Etik, bir kişinin uğraş alanında karşılaştığı ahlaki sorunların çözümünde başvurduğu iyi, kötü, doğru, yanlış gibi kavramların değerlendirilme sürecidir. Veteriner hekimliğinde etik söz konusu olduğunda kendimize “neyi istemeliyim” sorusunu sormalı ve cevabının “en yüksek iyiyi istemelisin” olduğunu hatırlatmalıyız. Benzer bir yaklaşımla “ne yapmalıyım” sorusunun cevabı ise daima “doğru olanı yapmalısın” olmalıdır.
Doç. Dr. Aytaç Ünsal Adaca
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji Anabilim Dalı
Etik, bir kişinin uğraş alanında karşılaştığı ahlaki sorunların çözümünde başvurduğu iyi, kötü, doğru, yanlış gibi kavramların değerlendirilme sürecidir. Veteriner hekimliğinde etik söz konusu olduğunda kendimize “neyi istemeliyim” sorusunu sormalı ve cevabının “en yüksek iyiyi istemelisin” olduğunu hatırlatmalıyız. Benzer bir yaklaşımla “ne yapmalıyım” sorusunun cevabı ise daima “doğru olanı yapmalısın” olmalıdır. Biz veteriner hekimler, hastalarımızın, hasta sahiplerimizin, meslektaşlarımızın, mesleğimizin, yaşayan tüm ekosistemin iyiliğini isteyerek hareket etmeli ve daima –eğer mümkünse- bilim, hukuk ve etik açıdan en doğru olanı yapmalıyız. Peki bu her zaman mümkün müdür? Gelin birlikte inceleyelim.
Etik kelimesi, Grekçe “ethos” kelimesinden köken alır; “moral” kelimesi Latince’den, ahlak ise Arapça olan “hulk” kelimesinden… Birbirinden bağımsız coğrafyalarda değişik seslenişlerle var olan bu kelimeler hem birbirine benzer hem de birbirinden oldukça farklıdır. Hepsi anlamca “gelenek, alışkanlık, karakter, huy” olarak bilinse de en belirgin farklılığı “etik”in evrensel olarak kabul görmesi, “ahlak”ın ise toplumsal veya dönemsel olarak değişebilmesidir. Etik, evrensel olarak kabul görmesinin yanı sıra kişiden kişiye değişebilme ve felsefi tartışmaya açık olma özelliklerini de bünyesinde barındırır. Dahası, etiğin iki ucunun açık olması, sınırlandırılamaması ve yazılı olmayan hükümler içermesi onu eşsiz, şekilsiz, sonsuz ve zamansız kılmaktadır.
Biz veteriner hekimler, etik konuşurken, onu bilim etiği, tıbbi etik, biyoetik, veteriner hekimliği etiği, hayvan etiği gibi kavramlara indirgeriz.
Bu kavramlardan her biri birbirinden önemli, değerli ve vazgeçilmezdir. Bunların yanı sıra, meslek mevzuatını da dikkate alırız ve uymaya çaba harcarız. Ancak bilim, hukuk ve etiğin birlikteliğinde mükemmele ulaşabileceğimizi biliriz. Bazen uygulamalarımızda biz de, hasta ve hasta sahibimiz de yara almadan iyileşiriz. Bazı durumlarda ise hastamızı iyileştirmek için biz ve/veya hasta sahibimiz yara alırız. İşte bu gibi durumlarda bilim, hukuk ve etiğin kardeşliğini her daim gözetmek isteriz.
Veteriner hekimler olarak uygulamalarımızda sağlık alanındaki dört temel etik ilkeye olabildiğince sadık kalmak bizim için kritiktir. Yararlılık, zarar vermeme, özerklik ve adalet ilkeleri sürekli zihnimizde dolaşan bulutlardır. Hastamıza ilk müdahalemizde öncelikle zarar vermemeyi garanti altına alır, ardından yararlı olma çabası gösteririz. Hasta sahibimizin özerkliğine saygı duyar, onu anlar ve iyi bir iletişim ve etkileşim kurarız. Hem meslektaşlarımız ve mesleğimiz hem de hastamız ve hasta sahibimiz için adaletli olma konusunda üstün çabalar harcarız. Bu dört ilkeyi başucumuza koyar, uykuya öyle dalarız. Gün gelir, bir ilkeyi diğeri için feda etmek zorunda kalabiliriz. Bu bizi yıpratır ama yolumuzdan alı koyamaz. Aldığımız kararlarda her zaman bilime ve etiğe, olabildiğince de hukuka uygun hareket etmek üzere eğitiliriz. Bu bilgi ve donanıma rağmen, bazı konularda kendimizle, meslektaşlarımızla ve hatta toplumla bazı görüş ayrılıkları ve çatışmalar yaşayabiliriz. Verilen kararların doğruluğunu veya etik açıdan uygunluğunu sorgularız. Sonuç olarak kendimize “ne yapmalıyım” sorusunu sorup “en doğru olanı yapmalısın” cevabını alırız. Sorguladığımız ve belki de kendimizi ateşe attığımız konulardan biri de hayvan deneyleridir. “Ne yapmalıyım” sorusuna verilebilecek en zor yanıt belki de bu konuda düşünülmüş olabilir. Hem de yüzyıllardır…
İlkçağlardan günümüze kadar çeşitli dönemlerde çok sayıda bilim insanı tarafından çekilen korku filmlerinde başrollerin her zaman hayvanlara verildiğini biliyor musunuz?
İlkçağda anatomi çalışmalarında Aristoteles, fizyoloji araştırmalarında Galen ile başlayan bu senaryolar; 19. yüzyılda antiviviseksiyonist hareketler başlayana kadar hep Oscar’a aday başroller yetiştirdi. Hayvan hakları ile ilgili ilk yasal düzenleme 1876 yılında İngiltere’de Cruelty to Animal Act adıyla, Türkiye’de ise 2004 yılında Hayvanları Koruma Kanunu olarak gündeme geldi. Hayvan hakları ile ilgili olarak 1875’te İngiltere’de The Victoria Street Society, 1912 yılında Türkiye’de Himaye-i Hayvanat Cemiyeti kuruldu. Tabi bu derneklerin ve yasal düzenlemelerin birçok parametresi olmasına rağmen biz yalnızca hayvan deneyleri konusuna yoğunlaşacağız şimdi.
Günümüz Türkiye’sinde hayvan deneylerini düzenleyen en önemli mekanizma Hayvan Deneyleri Merkezi ve Yerel Etik Kurulları ve araştırmacıların vicdanıdır! Bazen vicdan, etik kurullardan çok daha fazla mesai yapar. Hem de hiç yorulmadan…
Ülkemizde şu an yürürlükte olan ve etik kurulların nasıl çalışması gerektiğine dair bilgi veren güncel mevzuat 2014 yılında yürürlüğe giren Hayvan Deneyleri Etik Kurullarının Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik’tir. Bahsi geçen yönetmeliğin temel amacı -kısaca- deney hayvanlarıyla yapılacak çalışmalarda minimum etik standartları belirlemektir. Yönetmelik hangi hayvanların deneylerde kullanılabileceğini, deney süresince hayvanlara nasıl müdahale edileceğini, deneyin neleri kapsayacağını, hayvanlara deney öncesi ve sonrasında nasıl davranılacağını ve hatta deney sonrasında hayvanın yaşamına son verilip verilmeyeceğini bile işaret eder. Yani, biz araştırmacılar (burada veteriner hekim olma zorunluluğu yoktur) hangi türdeki hayvanla, kaç hayvanla, hangi deneyi, hangi koşullarda ve kimlerle yapacağımıza hem bu mevzuata hem de bilimsel ilkeler ve etik değerlerimize göre karar veririz.
Karar alma mekanizmamızda bilimsel gerçekliğin üstüne, sağlık alanındaki dört temel etik ilkeyi ve hayvan deneylerinde hayati önem taşıyan 3R ilkesini inşa ederiz. Bu kelimeler Replacement, Reduction ve Refinement idi. Biz bu kelimeleri Türkçeye Yerine Koyma, Azaltma ve Arındırma olarak tercüme ettik.
Bu baş harfleri aynı, içerikleri farklı olan ve üç adet R harfini temsil eden her bir kavramın, bilim insanları tarafından eşit derecede önemsenmesi çok değerlidir. Özellikle veteriner hekimlerin… Çünkü diğer bilim insanları, hayvanların deneylerde kullanılmasını yalnızca bilimsel gerçeğe ulaşmak için bir araç olarak değerlendirebilir. Oysaki veteriner hekimler, mesleklerinin doğası gereği hem “bilime ulaşmak için bir araç” olarak görmeli hem de “mesleklerini yapmalarını sağlayan yegâne sebep” olarak düşünmelidir. Biz veteriner hekimlerin, mesleğe atılmamızın temel gayesi yaralı, hasta, acı çeken, zor durumda olan bir hayvanı tedavi etmek ve/veya bir hayvanın yaralı, hasta, acı çeken, zor durumda olmaması için koruyucu hekimlik yapmaktır. Yani biz bazı “sağlıklı” ve “güneş görmemiş” hayvanları kullanarak; sağlıklı hayvanlar, sağlıklı ekosistem, sağlıklı toplum ve sağlıklı bir dünya inşa etmeye çalışan bipolar bir meslek grubuyuz. Evet, deneylerde hayvan kullanıyoruz. Kullanma nedenimiz “insan, hayvan veya bitkilerdeki hastalık, sağlık bozuklukları ve diğer anormalliklerin önlenmesi, tanı, tedavisi veya bunlardan kaçınma”… Evet, hayvanlar üzerinde deney yapıyoruz. Yapma nedenimiz “ilaçlar, gıda hammaddeleri, yem hammaddeleri, başka maddeler ve ürünlerin kalite, etkinlik ve güvenilirliklerinin geliştirilmesi, üretilmesi ve test edilmesi”… Evet, deney hayvanlarıyla çalışıyoruz. Çalışma nedenimiz “insan ve hayvan sağlığı ve refahı için doğal çevrenin korunması, türlerin korunması, hayvanların refahı ve tarımsal amaçlarla yetiştirilen hayvanların üretim şartlarının iyileştirilmesi”… Evet, maalesef, deney hayvanlarına temasta bulunuyoruz. Bunun nedenine ise “mesleki becerilerin kazandırılması”… Yalnızca veteriner hekimler değil, deney hayvanı kullanarak her türlü eğitim, araştırma, uygulama ve test yapmak isteyen, deney hayvanlarına dokunarak ve gözlemleyerek katkıda bulunan öğrenciler, araştırmacılar, akademik, sağlık, teknik ve idari personel deney hayvanı kullanıcısı olarak kabul ediliyor. Suçu yalnızca veteriner hekimler üstlenmiyor, tüm bilim insanları olarak paylaşıyoruz. Ama biz diğerlerinden bir tık fazla ağır yük taşıyoruz. Deneylerde kullanılan hayvanlar bazen sağlıklı olarak hayatlarına devam ediyorlar, bazen de genel sağlık durumları eski haline dönmüyor, dön-e-miyor. Bir hayvan deneysel prosedür sırasında şiddetli acı çekiyorsa, veteriner hekim kararı ile ötanazi yapılabiliyor. İşte bu yük, veteriner hekimleri ağır yaralıyor.
Siz zannediyor musunuz bir veteriner hekim kolay yetişiyor? Hiç de kolay değil.
Yaşatmaya yemin edip, öldürebilmenin yarattığı mental yük, hiçbir şekilde telafiye açık olmuyor. Birinci sınıfta başladığınız fakülte, beşinci sınıfa geldiğinizde empati yeteneğinizi çalıyor. Ve yıllar geçtikçe psikolojik rahatsızlıklara yatkınlığınız artıyor. Hatta literatüre göre intihara bile… Çünkü can alıyorsunuz, hem de günde birkaç kez. Defalarca. Farklı hayvan türlerinde, farklı sebeplerle. Ve yaptığınız şeyin bilim ve hukukla örtüştüğünü bilerek. Etik mi? O sonradan geliyor hep. İlk düşünmemiz gereken şey olmasına rağmen… Yüzyıllar önce yaşamış bir bilim insanı olan Razi “Bir dirhem ilim, bin okka edebe muhtaçtır” diyor. Sonuna kadar haklı. Hayvanlar üzerinde deney yapmak ve/veya deneylerde hayvan kullanmak bilime katkı sunmak amacıyla yapıldı, yapılıyor ve yapılacak. Yapılmalı mı? Tartışılır. Ama tartışılmaması gereken tek konu; bilim, etik ve hukukun hep birlikte var olma savaşıdır. Ve veteriner hekimler, bu savaşta her zaman bir “taraf”tır….