugün

İki tarz-ı iktisat: Oikonomikos ve Katalaksi

Yazar: Hüseyin Özel Yayın Tarihi: 11 Ağustos 2025 30 Dakikalık Okuma
Paylaş
iktisadi etkinlik
Aristoteles, iktisadi etkinlikleri, insanın sahip olduğu potansiyelleri gerçekleştirmek olarak düşündüğü, “iyi yaşama” ulaşmanın bir yolu olarak görmüş, servet biriktirme ya da kazanç isteğinin etik bakımdan yanlış olduğunu ileri sürmüştü.

Yerleşik iktisat, bütün matematiksel ya da teknik görünümüne karşın, “bilim” kisvesi altında aldatma işlevini ya da Engels’in deyişiyle “yanlış bilinci” yeniden üretme amacını da yerine getiriyor. Bu anlayış, iktisadı tümüyle “teknik” bir bilim olarak düşünen, onu etik ve politikadan tümüyle soyutlayan bir bakış açısını ortaya koyuyor.

İçindekiler
İktisat çok mu önemli?Oikonomikos ve Katalaksi

İktisat çok mu önemli?

Bu yazı dizisinin çıkış noktası, tanıtım yazısında da belirtildiği gibi, iktisadi düşünce tarihinin bugünün anlaşılması bakımından ne ölçüde yararlı olduğunu tartışmak. Bu bakımdan, iktisadın “göreli bir özerkliğe” sahip olsa da içinde geliştiği sosyal ve kurumsal yapıdan bağımsız olmadığını dikkate almak yararlı olacak. Hatta, giderek, iktisadın bu yapının kendisini de etkileme gücüne sahip olduğun unutmamak gerek. Analitik iktisadın “kurucu babalarından” Adam Smith, örneğin, bugün hâlâ okunup (iktisatçıların kendileri çok gönüllü olmasa da) tartışılıyorsa, bunda Smith’in görüşlerinin hem yeni ortaya çıkan sanayi kapitalizminin anlaşılması bakımından hem de aslında kapitalizmin kuruluşuna yaptığı katkılar bakımından oynadığı rolün payı çok. Giderek, bugünün kapitalizminin anlaşılması için de Smith okumak yararlı. Kapitalizmin en çarpıcı eleştirisini kaleme alan Karl Marx, bir başka örnek. Hem “reel” sosyalizmin kuruluşuna esin kaynağı olması hem de bugünün kapitalizmini anlamak bakımından görüşlerinin hâlâ geçerli olması, onu vazgeçilmez kılıyor. Liberallerin favorisi Milton Friedman bile bu bakımdan anmaya değer; onun Monetarizmi, bugünün Türkiye’sinde hâlâ anlı şanlı iktisatçılar (kendilerini “muhalif” diye niteleyenler dâhil) için bir pusula niteliğinde. Ayrıca kendisinin Hayek ile birlikte, Neoliberal dönüşümün mimarlarından olduğu gerçeğini de yabana atmamak gerek. Dolayısıyla, iktisadın toplumun etkili bir parçası olduğu, hem toplum tarafından dönüştürülen hem de onu dönüştürebilen bir disiplin olduğunu gözlerden ırak tutmamak gerek.

İktisat, bütün sosyal bilimlerde olduğu gibi, kendi inceleme “nesnesine”, yani ekonomiye ve giderek topluma içsel niteliktedir: Bilimsel etkinliğin toplumsal nesneleri bu etkinliğin kendisinden bağımsız değildir; hatta onun tarafından etkilenebilir. Başka deyişle toplumsal bilimlerin kendileri, açıklamaya çalıştıkları şeyin bir parçası, hatta nedeni de olabilir (Bhaskar, 1989: 47). Bu yorumsallık, ikinci dereceden bir boyuta da sahiptir; “Çifte Yorumsama”, sosyal bilimin açıklama nesnesinin yani toplumun bir parçası olduğu, bu yüzden de sosyal gerçekliğin, sosyal bilimin ortaya attığı görüşlerden bağımsız olmayacağına gönderme yapmaktadır. Başka deyişle sosyal bilim kendi nesnesine içsel olduğundan açıklamaya yöneldiği gerçekliği etkileme hatta dönüştürme kapasitesine de sahiptir (Bhaskar 1989: 47). Öte yandan iktisadın kendisi de sosyal gerçeklikte ortaya çıkan değişmelerden etkilenecektir. Bu yüzden iktisadi gerçeklik toplumda yer alan bakış açıları, dünya görüşleri ve ideolojilerden bağımsız olmayacaktır (Bhaskar 1989: 48). Bu “çifte yorumsama” (Giddens 1984: 284), sosyal bilimin öngörülerinin kendilerine ilişkin olarak geliştirilen bağlamdan ayrı tutulamamaları yüzünden, bu öngörülerin zaman zaman “kendi kendini gerçekleştiren kehanet” biçimini almalarına yani kendilerini “doğru” kılacak kurumsal yapıların ortaya çıkmalarına katkıda bulunmalarına yol açmaktadır (Giddens 1984: xxxii-xxxiii).

İktisadın toplumun etkili bir parçası olduğu, hem toplum tarafından dönüştürülen hem de onu dönüştürebilen bir disiplin olduğunu gözlerden ırak tutmamak gerek.

Bu bağlamda akla gelen en ünlü örneklerden birisi Marx’ın 11. Tezidir: “Felsefeciler, değişik yollardan, dünyayı yorumladılar; oysa asıl sorun, onu değiştirmektir” (Marx, 1975: 423). Bunun da yolu, aslında teoridir, çünkü “teori, bir kez yığınlarca kavrandığında, maddi bir güç hâline de gelir” (Marx, 1975: 251). Eğer herkes Keynes’in dediği gibi, “ölmüş bir iktisatçının kölesi” (Keynes, 1936: 383) ise, sosyal bilimin öznesi ile “nesnesi” arasındaki ilişki, kendisini iki düzeyde gösteren bir yorumsamacı unsur yüzünden, dinamik bir ilişkidir. İlk olarak sosyal (ya da ekonomik) dünyanın kendisi, insanların eylemlerini yönlendiren “anlam” kategorisi tarafından kurulur. İkinci olarak da, sosyal bilimin (ve iktisadın) kendisi de , bu dünyanın kuruluşuna katılır. Bu “oyunun kurallarını değiştirme” çabası, sosyal dünyada varolan “açık sistemlerin” doğal bir sonucudur. Sosyal dünya kapalı sistemlerin, yani Humecu “sabit bağlantıların” yokluğu ile nitelenir; hatta sosyal “olguların” kendileri bile anlam kategorisine dayanarak “kurulmuş” niteliktedir.[1]

iktisatçı
Eğer herkes Keynes’in dediği gibi, “ölmüş bir iktisatçının kölesi” (Keynes, 1936: 383) ise, sosyal bilimin öznesi ile “nesnesi” arasındaki ilişki, kendisini iki düzeyde gösteren bir yorumsamacı unsur yüzünden, dinamik bir ilişkidir.

Tabii bütün bunları söylerken, her toplumsal ve iktisadi dönüşümün ille de “istenir” ya da “yararlı” olduğunu demeye çalışmıyoruz; yukarıda değindiğimiz Neoliberalizm bunun tipik bir örneği. Kapitalizmin kendi geçmişine, bu kez çok daha saldırgan bir biçimde geri dönüşünü niteleyen bu dönüşümün mimarları arasında çoğunlukla iktisatçılar var. Bu bakımdan iktisadın “kötüye kullanımı”ndan, hatta kendisinin de gerçekliği çarpıtan, bozan bir “ideoloji” olduğundan da sözetmek mümkün, hatta gerekli.[2] Engels’in deyişiyle bir “yanlış bilinç” biçimi olarak iktisadın görevi, dünyayı yalnızca göründüğü gibi, ampirik olarak sunmak, “görünüşün ardındaki gerçekliğe” ulaşmak için çaba harcamamak, bu yüzden de özellikle kapitalist gerçekliği açıklamaktan çok savunmasına yönelmek. Dolayısıyla iktisat hiç de “masum” değil. Belki de bu yüzden yerleşik iktisadı (genellikle İktisat bölümlerinde öğretilen ya da teknik olarak “neoklasik iktisat”) eleştiren iktisatçıların en önemlilerinden birisi olan Joan Robinson, iktisat öğrenmenin amacının, iktisadi sorunlara yönelik yanıtlar bulmak yerine iktisat tarafından aldatılmaktan kaçınmak olduğunu söylüyor. Gerçekten de yerleşik iktisat, bütün matematiksel ya da teknik görünümüne karşın, “bilim” kisvesi altında aldatma işlevini ya da Engels’in deyişiyle “yanlış bilinci” yeniden üretme amacını da yerine getiriyor.  Bu anlayış, iktisadı tümüyle “teknik” bir bilim olarak düşünen, onu etik ve politikadan tümüyle soyutlayan bir bakış açısını ortaya koyuyor. Böylelikle, iktisat politikalarının özellikle bölüşüm üzerindeki etkilerini, “acı reçetenin” gerekli olduğu, bunun teknik bir zorunluluk olduğu düşüncesini yerleştirerek “rıza üretiminin” bir aracı hâline geliyor. Bu yüzden iktisadın insanlar için aslında tehlikeli bir disiplin olabileceğini de unutmamak gerekiyor.

Joan Robinson, iktisat öğrenmenin amacının, iktisadi sorunlara yönelik yanıtlar bulmak yerine iktisat tarafından aldatılmaktan kaçınmak olduğunu söylüyor.

Bu noktada, özellikle son zamanlarda iktisatta egemen görünen “çoğulculuk” tartışmalarını görünce, “hangi iktisat?” sorusunun ortaya çıkması kaçınılmaz görünüyor. İktisat, 1970’lerden bu yana, yeni yaklaşımların ve “heterodoks” anlayışların gelişmesiyle daha çoğulcu bir görüntü vermeye başladı.[3] Yine de, bence tüm bu teoriler ve yaklaşımlar çokluğuna karşın, iktisadın temel olarak iki farklı, birbirini dışlayan biçimde yapılabileceğini söylemek çok yanlış değil. Bu iki, tarihsel olarak da birbirini izleyen yaklaşım kabaca “Oikonomikos” ile “Katalaksi” ya da aynı anlama gelmek üzere, politik iktisat geleneği ile neoklasik gelenek.

Oikonomikos ve Katalaksi

Aslında iktisadın tarihi oldukça eski; iktisadın isim babası Xenophon (2020), M.Ö. 4. yüzyılda, “oikos” (hane) ve “nomos” (yasa, yönetim ilkesi) sözcüklerini birleştirerek oluşturmuş (“oikonomikos”); terimin Latincesi de zaten “oiconomicus”. Terim, hanenin yönetimini düzenleyen kuralları ortaya koyan bir disiplin olarak düşünülmekteydi. Yine de, özellikle Aristoteles ile birlikte, iktisat, etik disiplinin bir parçası olarak görülmeye başlandı; Politika disiplini, Polis’in yönetim ilkelerini ortaya koyarken, Polis’in temel birimi olan Oikos’un yönetimi de, iktisadın konusu olacaktı. Aristoteles, iktisadi etkinlikleri, insanın sahip olduğu potansiyelleri gerçekleştirmek olarak düşündüğü, “iyi yaşama” ulaşmanın bir yolu olarak görmüş, servet biriktirme ya da kazanç isteğinin etik bakımdan yanlış olduğunu ileri sürmüştü. Genel olarak “kendine yeterlilik” olarak tanımladığı “iyi yaşam” hedefi, hem insanın kendisi hem de Polis’in bütünü için aynı olacaktı çünkü insan doğası gereği bir “politik hayvan” olarak görülmekteydi. O günden bu yana gelenek öz itibarıyla çok da değişmedi. Çoğu zaman değişik isimler alsa da (politik iktisat, sosyal iktisat, “özselci” iktisat vb) bir şemsiye kavram olarak Oikonomikos geleneğinin hâlâ yaşadığını söylemek mümkün. Bu bakımdan bu geleneğin ayırdedici özelliği, kendisini öncelikle bir etik disiplininin bir parçası olarak tanımlaması, bu yüzden de odağının politik yaklaşım ve sorunlar olması, özellikle de insanların sosyal (“politik”) varlıklar olması yüzünden, insan mutluluğunu ve özgürlüğünü temel alması, daha “teknik” olarak da bölüşüm ve sınıf ilişkilerini analizinin temeline yerleştirmesi olarak görülebilir. Adam Smith’in felsefî ve analitik temellerini attığı Klasik Politik iktisat geleneğinin zirvesi diye görülebilecek olan David Ricardo, ünlü Politik İktisat ve Vergilemenin İlkeleri yapıtında, politik iktisat biliminin temel inceleme alanının “emek, makineler ve sermayenin birlikte uygulandığı yüzeyinden elde edilen dünyanın ürününün”, toplumun üç sınıfı, yani “toprak sahibi, üretimin gerçekleşmesi için gereken hisseler ya da sermayenin sahibi ve sanayide çalışan işgücü sahipleri arasındaki bölüşümü” ile bu “bölüşümü düzenleyen yasaları ortaya koymak” olduğunu belirtiyor (Ricardo, 1981: 1).[4]

İktisadın, etik disiplininin bir parçası olduğu, dolayısıyla da politikadan bağımsız olamayacağı görüşü, bugünlerde egemen iktisat biçimi olan Neoklasik İktisadın 1870’lerde ortaya çıkışına kadar yaygın bir bakış açısıydı. Bugün de özellikle Marksist iktisatçılar bu geleneği sürdürüyorlar; yine de Marksist olmayan, Kurumcu İktisat, Sosyal İktisat, Evrimsel İktisat, Post Keynesyen İktisat yaklaşımları şu ya da bu ölçüde, bu geleneğe yakın duran yaklaşımlar arasında.

İkinci yaklaşım, daha çok Avusturya İktisat geleneğinin, özellikle de Hayek’in popülerleştirdiği, “Katalaksi” (Catallaxy) geleneği. Terim, “ekonomi” anlamı taşıyorsa da daha çok “piyasa ekonomisi” anlamını içeriyor. Görüldüğü gibi kavramlar da “masum” değil (belki de Post Modern düşüncenin ciddiye alınabilir en önemli yönü; ideoloji o yüzden önemli). Daha çok insanlar arasındaki “mübadele” (değiş tokuş) ilişkilerine gönderme yapan terim, ekonominin bir makineye benzetme isteğine ağırlık veriyor. Aslında Newtoncu modern bilimin mekanistik anlayışına dayanan bu bakış açısı, kapitalist bir ekonomiyi iktisadın temeline yerleştiriyor. Bir tür anakronizm olarak da görülebilecek bu tutum, kapitalizmin insan doğasına en uygun sistem olduğu, bu yüzden bütün insanlık tarihi boyunca piyasa “mekanizmasının” geçerli olduğunu savunuyor genel olarak.

mekanik
Newtoncu modern bilimin mekanistik anlayışına dayanan katalaksi bakış açısı, kapitalist bir ekonomiyi iktisadın temeline yerleştiriyor.

Katalaktik yaklaşımın en kusursuz ifadesi, kuşkusuz Neoklasik İktisattır. 1870’lerde ortaya çıkan bu yaklaşım, faydacılık felsefesini temel alan “Marjinalizm” görüşüdür. Faydacılık, neredeyse Epikuros’un Hazcılık (hedonizm) görüşüne kadar uzatılabilirse de aslında modern bir bakış açısıdır. Fransız Claude Adrien Helvétius ve özellikle İngiliz Jeremy Bentham ile doruğuna ulaşan bu bakış açısı, insanı, öteki hayvanlar gibi, zevk peşinde koşan, acıdan kaçan bir varlık olarak görmektedir. Marx’ın Bentham’ın felsefesinin betimlediği insan tipolojisini, “İngiliz küçük burjuvası” (Marx, 1976: 759) olduğunu ve bu insan tipinin ancak kapitalizmle mümkün olduğunu söylemesi, Neoklasik İktisadın hâlâ temelinde yer alan bu anlayışın kapitalizmle ne kadar ilişkili olduğunu ortaya koymaya yeter. Şimdilerde, Bentham’ın “zevk ve acı” terminolojisini “fayda – maliyet” ya da “kazanç – maliyet” olarak değiştirmiş olsak da Neoklasik İktisat, kendi tatminlerini en çoklaştırmaya (maksimize etmeye) çalışan insan tipini (“homo oeconomicus”) iktisadi analizin temeline yerleştirerek iktisadı bir “seçim” sorununa indirgemektedir. Bu çerçevede, kendisi için iyinin ne olduğunu bilen ve alternatifleri değerlendirebilen insan, “zevk ve acının, şimşek gibi çakan hesaplayıcısı” (Veblen, 1898) olarak görülür.

Neoklasik iktisada ilişkin en derli toplu tanımı veren Lionel Robbins’e göre iktisat, “insan davranışını, hedefler ile farklı kullanımları olan araçlar arasındaki bir ilişki olarak inceleyen” bir bilim (Robbins, 1935: 16). Bu tanıma göre, iktisat bir “seçim” bilimidir; yani insanlar ellerindeki “kaynakları” en iyi (“rasyonel”) biçimde kullanırlar ya da ellerindeki kaynakları, alternatif hedefler arasında “tahsis ederler”. Başka deyişle, iktisat bir “kaynak dağıtım” yaklaşımıdır. Dolayısıyla Neoklasik İktisat iki temel kabule dayanır: İlkin insanlar kararlarını bireyler olarak, diğer insanları dikkate almadan, yalnızca kendi çıkarlarını (hedeflere, istekleri …) gözeterek alırlar. İkinci olarak da, bu karar ya da seçimler, en düşük maliyetle (çaba, gelir, harcama …) en yüksek kazancı (faydayı, kârı …) elde edecek şekilde, yani “rasyonel” biçimde gerçekleşir. Böyle bir “kısıtlı optimizasyon” süreci, bütün seçimlerin, dolayısıyla da iktisadın temelinde yer alır.

Marx’ın Bentham’ın felsefesinin betimlediği insan tipolojisini, “İngiliz küçük burjuvası” olduğunu ve bu insan tipinin ancak kapitalizmle mümkün olduğunu söylemesi, Neoklasik İktisadın hâlâ temelinde yer alan bu anlayışın kapitalizmle ne kadar ilişkili olduğunu ortaya koymaya yeter.

Yalnız tam bu noktada, iktisatçılar bir “cinlik” yaparlar. İnsanlar kendileri için neyin iyi olduğunu bilirler ve bunun peşine düşerler. Ancak iktisadın bu iyilerin neler olması gerektiği konusunda söyleyecek bir şeyi yoktur. İktisatçılar, örneğin Hitler ile Rahibe Theresa’nın motivasyonlarının ahlâki niteliği konusunda bir şey söyleyemez; yalnızca ikisinin de hedeflerine ulaşmak için ellerindeki araçları “en iyi” biçimde kullanacaklarını bilirler. Birisi mümkün olan en yüksek sayıda insanı öldürme hedefini güderken diğeri en çok insana yardım etme hedefi güder.  Onun dışında, ikisi de seçimlerini aynı biçimde yapar. Ahlaki kabuller ve politik tercihler ya da genel olarak değer yargıları, seçim sürecine yol açsalar da seçim, tümüyle optimizasyona dayanan teknik bir prosedürdür. Başka deyişle iktisat kesinlikle “pozitif” bir bilimdir; değer yargılarına iktisatta yer olmaması gerekir. Faşist diktatörlerin neden iktisadi konularda genellikle liberal olduklarına şaşmamak gerekir!

Ne var ki, tümüyle “teknik” analize dayandığını ileri süren Neoklasik İktisat, iki temel etik ya da normatif kabule dayanır: Birincisi, Faydacı insan tasarımı, yani bütün insanların kendi tatminlerini sağlamaya yönelen rasyonel “karar vericiler” olmaları, ikincisi de mübadele ilkesine dayanan piyasaların insanlara en çok tatmini (öteki alternatiflere göre) sağlayacak tek sistem olması. Birinci kabul, analizin temel birimi olan bireyin sosyal etkilere kapalı olmasını gerektirmekte, insanı tümüyle çevresinden ve toplumdan soyutlanmış görmektedir. İkinci kabulün ayırdedilmesi daha zordur, çünkü genellikle genel denge analizinin arkasına gizlenir. Bu önermenin Genel Denge modeli gibi biçimsel modellerle “kanıtlandığı” öne sürülür; ancak kanıtlanan ya da açıklanan şey, aslında başlangıç kabulünün kendisidir; yani en iyi sistem her zaman piyasa sistemidir. Bu formel modellerde yapılan son derece kısıtlayıcı varsayımların gerçek dünyada geçerli olması mümkün değilse de sonuçta “bilimsel” olarak ortaya konduğu ileri sürülen bu önerme, aslında Smith’in ünlü “görünmez el” ilkesinin dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Bu haliyle de aslında bilimsel olmaktan çok ideolojik bir işlevi bulunmaktadır. Bu yüzden, bütün iktisat politikalarının formülasyonunda da sözkonusu genel denge modelinin öngördüğü sonuçlara ulaşma hedefi gözetilir; pratikte bunun anlamı her zaman, “piyasanın önünü açın” tavsiyesidir, çünkü piyasa başarısızlıklarının varlığıyla başetmenin en iyi yolu, piyasanın herhangi bir “dışsal” müdahale ile karşılaşmaksızın serbestçe işlemesinin sağlanmasıdır. “Açıklanan” şeyin kendisinin “açıklayan” olduğu böyle bir döngüsel düşüncenin altta yatan normatif temeli gizlemek olduğunu ileri sürmek çok da yanlış olmaz.

teresa
İktisatçılar, örneğin Hitler ile Rahibe Theresa’nın motivasyonlarının ahlâki niteliği konusunda bir şey söyleyemez; yalnızca ikisinin de hedeflerine ulaşmak için ellerindeki araçları “en iyi” biçimde kullanacaklarını bilirler.

Katalaktik anlayışın önemli bir özelliği de, kapitalizmin insan doğasına en uygun sistem olması yüzünden bütün tarih boyunca geçerli olduğu, dolayısıyla seçim kuramı olarak iktisadın değişmez, doğal ve sonsuz olduğu yaklaşımıdır. Bu yaklaşıma karşılık Karl Polanyi, bu tür iktisat biçiminin ya da kendi adlandırmasıyla “biçimselci” (formalist) iktisadın tümüyle kapitalizmin yarattığı koşullarda mümkün olabileceğini düşünüyordu.

Polanyi, Büyük Dönüşüm (1944) yapıtında, kapitalizmin dayandığı üç “hayali meta”nın, yani emek, toprak (doğal kaynaklar) ve paranın yaratılmasının, insanlık tarihinde ilk kez toplumun geri kalanından, onun sosyal ve politik yapısından bağımsız olarak işleyen, piyasa kurumunun bütün toplumu egemenliği altına aldığını söylüyor. Böyle bir kurumsal yapının ortaya çıkması, bir “ekonomistik yanılgı”ya, yani “ekonomik” olguların piyasa olgularıyla eşleştirilmesine (Polanyi vd., 1957: 270) ya da yalnızca kapitalizmde geçerli olan kategorilerin başka zaman ve yerlere de atfedilmesine yol açacak, bu da kapitalizmin “tarih dışı” olduğu görüşünü yerleştirecektir. Böyle bir “biçimselci” (formalist) bakış açısı, ekonomik determinizme dayanmakta, araç – amaç rasyonelliği ile kaynak dağıtımını temel alan bir iktisat biçimi ortaya çıkarmaktadır. Buna karşılık “özselci” (substantivist) iktisat anlayışı, ekonomik terimini, istekleri karşılamak için maddi nesnelere bağımlı oldukları gerçeğini ifade etmekte, ancak bu ilişkinin farklı toplumsal organizasyon biçimlerinde ya da onun deyişiyle “bütünleşme biçimlerinde” bu ilişkinin değişik biçimler alabileceğini dikkate almaktadır. Buradaki “maddi” terimi insanın kendi “yaşayışı” için, toplumsal ilişkiler bağlamı içerisinde, doğaya bağımlılığına göndermede bulunmaktadır.

Polanyi’ye göre, ondokuzuncu yüzyıl liberal düşüncesinin yanlışlığı, insan varoluşunun tarihsel bakımdan özgül özellikleri ile genel özelliklerini birbirinden ayırdetmekteki başarısızlığıydı; aslında, aynı başarısızlığın, yirminci yüzyıl liberal düşüncesinin de ayırıcı özelliği olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bununla birlikte, burada Polanyi’nin ileri sürdüğü nokta, ekonomik etkenin önemsiz olduğu değildir; tam tersine, ona göre, “hiçbir toplum, doğal olarak, bir çeşit ekonomiye sahip olmadıkça herhangi bir zaman parçası içerisinde varlığını sürdüremez”. Burada öne sürülen nokta, piyasa kurumunun insanlık tarihinde oldukça yaygın olan bir kurum olmasına karşın, “zamanımızdan önce varolan hiçbir ekomi, ilke olarak bile, piyasalar tarafından kontrol edilmemekteydi” (Polanyi, 1944: 43). Polanyi için, insanları “tanımlayan”, ekonomik güdüler değildir; bu bakımdan, onun yalnızca insanların politik, yani toplumsal hayvanlar olduğunu ileri süren Aristoteles’i izlediği söylenebilir.

Neoklasik İktisadın normatif temellerini en iyi ortaya koyan iktisatçılardan birisi olan Marksist E. K. Hunt (1978/2005), Faydacı, Neoklasik İktisadın on temelini aşağıdaki gibi ortaya koyuyor:

  1. Bilinçli insan isteklerinin sosyal kökenlerini sorgulamaz (Bentham’ın kuralı: “İnsan davranışı iki efendinin, yani Zevk ve Acının etkisindedir”).
  2. Tüm insan davranışı, her toplum ve her dönemde, optimizasyon davranışına tâbidir.
  3. Kapitalizmin temelinde yer alan özel mülkiyet, “doğal”, “sonsuz”, “evrensel” ve özü gereği “adil”dir.
  4. Özgül bölüşüm kategorileri (sermaye, ücretli emek, faiz ve ücretler gibi) evrenseldir.
  5. Varolan istekler, insan değerlerinin tek kaynağıdır; dolayısıyla, insan refahı, bu isteklerin tatmini ile nitelenir.
  6. Bireysel istekler insan değerlerinin tek kaynağı olduğundan, teori, sosyal yargılamanın koşulu olarak oybirliğini gerektirir.
  7. Soyutlanmış birey ve gönüllü değiş tokuşlar.
  8. İktisat teorisi tümüyle bir değiş tokuş teorisine indirgenir.
  9. Sosyal refah ancak gönüllü değiş tokuşlar yoluyla artırılır.
  10. Bu analiz biçimi, bütün toplumlar ve zamanlar için geçerlidir (tarih dışılık).

Dolayısıyla Neoklasik “Katalaktik” iktisat, tarihdışı, toplumsal etkileri dışlayan, insanı soyut bir atom, yalnızca bir birey olarak algılayan, değerleri ve politik unsurları gözardı eden, bölüşüm sorunlarına karşı kayıtsız olan bir bakış açısıdır. Dizinin ilerleyen yazılarında bu özellikleri yeniden ve daha yakından ele alacağız.

E.K. Hunt, alternatif bakış açısı olarak gördüğü “sosyal iktisat” (aslında politik iktisat demek daha doğru) görüşünün temel özelliklerini aşağıdaki gibi anlatıyor:

  1. Sosyal İktisat, herhangi bir gerçek, somut, ampirik davranışın insan doğasının içsel ve karmaşık nitelikteki, sosyal varlık olma, genel ihtiyaçlar, potansiyeller ile toplumsal yapıya uyum sağlama gibi farklı özelliklerin kesişme noktasında yer aldığını anlamalıdır.
  2. Sosyal İktisat, normatif karakterde olmalıdır. İnsan ihtiyaçları ile potansiyellerinin yerine getirilmesi temel öneme sahiptir.
  3. Sosyal iktisatçılar şu dört soruna eğilmelidir: (i) Ele alınan sosyal ilişki ve kurumların tarihsel kökenleri, (ii) bu sosyal ilişkilerin ve kurumların insan ihtiyaçlarını ve olanaklarını gerçekleştirmekteki yeterliliği, (iii) bu sosyal ilişki ve kurumların gelecekteki olası gelişimleri ile bu gelişmelerin ahlâki, duygusal ve entelektüel bakımdan tatmin edici  olup olmadıkları, (iv) bu ilişki ve kurumların, insan ihtiyaçlarının karşılanması ve potansiyellerinin gerçekleşmesi bakış açısından, değişme, uyarlanma ya da yokedilmesi bakımından somut olasılık ve olanakların ortaya konması.

Bütün bunlar, iktisadın aslında bir “insan” bilimi olduğunu, insan mutluluğu ve özgürlüğünü temel almak zorunda olduğunu göstermektedir. İnsan olmanın en ayırdedici yönünün özgürlük düşüncesi olduğu zaman zaman dile getirilmektedir. Katalaktik iktisada göre özgürlük, bütünüyle “negatif” anlamda, kısıtlardan azade olmak, seçim yapabilme özgürlüğü olarak anlaşılırken, Oikonomikos, bütünüyle etik perspektife dayanan, Aristotelesçi bakış açısından insanın sahip olduğu potansiyellerini gerçekleştirmesiyle erişilebilen bir durumu nitelemektedir. Özgürlüğün bu “Pozitif” tanımı, sorunun yalnızca seçim yapabilmeye indirgenemeyeceğini de göstermektedir. Örneğin Marx, kapitalizmin ayırdedici özelliğinin emek gücünün bizzat bir meta haline gelmesi olduğunu söylerken, emek gücünün meta olarak satılması için işçinin iki bakımdan “özgür” olması gerektiğini söylüyor (Marx, 1976: 270): Önce, her değiş tokuş sözleşmeye dayalı bir işçi, sözleşme yapabilme serbestliğine sahip olmalı, ikincisi de işçi, kendi emek gücünü satmaya zorlanmak için “üretim araçlarından özgür” olmalı. Başka deyişle işçinin kendi emek gücünü satması gönüllü bir edim gibi görünse de bu onun özgür olduğu anlamına gelmez. Yabancılaşma ve fetişizm süreçleri zaten insanın elinden özgürlüğünün nasıl alındığını açıkça ortaya koyar.

Katalaktik iktisada göre özgürlük, bütünüyle “negatif” anlamda, kısıtlardan azade olmak, seçim yapabilme özgürlüğü olarak anlaşılırken, Oikonomikos, bütünüyle etik perspektife dayanan, Aristotelesçi bakış açısından insanın sahip olduğu potansiyellerini gerçekleştirmesiyle erişilebilen bir durumu nitelemektedir.

Eyleme, insanın hem özgürlüğünün zorunlu koşulu hem de onun sonucudur. Örneğin insanların kendilerini kurtarmak için kendi eyleme güçlerini kullanmaları kişinin kendi kendini gerçekleştirmesi anlamında özgürlüğünün de yoludur. Ne var ki, Dolayısıyla özgürlük, çok boyutlu ya da çok katmanlı bir kavramdır: Örneğin, (1) başka türlü yapabilir/davranabilir olma; (2) biçimsel yasal özgürlük; (3) kısıtlardan özgür olmak anlamında “negatif” özgürlük; (4) bir şey yapma ya da olma anlamında “pozitif” özgürlük; (5) belirli kısıtlamalardan kurtuluş; (6) kendi kendini belirleme anlamında özerklik (autonomy) ve son olarak da (7) “iyi yaşam” anlamlarını içermektedir. (Bhaskar 1993: 283-83; 1994: 145). Bu bakımdan, insanların kendilerini kurtarmak için kendi dönüştürme güçlerini kullanmaları kişinin kendi kendini gerçekleştirmesinin de yoludur.

Bununla birlikte, toplumsal yapıların yeniden üretimi ve dönüşümünün, insan eylemesini gerektirdiği hâlde, bütünüyle bilinçli davranışa bağlı olmadığı unutulmamalıdır. Adam Smith’in vurguladığı gibi, insanlar kendi eylemlerini bilinçli bir biçimde gerçekleştirirken, kimi zaman ortaya çıkarmaya niyetlenmedikleri sonuçları ortaya çıkarırlar. Örneğin insanlar çekirdek ailenin yeniden üretilmesi için evlenmezler; ancak bu eylemlerinin sonucu bu yeniden üretimdir. Genel olarak toplumsal biçimlerin yeniden üretilmesinin altında yatan mekanizma bu niyetlenilmemiş sonuçlardır (unintended consequences). Dolayısıyla toplumsal yeniden üretim, değişme ya da dönüşüm, yalnızca bireylerin istekleri, niyetleri ya da düşünceleri sonucu ortaya çıkmaz. Yine de bu tür istek, niyet ya da düşünceler olmadan eylem olanaklı olmadığından yeniden üretim ve dönüşüm süreçleri niyetli insan davranışını varsayar. Bir başka deyişle toplumsal yaşamda zorunluluk ilişkisi (toplumsal biçimlerin yeniden üretim/dönüşümü) son çözümlemede niyetli insan davranışını gerektirmektedir (Bhaskar 1989: 36).  

Buna göre insanlar öz itibarıyla “dört yüzlü sosyal varlıklar”: İnsan, (1) doğayla girişilen maddî etkileşim; (2) öteki kişilerle girişilen etkileşim; (3) toplumsal ilişkiler (4) ve öznellikler arası ilişkiler (intra-subjectivity) tarafından kurulan bir varlıktır (Bhaskar 1993: 153). Dolayısıyla insanlar doğa, toplum ve benlik ya da bireysellik arasındaki kesişme noktasında yer almaktadır; böylelikle de toplumsal yeniden üretim sürecinde önemli bir rol oynarlar. Bu süreç, insan özgürlüğünün hem dile getirilmesi hem kısıtlanması hem de hatta yokedilmesini de içeren çelişkili bir süreçtir.

Bu da bizi “güç” (power) kavramına getiriyor. Güç, bir yandan niyetli insan eylemesine, insanın dönüştürme gücüne göndermede bulunurken öte yandan da kontrol etme, sömürme, boyun eğdirme türü “güç ilişkileri” kavramında olduğu gibi, toplumsal yapıların insanın dönüştürme gücünü sınırlayıcı ya da özgürlüğünü yokedici özelliklerine de göndermede bulunmaktadır. Toplumsal yapıların ortaya çıkışı insanların özgür, niyetli, ahlâki etkinliklerine bağlı olsa da aynı yapılar bu etkinlikleri sınırlayıcı rol oynamaktadır. Bu bakımdan toplumsal yapılar ya da ilişkilerin yeniden üretilmesi hem insanın “eyleme kavramına içsel olan dönüştürme kapasitesi” anlamında güce gereksinim duyarken, bu yeniden üretim süreci “genelleşmiş efendi-köle tipi ilişkileri” (Bhaskar 1993: 153-54) yaratacaktır. İktisattaki bölüşüm ilişkileri ve sınıf kavgaları, bu olgunun kendini dile getirmesinden başka bir şey değil aslında.

Buna karşılık, Katalaktik iktisat, insanın kendini gerçekleştirmesini, dolayısıyla da özgürlüğe ulaşmasını sağlayan koşullar konusunda sessizdir; tek baktığı, piyasa sistemindeki, bir yanılsamadan başka bir şey olmayan seçme özgürlüğünün varlığıdır. Böyle bir bakış açısı, insanın ahlaki bir varlık olduğu düşüncesini gözardı ederek onu tümüyle bir “hesap makinesine” indirgemekte, ayrıca onun sosyal kimliğini inkâr edip, güç ilişkilerinden tümüyle bağımsız olduğu yanılsamasını yaratarak iktisadın seçime dayanan “teknik” boyutunu sürekli olarak vurgulamaktadır. Bu da onu tümüyle, kendisini her türlü değer yargısından kurtaran formel bir disiplin olarak konumlandırmasını sağlamaktadır. 

Dolayısıyla, ne kadar ilgisiz görünürse görünsün, temel felsefî sorunlar, özellikle etik ile ilgili olanlar, her zaman iktisadın temelinde yer almaktadır. Katalaktik görüş bunu inkâr ederek insanlar arasındaki iktisadi ilişkileri matematiksel ve teknik bir sis perdesi altına saklamakta, böylelikle insan için gerçekten önemli olan sorunları görmemizi engellemektedir. Bu yüzden, bu sis perdesinin dağıtılması, öncelikle kendimizi ve toplumu anlamak bakımından esastır. Bu yazı dizisi de bu çabaya alçakgönüllü bir katkı olmak üzere tasarlandı. 15 gün sonra, politik iktisat geleneğinin ve analitik iktisadın ortaya çıkmasının “müsebbibi” olan en önemli düşünürlerden birisi, yani Adam Smith’in iktisat ve etik konusundaki görüşleriyle devam edeceğiz.  

Kaynaklar:

Bhaskar, R. (1989). The Possibility of Naturalism: A Philosophical Critique of The  Contemporary Human Sciences, 2. Baskı, Harvester Wheatsheaf.

Bhaskar, R. (1993), Dialectic: The Pulse of Freedom, Londra, Verso.

Giddens, Anthony (1984). The Constitution of Society: Outline of the Theory of Structuration, Cambridge: Polity Press.

Hunt, E. K. (1978/2005), ‘The normative foundations of social theory: An essay on the criteria defining social economics ‘, Review of Social Economy, Vol. 36, No. 3, Continuing Perspectives on the Nature of Social Economics (Aralık 1978), s. 285-309, tıpkıbasım: Review of Social Economy, vol. 63, no. 3, pp. 423 – 445.

Keynes, J. M. (1936), The General Theory of Employment, Interest ve Money, Londra: Harcourt, Brace ve World Inc.

Marx, Karl (1975). Early Writings, çeviren: R. Livingstone, Harmondsworth: Penguin.

Marx, K. (1976), Capital (Cilt I), çeviren: B. Fowkes, Harmondsworth: Penguin.

Özel, H. (2003), “Closing the Open Systems: Two Examples for the “Double Hermeneutics in Economics,” Metu Studies in Development, vol. 30, December, s. 223-248

Özel, H. (2022), “Politik İktisat”, İktisat ve Toplum, Haziran, sayı 140, s. 54-61.

Özel, H. (2023a), “İktisat Bir İdeoloji Biçimi mi?” İktisat Felsefesi, Ömer Faruk Çolak (der.), Ankara: Efil Yayınevi, s. 52-75.

Özel, H. (2023b), “‘Hangi Çoğulculuk?’Anaakım İktisatta Çoğulculuk”, İktisatta Çok Seslilik ve Çoğulcu Yaklaşımlar, Çınla Akdere ve Burak Gürbüz (der.), Ankara: Siyasal Kitabevi, 2023, s. 87-112.

Polanyi, K. (1944), The Great Transformation: The Political and Economic Origins of Our Time, New York: Rinehart & Co., 1944.

Polanyi, K. (LM). The Livelihood of Man, ed. by Harry W. Pearson, New York; Academic Press, 1977.

Polanyi, K., C. M. Arensberg and H. W. Pearson (eds.) (1957), Trade and Markets in the Early Empires: Economies in History and Theory, New York: The Free Press.

Ricardo, D. (1981), The Principles Of Political Economy and Taxation; The Works and Correspondence Of David Ricardo, Vol. I, Pierro Sraffa (ed.), London: Royal Economic Society.

Robbins, L. (1935), An Essay on the Nature and Significance of Economic Science. 2. Baskı, Londra: Macmillan.

Xenophon (2020), İktisat Üzerine – Oikonomikos, çev. Ari Çokona, T. İş Bankası yayınları,

Veblen, T. (1898), “Why is Economics Not an Evolutionary Science,” The Quarterly Journal of Economics, Volume 12.


[1] İktisadi düşünce tarihindeki çifte yorumsamanın bir tartışması için bkz. Özel (2003).

[2] İktisadın ideolojik niteliğinin bir tartışması için bkz. Özel (2023a).

[3] İktisatta çoğulculuk düşüncesinin bir eleştirisi için bkzl Özel (2023b).

[4] Politik iktisat geleneğinin temel özellikleri için bkz. Özel (2022).

Etiketler: ahlak, fayda, friedman, iktisat, katalaksi, maliyet, marx, oikonomikos, sistem, toplum
Hüseyin Özel 11 Ağustos 2025
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Yazar: Hüseyin Özel
Takip Et
Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü Emekli Öğretim Üyesi. 1963 Bursa doğumlu. Lisans (1985) ve Yüksek Lisans (1988) derecelerini Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümünden, Doktora derecesini Utah Üniversitesinden (1997) aldı. İlgi alanları arasında İktisadi Düşünce Tarihi, İktisat Felsefesi, Politik İktisat ve Sosyal Teori ile İnsan Hakları bulunmaktadır. 2009 yılında yayınlanmış olan Piyasa Ütopyası adlı bir kitabı bulunmaktadır. E-posta: ozel@hacettepe.edu.tr
Önceki Yazı Sessiz gelişin yankıları: GPT-5 ve kırılan beklentiler
Sonraki Yazı Orman Alaca Ağaçkakanı (Great Spotted Woodpecker, Dendrocopos major) Endemik orman ve Bilecik Camiliyayla

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

David Ricardo: Kapitalist sermaye birikimi

Ricardo’nun bugün de hâlâ yaşayan düşüncesi, kapitalist sermaye birikiminin sorunsuz bir biçimde işleyemeyeceği, özellikle sınıf mücadelesi yüzünden eninde sonunda yavaşlayıp…

İktisadın Geçmişi ve Bugün
10 Eylül 2025

Adam Smith ve kapitalizm

Görünmez El’in, liberallerin vurguladıklarının tersine, her zaman “en iyi” sonuçları ortaya koyacağını ileri sürmek, bir yanılsamanın ötesinde ideolojik bir çarpıtmadan…

İktisadın Geçmişi ve Bugün
27 Ağustos 2025

İktisadın geçmişi ve bugün

İktisat, hiçbir zaman içine ortaya çıktığı iktisadi ve sosyal koşullardan bağımsız değil.

Genel
4 Ağustos 2025

Karl Marx, ulusların özgür halklar olarak kuruluşu ve insanlığın kurtuluşu

Modern dünyada insanlık ulusları ortaya çıkarmış; bu, insanlığın nihai kurtuluşu yolunda zorunlu bir adımdır; fakat egemen devletler olarak örgütlenmiş uluslar…

Felsefe
19 Temmuz 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?