Türkiye, tarih boyunca büyük depremlerin derin izler bıraktığı bir coğrafyada yer alıyor. Fay hatları üzerinde kurulu şehirlerimizde yaşayan milyonlarca insan, her gün bu doğal afetin yarattığı risklerle karşı karşıya. Ancak deprem sadece bir doğa olayı değil; bilinç, hazırlık ve dayanıklılık gerektiren bir yaşam gerçeği. Bu röportajda, GazeteBilim Yayın Kurulu üyemiz, Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümünden Sayın Prof. Dr. Şerif Barış ile birlikte Türkiye’nin deprem riskine dair gerçeklerini ele alacak; afet yönetimi ve toplumsal bilinçlenme gibi kritik konulara ışık tutacağız.
Prof. Dr. Şerif Barış
Röportaj: Emine Akcaoğlu
Transkripsiyon: Beyza Kaplan
EA: Öncelikle bize bu röportajı yapma imkânı sunduğunuz için teşekkür ediyoruz. Deprem Türkiye’nin bir gerçeği. Bu gerçeklik hakkında yeterince bilinçli miyiz, neler söylemek istersiniz?
ŞB: Özellikle deprem konusu çok spekülasyonu olan ve ticari meta olarak kullanılabilecek bir konudur. Maalesef sosyal medyada ve medyada, aslında hiçbir sismoloji yani deprem bilimi eğitimi almamış kişilerin, kurumların ve hatta belli grupların bu işi ranta dönüştürecek spekülatif, topluma korku salıcı söylemleri ve resmî kurumlardan aldıkları bazı gerçek verileri sanki kendileri üretiyormuş gibi bilgilendirmeleri var. Bazı kullanıcılar ya da gruplar depremleri önceden bildiklerini söyleyerek bu işi ticari hale getirip kurslar düzenliyorlar ama bu kursları düzenleyen kişilerin hiçbir yer bilimi eğitimi yok. Özellikle yer biliminin sismoloji denen, jeofiziğin alt ve önemli bir dalı; depremlerin ölçümü, önceden belirlenmesi, deprem dalgalarının sönümü gibi yerin içerisindeki tüm dinamikleri, tüm işlemleri araştıran bir bilim dalı ile incelenmesi gerekirken bu gruplar hiçbir yetkinlik olmaksızın topluma şu günlerde deprem olacak, şöyle uyarılar bekliyoruz gibi insanları tedirgin edici söylemlere bulunuyorlar. Tabii bunun yanı sıra yine bilime aykırı komplo teorisyenleri var ve komplo teorilerine inanan inanılmaz büyük bir çoğunluk var.
Hiçbir yetkinlikleri olmaksızın topluma şu günlerde deprem olacak, şöyle uyarılar bekliyoruz gibi insanları tedirgin edici söylemlere bulunuyorlar. Tabii bunun yanı sıra yine bilime aykırı komplo teorisyenleri var ve komplo teorilerine inanan inanılmaz büyük bir çoğunluk var.
Dolayısıyla bu röportajın son noktası olarak şundan bahsedebiliriz: HAARP teknolojisi denen bir teknolojiden bahsediliyor ama onunla ilgili teknik olarak neler olması gerektiği, nasıl olması gerektiği, ne için kullanıldığı veya böyle bir teknolojinin depremi neden tetikleyemeyeceğini anlatmak bence en doğru davranış olacak. Bu işte benim yüksek lisans ve kandil rasathanesindeki çalışmam 1986’dan itibaren yaklaşık 45 yılı geçti. 1980 yılından beri ben jeofizikle uğraşıyorum dolayısıyla yarım asra yakın bir tecrübeye sahibim, yurtdışında çeşitli araştırmalarla, çeşitli burslarla ve eğitimlerle kendini geliştirmiş bir kişi olarak bu röportajı yaptığımı okuyucuların bilmesi lazım çünkü bilgi önemli ama o bilginin kim tarafından, hangi uzmanlık alanı tarafından verildiği de çok önemli.
EA: Teşekkür ederim hocam. Ben sizin çalışmalarınızı da derinlemesine okudum. Kesinlikle bir uzmanla şu an bu röportajı gerçekleştiriyoruz. Spekülasyonlardan, farklı verilerden bahsetmiştiniz. İlk sorumu da bununla bağlantılı olarak sormak istiyorum. Yaklaşan “Büyük Marmara Depremi” için farklı kişilerin, farklı uzmanların birbirinden farklı büyüklük, şiddet gibi olasılıklar verdiklerini görüyoruz. Bu farklılıkların sebebi nedir? Bu insanlar neden bir ortak kanıya varmıyorlar? Ortak kanıya varmak zorundalar mı? Yahut bu olasılıkların farklı olmasının insanlar üzerinde olumsuz etkilerini görüyoruz. Yani bu durumu nasıl aşabiliriz?
ŞB: Bu durumu aşmak mümkün değil çünkü genellikle söylediğiniz kişiler ve söylediğiniz hocalar medyada deprem uzmanı olarak bilinen yer bilimciler. Yalnız burada şöyle bir yanılgı var: Bir deprem uzmanı olarak tanımlanan kişi kim? Jeolog mu? Jeofizik mühendisi mi? Yoksa bir inşaat mühendisi mi? Şimdi biz üç yer bilimi ile uğraşan alan olarak yapıları da buna katalım. Binalar sonuçta temel olarak yer kürenin üzerine oturuyor. Medya üçümüzü de aynı kategoride deprem uzmanı diye lanse ediyor. Halbuki jeolojinin belli alanları faylar ve levha tektoniği ile ilgilenir. Jeofiziğin sismoloji ve yer fiziği alanları, yer kürenin içi ve yer kürenin içindeki dinamik olaylarla ilgili bilgileri araştırır ama sismoloji asıl yerin içerisindeki kırılma mekanizmasından oluşan depremin yerini, büyüklüğünü, yine bu dalgaların yer içerisindeki ve dünyanın etrafındaki kabukta ve yer kürede yayınımını, yer kabuğunun iç özelliklerinin belirlenmesini inceleyen bilim dalıdır ve tabii ki deprem dalgalarının sönümü, büyütmesi gibi özellikle zemin yapı etkileşimi gibi konularda sismoloji çok geniş anlamda deprem bilimi demektir. Dolayısıyla okuyucuların öncelikle bu alanda çalışmış, bu alandaki uzman kişilerin fikirlerine biraz daha ağırlık ve saygı göstermeleri gerekir. çünkü aynı zamanda sismoloji ağırlıklı deprem önceden belirleme çalışmaları sürdürülmektedir. Bunun sebebi de şudur: Aslında depremi önceden belirleme, yani deprem olmadan haber verme çalışmaları araştırma safhasında olan çalışmalar olup, bunun farklı evreleri vardır ve burada da en çok deprem öncesi görülen belirtiler sismolojik öncül belirtilerdir.
Depremi önceden belirleme, yani deprem olmadan haber verme çalışmaları araştırma safhasında olan çalışmalar olup, bunun farklı evreleri vardır ve burada da en çok deprem öncesi görülen belirtiler sismolojik öncül belirtilerdir.
Tabii bu konunun dışında neden farklı uzmanlar, farklı boylar söylüyor, büyüklükler söylüyor ve olasılıklar söylüyor? Bunun temel sebebi, birincisi bizler yerkürede meydana gelecek depremin boyuyla derinliğini çarparak yırtılan bir alana göre büyüklük hesabı yaparız. Sismoloji de budur. Genellikle basit bir formül, fay boyuyla büyüklük arasında bir ilişki vardır. Dolayısıyla bazı uzmanlar fay boyu 100 km ise işte 7,2 büyüklüğüne deprem olur diyebiliyor veya 150 km ise 7,4 büyüklüğüne deprem oluyor. İşte 180 km-200 km fay olunca bu 7,7 üretir diyor. Bunun gibi basit bir formül var ama gerçek şu ki yer kürenin içerisinde biz fayın tam boyutunu bilmiyoruz. Özellikle deniz tabanında bunu bilmek pek de mümkün değil. Bunu bilsek bile depremin derinliğini bilmediğimiz için, bir alandan bahsediyorum, alan fayın boyu, genişliği de fayın depremin derinliğidir. Diyelim ki 200 kilometre boyunda bir fay, 15 kilometre derinde olursa 3000 km² büyüklüğünde bir deprem alanı yırtılacak. Bunda açığa çıkan büyüklük ve enerji farklı iken 20 km olursa birdenbire 4000 km²’lik bir kara parçasının yırtıldığını düşünün. Buradaki büyüklük farklılığı bundan kaynaklanır. Senaryo olarak gerek AFAD olsun gerek İstanbul Büyükşehir Belediyesi olsun gerekse toplumlar büyüklüğü maksimum seviyede alarak depremin hazırlığını en kötü senaryoya göre yaparlar. Dolayısıyla burada bazen 7,5 bazen 7,7 bazen 7,3 gibi rakamlar söz konusudur ama vatandaşı asıl ilgilendiren konu şu olmalı: İstanbul yakınlarında, Marmara Denizi’nde 6,8 büyüklüğünde de 7,2 büyüklüğünde de bir deprem olursa oluşacak kargaşa, hazırlıksız nedeniyle afetin boyutu maalesef beklenenden daha büyük olacak.
Marmara Denizi’nde 6,8 büyüklüğünde de 7,2 büyüklüğünde de bir deprem olursa oluşacak kargaşa, hazırlıksız nedeniyle afetin boyutu maalesef beklenenden daha büyük olacak.
Biz bilim insanları farklı görüş, farklı veri ve farklı tekniklerle bu tür olasılık hesaplarını belirlemeye çalışırız. Örneğin genellikle Türkiye’de olan büyük depremler 15 ile 18 kilometre derinde olur. Dolayısıyla siz fayın derinliğini 10 kilometre alırsanız daha düşük bir büyüklük bulabilirsiniz. Ama 15 kilometre alırsanız daha büyük bir büyüklük bulursunuz. Benim söylemek istediğim ise bunun vatandaşı çok fazla ilgilendirmemesi gerektiğidir. Hazırlık yapmadığınız sürece 6,8 büyüklüğündeki bir deprem de insanları kaosa, paniğe sevk edecek. Tabii ki yıkım oranı olarak, hasar olarak daha düşük olacak ama biz yine bir yanlış yapıyoruz. Bir depremi sadece yapılar ve yapıların yıkılması gibi düşünüyoruz. Halbuki biz afete dirençli bir toplum oluşturmadığımız sürece, Silivri depreminde 2019 yılında olduğu gibi 5,8 büyükteki bir deprem bile İstanbul’da paniğe yol açıp, hiçbir bina yıkılmamasına karşı yüzlerce insanın yaralanmasına ve milyonlarca liranın ekonomik kayıp olarak topluma mal olmasına yol açtı. O yüzden temel konu, bizim olası hasar yapıcı her türlü büyüklükteki depreme karşı hazırlığımızı yapmak zorunda olmamızdır. Bu yüzden de benim görüşüm, arka planda yani bilimsel ortamlarda yapılması gereken tartışmaların kamuoyu önünde, televizyonlarda, sosyal medyada yapılmasının çok da doğru olmadığıdır çünkü bu yapılan yanlışlıklar toplumu hazırlıksızlığa veya toplumu yanlış bir hazırlık yapmaya yönlendirebileceği için aslında bu toplumun faydasına değil toplumun zararına sebebiyet verecek yaklaşımlardır.
Benim görüşüm, arka planda yani bilimsel ortamlarda yapılması gereken tartışmaların kamuoyu önünde, televizyonlarda, sosyal medyada yapılmasının çok da doğru olmadığıdır.
Ha şu olur: Farklı senaryolarla, farklı modellerle siz olasılık hesaplarını hesaplarsınız, bilimsel bir makaleyi yayınlarsınız ve bu bilimsel makale ve bunların çıktılarına göre toplumu bilgilendirmek aslında bilim insanının sorumluluğudur. Dolayısıyla kişisel düşüncelerinizi, yaptığınız kendi kafanızdaki hasar senaryolarını bilimsel bir çıktıymış gibi topluma verirseniz bu yanlış olur. Hocaların yani bizim gibi uzmanların yapmaması gereken etik olmayan ve de topluma karşı sorumlu olduğumuz konularda yanlış bilgi vererek toplumu yanlış yönlendirmek oluyor. Bunun doğru olmadığını söylüyorum, en azından ben Şerif Barış olarak böyle bir söylemin içinde hiçbir zaman bulunmadım bulunmayacağım ve bu söylemlere de gerekli açıklamaları kamuoyuyla ve tabii ki medyayla paylaşarak yapmayı sürdüreceğim.
EA: Bu güzel cevabınızdan ve eklemelerinizden ötürü teşekkür ederim hocam. Dediğinizin üzerine hazırlıktan dem vuruyorsunuz. Siz de İstanbul’da yaşıyorsunuz. İstanbul gibi riskli bir bölgede yaşayan bir jeofizik uzmanı olarak sizin depreme yönelik önlemleriniz nedir? Siz İstanbul’da bu deprem gerçeğiyle nasıl yaşıyorsunuz? Nasıl önlemler alıyorsunuz?
ŞB: Tabii. Temel olarak bir yanlışımız şu ki biz sadece sanki oturduğumuz yerde bir depremle, afetle karşı karşıya kalacakmışız gibi düşünüyoruz. Halbuki insanoğlu iş nedeniyle, aile ziyaretleri nedeniyle veya yaz tatili gibi farklı nedenlerle farklı illerde olabilir. O yüzden şunu kabul etmek lazım: Türkiye bir deprem ülkesi. Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, sizler depremle ilgili doğru davranışları bilmezseniz, temel bazı unsurları yerine getirmezseniz, nerede bir afet olursa bunun mağduru olursunuz.
Türkiye bir deprem ülkesi. Türkiye’nin neresine giderseniz gidin, sizler depremle ilgili doğru davranışları bilmezseniz, temel bazı unsurları yerine getirmezseniz, nerede bir afet olursa bunun mağduru olursunuz.
O nedenle elbette ben İstanbul’da yaşıyorum ama ben Kocaeli’nde çalışıyorum ve arazi çalışması yine toplumu bilgilendirme gibi veya farklı seminerler veya danışmanlıklar için ülkenin farklı şehirlerine ve yurt dışına da gidiyorum. Nitekim yurtdışında 3 tane çok büyük deprem yaşadım. Japonya’da 6,8, 7,8 ve 9,1 büyüklükteki depremlerde oradaydım. Dolayısıyla buralarda siz nasıl davranacağınızı ne kadar bilirseniz o kadar az etkilenirsiniz bu yüzden de Türkiye’de bir kere deprem eğitimleri, afet bilinci eğitimleri çok önemlidir. 2000 yılında rahmetli Işıkara’nın başını çektiği eğitimler, kandilli rasathanesinde başlatılan temel afet bilinci eğitimleriydi. Ben o dönem 2000 yılından beri kandilli rasathanesinde çalışıyordum. Bu temel afet bilinci eğitimlerinin eğitmeniyim. Dolayısıyla insanlara evde iş yerinde yapmaları gereken her türlü hazırlığın ne olduğunu anlatıyorum. Tabii sizin bu sorunuzu birçok verdiğim seminerde dinleyiciler de sordular. Peki hocam siz anlatıyorsunuz ama siz gerçekten aynı önlemleri aldınız mı? Evet aldık. Ne yapması gerektiği konusunda bir kere insanların mutlaka aileleriyle beraber bir aile afet toplantısı yapması lazım. Bu aile toplantısında bir afet planı yapmaları gerekiyor.
2000 yılında rahmetli Işıkara’nın başını çektiği eğitimler, kandilli rasathanesinde başlatılan temel afet bilinci eğitimleriydi.
Afet planının içerisinde özellikle deprem sırasında insanlar sadece yıkılan binalara odaklanıyorlar. Halbuki tamamen yıkılan, yamyassı olan binaların oranı en kötü depremde bile %5’i geçmiyor. Binaların %95’iayakta kalıyor ama o ayakta kalan hasarsız veya her türlü hasarı almış binaların içindeki eşyalar, mobilyalar, büro malzemeleri insanlara zarar verebiliyor. İşte biz buna yapısal olmayan tehlikeler deriz. Bu yapısal olmayan tehlikeleri belirlemek için evinizde, iş yerinde, aileyle, tabii çalışanlarla beraber tehlike avı dediğimiz bir avın yapılması lazım. Bu ne demek? Deprem olursa savrulup devrilecek eşyalar size zarar verebilir. Bunlar büfe gibi, gardırop gibi, duvara asılı ayna gibi size zarar verebilecek eşyalardır. Ya da portmanto ve ayakkabı dolabı gibi kapıyı, çıkışı kapatabilecek eşyalardır. İşte bu tür tehlikeleri belirleyin. Yine yapılması gereken bir diğer şey mutlaka deprem olduğunda bina içindeyseniz çök kapan tutun dediğimiz hedef küçülterek savrulacak, devrilecek eşyalardan, duvar, beton parçalarından, cam parçalarından, fayans parçalarından kendimizi korumaktır. Aynı şey dışarıda, AVM’de, pazarda, tiyatroda yani nerede olursanız olun geçerlidir. Deprem sırasında doğru davranışı öğrenmeniz gerekiyor. Yine bir afet çantası hazırlamak gereklidir, basit bazı malzemelerle hazırlık yapılmalıdır. Deprem sonrası toplanma alanına gittiğinizde bu çantayı kullanmanız gerekecek çünkü ilk 3 gün sizin ve tüm afetzedelerinin yardımına kamu görevlilerin gelmesi mümkün değil. O nedenle bu 3 günlük sürede mutlaka kendinizi, ailenizi geçindirebilecek basit malzeme para gibi, el feneri gibi, düdük gibi, radyo gibi malzemelerden oluşan bir afet çantası hazırlanması lazım. Herkesin E-Devlet hesabı üzerinde deprem sonrasında toplanma alanı olarak tanımlanan üç tane açık alan vardır. Aileler eş, baba, anne, çocuk okulda veya iş yerinde olabilirler. Anne evde, baba iş yerinde, çocuk okulda olabilir.
Herkesin E-Devlet hesabı üzerinde deprem sonrasında toplanma alanı olarak tanımlanan üç tane açık alan vardır.
Bunların bir buluşma noktası olması lazım. İşte E-Devlet üzerinden bu buluşma noktasının belirlenmesi lazım. Sonra doğru davranış olarak deprem sırasında bina içindeyseniz sarsıntı bitene kadar hedef küçültüp vücudunuzu korumalısınız ondan sonra kalktığınızda vücudunuzu kontrol ederek yaralanma varsa o afet çantasının içindeki ilk yardım çantasıyla yarayı sarmanız, kanama varsa kanamayı durdurmanız lazım. Sonra afet çantanızı alıp doğalgaz vanası, elektrik sigortası ve su vanasını kapatıp ilk bakmanız gereken şey merdivenlerinizin çöküp çökmediğidir. Merdivenleri kontrol ederek kontrol ederken de başınızı koruyarak binayı terk edip toplanma alanına gitmeniz gerekiyor. İşte bu da güvenli tahliyedir. Tabii ki ailenizle iletişim kurabilmeniz için mutlaka deprem sonrasında hızlıca bir bölge dışında daha önce belirlediğiniz bir kişinin cep telefonuna SMS atmanız lazım. İyiyim, toplanma alanına gidiyorum. İyiyim, okuldayım gibi. İnsanlar ancak SMS kanalıyla haberleşebilir. İşte genel olarak her ailenin nerede olursa olsun depreme karşı yapması gereken temel hazırlıklardan bir tanesi budur.
Afet olduğunda iletişim çok önemlidir. Güvende olup olmadığınız bilgisi çok önemlidir. Afet’in ilk anlarında SMS çalışır ama maalesef insanlar telefona yüklendikleri, cep telefonuyla aradıkları için bu kesinlikle iletişimi kilitler.
Afet olduğunda iletişim çok önemlidir. Güvende olup olmadığınız bilgisi çok önemlidir. Afet’in ilk anlarında SMS çalışır ama maalesef insanlar telefona yüklendikleri, cep telefonuyla aradıkları için bu kesinlikle iletişimi kilitler ve maalesef insanlar birbiriyle haberleşmez. Maalesef diyorum, çünkü siz aslında asıl itfaiyeye, ambulansa, emniyete, polise ihtiyacı olan kişilerin iletişimini engelliyorsunuz. SMS kullanmak varken sesli arama yaparak belki de birilerinin hayatını kaybetmesine yol açıyorsunuz çünkü telefon kilitlenince acil müdahale edilmesi gereken bir kişiye ekipler ulaşamayacak. Telefon sistemi çalışmayacak. Bu noktada insanların bunu mutlaka düşünmesi lazım.

EA: Afet öncesinde anında ve sonrasında ne yapılması ve de ne yapılmaması gerektiğini açıkladığınız ve önemli noktaların bir kez daha altını çizdiğiniz için teşekkür ediyorum hocam. Bir diğer sorum olan, “Hasar yapıcı depremler için acil uyarı ve müdahale sistemi” başlıklı bir çalışmanız var. Bu çalışmanızı nasıl tanımlıyorsunuz, çalışmanızın prensiplerinden, tekniklerinden ve Bursa örnek çalışmanızdan bahsedebilir misiniz?
ŞB: Şimdi, burada Bursa’daki bir deprem erken uyarı sisteminden bahsediyoruz. Öncelikle şunu mutlaka söylememiz gerekiyor: Bir deprem erken uyarı sistemi, meteorolojik erken uyarı sistemi gibi olay olmadan haber veren bir sistem değildir. Toplumda depremi önceden belirlemek ile deprem erken uyarı sistemi karıştırılan iki kavram. Dünya’da henüz depremi önceden haber verecek bir sistem, bir teknoloji, bir yöntem yok. Ben de 1986’dan beri bu alanda çalışan, yabancılarla çalışan bir uzman olarak depremin henüz dünyada önceden belirlenemeyeceğini söylüyorum fakat önceden belirlenmese bile geliştirilen bilgisayar teknolojisiyle meydana gelen depremlerde hasar şöyle olur veya deprem dalgalarının yayınımı şöyle olur diyebiliyoruz. Bir deprem olduğunda en hızlı ilk dalgalar deprem istasyonlarına varır. Biz buradan depremin yerini, büyüklüğünü bulabiliriz. İnsanlara ve yapılara hasar veren asıl sarsıcı dalgalar ikincil olan S dalgaları ve daha ondan sonra gelen yüzey dalgalarıdır. P dalgaları hızlıdır. S dalgaları daha yavaştır. Aralarında 1,73 gibi bir oran vardır. Dolayısıyla P dalgası geldikten sonra depremin odağına göre uzaklığa göre S dalgası belirli gecikmeyle gelir. O zaman deprem erken uyarı veya acil uyarı sistemi şu demek: Biz çok hızlı P dalgalarından depremin yerini, büyüklüğünü belirleyebilirsek yıkıcı dalgalar yani S dalgaları ve yüzey dalgaları insanlara, yapılara gelmeden doğal gazı kesip elektriği durdurup insanlara yeterli uzaklıktalarsa “Korunun.” mesajını vererek çök kapan tutun gibi hedef küçültmeleri gerektiğini, panikle, şokla kendilerini kaçma modundan korumaları doğal gaz ve elektriği keserek de yangınların olmamasını, trenlerin devrilmemesini, hareketli sistemlerin durdurularak işletmelerde, sanayide büyük kazaların, ekonomik kayıtların azaltılmasını sağlamak mümkün.
Toplumda depremi önceden belirlemek ile deprem erken uyarı sistemi karıştırılan iki kavram. Dünya’da henüz depremi önceden haber verecek bir sistem, bir teknoloji, bir yöntem yok.
Dünyada bunu Japonya gibi, Amerika gibi, Meksika gibi ülkeler hem uyguluyor hem de vatandaşlara bu sinyali veriyor ama şimdilik İtalya gibi bazı ülkeler bu sinyali vatandaşa vermiyorlar. Sadece hızlı trenlerde kullanıyorlar ve elbette şirketler doğal gaz gibi elektriği kesmek gibi sistemleri durdurmak, asansörü kata çekmek, özellikle turnikeleri ve kayar elektronik kapıları açarak olası yaralanmaları ve kazaları önlemek için bu sistemi kullanıyorlar, bu sistem bizim deprem erken uyarı sistemi dediğimiz sistemin bir bileşimi. Biz de böyle bir sistemi, Amerika’nın Kaliforniya eyaletinde, San Francisco şehrinde kurulu bulunan, bizim Kuzey Anadolu fay zonunun benzer özelliklere sahip San Andreas fayında kurulan bir sistemi, Türkiye’ye, Bursa, Yalova bölgesini kurarak test ediyoruz. Testin sonucunda muhtemelen bu sistemin Marmara ve daha sonra belki Türkiye’nin diğer illerinde yaygınlaşması AFAD’ın alması gereken bir karar.
Kuzey Anadolu fay zonunun benzer özelliklere sahip San Andreas fayında kurulan bir sistemi, Türkiye’ye, Bursa, Yalova bölgesini kurarak test ediyoruz.
Bu projede zaten AFAD’la beraber yapıldı. Biz bu testi sürdürmeye devam ediyoruz ama şunu bir kere daha söyleyeyim. Toplumda deprem erken uyarı sistemiyle ilgili depremi kaç saniye önceden haber vereceksiniz gibi sorularla karşı karşıya kalıyoruz. Dünyadaki hiçbir erken uyarı sistemi, depremi önceden haber vermez ama yıkıcı dalgalar gelmeden insanları korunması için, trenleri hareketli sistemleri durdurması için önemli bilgiler sağlar. İşte 2011 yılında Japonya’da gerek deprem erken uyarı sistemi gerek tsunami uyarı sisteminin olması sebebiyle ölü sayısı 18 bin civarında kaldı. Şayet böyle bir sistem olmasaydı 500 binden daha büyük sayılarda ölü sayısından bahsetmek mümkündü çünkü Japonya’nın tamamında hızlı tren hatları sistemleri çok fazla, raylı sistemler, metro ve tren ağları çok fazla, nüfus çok kalabalık ve o depremde yaklaşık 38 metreye varan tsunamiler de oldu. Bütün bunlara rağmen erken uyarı sistemi sayesinde ölü sayısı ve ekonomik kayıp sayısı çok aza indirildi. O nedenle de biz de bu teknolojiyi deneyerek, yaygınlaştırarak toplumun kayıplarını, ekonomik kaybı azaltmak gayesindeyiz. Sadece sizlerin değil, çocuklarınızın bile depremde oluşacak hasarın bedelini ödeyeceğini unutmamanız lazım çünkü yeniden yapılanma için alınan krediler bir borçtur. Bu kredileri toplumsal olarak hep beraber ödüyoruz. O nedenle yapılan her türlü deprem zararını azaltacak çalışma gelecekteki kuşakların da ekonomik olarak kayıplarını azaltacak önemli önlemlerdir, önemli çalışmalardır.
Yapılan her türlü deprem zararını azaltacak çalışma gelecekteki kuşakların da ekonomik olarak kayıplarını azaltacak önemli önlemlerdir, önemli çalışmalardır.
Toplumun bu şekilde bakması lazım. Elbette deprem erken uyarı sistemi henüz belki vatandaşa verilmedi ama büyük şirketlerin, sanayi tesislerinin, belediyelerin mutlaka ve mutlaka bu sistemleri kurarak köprüler, viyadükler, otoyollar yapması ve olası hasarları belirlemek açısından da kullanmasında fayda var. Erken uyarı sistemi, deprem sonrasında da kuruldukları yerin etrafındaki hasar dağılımını çok iyi belirlerler. Bir şehrin neresinde yoğun hasar olduğunu çok hızlı tespit ederek vali ve afet yöneticilerini en yoğun hasarın olduğu bölgelere hızlıca sevk ederek olası can kayıpları ve tabii ki olası olumsuz durumları, ekonomik kayıpları azaltabilirler.
EA: Bu değerli çalışmadaki emekleriniz için siz ve ekip arkadaşlarınıza teşekkür ediyoruz, ne kadar önemli bir sistem olduğunu değerli yorumlarınızla anlattığınız için de ayrıca teşekkür ederim hocam. Diğer bir sorum olan,6 Şubat depremlerinde de gözlemlenen, birbirini tetikleyen depremler olgusundaki faylar arası stres aktarımı nedir? Bir depremin oluşumu, diğer bir depremi nasıl etkiler, nasıl tetikler?
ŞB: Öncelikle bu tetikleme olayı yeni bir olay değil bizim için. Rahmetli Aykut Barka 1991 yılında Türkiye’ye döndüğünde Amerika USGS kurumundan Kandilli Rasathanesi’nde yaklaşık 2 sene süre ile bizimle beraber çalıştı. Ben de o gruptaki şanslı kişilerden biriydim. İlk stres transferi hesabını yapan, yöntemi Türkiye’ye getiren yer bilimci, değerli bir insan ve çok saygın bir akademisyen olan Rahmetli Aykut Barka’yı da bu vesileyle anmak isterim. Burada olay şu: Genellikle bir fay kırıldığında yani bir deprem olduğunda fayın iki ucuna da aktarılan bir gerilme olur. Bu gerilme, fayın iki ucunda bir gerilme aktarımı nedeniyle stresi artırır. Orta bölgelerde de gerilmeyi azaltır. Bunu, fayın boyu depremin büyüklüğüne bağlı olarak hesaplayan bir Kolomb stres transfer yöntemi vardır. Bu herkese açık bir yazılımdır, depremle ilgili bilgileri, parametreleri verdiğinizde bir depremin nerelere gerilme transferi yaptığını hesaplayabiliyorsunuz ve tabii ki nerelerde gerilmeyi düşürdüğünü de biliyorsunuz ama burada bilinmeyen şu, bir kere bir depremin oluşabilmesi için bulunduğu ortamda biriken gerilmenin o kayaçların dayanımını aşacak seviyeye gelmesi çok önemlidir. İşte bir depremin oluşabilmesi için biriken stres o içinde biriktiği bizim pürüz dediğimiz asperit olarak adlandırılan katı bir yer parçasının, yer kütlesinin kırılmasıyla sonuçlanır ama şöyle bir handikabımız var: Henüz dünyada, yer kürede, bir derinlikte biriken stresi doğrudan ölçecek bir yöntemimiz yok.
Henüz dünyada, yer kürede, bir derinlikte biriken stresi doğrudan ölçecek bir yöntemimiz yok.
1999 Kocaeli depremi olduğunda, fay doğu-batı doğrultusunda yırtıldığında Gölyaka Düzce’nin bir ilçesiydi. Fayın kırığı orada bitti. Diğer ucu da bizim Dilovası dediğimiz Hersek Deltası’nda kırılma ile sonlandı. Kırılmayla beraber fayın her iki ucuna yaklaşık %20, yani %10 %10 gibi gerilmeler aktarıldı. Aslında Düzce depremi, işte bu aktarılan gerilme nedeniyle, geride biriken gerilmenin de fazla olması sebebiyle yaklaşık 3 ay sonra 12 Kasım tarihinde geldi. Zaten o zamandan beri de büyük depremler sonucunda bu gerilme transferi hesaplanarak hangi bölgelerde gerilmenin arttığı, hangi bölgelerde artçı depremlerin beklenileceği bizim sismolojide yaygın olarak kullandığımız bir yöntemdi. Tabii doğuda bu oldu ama gerilme sadece Kocaeli depreminin doğusuna aktarılmadı, batıya da aktarıldı. Dolayısıyla batı kısmında ne var? Kocaeli var, Yalova var, Bursa var ve Marmara Denizi’nin ortası yani İstanbul açıkları var. Bölgeye aktarılan gerilme o tarihten itibaren, 2000 yılından itibaren sizin demin sorduğunuz olasılık hesaplarını gündeme getirdi. Gerilme geçici bir süre bir bölgeye aktarıldığında oradaki olasılığı otomatik olarak arttırıyor. Nitekim Tom Parsons, Rahmetli Aykut Barka’nın da içinde olduğu bir grupla böyle yediden büyük bir deprem için İstanbul ve İstanbul’u yarı çapı olarak 50 km alan bir bölgede, 30 yıl içinde deprem riskinin aktarılan bu gerilme ile beraber %62,6 olduğunu hesapladı. Yani gerilme 1999 depremi ile beraber İstanbul açıklarındaki deprem riskini artırdı. Bazı uzmanlar bunu İstanbul’da 30 yıl içinde %65 olasılıkla deprem olacak diye kamuya paylaştılar. Burada sorun yok ama gerçek sayı %62,6 idi. Sonra 2004 yılında Amerikalı araştırıcı Tom Parsons yeni verilerle bu hesabı tekrar yaptı ve 2004’teki 7’den büyük bir depremin 30 yıl içinde İstanbul’u etkileme olasılığı %52 olarak belirlendi. Sonra yine güncel veriler geldikçe deprem verileri daha ayrıntılı işlendi.
2016 yılında İtalyan bir grup içinde yine Aybüke Akıncı bir Türk sismologla beraber, Tom Parsons’ın da içerisinde olduğu bir ekip olarak Marmara bölgesini bu sefer İstanbul’u da içine alacak 7,3 ve daha büyük bir depremin olma olasılığını bu aktarılan gerilmeyi de dikkate alarak hesapladı.
Fay verileri, fay modelleri arttıkça 2016 yılında İtalyan bir grup içinde yine Aybüke Akıncı bir Türk sismologla beraber, Tom Parsons’ın da içerisinde olduğu bir ekip olarak Marmara bölgesini bu sefer İstanbul’u da içine alacak 7,3 ve daha büyük bir depremin olma olasılığını bu aktarılan gerilmeyi de dikkate alarak hesapladı ve bir bilimsel makale yayınladı. Bu makalenin sonucunda 7,3 ve daha büyük bir depremin 30 yıl içinde olma olasılığı %47 olarak belirlendi. Dolayısıyla bu olasılığın aslında çok da yüksek olmadığı İstanbul için 7,3 ve daha büyük bir deprem için olasılık anlamında bir zaman olduğu ama tabii ki 6,7 ve 6,8 gibi bir deprem içinde riskin çok daha kısa sürede olduğunu unutmamak gerekir. İşte gerilme transferi bu diğer büyük depremlerde de 6 Şubat depremlerinde de hesaplanan her büyük depremde, her 5,5 ve daha üstü depremde hesaplanan basit bir yöntem. Bu yöntemle biz mutlaka aktarılan gerilme ile büyük bir deprem beklemeyiz. O bölgelerde gerilmeler yeterli seviyeye yani o kayaçları kıracak, o tabakaları kıracak seviyeye erişmediği sürece büyük deprem olmaz. Nitekim İstanbul açıkları bunun en tipik örneğidir. 30 yıl geçti neredeyse. 25 yıl tamamlandı. Deprem hala olmadı. Bazı insanlar sanki hemen deprem olacakmış gibi düşünüyorlar. Bu doğru değil. 6 Şubat depremlerinden sonra biz nerelerde artçı depremler olabileceğini de gerilme transferi ile söyleyebiliyoruz. Gerilme aktarılan yerler bizim için hissedilir büyüklükteki artçıların olacağı bölgelerdir. Dikkat edin son zamanlarda Elbistan batısındaki, Malatya-Elâzığ arasındaki büyüklüklere bakarsanız olan depremler bu aktarılan gerilme nedeniyle olan artçı depremlerdir. Dolayısıyla sihirli bir şey yok. Biz gerilmenin aktarıldığı bölgelerde geri planda biriken stresi doğrudan ölçemiyoruz. Bunu ölçtüğümüz an bu da tabii ki tıp da mümkün olunca oluyor genellikle.
Tıpta geliştirilen bir yöntem bizim için yer kürede uygulanır. Henüz tıpta insanların üzerinde stresi doğrudan ölçen bir yöntem yoktur. Dolayısıyla tıp camiası bir yöntem bulur, geliştirirse biz de bunu yer küreye uygularız.
Tıpta geliştirilen bir yöntem bizim için yer kürede uygulanır. Henüz tıpta insanların üzerinde stresi doğrudan ölçen bir yöntem yoktur. Dolayısıyla tıp camiası bir yöntem bulur, geliştirirse biz de bunu yer küreye uygularız. O zaman gerilme nerede çok fazlaysa depremler orada olur diyebiliriz ve bunu doğrudan ölçecek duruma gelebiliriz.
EA: Değerli bilgilendirmeleriniz ve örnekleriniz için çok teşekkür ederim. Hocam, riskli bölgelerde zaman zaman meydana gelen nispeten küçük ölçekli depremler olduğunu görüyoruz. Bu depremler her zaman daha büyük ölçekli depremlerin öncüsü müdür? Meydana gelmiş bir depremin öncü deprem olup olmadığını nasıl sınıflandırıyorsunuz
ŞB: Şimdi, topluma yine bazı uzmanlar tarafından öncü deprem kavramı yanlış anlatılır. Benim doktora çalışmam deprem oluş düzenlerinden Kuzey Anadolu fay zonunda depremlerin önceden belirlenmesidir. Deprem oluş düzeninde her olan depremi başlı başına bir ana deprem olarak düşünürüz. Diyelim bir bölgede dört büyüklüğünde bir deprem oldu. Bu benim için ana bir depremdir. Bu depremden sonra birkaç gün, birkaç hafta içinde aynı bölgede 5 büyüklüğündeki deprem olursa o zaman ilk ana deprem diye tanımladığımız 4 büyüklüğündeki deprem, o 5 büyüklüğündeki depremin öncüsüdür. Yani bir depremden daha sonra büyük bir deprem olmadığı sürece bir depreme bakarak bu öncü deprem diyemezsiniz, denilemez ama maalesef Gemlik’te 5,5 büyüklüğünde olan bir depremde bir uzman hocamız çıktı. Bu Gemlik depremi öncü deprem dedi ama arkasından hiçbir büyük deprem olmadı. Dolayısıyla öncü kavramı yanlış bilinir.
Her olan küçük deprem öncü deprem değildir. Biz fay zonlarında küçük depremlere geri plan depremselliği deriz. Yani bunların olması gerekir. Bunların olmaması problemdir.
Her olan küçük deprem öncü deprem değildir. Biz fay zonlarında küçük depremlere geri plan depremselliği deriz. Yani bunların olması gerekir. Bunların olmaması problemdir. Olursa bunlar öncü değildir ama bunların akabinde 4-5 büyüklüğünde hissedilir, bunlardan daha farklı depremler olur da arkasından büyük bir deprem olursa bizim için öncü depremler onlardır. O da ancak büyük deprem olduktan sonra anlaşılır.
EA: Aslında bizim için öncü dediğimiz kavram sonrasında bir depremin olup olmadığına bağlı olarak anlaşılıyor. Yani kendisinin tek başına bir anlamı yok.
ŞB: Yok. Zaten topluma bazı yanlış bilgilerin verilmesi de dedim ya sismoloji uzmanı olmayan kişilerin toplumu yanlış bilgilendirmesini düzeltemiyorsunuz. O yüzden doğru bilginin mutlaka doğru uzmanlar tarafından verilip verilmediğinin incelenmesi lazım. Peki bunu kim yapacak? Öncelikle medyanın yapması lazım. Sonra da tabii ki insanların yapması lazım. Nasıl hastalandığınızda doktorlarınızın uzmanlık alanlarını araştırıyorsanız deprem konusunda da size bilgi veren kişilerin doçentlik alanlarını, doktora alanlarını, hangi alanlarda çalıştığını, hangi kurumlarda, hangi projelerde, hangi özgeçmişe sahip olduğunu da araştırmanız, bakmanız lazım ama maalesef bu biraz zahmet içerdiği için insanlar kolaycılığa kaçarak kim depremin yerini söylüyorsa en iyi bilen o uzmandır deyip onu takip ediyorlar.
Sosyal medyada benim serbest alim diye tabir ettiğim, söylediğim gibi hiçbir yer bilimleri hiçbir fizik hiçbir matematik hatta hiçbir üniversite eğitimi almamış kişiler kendilerine farklı lakaplar ve isimler takarak bizlerden çok fazla izlenen takip edilen kişilere dönüşüyorlar.
Artı sosyal medyada benim serbest alim diye tabir ettiğim, söylediğim gibi hiçbir yer bilimleri hiçbir fizik hiçbir matematik hatta hiçbir üniversite eğitimi almamış kişiler kendilerine farklı lakaplar ve isimler takarak bizlerden çok fazla izlenen takip edilen kişilere dönüşüyorlar. Bu da maalesef i sahte bilime zemin hazırlıyor bu da serbest alimlere verilen değerin tezahürüdür. Burada tabii ki bu insanları da çok fazla suçlamamak lazım ama biraz uzmanlığa bakmaları gerekiyor.
EA: Evet. Alıcılar olarak daha bilinçli bir bilgi edinme gerçekleştirmemiz gerekiyor. Doğru bilgileri edinmek için. Uzmanların sizin de dediğiniz üzere uzmanlık alanlarına da bakılması gerekiyor.
ŞB: Hatta şunu da söyleyeyim. Yani bazen öyle şeyler oluyor ki. Hayatında hiçbir deprem istasyonu kurmamış, hayatında hiçbir deprem verisini okumamış, bu verilerin nasıl çalıştığını, verilerin nasıl olduğunu bilmeden yorum yapan insanlar var. Bunları okumak da önemli bir şey. Örnek olarak, farklı kurumlar Türkiye’de deprem istasyonu işletir. Bunun içerisinde iki tane çok önemli kuruluş, Kandil Rasathanesi ve diğeri AFAD’dır, ki daha önce Afet İşleri Genel Müdürlüğü’ydü. Buradaki çalışan arkadaşları yaptıkları özverili çalışmalardan dolayı kesinlikle tebrik etmek lazım. Çünkü deprem ölçümü bizim 9-5 buçuk mesaisiyle sürdürdüğümüz araştırmalar değildir. Çok zor şartlar altında, dağlarda, köylerde, uçurumların kenarlarında yaz-kış demeden, toz-toprak demeden kurulan istasyonların işletilmesi, o verilerin anlık olarak, sürekli olarak rasathane ve AFAD’a getirilmesi, o verilerin 7/24, bayram seyran demeden sürekli izlenip o bilgilerin hesaplanması bir kere önemli bir iştir. Türkiye’nin gelişimiyle beraber deprem istasyon sayıları zaman içerisinde artarak bugünkü seviyelere gelmiştir. Şimdi bunu neden söylüyorum? Sosyal medyada ve medyada deprem istasyon sayısıyla deprem oluşumunu bilmeyen kişiler işte diyorlar ki şu dönemle şu dönem arasında Türkiye’de deprem etkinliği arttı. Hayır, o dönemle o dönem arasında kurulan deprem istasyon sayısı arttı. Şimdi bunu bilmeden yaptığınız her yorum tamamen yanlış. Sismolojide böyledir, ne kadar fazla istasyon kurarsanız kaydettiğiniz deprem sayısı üstel olarak artar çünkü daha küçük depremleri kaydedersiniz.
Sosyal medyada ve medyada deprem istasyon sayısıyla deprem oluşumunu bilmeyen kişiler işte diyorlar ki şu dönemle şu dönem arasında Türkiye’de deprem etkinliği arttı. Hayır, o dönemle o dönem arasında kurulan deprem istasyon sayısı arttı.
Bir depremi kaydedebilmeniz için aslında üç istasyon, minimum 5 faz okuması lazımdır. Yani 3 tane P, 2 tane S veya 4 P, 1 tane S. Yoksa depremin yerini, büyüklüğünü bulamazsınız. İstasyon sayısını ne kadar artırırsanız, kaydedeceğiniz depremlerin sayısı ve çözdüğünüz depremlerin sayısı çok artar. İnsanlar da zanneder ki, yahu sayıya baktık, şu 10 yıllık dönemde depremlerin sayısı artmış. Bir önceki 10 yılda bu kadar değildi. E değildi çünkü deprem istasyon sayısı yetersizdi. O yüzden küçük depremleri biz ölçebiliyorduk ama yerini, büyüklüğünü bulamadığımız için topluma açıklayamıyorduk. Depremin enlemini, boylamını, derinliğini, büyüklüğünü hesaplamadığınız depremi ne diye açıklayacaksınız? O çözüm için de yeteri kadar istasyon sayısı gerekiyor. İşte bu çok basit bir örnek. Bu tür insanlara maalesef çok fazla itibar ediliyor. Halbuki toplumu tamamen yanlış bilgilendiren ve yanlış yönlendiren insanlar bu tür kişilere de ve kurumlara da ya da ismi ne olursa olsun uzmanlara da ya da uzman geçinenlere de itibar edilmemesi lazım.
Şunu da söyleyeyim, küçük küçük depremlerin olması ya da orta büyüklükte depremin olması büyük depremin oluşumunu engellemez. Neden engellemez? Bir tane 7 büyüklüğünde bir depremin enerjisini açığa çıkarmak istiyorsanız. Yani orada 7 büyüklüğünde bir deprem olmasını istiyorsanız 32 tane 6 büyüklüğünde o noktada deprem yapmanız lazım. Bir tane 7 büyüklüğündeki depremin enerjisini sıfırlamak istiyorsanız, 1000 taneden fazla 5 büyüklüğündeki bir deprem yaratmanız lazım. Dolayısıyla eğer 7 büyüklüğündeki depremi önlemek istiyorsanız 32.000 taneden fazla 4 büyüklüğündeki depremler yapmanız gerekir ki bu da mümkün değil.
EA: Böyle bir şey yok diyorsunuz.
ŞB: Kesinlikle yok. İşte bir yanlış bilgi de bu mesela.

EA: Evet, bunu da düzeltmiş olduk. İnsanlar şunu düşünüyorlar: Küçük depremler oldu oldu artık biz büyük depremden en az hasarı alırız ya da belki de hiç olmaz ,artık sönümlenmiştir gibi düşünüyorlar. Teşekkür ederim. Doğru soruları sormanın öneminden bahsediyorsunuz. Gelecek bir depremi tanımak, bir depreminin olası etkilerini öğrenmek ve gereken önlemleri almak adına bizim sormamız gereken sorular nedir? Siz bu doğru soruları neler olarak görüyorsunuz?
ŞB: Evet, şimdi gelelim kaldığım yere. Doğru sorular şunlar: Deprem açısından vatandaşın hayatını etkilemeyecek bilgilerin çok büyük bir önemi yok. Örnek, bir depremin 7 km derinde olmasıyla 10 km derinde olmasının ilk başta vatandaş için çok önemi yok. Siz 7 km’de de olsa, 10 km’de de olsa sarsılacaksınız. Dolayısıyla önlem almadığınız sürece deprem ha 7 kilometrede olmuş ha 15 kilometrede olmuş, siz savrulup sallanacaksınız, belki yıkılan binalar hayatınızı etkileyecek, iletişiminizi kesecek. O nedenle evet kişisel merak olarak bunu sorabilirsiniz ama ilk yapmanız gereken depremle ilgili hazırlıkları, önlemleri ve doğru davranışları öğrenmek. Yani, ya hocam deprem olacak mı? Olacak. Ne zaman olacak? İşte, doğru soru değil. 3 vakte kadar olacak. Bilmiyoruz. Deprem önceden belirleme konusunda doktora yapmış ve 1986’dan beri sismoloji çalışan biri olarak şunu söyleyebilirim ki biz, depremlerin nerelerde yaklaşık hangi büyüklüklerde olacağını biliyoruz ama zamanını bilmiyoruz. Bu sorunun bir faydası yok. İnsanlar bir kahraman arıyorlar. Depremin zamanını söyleyecek, onları bir ödevden, külfetten kurtaracak kişi arıyorlar. O kişi ben değilim.
Biz depremlerin nerelerde olacağını biliyoruz. Ama ben il il, ilçe ilçe isim saymak yerine ben diyorum ki depremin zamanı bilmediğiniz sürece ve bu isimleri saydığınız illerin, ilçelerin hangisinde ilk kırılma, ilk deprem olacağını bilmediğiniz sürece isimleri saymak insanlara kötülük etmek demektir.
Biz depremlerin nerelerde olacağını biliyoruz. Ama ben il il, ilçe ilçe isim saymak yerine ben diyorum ki depremin zamanı bilmediğiniz sürece ve bu isimleri saydığınız illerin, ilçelerin hangisinde ilk kırılma, ilk deprem olacağını bilmediğiniz sürece isimleri saymak insanlara kötülük etmek demektir. Ne demek bunu açıklayayım. Biz bir yerde deprem olacak dediğimizde o ildeki arazi, o ildeki binaların değerini düşürürüz. Sigorta değerleri artar. İnsanların psikolojisini bozarsınız. Siz rahatsınız, oturduğunuz yerde uzman olarak illeri sayarsınız. Televizyonda da sayarsınız ama o ilde oturan insanlar sürekli bir tedirginlik ve korku içerisinde olurlar. Yahu ne zaman olacak korkusuyla normal yaşamlarını sürdüremeyen, uyuyamayan ben yüzlerce, binlerce insan olduğunu biliyorum. Dünyada bakın dünya diyorum Japonya’dan Amerika’ya Rusya’dan İtalya’ya kadar Çin’den Tayvan’a kadar Meksika’ya Şili’ye kadar dünyada henüz depremleri biz önceden bilecek teknik yöntem geliştiremedik.
Japonya’dan Amerika’ya Rusya’dan İtalya’ya kadar Çin’den Tayvan’a kadar Meksika’ya Şili’ye kadar dünyada henüz depremleri biz önceden bilecek teknik yöntem geliştiremedik.
Deprem çok karmaşık bir olay yer kürenin içinde her depremde görülen belirtiler bir diğer depremde görülmeyebiliyor. İşte bu yüzden doğru sorular önemli. Demin sorduğunuz gibi küçük depremler büyük depremleri engeller mi? Engellemez. İşte biz fayın içine su bassak depremin olmasını engelleyebilir miyiz? Yapıldı. Amerika’da Japonya’da yapıldı. Olmadı çünkü depremler genellikle 7 ile 10 kilometrenin altında olur. Buralara sondajla erişmek öyle çok kolay, çok basit işler değildir. Dünyanın en derin sondajı 12.282 metre Rusya’da. Bu 13 kilometre bile değil 26 yılda delinmiştir. Yani insanlar yer kürenin iç dinamiğini bilmediği için basınç nedeniyle sıcaklık koşulları nedeniyle sondajlarla fayların diplerine inip o tür bir yöntemi yapmamız mümkün değildir. İşte burada temel soru elbette bilimsel merak başka bir şey ama toplumda özellikle televizyona çıktığımızda insanların öğrenmek istediği sorular doğru sorular değil. Ne zaman deprem olacak? Nerede olacak? Söyleyeyim. Türkiye bir deprem ülkesi. Alın size cevap.
EA: Her yerde.
ŞB: İşte onu söylüyorum. Ne zaman olacak? 3 vakte kadar. Bu vakti siz 3 ay mı dersiniz, 3 yıl mı dersiniz yoksa 3 tane güneş yılı mı dersiniz bilemem ama olacak. Türkiye bir deprem ülkesi. Tabii bunu şöyle bir şey de söyleyeyim. İnsanlar şunu unutmasınlar: Doğada olan doğal kaynaklı, doğa kökenli afetler tekrar eder. Geçmiş dönemde bir yerde deprem olduysa orada mutlaka deprem olur. Biz bugün Hatay’dan, Maraş ‘tan, Marmara’dan buraların deprem riskinden bahsediyorsak geçmiş dönemlerde binlerce yıl içerisinde buralarda çok büyük yıkımlarla sonuçlanmış deprem kayıtları olduğu içindir. Tarihsel kayıtlar var. Tarih kitaplarında bu tür yıkımları anlatan çok kaynak var. Hatay Bundan evvel tarihi ismiyle Antiokhos diye geçen yedi kere büyük depremle yıkılmış. Dolayısıyla biz Hatay’da, Maraş’ta, Elâzığ’da veya Marmara’da depremlerin olacağını biliyoruz. O yüzden doğru soru ne zaman değil. Yarın deprem olacakmış gibi hazırlanmamız lazım. Özellikle anne babalar bu hazırlığı yapmazlarsa inanın çocukları da yapmayacak. O yüzden depreme karşı yapılacak hazırlık, alınacak önlemler bir bilinçtir, bir kültürdür.
Yarın deprem olacakmış gibi hazırlanmamız lazım. Özellikle anne babalar bu hazırlığı yapmazlarsa inanın çocukları da yapmayacak. O yüzden depreme karşı yapılacak hazırlık, alınacak önlemler bir bilinçtir, bir kültürdür.
Çocuklar ailelerinin ne yapıyorsa onu izlerler. Dolayısıyla anne baba olarak bizler bir şey yapmadığımız sürece bunları çocuklarımızdan bekleyemeyiz. Ve şunları söylemek çok önemli: Türkiye’nin hemen hemen her tarafı deprem ülkesidir. Dışarıdaki Yunanistan, Ege’de ya da İran’daki bir depremde bile biz can kayıpları yaşadık. Etkilendik. Sisam depremi 2020 yılında İzmir’de 117 kişinin ölümüyle sonuçlandı. Sisam depremi oldu birdenbire İzmir depremi. Hayır, o Sisam depremiydi. 80 kilometre İzmir’in dışındaki bir deprem, İzmir’de 117 tane kardeşimizin hayatını aldı. Bizim depremimiz değil o. Dolayısıyla bakın 80-100 km ötedeki bir deprem bile can kaybına yol açıyorsa bu bizim yeteri kadar hazırlanmadığımızın, yapı şartnamelerine uymadığımızın bir kanıtıdır. Burada siz istediğiniz soruyu sorun. Hazırlanmadığınız sürece deprem önlemi için ne yapmalıyım, nasıl önlem almalıyım, nasıl davranmalıyım?
Doğru soruları sormadığınız sürece maalesef, bu söylediklerimi yine büyük acılarla hatırlayacaksınız ve gün gelecek diyeceksiniz ki, Şerif Hoca bir röportaj sırasında bunların olacağını söylemişti.
Doğru soruları sormadığınız sürece maalesef, bu söylediklerimi yine büyük acılarla hatırlayacaksınız ve gün gelecek diyeceksiniz ki, Şerif Hoca bir röportaj sırasında bunların olacağını söylemişti. Ben yaşadığım 64 yılın içerisinde bir sürü depremle karşı karşıya kaldım. Her depremde gördüğümüz hasarlar, yıkımlar, can kayıpları birbirinin aynısı.
EA: Evet maalesef. Aynı senaryolarla tekrar tekrar karşılaşmaya devam ediyoruz.
ŞB: Yaşananlardan ders alıp geleceğe dönük önlem, afetin zararını azaltacak çalışmalar, hazırlıklar yapmadığımız, eğitim ve tatbikatları düzgün yapmadığımız için bizim toplum olarak depreme hazırlanmamız pek kolay da değil açıkçası.
EA: Dediklerinize ek olarak, 1990-2017 tarihleri arasında büyük ölçekli sayılabilecek 7 depremle sarsılmış olup en tehlikeli 4. deprem bölgesi olmamıza karşın Türkiye henüz deprem gerçeğini kabul etmiş değil ve bunu yaşamına entegre etmiş değil. Sizce bu gerçekle yaşamayı öğrenebilecek miyiz? Örneğin sizin çalışmalarınızın Japonya’da da yürütülen ayakları var. Japonya depremle yaşamayı öğrenmiş, bizden kat be kat daha büyük depremlerle sınanmış bir ülke. Onlar bu entegrasyonu kendilerine nasıl sağladılar ve biz Türkiye olarak bunu ileri zamanlarında sağlayabilecek miyiz? Bu konu hakkında düşüncelerinizi almak istiyorum.
ŞB: Şimdi demin söylediğiniz aslında AFAD’ın 2018’de doğa kaynaklı afetlerin bir kitapçığı, raporu. AFAD 2018’de yaklaşık 117 yılda 77 tane yıkıcı ve can kayıpları yol açan depremle Türkiye’nin dünyada deprem tehlikesi açısından dördüncü sırada olduğunu açıklayan bir rapordu bu. Onu da ben eğitimlerde kullanıyorum. Bir afetler ülkesi iki nokta üst üste Türkiye. Yani sadece deprem değil birçok afette de bu temel terimi kullanıyoruz. Bunun temel sebebi Türk halkı uzun vadeli planlama, uzun vadeli hazırlığı sevmiyor olmasıdır. Bizler Türkler olarak, ben de dahil, kriz çözümünde, yani olay olduğu anda, hızlıca zekamızı kullanarak, becerimizi kullanarak çok hızlı müdahale eden ve bu süreçleri yumurta kapıya gelince hayata geçiren bir ulusuz.
Bizler Türkler olarak, ben de dahil, kriz çözümünde, yani olay olduğu anda, hızlıca zekamızı kullanarak, becerimizi kullanarak çok hızlı müdahale eden ve bu süreçleri yumurta kapıya gelince hayata geçiren bir ulusuz.
Biz Japonya, Amerika veya dünyanın gelişmiş ülkeleri gibi önceden planlama yapıp, bu uzun vadeli çalışmaları, hazırlıkları seven bir toplum değiliz. Artı bunlar seçim için oy getiren davranışlar da değil. Bir de biz çok çabuk unutuyoruz. Halbuki Japonya’daki olay unutulmama üzerinedir. Eğer çok sık deprem olursa ve tabii ki toplum geçmiş deneyimleri unutmazsa önlem alması çok daha hızlı ve çok daha kolay oluyor. Elbette bütün bu unsurları bir araya getirdiğinizde 3 şey ortaya çıkıyor. Eğitim, eğitim, eğitim. Yani siz bu eğitimi kreş seviyesinden alıp emeklilerin katılımına kadar yaygınlaştırmadığınız sürece bu bilincin oluşması, bu afet önlemlerinin yaygınlaşması pek de mümkün değil. İlk öğretimde 2007 yılında müfredatta bir değişiklikle çocukların bilinçlendirilmesi eğitimin içine kondu ama kreşlerde böyle bir eğitim yok. Sadece belirli kurumlar mesela İBB ve AKOM kreşlere dönük minik adımlarla güvenli yaşam diye bir eğitim veriyor. Çok önemli çünkü ağaç yaşken eğilir. Bizim atasözümüz. Dolayısıyla eğitimin sürekli hale gelmesi lazım. Yani kreşten başlayarak ilkokul, ortaokul, lise ve tabii ki okula gitmeyen ya da mezun olmuş orta yaş ve yaşlı kesimlerin de çeşitli afet eğitim merkezleriyle, belediyelerin düzenleyeceği kurslarla eğitim almaları gerekiyor ama biz yine eğitimi yanlış algılıyoruz. Eğitim, bilginin sunulması, bilginin verilmesi değildir. Biz size sunum yaparak, biz size broşürler dağıtarak eğitim yapmayız. Yapamayız, öğretemeyiz. Aldığınız bilgiyi uygulamak zorundasınız, tekrar etmek zorundasınız. Maalesef Türkiye’de afet eğitimi simülasyon merkezlerinin sayısı, bir elin parmağı kadar bile değil ve buralar çok etkin olarak şirketler tarafından, okullar tarafından da kullanılmıyor.
Maalesef Türkiye’de afet eğitimi simülasyon merkezlerinin sayısı, bir elin parmağı kadar bile değil ve buralar çok etkin olarak şirketler tarafından, okullar tarafından da kullanılmıyor.
Neden bunu ben biliyorum? Çünkü Bursa’daki Türkiye’nin en kapsamlı, en donanımlı afet eğitimi ve simülasyon merkezinin danışmanıydım. Bu eğitim merkezindeki eğitim alan kişilerin sayısının çok sınırlı olduğunu gördüm ve özellikle Bursa’ya proje için veya seminer eğitimler için gittiğimde insanların böyle bir merkezden haberdar olmadığının bilincindeydim. Dolayısıyla topyekûn bir eğitim seferberliği yapılması gerekiyor. Burada da teorik bilgiler yerine pratik olarak insanların depremle ilgili önceden yapmaları gereken hazırlıkları, deprem sırasında nerede olursa olsun doğru davranışları, depremden sonra ya da afetten sonra da ne şekilde davranmaları gerektiğini uygulamalı göstermek lazım. İşte medyada duyuyoruz, sel olacak uyarı veriliyor. Vatandaşlar tedbiri alsın. Ne tedbiri? Alınacak tedbiri söylemedikten sonra, alınacak tedbirin yolunu göstermedikten sonra, bu söylemin, bu uyarının çok da bir anlamı yok. Bu biraz sorumluluktan kaçmaktır. O yüzden bizim eğitimi uygulamalı ve sürdürülebilir hale getirmemiz lazım. Şimdi ben eğitim veriyorum. Televizyonlarda bu konuda her depremden sonra yapılması gerekenleri anlatıyorum ama ben çok popüler bir hoca değilim. Gerekçesi şu: Ben insanlara ev ödevi veriyorum. İnsanların, bu işlerde sorumluluğu olduğunu kendilerinin de yapmaları gerektiği şeyler olduğunu söylüyorum ve maalesef Türk halkı bunu sevmiyor. Sevmedikleri için de depremin nerede olacağını söylememi, onların da kolaylıkla deprem olacak yerlerde ben binadan çıkayım deprem olup bitsin, ben tekrar binama gireyim gibi bir kolaycılığın içerisinde bekliyorlar. Böyle bir şey benim bilim ahlakıma ve bilim insanı sorumluluğuma uymuyor çünkü söyleyeceğim her söz aslında insanların psikolojisini, insanların ekonomisini dolayısıyla o bölgenin ve o ülkenin ekonomisini sıkıntıya sokar. Her afetle ilgili yapılan bu tür söylemler toplumun tüm kesimine etkiler.
Unutmayın ülkenin neresinde bir afet olursa olsun bunun zararını imece kültürüyle biz ödüyoruz. Hepimiz ödüyoruz ve sizler gençsiniz sizler bizden çok daha fazla bu bedelleri ödeyeceksiniz.
Unutmayın ülkenin neresinde bir afet olursa olsun bunun zararını imece kültürüyle biz ödüyoruz. Hepimiz ödüyoruz ve sizler gençsiniz sizler bizden çok daha fazla bu bedelleri ödeyeceksiniz. Bu ekonomik kayıpları ödeyeceksiniz. O yüzden ben insanlara her eğitimde şunu anlatmaya çalışıyorum: Afetlerle ilgili yapacağınız her türlü zarar azaltma, önlem, hazırlık sizlerin ve çocuklarınızın afetlere karşı ödeyeceği bedelleri azaltan çalışmalardır. Bu gönüllülük anlamında da böyledir. Bilgi beceri anlamında da böyledir. Deprem riskini azaltmak istiyorsanız toplumun kapasitesini yükseltmeniz gerekiyor. Toplumun kapasitesi nedir biliyor musunuz? Afetlere karşı yapılan planlama, afetlere karşı yapılan her türlü hazırlık, eğitim ve tatbikat toplumun afet kapasitesini artırır ve zararı düşürür. O yüzden eğitim, eğitim, eğitim dedim ya düzgün eğitim ve bunu, sık sık basit tatbikatlarla bir kas hafızasına dönüştürmemiz lazım ki hemen deprem olduğunda şokla beraber kaçıp koşmak yerine, binadan, camdan, balkondan atlamak yerine doğru davranışları yaparak yaralanmayalım hatta ölmeyelim.

EA: Kesinlikle bilincin oluşmaması, insanların neyi yapması gerektiğini ve ne zaman yapması gerektiğini bilmemesinin sonucundan oluyor. En aktif şekilde öğrenmeyi amaçlamamız gerekiyor. Yılda bir yapılan tatbikatlar da yeterli değildir. Bize dağıtılan broşürler de yeterli değildir. Bizim aktif öğrenmeye ihtiyacımız var. Özellikle gençler olarak, çocuklar olarak.
ŞB: Kesinlikle. Okullarda eğitim var ama tatbikatlar yanlış yapıldığı sürece o eğitimin hiçbir anlamı kalmıyor. O yüzden, pratik uygulama çok önemli. Belediyelere afet eğitimi simülasyon merkezlerinin, özellikle afet eğitimlerinin, bir kamu hizmeti olarak sunulması gerektiğini hatırlatmamız gerekiyor ve talepte bulunmamız gerekiyor vatandaşların seçtikleri milletvekillerini, seçtikleri belediye başkanların da seçim yaparken bu kriterlere göre seçmeleri gerekiyor yani afet bilinci sadece bizlerin evde yapacağı bir aile afet planı değildir. Vatandaşların yapması gereken seçtikleri kişileri sorgulama, seçtikleri kişileri denetleme ve asli görevlerini yapıp yapmadıklarını kontrol etmekdir.
EA: Evet, bir afet durumunda müdahaleyi yapacak kişiler yetkililer tabii ki. Bizim de bu afet olmadan önce bunların yapılacağına dair güvencimizi almamız gerekiyor. Olabildiğince kapılarını çalmamız gerekiyor.
ŞB: Şunu da söyleyeyim. Doğru ve hızlı bir afet müdahalesi için bile afet öncesinde çalışma, hazırlık yapılması lazım. Yoksa bu çalışmaları, siz afeti bekler, ben müdahale edeyim derseniz, o zaman iş işten geçmiş oluyor.
EA: Teşekkür ediyorum. Sizin eklemek istediğiniz farklı bir konu varsa dinliyorum.
ŞB: Var. Türkiye, şu an 7’den büyük, yaklaşık 7 farklı bölgede deprem olursa şaşırmaması lazım. 6’dan büyük onlarca bölgede deprem olabilir. Genellikle doğuda, yani ekonomik olarak ve bina kalitesi olarak düşük olan İç Anadolu’da, Doğu’da 5,5 ve daha büyük bir deprem hasar yaratır. Batı’da 6 ve 6’dan büyük depremler hasara ve yıkıma sebebiyet verir. İnsanlar şunu unutmasın: Türkiye’nin deprem tarihine bakıldığında özellikle 1900’den günümüze söyleyeyim. Her 1,5 yılda bir biz 6 büyüklüğüne bir depremle, her 4,5 yılda bir de 7’den büyük bir depremle karşı karşıya kalıyoruz. O nedenle sizler ve sizin gibi genç insanlar, hayatlarının bundan sonraki dönemlerinde çok sık bu depremlerle karşılaşacaklar. İnsanlar bu gerçeği unutmadan bu tür depremleri önceden haber vermek henüz mümkün değil. O yüzden ne kadar erken uyarı sistemleri olsa bile insanların hazırlıklar yapmaları, zarar azaltacak birtakım basit bilgileri edinmeleri, önlemleri evlerinde, okullarda ve iş yerlerinde almaları gerekir. Afetlere hazırlık sadece devletin, sadece kamunun, sadece belediyelerin görevi değildir. Birleşmiş Milletler, afetlerle ilgili zarar azaltma konseptinde en dış halka hükümetleri, onun iç halkası belediyeleri, onun iç halkası büyük şirketleri, sonrasında kamuyu yani özel şirketleri, okulları ve en iç halkada da vatandaşları yani sizleri paydaş olarak mutlaka ilişkilendirmiştir. İnsanların da evlerinde bireysel olarak yapmaları gereken, almaları gereken sorumluluklar ve hazırlıklar olduğunu unutmamak lazım. Bütün bunları yapsanız bile afeti önlemek mümkün değildir. Afetler önlenemez, afetlerin zararı azaltılabilir. O nedenle gelecekte bundan sonra olabilecek afetler için hazırlıklar ve zarar azaltmak çok önemlidir. Maalesef şu an İstanbul’un da içinde olduğu Marmara’da özellikle meteorolojik afetler ülkede gün geçtikçe artarak devam etmekte.
Birleşmiş Milletler son 50 yılda afetlerin sayılarının ve etkilerinin artarak devam ettiğini söylüyor. Bu şu demek: Gelecek on yıllarda afetlerin sayıları şu anki güne nazaran çok daha fazla olacak.
Birleşmiş Milletler son 50 yılda afetlerin sayılarının ve etkilerinin artarak devam ettiğini söylüyor. Bu şu demek: Gelecek on yıllarda afetlerin sayıları şu anki güne nazaran çok daha fazla olacak. Dolayısıyla şehirleşme arttıkça, çevresel iklim koşullarının bozucu karbon salınımı oldukça, biz yeşil alanları kesmeye, talan etmeye devam ettikçe, maalesef bu afetler katlanarak artacak ve yeni afetler eklenerek hayatımızı etkileyecek. O yüzden önlem şart ve İBB ve AKOM’un onların bir sloganı var: Tedbir hayat kurtarır. O nedenle insanlara son mesaj olarak da alacakları tedbirlerin kendi ailelerini ve kendi yakın çevresinin hayatını kurtaracağını, ekonomik zararını azaltacağını hatırlatmak istiyorum.
EA: Hocam Japonya’da 9.1 büyüklüğünde bir depreme denk geldiniz sanırım değil mi? Doğru anladım.
ŞB: Evet, doğru.
EA: Peki orada fark ettiğiniz en önemli ayrıntı neydi? Yani Türkiye’de bu olsaydı şöyle bir sonuç yaşanırdı. Japonya’da bu afeti gayet iyi yönettiler diye bir kontrast farkı yarattığınızda sizin dikkatinizi çeken en önemli şey neydi orada?
ŞB: Japonya’da 1988’de 6,8 Tokyo’da. Yine 2003’te 7,8 Sendai’de ki Sendai’den sabah trene binip 4 ay sonra Tokyo’ya geldiğimde Sendai’de olan depremi Tokyo’da yaşadım. 2011’deki depremi de Tokyo’dan Kobe’ye gittim. Kobe’de Japon yetkililerle bu afetlerle ilgili Milli Eğitim’in bir projesinde afet eğitim içeriklerini incelerken depremle karşı karşıya kaldım. Şimdi bu üç depremde de gözlemlediğim en temel unsur elbette toplumun reaksiyonuydu. Sakin kalarak çök kapan tutun hareketini uygulamaları, kendini hiçbir depremde camdan, balkondan atmamalarıydı. 2011 depreminde Japonya’da kendini balkondan atan tek bir kişi vardı. O da Türk’tü.
2011 depreminde Japonya’da kendini balkondan atan tek bir kişi vardı. O da Türk’tü.
Yine 2011’e baktığımızda 2011’de erken uyarı sistemi devredeydi. Tabii ki bu çok önemliydi. O nedenle çok az kayıpla sonuçlandı. 1995’te alınan önlemlerle Kobe’nin yeniden yaratıldığını gördüm ve Japonya, bu Kobe depreminden edindiği deneyimlerini, Hyogo Çerçeve Antlaşması diye 2005 yılında Dünya Afet Zararlarının Azaltılması Kongresini Japonya’da toplayarak Birleşmiş Milletler 168 ülkeye afetlerle ilgili alınması gereken önlemleri imzalattırdı. Türkiye’de bunlardan biriydi. 2011 depreminin 5. yıl dönümünde 2015’te bu sefer Japonya, Sendai depreminden edilmiş dersler ışığında 3. Dünya Afet Zararlarının Azaltılması Kongresini, Birleşmiş Milletlerle beraber Sendai’de yaptı ve 15 yıl süreli 2015 ile 2030 yıllarını kapsayan bir çerçeve anlaşmasını imzaladı. İşte bu çerçeve anlaşmalarında az evvel size bahsettiğim zarar azaltma hazırlıkla ilgili ülkelerin yapmaları gereken çalışmalar çok önemliydi. Burada toplumun her kesiminin bu işe mutlaka eklenmesi gerektiği, incinebilir grupların özellikle cinsiyet ve afet ilişkisinin mutlaka ele alınması gerektiğini ve tabii ki 2005’teki çerçeve anlaşmasında erken uyarı sistemlerinden bahsedilirken 2015 yılında çerçeve anlaşmasının altı, yedi yerinde çoklu afet tehlikelerine karşı erken uyarı sistemlerinin geliştirilmesi, yaygınlaştırılması ve uygulanması gibi çok önemli revizyonlar zaman içerisinde edinilen derslerin teknolojiyle birleştirilerek halkın zararını azaltacak önlemleri ülkelere bir kılavuz gibi vermeleri önemliydi. Temel fark tabii ki her depremde benim gördüğüm bu afet eğitimleridir. Afet tatbikatları çok yaygın ve çok ciddi şekilde yapıldı. 2011’deki bir tatbikat söyleyeyim. Kobe’de yapılan bir tatbikat. Biz gittik katıldık. Emekli insanlar, yangın söndürme tatbikatı yapıyorlar. Bir parkta toplanıyorlar. Baretleri, kaskları elinde. Kovalarla elden ele su taşıyarak, plastik bir havuzu dolduruyorlar. İtfaiye’den gelen bir motopompla doldurulan havuzdan yangını söndürüyorlar. Ben dedim ki ya niye böyle yapıyorsunuz? Dediler ki “Kobe’de yollar tıkandı, köprüler devrildi, yangına ancak biz böyle müdahale edebildik çünkü eski Kobe’de yangınlar çok fazla ölüm ve kayba yol açtı”. O yüzden bu tatbikatı yapıyorlardı. Bu tatbikatı senede kaç kere yapıyorlardı biliyor musunuz? 12 kere. Her ay.
Kobe’de yangınlar çok fazla ölüm ve kayba yol açtı. O yüzden tatbikat yapıyorlardı. Bu tatbikatı senede kaç kere yapıyorlardı biliyor musunuz? 12 kere.
Bunlar 65 yaşının üstündeki yetişkin, erişmiş ya da yaş almış hanımlar ve beylerdi. Bakın şimdi bunların lumbagoları, bunların siyatikleri, bunların bel ağrıları yok mu? Her ay o parkta bu tatbikatı yapıyorlar ve tatbikat sonunda o su ne oluyor biliyor musunuz? Parktaki ağaçları sulamak için itfaiye tarafından değerlendiriliyor ve kullanıyor. Yani boşa da gitmiyor. Dolayısıyla temel fark budur. Ben hiçbir kurumun, bırakın senede 12 kere tatbikat yapmayı, hiçbir derneğin senede 4 kere tatbikat yaptığına henüz rastlamadım. Temel fark buydu.
EA: Muazzam.
ŞB: Bu arada son cümleyi söylemeden şunu eklemek isterim: HAARP teknolojisi diye bir teknoloji ile depremin tetiklendiği ve böyle bir geminin dolaştığı sosyal medyada ve televizyon bazı kanallarında aslı astarı olmayan bir sürü bilgi var. Öncelikle şunu net söyleyeyim: HAARP teknolojisi, atmosferde iyonosfer katmanlarını izlemek için yapılan radyo sinyallerinin gönderilerek farklı frekanslarda iyonosferin gece ve gündüz katmanları arasındaki farkı incelemeye yarayan bir teknolojidir. Bu veri iletişiminde özellikle küre olan bir dünyanın diğer ülkelerine radyo sinyali veri aktarırken biz iyonosfere yansıtılan dalgalarla bunu yaparız. Bir kere bu araştırmalar onun için yapıyor. İkincisi ozon tabakası dediğimiz tabaka iyonosferin içindedir. Yani ozon tabakasının delinmesi, güneşin zararlı ışınlarının gamma, beta ve xray gibi ışınların mikroorganizmalara ve canlara verdiği zararı kanseri yaratan bir boşluktur, bir deliktir. Bunun çapının incelenmesi için bu araştırmalar yapılır. Üçüncüsü, yer kabuğu 10 kilometre 15 kilometre derinliklerinde çok geçirimsizdir. Yer 6371 kilometre yarı çapında bir küredir. Bu 12 bin küsür kilometre eder ve içi 700. kilometreden sonra 1100-1200 derece sıcaklıklardan, çekirdeğe kadar yaklaşık 10.000 santigrat dereceye kadar sıcaklı olan bir magmadır. Siz insanoğlu ve canlılar olarak yer kabuğunda bu kadar kalın bir sıcaklığın üstünde hiçbir sıcaklık hissetmeden yaşıyorsunuz. Bu sıcaklık yukarıya neden iletilmiyor? Yer kabuğu otuzla yetmiş kilometre kalınlığında, ortalama 100 km diyelim, yer kürede bir elmanın kabuğuyla elmanın oranı kadardır. Bu kadar ince bir kabuk, o kadar büyük bir sıcaklığı bile yukarıya iletmez. Peki aynı kabuk yukarıdan bir elektromanyetik sinyali, bir dalgayı nasıl iletecek aşağıya da depremin 10-15 km derinliğindeki gerilmeyi tetikleyecek? Arkasında hangi fiziksel mekanizma, hangi fiziksel esas var, bunu açıklamaları lazım ama söylediğim gibi HAARP’ı savunanların ya da komplo teorisyenlerinin ne fizik bilgisi var ne elektromanyetik dalga bilgisi var. Ne yer kürenin yapısı, basıncı, sıcaklığı konusunda ne de o minerallerin veya kayaçların içerisindeki minerallerin sertliği ve dayanımıyla ilgili bilgisi var. Bütün bunları koyduğunuzda komple teorisyenleri buna çok inanıyorlar. Buna yüz binlerce kişi de inanıyor ama maalesef bilimsel olarak herhangi bir şekilde bir elektromanyetik sinyalle yer küredeki bir depremi tetiklemek mümkün değil. Meteorolojik olarak da İspanya’daki seli ya da bir başka yerdeki seli maalesef yapmak mümkün değildir ama inanan çok çünkü arkasındaki bilimsel gerçeği arayan insan sayısı çok az.
Bilimden ayrılmayın diyorum. GazeteBilim’in de bir üyesi olarak bizi izleyecek, bizi okuyacak insanlara da bilimin yolunun en temel yol olduğunu tekrar ve tekrar hatırlatmak isterim.
Bilimden ayrılmayın diyorum. GazeteBilim’in de bir üyesi olarak bizi izleyecek, bizi okuyacak insanlara da bilimin yolunun en temel yol olduğunu tekrar ve tekrar hatırlatmak isterim.
EA: Şaşmamak gerekir kesinlikle. Hocam peki deneysel olarak şu an yapılan herhangi bir çalışma var mı?
ŞB: Olmaz olur mu?
EA: Depremi önlemek mümkün müdür gibi?
ŞB: Hayır hayır. Japonya’da ve Amerika’da, özellikle Amerika’da, fayın içerisine 1,2 kilometre sondajla girilerek hem cihaz koymak hem oraya su basarak kayganlaştırmak gibi stresi azaltacak, gerilmeyi azaltacak çalışmalar yapıldı ama başarılı olunamadı. Bizler depremi önceden bilecek birçok araştırmayı sürdürüyoruz ama henüz her deprem öncül belirtiler olarak düzenli bir davranış göstermediği için bilemiyoruz. Nedir bunlar? Yer manyetik alanı gibi, yerin elektrik alanı gibi, hayvan davranışları gibi. Mesela çok yaygın bilinen bir yanlış vardır: Hayvanlar depremi haber verir. Hayır, hayvanların çoğu depreme haber vermez. Hayvanlar zaman zaman mikro kırılmalar nedeniyle oluşan çok alçak veya çok yüksek frekanslara duyarlı olabilirler ve zaman zaman birkaç saniye öncesinden tedirgin olabilirler.
Mesela çok yaygın bilinen bir yanlış vardır: Hayvanlar depremi haber verir. Hayır, hayvanların çoğu depreme haber vermez. Hayvanlar zaman zaman mikro kırılmalar nedeniyle oluşan çok alçak veya çok yüksek frekanslara duyarlı olabilirler ve zaman zaman birkaç saniye öncesinden tedirgin olabilirler.
Bu, depremi önceden haber vermek değildir. Birçok depremde aynı hayvan türü, örneğin köpek, hiçbir tepki vermez veya kediler hiçbir tepki vermez. İşte bilimde bir yasa olabilmesi için her tepkinin aynı olması lazım. Depremleri önceden belirleyemememizin sebeplerinden birisi her depremde ortak görülen bir değişimin olmamasıdır. Bu değişim olmadığı için depremlerin kaotik bir bileşeni vardır. Bunun sebebi de yer kürenin içindeki yapı yani kayaçların yapısı, tabakaların yapısı çok değişken olması ve çok farklı malzemeden meydana gelmesidir. Aşağılara doğru gittikçe üstteki tabakaların basıncı, ağırlığı, sıcaklığı değişir ve bu da ortamı daha kaotik bir hale getirir. Biz karaciğerdeki bir kitleyi tomografiyle belirleyebiliriz ama yer küredekini tomografiyle belirleyemeyiz, her taraf heterojen, karmaşık çok kolay belirlenemiyor. İşte o yüzden yer küreyle insan veya meteorolojik olaylardaki önceden belirleme ile deprem önceden belirleme arasındaki fark malzeme farkıdır. Atmosfer çok yalındır, çok fazla bileşenden oluşmaz ama yer kabuğu çok karmaşıktır. O yüzden bilinmezlik çok fazla ve ortamı bozucu etkiler çok fazladır. Sınır değerler çok başkadır.

EA: Hocam deprem takip sistemlerinin giderek çoğaldığını söylediniz. Çok fazla bilgi elde etmemiz durumunda bu veriler anlamlı hale getirilip depremi daha önceden haber verme gibi bir imkâna kavuşabiliriz belki.
ŞB: Bu da çok doğru bir yaklaşım değil çünkü Japonya özellikle coğrafi olarak Türkiye’nin yarı yüz ölçümü ama istasyon sayısı olarak en az 3-4 katıdır. Yani çok fazla da istasyon kursanız ülkenin her tarafını da deprem cihazıyla donatsanız, şu anki teknoloji ile stresi ölçemediğimiz için ve de yer kabuğu çok karmaşık olduğu için bir depremde görülen bir parametre bir başka depremde görülmediği için depremi şu an önceden bilmeyi hedeflemek yerine deprem zararını azaltacak erken uyarı gibi, acil müdahale gibi afet planları, afet hazırlıkları, önlemleri ile en kolay, en basit şekilde can ve ekonomik kayıpları azaltmak durumundayız. Biz bilim insanları arkada çalışıyoruz zaten. Şu an Kocaeli Üniversitesi olarak Bursa’da, Yalova’da, İstanbul’daki deprem istasyonlarımız; arka planda mikro depremleri, ultra mikro depremleri ölçüyor, kaydediyor. Biz onları analiz ediyoruz. Depremleri anlamaya, olasılıklarını, deprem oluş düzenlerini tanımlamaya çalışıyoruz. Zaman zaman kaplıcalardaki ölçümlerle bunları karşılaştırarak acaba termal alandaki etkileşimle deprem tetiklemesi arasında bir ilişki var mı? İlişki varsa nasıl bir ilişki var? Bunların hepsini araştırıyoruz. Örneğin deprem fırtınası, bizim ölçtüğümüz bir deprem oluş düzenlerindedir. Bilinenin aksine deprem fırtınası artçı depremler sırasında olan bir olay değildir. Genellikle jeotermal kökenli volkanik aktivite olduğu bölgelerde çok kısa sürede yüzlerce binlerce deprem olması demektir.
Bilinenin aksine deprem fırtınası artçı depremler sırasında olan bir olay değildir. Genellikle jeotermal kökenli volkanik aktivite olduğu bölgelerde çok kısa sürede yüzlerce binlerce deprem olması demektir.
Mesela Armutlu‘da, termalde böyle bir deprem fırtınası biz ölçtük fakat hiç kimse farkında bile değil. Bunlar binlerce küçük depremdi. Bir ay, bir buçuk ay gibi bir sürede oldu bitti. Bilinenlerinin aksine deprem fırtınasında büyük deprem olmaz. Orta büyüklükteki depremlerle olur ve söner. Dolayısıyla çok fazla yanlış bilgi var, bizler bu ölçümleri sismologlar olarak büyük özveriyle yapmaya devam ediyoruz. Öyle deprem ağı, deprem istasyonu çalıştırmak ucuz bir işlem değildir. Çok zahmetlidir. O istasyonların yıllarca bakımının, onarımının yapılması lazım. Oraya kaynak olması lazım. Elektrik, telefon, internet… Tabii ki zaman zaman o cihazların bakımı, onarımı o cihazların değişimi gibi bütçeler gerekir. Bunun onlarca yıl olması gerekir, bir kere proje desteği bulamazsınız. Projeler en fazla 2 yıl, 3 yıl desteklenir, ondan sonra para alamazsınız. O yüzden gerçekten çok zahmetli işlerdir ve bu konuyu çalışan kişi sayısı çok azdır yani istasyon çalıştıran sismologlar çok azdır. Bunların da mutlaka belediyeler tarafından, mutlaka üniversiteleri tarafından ve mutlaka kamuoyu ve özel şirketler tarafından desteklenmesi gerekir.
EA: Hocam bu dediğinizden pek fazla desteklenmediğini anlıyorum açıkçası.
ŞB: Bir Japonya gibi değiliz kesinlikle.
EA: Hocam çok teşekkür ederiz. Sorularımın tamamını cevaplamış oldunuz. Hatta aralarda soracağım soruları bile daha önceden öngörüp onları da cevapladınız. Teşekkür ediyorum. Bulunduğunuz önerilerde, özellikle uyarılarda, düzelttiğiniz yanlışlarda, safsatalarda çok önemli noktalar üzerinde durduğunuz için bir kez daha teşekkür ediyorum. Aynı zamanda dinleyici de olarak çok fazla safsatanın olduğunu tekrardan hatırladım ve bunları da düzeltmeniz gerçekten çok yararlı oldu. Zamanınızı ayırıp, bizimle bu röportajı gerçekleştirdiğiniz için teşekkür ediyoruz.
ŞB: Ben de emeğiniz için teşekkür ediyorum.